Her şey aklın içinde yer alır.
Her şey aklın içinde yer aldığına göre,
akıl her şeyin mekânıdır.
Aklın kendisi de “bir şey”dir.
Akıl her şeyin mekânı ise,
Aklın kendisi de “bir şey” ise,
Akıl hem her şeyin,
hem de “bir şey” olarak kendi kendisinin mekânıdır.
Öyleyse, akıl, hem kendisinin içinde hem de dışındadır.
Aklın, hem kendisinin içinde hem dışında olması, paradoks gibi görünüyorsa da, aslında bu durum bir paradoks olmayıp; aklın kendi kendisinin farkında olmasından; kendisine, kendisinin dışına çıkıp bakabilmesinden yani “farkındalık”tan başka bir şey değildir.
Aklın, kendisine, kendisinin dışına çıkıp bakması ise “felsefe”nin ta kendisidir. Hegel’in “Felsefe, varlığın kendini düşünmesidir.” demesi de bu durumu ifade eder. Bir -önemli- farkla ki Hegel, aklı, aklın dışında, akla yabancı bir şey; “Geist-Mutlak Fikir” olarak görmüştür; bütün metafizikçiler gibi…
Metafizikçilerin “metafizik âlem” dedikleri şey, aklın kendisinden başka bir şey değildir.
Metafizik, bir yanılsamadır; aklın kendisini metafizik âlem olarak gördüğü bir yanılsama. Metafizik yanılsamanın temelde yatan nedeni, aklın hareketinin bedenle sınırlı olarak düşünülmesidir. Aklın hareketinin bedenle sınırlı olduğu düşüncesinin sonucu olarak, evrenin bizim dışımızda olduğu gibi bir sağduyusal algı oluşmuştur. Bu algı da metafizik yanılsamanın temel nedeni olmuştur. Not edelim ki “aklın hareketi bedenle sınırlıdır” düşüncesi, halen metafizikçi olmadığını sananlar arasında da oldukça yaygındır.
Evrenin bizim dışımızda olduğu, aklın dışında bir dış dünya bulunduğu sağduyusal algısı yanıltıcıdır. Şöyle ki: Akıl, dolaşım, sindirim sistemlerimiz gibi, bedenlerimizin içinde yer alan maddi-biyolojik bir sistemdir. Ancak, diğer sistemlerimizin hareketi bedenlerimizle sınırlıyken, aklın hareketi bedenlerimizin dışına, sonsuza uzanır. Aklın içine alamayacağı ve üzerinde düşünme etkinliğinde bulunamayacağı hiçbir şey yoktur. Bu nedenle, her şey aklın içindedir. Bu düşüncemize, “aklın dışında bir dış dünya var” şeklinde bir itirazı abes buluruz. Çünkü “aklın dışında bir dış dünya var” düşüncesi, kendi kendini çürüten bir paradokstur. Şöyle ki: “Aklın dışında bir dış dünya var” diyenlerin akıllarının içinde, bu sözü söylemeden önce bir “dış dünya bilgisi” mevcut olmalıdır. Öyle ya; aklın içinde bir dış dünya bilgisi olmadan, “dış dünya var” sözü nasıl söylenebilir? Akıllarımızın içinde bir dış dünya bilgisi varsa, o zaman da o “dış dünya” olmaktan çıkar, “içimizdeki dünya” olur. Bütün bu argümanlarımıza rağmen, derlerse ki “Kolomb’tan önce de Amerika vardı”; deriz ki, “Kolomb’tan önce Amerika bir hiçtir”. Okuyucularımızdan “aklın dışında bir dünya yoktur” düşüncemizi hala ikna edici bulmayanlar varsa, onlara, akıllarının dışında bir dış dünya tasavvur etmelerini öneririz. Eminiz ki tasavvur edemeyeceklerdir.
Aklın hareketinin bedenlerimizin çok ötelerine, sonsuza nasıl uzandığını, her şeyi nasıl içine alıp, içine aldığı her şey üzerinde nasıl düşünme etkinliğinde bulunduğunu görmek mi istiyorsunuz? Aysız, bulutsuz yaz akşamlarında, kentlerin ışıklarından uzak bir yerde gökyüzünü seyre dalın. O zaman görürsünüz ki aklınız, gökyüzüne bakar bakmaz, “akıl almaz” uzaklıklara gitmiştir ve “akıl almaz” büyüklükteki gökcisimlerini içine almıştır. Yine o zaman, “acaba bunların ötesinde ne var?” diye sorup, daha uzaklarda ve daha büyük cisimleri de görüp, aklınızın içine alabileceğinizi düşünürsünüz. Kısacası, Magritte’nin “False Mirror” tablosunda resmettiği gibi, evren aklımızın aynasıdır; içinde kendini gördüğü ayna. Ancak, metafizikçiler, evrene baktıkları zaman, evren aynasında gördükleri görüntüyü, aklın kendisi olarak değil, aklın dışında, akla yabancı bir şey olarak; “metafizik âlem” olarak düşünmüşlerdir. İşte bizim “metafizik yanılsama” dediğimiz şey budur.
Metafizik yanılsama nasıl oluşmuştur?
Metafizikçiler, evrene baktıklarında, bir “ezeli” ve “ebedi” kavramlar sistemi görmüşler ve bu sistemdeki kavramları “form”, “idea”, “Geist” vs. olarak, kavramlar sistemini de metafizik âlem olarak adlandırmışlardır. Metