Büyüme mi, Kimin İçin?-Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

2017 yılı sonunda Türkiye ekonomisine göz atınca halkımız açısından olumlu sonuçların ortaya çıkmadığını görüyoruz. Bu yıl içinde iktidarın en fazla öğündüğü, büyük başarı olarak kamuoyuna sunduğu konu 2017’nin Temmuz-Ağustos-Eylül aylarını kapsayan üçüncü çeyreğinde ekonominin yüzde 11.1 oranında “büyüme”sidir.

Yüksek görünen bu büyüme ne anlama gelmektedir?

Toplumcu ekonomi deyimi olarak Ekonomik Büyüme, tekniğin yetkinleşmesi ve üretimin artması gerçekliğini ifade eder, toplumsal gelişme karşılığında kullanılır. Üçüncü çeyrekteki büyümeyle birlikte aklımıza şu soru geliyor: Türkiye’deki büyüme toplumsal gelişme sağlayan bir büyüme midir? Elbette ki hayır!

Burjuva anlamda ekonominin büyümesi gelir artışı anlamına gelir, bununla GSYH (Gayri safi yurt içi hasıla)’nın arttığı ifade edilir. Büyüme kavramıyla bütün toplumsal sınıf ve tabakaların gelirleri artıyormuş, yoksulluk azalıyormuş gibi bir görüntü yaratılmaya çalışılır. Oysaki gerçek egemen çevrelerin göstermeye çalıştıkları gibi değildir. Emperyalizmin tahakkümü altındaki ülkelerde büyümeden gerçekte nemalanan uluslararası sermaye ve onların içerdeki uzantısı egemen sınıflardır.

***

Açıklanan bu son büyüme oranının yüksek gelmesinde, geçen yılın üçüncü çeyreğinde 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı ekonomik daralmanın etkisi büyüktür. Son çeyrekte ortaya çıkan bu büyümeyi öncelikle geçen yılın aynı dönemindeki düşüşle birlikte ele almak gerekir.

2016 yılının üçüncü çeyreğinde (15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin olduğu dönem) Türkiye ekonomisi 0.8 oranında daraldı. Böylece son 27 çeyrektir büyüme kaydeden Türkiye ekonomisi ilk defa küçüldü.

Bu yılın üçüncü çeyreğindeki büyüme geçen yılın aynı dönemindeki düşük sonuca göre çift haneli bir büyümedir. Yani göreceli bir büyümeden söz ediyoruz, bu nedenle rakamsal olarak bu kadar yüksek çıkmıştır.

Bu ölçüde bir büyümede Kredi Garanti Fonu (KGF) ile sağlanan özellikle tüketime yönelik krediler ve teşvikler de etkili oldu. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış büyüme hızı bir önceki çeyreğe göre yüzde 1.2 olarak gerçekleşti.

Bazı iktisatçılar bu büyümeyi “obez” ya da “hormonlu” büyüme olarak tarif ederken Erinç Yeldan “saman alevi” şeklinde büyüme diye ifade etmektedir. Yeldan, Cumhuriyet’teki köşesinde son çeyrekteki büyümenin aslında ekonominin yavaşlamasının göstergesi olduğunu söylemektedir:

“Baz etkisinden arındırılmış GSYH büyümesi, son dört çeyrekte sırasıyla 4.9, 1.6, 2.2 ve 1.2’dir. Yani, mevsim ve takvim etkilerinden arındırıldığında cila silinmekte ve ekonomi aslında yavaşlamaktadır.”

Yeldan’ın belirttiğine göre, TÜİK verilerinden alınan bu büyüme rakamları ülke ekonomisinin neo-liberalizm döneminde yüksek düzeyde dışa bağımlı hale getirildiğini, dış etkilerden eskisine göre aşırı düzeyde etkilendiğini, taşeronlaştırıldığını, ithalata dayalı hale sokulduğunu göstermektedir.

Yüzde 11.1’lik büyüme oranı milli gelirin yüzde 5’ini aşan cari işlemler açığını, yılın ilk on ayındaki 35 milyar TL’ye varan bütçe açığını (bu açığın milli gelire oranı yüzde 2’ye varmaktadır) gizlemeye yetmeyecektir.

Bu büyümede “dengesizlik” olduğunu söyleyen Erinç Yeldan “abartılı bir yanılsama”dan söz etmektedir:

“Dolayısıyla bir yandan dış sermaye girişleri, bir yandan da kamu bütçe dengelerini tehdit eden biçimde teşviklendirilen ulusal ekonominin bir saman alevi gibi konjonktürel bir sıçrama göstermesi hiç şaşırtıcı olmamalıdır. Bu konjonktürel ivmenin yarattığı dengesizlikler ise semptomlarını iki haneye ulaşmış enflasyon baskısı olarak kendini göstermektedir.”

Ekonomik büyüme rakamları bu yanılsamanın etkilerinden kurtarıldığı zaman doğru sonuçlara ulaşılacaktır. Hükümetin ekonomik performansını desteklemeyi iş edindiği şeklinde haklı eleştirilere muhatap olan TÜİK’in mevsimsel ve takvim etkilerinden (baz etkisinden) arındırılmış yakın dönem büyüme rakamları incelenince bile çok farklı bir sonuçla karşılaşmaktayız.

TÜİK verilerine göre, baz etkisinden arındırılmış milli gelirin büyümesi:

2016’nın son çeyreğinde yüzde 4.9,

2017’nin ilk çeyreğinde yüzde 1.6,

2017’nin ikinci çeyreğinde yüzde 2.2,

2017’nin üçüncü çeyreğinde ise yüzde 1.2 olarak gerçekleşmiştir.

Erinç Yeldan verdiği bu rakamlardan sonra şöyle demektedir: “Yani, mevsim ve takvim etkilerinden arındırıldığında yüzde 11.1’lik cila silinmekte ve Türkiye ekonomisinin son dört çeyrek dönemde aslında yavaşlamakta olduğunu belgelemektedir!”

Ekonomik büyümenin itici gücü olarak özel tüketim harcamaları ile ihracat öne sürülmektedir ama ekonominin ithalata bağımlılığı devam etmektedir.

Genel olarak gerileyen Tarım sektörü son çeyrekte yüzde 0.2 oranında düşüş gösterdi.

İmalat sanayi 2016’nın son çeyreğinden beri yavaşlamaktadır ve nihayet gerçekte yüzde -1.3 oranında düşüş içine girmiştir.

İnşaat sektöründeki yüzde 5.4’lük büyüme oranı hükümetin bir tercihi olarak kendini göstermektedir.

Yeldan noktayı şöyle koymaktadır: “Büyüme rakamlarının ardında yatan gerçek yalın ve nettir: İstatistiksel yanılsama yaratan baz etkisinden, yani mevsim ve takvim etkilerinden arındırıldığında, Türkiye ekonomisi son dört çeyrek boyunca durağanlaşmaktadır.”

 ***

Yılın üçüncü çeyreğinin bu yüksek büyüme oranı ülkenin son zamanlardaki ekonomik-toplumsal gerçekleriyle birlikte düşünülünce ortaya çıkan sonuç hiç de iç açıcı görünmemektedir.

İşsizlik: 1917’nin ilk 8 aylık ortalaması yüzde 11.5,

Enflasyon: Kasım ayında TÜFE 1.49, ÜFE 2.02. Enflasyonun yılsonu tahmini 11.74’dür.

Borç: İlk altı ayda kısa vadeli dış borçlar 98 milyar dolardan 109 milyar dolara çıktı.

Cari açık: 12 aylık cari işlemler açığı 41.9 milyar dolar.

Gelir Dağılımı: Ülkemizde gelir dağılımındaki adaletsizlik AKP döneminde derinleşerek sürmektedir.

Güngör Uras’ın Milliyet’te yazdığına göre, 2016’da toplam hane halkının % 20’lik en fakir grubundaki 16 milyon kişi toplam kullanılabilir gelirin % 6.2’sini paylaşmaktadır.  Bu kişi başı yıllık kullanılabilir ortalama gelirin 2016 yılında 5.880 TL olduğu anlamına gelmektedir. (On bin dolar nere, 1.500 dolar nere!)

Aynı yıl en zengin % 20’lik dilimdeki 16 milyon kişi kullanılabilir gelirin % 47’sini paylaşmaktadır. Bu kesimdekilerin 2016 yılındaki kişi başı ortalama kullanılabilir yıllık gelirleri 45.173 TL olmuştur. (Milli Gelirin neredeyse yarısı bu en zengin yüzde yirmilik kesime gitmektedir.)

En fakir yüzde beş ile en zengin yüzde beşi karşılaştırınca arada uçurumlar oluşmaktadır. Nüfusun % 5’lik dilimlerine göre, 80 milyon nüfusun 4 milyonluk en fakir bölümü toplam milli gelirin 2016’da % 0.9’unu paylaşırken, en zengin % 5’lik dilimde yer alan 4 milyon kişinin milli gelirden aldığı pay % 21.4 oranında olmuştur.

AKP iktidarı döneminde adaletsizlik, eşitsizlik her alanda, özellikle de ekonomik paylaşım alanında derinleşerek sürmüştür. Büyüyen halkın cebine girenler değil, emperyalist sermayenin ve içerdeki uzantılarının kasalarına girenlerdir.

 AKP iktidarı döneminde zenginin daha zengin olmasının, iktidar sahiplerinin ve yakın çevrelerinin akıl almaz servetlere ulaşmalarının anlamı; işçinin, köylünün ve diğer ezilen kesimlerin daha fazla fakirleşmesi, açlığa mahkûm edilmesi anlamına gelmektedir. Bu sonucun bir başka önemli anlamı da, görünürdeki bütün efelenmelere karşın, ülkemizin emperyalizmin ekonomik, politik, askeri vd. alanlarda tahakkümü altında olduğu gerçeğinin değişmediğidir. Artan borçların ve cari açığın nedenleri olan sanayi alanında gelişmeme, tarım ve hayvancılığın yok edilmesi, tüketim toplumu yaratılması gibi etkenler emperyalizme olan bağımlığı daha da derinleştirmektedir. Halkımızın bugününü ve geleceğini karartan sömürücü ekonomi politikalarının asıl sorumluları ülkemizde içsel bir olgu haline gelen emperyalizm ve uzantısı bir avuç tekelci sermaye, finans sermayesi ve yarı-feodal egemenlerdir.

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

One Response

  1. Bu yazıyla ilgisi olduğu için belirtme ihtiyacı duydum. AKP iktidarı ihracat artışlarını övünerek açıklarken ithalattaki artışlara hiç değinmemektedir. İşlerine gelen rakamları öne çıkarmakta pek ustalar!

    2 Ocak 2018 tarihli Dünya gazetesinde Tevfik GÜNGÖR’ün bu iki kalemle ilgili yazdıkları iktidarın bu eğilimini doğrulamaktadır. Sayın Güngör şöyle yazmış:

    “Geçen yılın ilk 11 ayında ihracat yüzde 10.4 arttı, ama ithalat yüzde 16.9 arttı.

    Rekor ihracat artışında değil, ithalat artışında.

    Biz her açıklanan ihracat rakamlarını rekor olarak değerlendiriyor, seviniyoruz. Dış ticaret sadece ihracattan oluşmuyor. İthalat ne durumda? 2017 yılının ilk 11 ayında dış ticaret açığı bir yıl önceye göre yüzde 33.8 oranında arttı. 67.4 milyar dolar dış ticaret açığı oluştu.

    Dış ticaret açığı sonunda cari açığı büyütüyor.”

Altay Karaca için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir