Devrimci-Yurtseverlik ve Saptırmalar: II- Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Emperyalizme karşı verilecek mücadelede yurtseverlik geniş halk kitlelerinin mücadele içinde yer alması için

ortaya atılacak politikaların temel taşı olmak zorundadır.

maliyilmaz@anafikir.gen.tr

Yurtseverlik, Enternasyonalizm, Sekterlik ve Faşizm

1920’li ve 30’lu yıllarda faşistler yurtseverlik kavramını neredeyse tümüyle ellerine geçirmişlerdi. Çünkü faşizm ve gericilik toplumun anlam yüklediği, tarihsel olarak önem verdiği bütün değerleri çarpıtarak sahiplenir ve siyasal amaçları için kullanır. Bu yıllarda Batılı sosyalistler ve komünistlerin önemli bir bölümü, halk kitlelerinden kopuk, onların beklentilerinin ötesinde, gerçeklikten uzak politik anlayışlara saplanıp kalmışlardı. Avrupalı emekçilerin demokratik özlemlerinden ve ilerici-devrimci geçmişinden uzak “sekter” eğilimlere kapılmışlardı.

“Lenin’in ölümünden sonra, özellikle 1927–31 döneminde, onun bazı son derece önemli ve canalıcı görüşleri Komünist Enternasyonal’de unutulmuş ya da çarpıtılmıştı…” (James Klugman,  Palmira Togliatti’nin “Faşizm Üzerine Dersler” kitabına yazdığı ‘Giriş’den, s.18, Bilim ve Sosyalizm Y.)

Lenin, Birinci Paylaşım Savaşı sırasında, emperyalizmin, tekelci sermayenin, kapitalizmin rekabetçi döneminde kurulmuş olan demokrasiden bile korkacağını ve ona saldıracağını tespit etmişti. 1916’da “Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm” adlı makalesinde bu sorunla ilgili şu görüşleri ortaya koyuyordu:

“Bu yeni ekonominin, tekelci kapitalizmin (emperyalizm tekelci kapitalizmdir) siyasal üstyapısı, demokrasiden siyasal gericiliğe değişimdir. Demokrasi serbest rekabete tekabül eder. Siyasal gericilik tekele tekabül eder. Rudolf Hilferding, Finance Capital’inde gayet haklı olarak ‘mali-sermaye, özgürlük için değil, egemenlik için çabalar’der.

“…Gerek dış politikada, gerek iç politikada emperyalizm demokrasiyi ihlal etme çabasındadır, gericiliğe yöneliktir. Bu anlamda emperyalizm, genel olarak demokrasinin, yalnızca onun istemlerinden birinin, yani ulusların kendi kaderlerini tayin isteminin değil, her türlü demokrasinin sugötürmez biçimde, ‘yadsınması’dır

“Genel olarak demokrasinin ‘yadsınması’ oluşundan ötürü emperyalizm, aynı zamanda ulusal sorunda da (yani ulusal kaderi tayinde de) demokrasinin ‘yadsınması’dır: Demokrasiyi ihlal etmenin yollarını arar…” (V.İ.Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emp. s. 48–49, Sol Y.)

Sosyalist demokrasi karşısında burjuva demokrasisinin yetersizliğini her fırsatta açıklayan Lenin, emperyalizm döneminde demokrasi için mücadelenin önemini de belirtmekten geri kalmamıştı.  Emperyalist-kapitalizmin egemenliği altında demokrasinin savunulmasını sosyalizm için mücadelenin “temel bir parçası olduğunu görmüş ve bunu tekrar tekrar açıklamıştı.” (James Klugman,  age, s.18).

***

Önce İtalya’da ve daha sonra da Almanya’da faşistlerin halkın ilerici, demokrat içerikli değerlerine sahip çıkmaları karşısında sessiz kalan sosyalistlerin ve komünistlerin bu sorumsuz, kendilerini halktan önemli ve üstün gören, sekter tavırlarını Dimitrov, Komünist Enternasyonal’in VII. Dünya Kongresi’ne sunduğu raporunda ele alır ve şöyle der:

 “Faşistler, geçmişte yüce ve yiğit olan her şeyin mirasçısı ve takipçisi kisvesine bürünmek için, halkların bütün tarihinin altından girip üstünden çıkmakta ve halkın milli duygularını inciten alçaltan her şeyi, faşizmin düşmanlarına karşı bir silah olarak kullanmaktadır.” G. Dimitrov, Savaşa ve Faşizme Karşı Birleşik Cephe, s.121, Kaynak Y.)

 James Klugmann’ın solun halkın geçmişindeki ilerici değerlerini yadsıyan sekter yaklaşımı ve yurtseverliği ihmal etmesi hakkındaki düşüncesi çarpıcıdır:

 “ Faşizm, işçi sınıfının potansiyel bağlaşıklarına karşı tutumundaki zayıf noktalarından, hepsinden çok da sekterlikten güç alır. Devrimcilerin gençleri ya da köylüleri ihmal ettikleri ya da enternasyonalizmi anti-nasyonalizm ile karıştırdıkları, yani gerçek halkçı yurtseverliği ve emekçi halkın ülkenin geçmişindeki ilerici atılımlarla övüncünü yadsıdıkları yerde, faşizm hemen bundan yararlanmaya kalkar.” (James Klugmann, “Giriş”, Palmira Togliatti, Faşizm Üzerine Dersler, s.17, Bilim ve Sosyalizm Y.)

İngiliz komünizminin 20. yüzyıldaki temsilcilerinden J. Klugmann’ın bu tespitlerinden yola çıkarak şu belirlemeleri yapabiliriz: Faşistler ve gericiler, köylülüğün, küçük-burjuvazinin, işsiz yığınlarının ve hatta işçilerin bir bölümünün desteğini çeşitli demagojik yöntemlerle sağlasalar bile bu kesimlerin yeniden kazanılması gerektiğini ve böylece emperyalizme ve faşizme karşı mücadeleye sokulabilecekleri sonucuna varabiliriz.

Diğer yandan bazı “sol” çevreler enternasyonalizmi milliyetçi karşıtlığı ile karıştırarak solun halktan kopmasına hizmet ettiler ve bu yanlış politikalarıyla gerici çevrelerin ekmeğine yağ sürdüler. Devrimcileri bu oyuna getirenler ise son yirmi yıldır dünyada ve bizde emperyalizmin yeni politikalarına hizmet edebilmek için solu yıpratmayı ve devrimci fikirleri saptırmayı esas alan görünürde “demokrat” veya “sol” ama özünde sağ olan sivil toplumcu, AB’ci neo-liberallerdir. Bu görüşleri savunanlar, enternasyonalizmin bilinçli olarak içini boşaltarak bir yerde sağ politikalarının hizmetine sokmaya çalıştılar. Bu kavrama oportünistçe yaklaşarak devrimcilikle yurtseverliği karşı karşıya getirmek için de çaba harcadılar. Yurtseverliği iki yüzlülükleriyle sosyalist ve devrimciler için ırkçılık düzeyine indirerek bu kesimlerin bu kavrama sırt çevirmesini sağlama yolunda mesafe kat etmeyi başardılar. Böylece halk kitleleri ile bütünleşme şansına sahip olan devrimci kesimleri enternasyonalizmin dışına düşmekle korkutarak devrimci sol geleneğin kitlelerden kopmasını sağlama yönünde önemli adımlar attılar. Solun “önderleri” ise bu sapkın eleştirilerin etkisinde kalarak devrimciliğin halktan kopmasına, diğer bir ifade ile emekçi sınıfların devrimcilerden uzaklaşmasına hizmet eden yollara kolayca saparak büyük bir yanlışın içine girdiler.

Gençliği öteden beri maceracı ve tehlikeli gören, politika dışına itmeyi ya da kontrolleri altına almayı amaçlayan bu sağ sapma neo-liberal görüşler, köylülüğü de üretim dışına düşmüş kesim olarak görerek ve göstererek kapitalist emperyalizmin gerici politikalarının papağanlığını yapmaktan da geri durmadılar. Böylece gençliğin ülke sorunlarından koparılarak faşistlerin ve dinci gericilerin fideliği olmasına yardımcı olurlarken, köylülüğe ve bu kesimin şehirlere göç etmiş olan uzantılarına egemen sınıfların, üretimden kopuk, sadakaya muhtaç zavallılar muamelesi yapmalarının önünü açtılar. Küçük burjuvazinin bütün tabakalarını küçümseyen, onları üretim dışı göstererek büyük sermayenin yedek iş gücü olarak gören, gerçekte işçi sınıfının doğal müttefiki olması gereken kitleleri hor gören bu sakat anlayışların sahiplerinin sorumsuzlukları veya egemen sınıflara olan hizmet aşkları yüzünden bu geniş toplumsal kesimler ülkemizde gericilin en güçlü örgütlenme alanları haline getirildiler.

Bu sonucun doğmasında devrimci-sosyalist kesimin de büyük hatalarının olduğunu belirtmemiz gerekir. Devrimci ve sosyalist kesimler içinde etkili olan bazı odaklar da liberallerin ideolojik saldırılarından ve yaşam tarzlarından etkilenerek devrimci fikirlerden taviz vermişler, işçi sınıfı ideolojisinden uzaklaşmışlardır. Bu gelişmenin sonucu olarak, başta işçi sınıfı olmak üzere, gençlikle ve köylülükle 1960’lı ve 1970’li yıllarda olduğu gibi bir ilişki içine girilmemiş ve hatta bu toplumsal kesitlerin içinde çalışmak yerine bazı marjinal grupları öne çıkaran saçma fikirler ve değerlendirmeler üretmeye yönelmişlerdir.

Ne ülke gerçekliğine ne de toplumsal-siyasal gerçekliğe uyan bu yaklaşım nedeniyle devrimci-sosyalist düşünce ve hareket emekçi halktan koparak iktidar hedefinden de uzaklaşmıştır. Böylece anti-emperyalist mücadele perspektifini de yitirerek halkın ilerici-devrimci değerlerini ve geçmişini hor gören anlayışlara kapılarak halkla bağ kurmakta başat öneme sahip unsurlar, kavram ve değerler bir kenara atılarak Batı’dan gelen “yeni sol” fikirler karmaşası içinde bocalayan bir kakofoni sol üzerinde etkili olmuştur. Günümüzde, gerçek hayatta hiçbir belirleyici karşılığı olmayan ve gerçekte içi çoktan boşalmış kavramlara saplanılarak yurtseverlik gibi, anti-emperyalizm gibi halkın doğrudan sahiplenebileceği, geniş kitleleri etkileyebilme potansiyeline ve somut durumu açıklama kabiliyetine de sahip ilerici-devrimci kavramlar terk edilerek gericilerin, faşistlerin önüne boş manevra alanları bırakılmıştır. Devrimcilerin bıraktığı bu boşluklardan da yararlanan gericiler, dinci-faşistler emperyalizmin ülkemizdeki uzantısı sermaye kesiminin ve yeni liberallerin de desteğiyle geniş halk kitlelerinin içine hiçbir ciddi engelle karşılaşmadan rahatlıkla sızmışlardır.

Bir milletin geçmişinde ilerici olan değerlerin faşizme ve gericiliğe terk edilmesinin yaratacağı sonuç şudur: Köylülüğün, varoşlarda yaşayan ve köylülükle hala bağını sürdüren kesimlerin, kamu çalışanlarının, üniversiteli ve liseli gençliğin, proletaryanın geri unsurlarının, lümpen proletaryanın, geniş işsiz kesimlerin kısacası toplumun ezici çoğunluğunun işçi sınıfının politik ve ideolojik etkisinden uzaklaşmasına ve faşizmin, gericiliğin kitle tabanı olmasına hizmet eder. Böylece proletarya doğal müttefiklerinden koparılmış olur ve bu durum da faşizmin ve gericiliğin bu toplumsal kesimleri kolaylıkla örgütleyerek iktidarı ele geçirmesine neden olur. (Zaten olan da budur). Diğer emekçi ve küçük burjuva tabakalarla bütünleşmekten gittikçe uzaklaşan, uzaklaştırılan, yalnızlaştırılan işçi sınıfı yavaş yavaş kendi ideolojisinden, politik etkinliğinden ve doğal olarak da iktidar hedefinden uzaklaşır. Bugün Türkiye’de işçi sınıfı hem ideolojik-kültürel olarak hem de örgütsel olarak parçalanmış ve önemli bir kısmı da gerici iktidarın etki alanı içine sokulmuştur. Bu koşullarda, devrimcilerin ve sosyalistlerin ideolojik netleşmesi güçleşmekte, fiili öncülüklerinden ise söz edilemeyeceği açıktır. Bu şartlarda devrimciler bir yandan tahrip edilen ideoloji surlarını tamir etmeye uğraşırken diğer yandan da karşı saldırı gerçekleştirme ortamını yaratamamaktadır. Çünkü tahribatı sürdürenlerin etkinlikleri hala kırılabilmiş değildir. Çünkü bunların bir kısmı sol içinde etkili konumlarda bulunmaya hala devam etmektedir.

 Bu olumsuzluğu orta vadede ortadan kaldıracak bilgi ve becerinin devrimcilerde var olduğunu biliyoruz ama eksik olan kendine ve birbirine olan güven ve cesarettir.

G. Dimitrov, “Savaşa ve Faşizme Karşı Birleşik Cephe” adlı kitabında bu yaşadığımız hastalıklı ortamın tedavisine bazı bakımlardan ışık tutabilecek olan şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Komünist partisinin işçi sınıfı mücadelesindeki öncü rolü mücadeleyle kazanılmalıdır. Bunun için komünistlerin öncü rolü üzerine lafazanlık etmenin hiçbir yararı yoktur. Bunun için her gün kitle çalışması yaparak ve doğru bir siyaset izleyerek işçi kitlelerinin güvenini kazanmak, fethetmek gerekir. Bu da ancak, biz komünistler siyasi çalışmamızda kitlelerin sınıf bilincinin gerçek düzeyini ve onların ne ölçüde devrimcileşmiş olduklarını ciddiyetle göz önünde bulundurursak, somut durumu kendi isteklerimize dayanarak değil, gerçek temelinde doğru değerlendirirsek mümkün olacaktır. Geniş kitlelerin komünizm safına geçmelerini sağlamak için çalışmalarımızı sabırla ve adım adım sürdürmeliyiz.” (Dimitrov, age, s.127, abç).

Dimitrov, bu son derece isabetli tespitlerinden sonra Lenin’in “Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı” kitabından bir alıntı yapar. Lenin’in bu görüşü, umarız somut hayattan kopuk, biraz da Batı’nın sola yakın yerlerde dolaşan uzantılarının gazına gelebilen, birçok şeyleri gibi fikirlerini de sık sık değiştiren “değişimci” ve “yenilikçiler” için uyarıcı olur.

 “Bizi şiddetle uyaran Lenin’in sözlerini hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız:

 ‘…Bizim için eskimiş olanı, sınıf için, kitleler için de eskimiş olarak görmemeliyiz, bütün mesele budur.’ ” (Dimitrov, s.127–128, abç).

***

Başkan Mao, yurtseverlik-enternasyonalizm ilişkisi ve emperyalist saldırı karşısında yurt savunması hakkında çok anlamlı değerlendirmeler yapmıştır. Özellikle emperyalizmin saldırısı ve tahakkümü altında olan bizim gibi ülkelerin devrimcilerinin ufuklarını genişletecek türden açılımlardır bunlar. Üzerleri paslandırılan kavramlarımıza yeniden hayat veren bu fikirleri bir kez daha okumalıyız. Mao, Ekim 1938’de şöyle sesleniyor:

“Enternasyonalist olan bir komünist aynı zamanda yurtsever de olabilir mi? Biz, böyle birisi yurtsever olabilmeli değil, olmalıdır diyoruz. Yurtseverliğin özel içeriğini tarihi koşullar belirler. Japon ve Hitler saldırganlarının da ‘yurtseverliği’ vardır, bizim yurtseverliğimiz de. Komünistler Japon ve Hitler saldırganlarının ‘yurtseverliğine’ mutlaka karşı koymalıdırlar. Japon ve Alman komünistleri kendi ülkelerinin savaşta yenilmesinden yanadırlar. Japon ve Hitler saldırganlarının yenilgilerini ne pahasına olursa olsun sağlamak Japon ve Alman halklarının çıkarlarına uygundur ve bu yenilgi ne kadar bütünsel olursa o kadar iyi olur… Çünkü Japon ve Hitler saldırganlarının başlattığı bu savaşlar dünya halkına olduğu kadar kendi ülke halklarına da zarar vermektedir. Mamafih Çin’in durumu farklıdır, çünkü Çin saldırganlığın kurbanıdır. Bu nedenle, Çin Komünistleri yurtseverliği enternasyonalizmle birleştirmelidirler. Biz hem enternasyonalistiz hem de yurtseveriz ve sloganımız şudur: ‘Anayurdu korumak için saldırganlara karşı savaşalım.’ Bizim için, yenilgiden yana olmak bir suç, Direniş Savaşı’nın zaferi uğruna mücadele etmek ise zorunlu bir görevdir. Çünkü anayurdun savunması için dövüşerek saldırganları yenip ulusal kurtuluşumuzu elde edebiliriz. Ve ancak ulusal kurtuluşumuzu kazanırsak proletarya ile diğer emekçi halkın kendi kurtuluşlarına kavuşmaları mümkün olabilir. Çin’in zaferi ve istilacı emperyalistlerin yenilgiye uğratılması diğer ülke halklarına da yardımcı olacaktır. Bundan dolayı ulusal kurtuluş savaşlarında yurtseverlik enternasyonalizmin uygulamasıdır.” (Başkan Mao Tsetung’un Sözleri, s.145–146, Ekim Y.)

İkinci Yeniden Paylaşım Savaşı’ndan kısa bir süre önce Hitler’in Avrupa’da ilhaklara başladığı, Japonya’nın ise Çin’i istila etmekte olduğu bir dönemde enternasyonalizm ile yurtseverliğin ilişki ve çelişkilerinin hem saldırgan ülkelerin halkları, hem de saldırıya uğrayan ülkelerin proleterleri ve devrimcileri yönünden açık bir değerlendirmesini yapan Mao’nun bu görüşlerinin emperyalizmin yeni sömürgesi ve gizli işgali altına sokulmuş olan ülkeler için de pekâlâ geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Hele günümüz Türkiye’si gibi emperyalizmin yoğunlaştırılmış gizli işgali altında olan, ABD’nin yeni yeni askeri üsleriyle donatılan, ekonomisinden siyasetine ve askeriyesine kadar emperyal güçlerin belirleyici olduğu ülkelerde, devrimci siyasetin, ideolojinin ve mücadelenin doğru ve başarıya gidecek bir yolda ilerleyebilmesi ancak emperyalizme karşı yurtseverlik ile uluslararası devrimci dayanışma diyalektiğinin sağlıklı bir biçimde kurulmasıyla mümkün olabilir.

 

Devrimci-İlerici Değerlerimize Sahip Çıkalım…

Emperyalizme karşı verilecek mücadelede yurtseverlik geniş halk kitlelerinin mücadele içinde yer alması için ortaya atılacak politikaların temel taşı olmak zorundadır. Halkın ilerici değerlerine devrimci bir bakışla sahiplenmek, bu değerleri günün koşullarına göre yeniden yorumlayarak halka sunmak devrimcisosyalist düşünceyi halkın benimsemesinin önünü açacaktır. Şeyh Bedrettinleri, Yunusları, Pir Sultanları, Kaygusuzları, Karacaoğlanları, Köroğluları, Dadaloğluları, Tevfik Fikretleri, Karayılanları, Şahin Beyleri, Yörük Alileri, Nazımları, Ahmet Arifleri, Aziz Nesinleri ve daha nicelerini bağrına basmayan bir devrimci siyasal gücün hiçbir başarı şansının olamayacağı çok açıktır. Mücadelenin ahlaklı olanı da halkın ve bu toprakların onurlarına sahip çıkmasını bilenidir.  Bu değerlerin yanı sıra devrimci mücadelenin ideolojik, kültürel ve politik bütün değerlerine ve bu mücadelenin önderlerine sahip çıkmayan bir hareketin, bir partinin toplum ve gelecek önünde bir anlamı olabilir mi? Halkın ilerici değerlerini sahiplenmeyen köksüz ve desteksiz kalır.

Elbette ki gerici, haksız ve baskıcı geçmişi de mahkûm etmeliyiz ki yanlışla doğru birbirinden ayrılsın, doğruya ya da yanlışa hizmet eden eylemlerin muhtevaları arasındaki farklılık açıkça ortaya çıksın. Şeyh Bedrettinlerle, Pir Sultanların katliamlarını, 31 Mart gericiliğini, 1918-20’lerde emperyalistlerle yapılan işbirliklerini, iç isyanları, Menemen Katliamını ve 12 Martlarda, 12 Eylüllerdeki işkenceleri, devrimcilerin idamlarını-katliamlarını, 1 Mayıs, Maraş, Çorum, Sivas ve diğer katliamları kınayarak yanlışları mahkûm etmeliyiz. Ama sürekli yaptığımız gibi sadece yanlışları mahkûm etmek yetmez, ilerici-devrimci geçmişimizle de övünmesini bilmeliyiz. Mikro-milliyetçiliklerin, dini akımların ve çeşitli egemen sınıf ideolojilerinin etkisinde kalarak ilerici-devrimci geçmişimizi küçümsemeye ve karalamaya kalkışmamalıyız. Son zamanlarda AKP ve yandaşlarının çokça yaptıkları gibi gericiliğe ve dinci-faşizme karşı olan hareketleri mahkûm etme yarışına katılanların yanlışlarını açıkça ortaya koymalıyız.

Tarihimizde yaşanmış her olayı kendi somutluğu içinde değerlendirerek hükme varmalıyız. Tarihimizde atılan ileri adımları bağlamlarından kopararak peşinen mahkûm eden yaklaşımlardan uzak durulmalı, her olayı kendi özgün koşulları içinde değerlendirmeli ve toptancılık ya da genellemeler yapılarak hatalara düşülmemelidir. Devrimi ve devrimciliği yadsıyan, her şeyi her dönemi “saf demokrasicilik” yaklaşımlarıyla değerlendiren, burjuva demokrasisini hak ettiğinden çok fazla yücelterek, gelişmiş burjuva toplumlarda bile demokrasinin burjuva diktatörlüğünün bir biçimi olduğunu, emperyalizm döneminde ise tamamen gericileştiğini gizleyen ve “milli irade”yi de her derde deva bir kavram gibi sunmaya kalkışan genellemeci anlayışların arkasında yatan asıl amaçlara iyi bakmak gerekir.

Günümüzde kafa karıştırarak, gerçeği saptırarak AKP’nin konumunu güçlendirmeyi amaçlayan, baştan sona demagoji kokan düşünceleri boşa çıkarabilmek için öncelikle köklü ve zengin bir tarih bilincine ve bilgi birikimine sahip olmamız gerekir. Özümsenmemiş sol fikirler ve doldurma bilgilerle yapacağımız değerlendirmelerle ve siyasetle ancak kendi kalemize gol atarız.

Niyazi Berkes’in “İslamlık, Ulusçuluk, Sosyalizm” adlı kitabında “sözcükler” hakkında yaptığı isabetli tespiti siyaset ve tarih gibi alanlara da uyarlayabiliriz: “Sözcükler ya olumlu ya da olumsuz ‘tabu’ gücüne bürünüyor anlamları bilinmeyince.” (N. Berkes, age, s.139, Bilgi Y.) Tarihsel ve toplumsal olayların içerikleri, nedenleri ve yarattıkları siyasi sonuçlar iyi bilinmeyince egemen ideolojinin etkisine ve yönlendirmesine açık bir düşünce yapısına sahip olunuyor ki bu durum insanı çok yanlış yerlere sürükleyebiliyor. Örneğin tarihimizdeki her devrimci, ilerici hareketi ve devrimcileri “darbecilik”le ya da demokrasi dışılıkla suçlayanlara, yaftalayanlara karşı esaslı bir dik duruş sergilenemiyor ve neredeyse herkes o sözde demokrat işbirlikçilerin önünde suspus oluyor. Hemen hemen herkes savunmaya geçiyor. Çünkü bu tarz suçlamalar, mahkûmiyetler egemen ideolojinin bir üstünlük ve hegemonya kurma aracı haline getirildi. Solcu, sosyalist kesimi temsil iddiasıyla ortaya çıkanlar bu saldırılara karşı bilgiyle ve cesaretle cepheden karşı duracaklarına çoğunlukla savunmaya geçerek yanlış yapmaktadırlar. Devrimci bir içeriğe sahip olan, geniş halk kitlelerinin, emekçilerin lehine adımlar atan, bu yönde hukuki, siyasal ve ekonomik düzenlemeler yapan, emperyalizme karşı ülkenin bağımsızlaşmasını savunan bütün hareketler açıkça desteklenmelidir.

Dışarıdan bir örnekle meramımızı anlatmaya çalışalım. Mesela, 25 Nisan 1974’de Portekiz’de genç subayların gerçekleştirdiği “Karanfil Devrimi”ni ve sonuçlarını bilmeden bu hareketi peşinen itibarsızlaştırmaya kalkışırsanız baltayı taşa vurmuş olursunuz. Sömürgeci ve faşist bir diktatörlüğü devirerek, bizde de 27 Mayıs ihtilalinden sonra gerçekleştirildiği gibi, ilerici bir anayasa yaparak demokrasiyi kuran ve hatta İspanya’nın da demokrasiye ulaşmasında itici rol oynayan bir hareketi sırf seçimle iktidara gelmedi diye mahkûm etmeye kalkışırsanız faşist Salazarcılığa hizmet edersiniz.

***

Emperyalizminin 20. yüzyıl boyunca Türkiye’de meydana gelen her türlü ilerici-devrimci hareketin önünü kesmek için yoğun bir çaba içinde olduğunu biliyoruz. Bölgedeki muhtemel gelişmeler açısından Türkiye’nin anahtar ülke olarak önemini hep koruduğu da açık. Kurtuluş Savaşı ve sonrasındaki ilerici atılımları, 1960’lı ve 70’li yıllardaki devrimci çıkışları, bu devrimci mücadeleyi ve yarattığı sonuçları yok etmek için ortaya koydukları çabaların anlamını hiçbir bulanıklığa meydan vermeden net olarak görebilirsek bugünü daha doğru değerlendiririz. Batı emperyalizmi, 20. yüzyılın başlarında olduğu gibi bugün de Balkanlar’da, Ortadoğu’da ve Asya’da devrimci, demokratik gelişmelerden korkmaya devam ediyor ve bütün bölgeyi hegemonyası altında tutmayı sürdürebilmek için savaş dâhil her yolu denemekten geri kalmıyor.

Emperyalizmin yeni politikalarına uygun operasyonlar yapmayı sürdürdüğü günümüzde bir kez daha anlıyoruz ki devrimin merkezi doğudadır. Ve açıkçası emperyalizm çağı boyunca devrimin odak noktası doğuda olmaya devam etmiştir. Özellikle bugün ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalistlerin, günün ihtiyaçlarına uygun yeni-sömürgeci politikalarını Ortadoğu halklarına karşı nasıl acımasızca uyguladıklarına tanık oluyoruz. Bölgedeki taşeronlarıyla birlikte yürüttükleri bu politikalar her türlü bağımsızlıkçılığı, kendilerine boyun eğmeyen eğilimleri ve ülkeleri boğmayı ve yok etmeyi amaçlamaktadır. AKP iktidarının açık taşeronluğu ise giderek bölge halklarının daha büyük tepkisine neden olmaktadır. Türkiye halkının bu politikadan büyük zarar göreceği ve bölge halklarının gözünde emperyalizmin işbirlikçisi ülke konumuna düşürüleceği gerçeğinin ajitasyonu kesintisiz olarak yapılmalıdır. AKP’nin en zayıf noktalarından başta geleni emperyalizmin taşeronu olarak yürüttüğü Suriye, Irak ve İran politikasıdır. Özellikle Suriye ve Irak politikalarının sürekli deşifre edilerek halk içinde ajitasyon ve propagandasının yapılması solun önüne koyması gereken en önemli görevi olmalıdır. Solun bu politikası AKP’nin yıkılışını hazırlayacak çok önemli nedenleri ve sonuçları içinde taşımaktadır.

Öte yandan, emperyalizmin bu bölge politikasından ne ad altında olursa olsun yararlanmaya kalkacak olan etnik ve dinsel kesimlerin bunun hesabını kardeşlerine ve komşularına veremeyeceklerini bilmeleri gerekir. Hangi gerekçe ile olursa olsun emperyal güçlerle işbirliği yapanları bölge halkları asla affetmeyecektir.

Sonuç

 Bugün dünyada yaşanılanlara baktığımız vakit belirleyici, tayin edici çelişkinin hala emperyalizm ile sömürülen, ezilen uluslar arasında olduğunu görüyoruz. Bu anlamda, günümüzün gerçek devrimciliği tam bağımsızlıkçılıktan geçmektedir. Yurtseverlik için en esaslı ayrım noktası ise emperyalizme karşı tam bağımsızlıkçılığın temel alınması ve bilhassa bölgemizde emperyalizme karşı direnen halklarla dayanışma içinde olunmasıdır.

 Devrimciler, artık emperyalistlerin bir propaganda aracına dönüştürülen “tek kutuplu dünya” kavramını da bir kenara itmelidirler. Bu gün dünyada mücadele, temelde, iki kesim arasındadır. Emperyalizm ile mazlum halklar arasında. Devrimci mücadeleye bu açıdan bakılmalı ve buna göre mevzi alınmalıdır. (Doğaldır ki devrimciler, bu mücadelenin işçi sınıfı ideolojisinin öncülüğünde gerçekleşmesini sağlamaya çalışırlar.)

Tutarlı yurtseverlik, anti-emperyalizmin yanı sıra anti-faşizmi de benimsemeyi gerektirir. Ya da şöyle de söyleyebiliriz, tutarlı anti-emperyalist ve anti-faşist yurtsever olmak zorundadır. Devrimci, tam bağımsızlıkçı, yurtsever, anti-emperyalist ve anti-faşist olmak zorundadır. Bu kavramları benimsemeyen birisi tutarlı devrimci de, sosyalist de olamaz. 1960’lı ve 70’li yıllarda bu en temel ilkeleri (benimsemeyi-benimsememeyi) tartışma konusu yapmak abesle iştigaldi, buna hiçbir sosyalist ve devrimci cesaret bile edemezdi. Ama son yirmi yıldır bu kavramlara saldırmayı var oluşlarının işareti sayan çevrelerin çokluğu haklılıklarından değil kaçkınların çoğalmasından ve daha da önemlisi her şeye emperyalizmin gözlükleriyle bakanların entelejansiya içinde büyük güç kazanmalarındandır. İnsan topluluklarının uluslaşmasında ve daha da ilerlemesinde rol oynayan en etkili güçlerden birinin entelejansiya olduğunu hatırımızdan çıkarmayalım.

Unutmayalım, fikir silahtan da etkili bir güçtür.

Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir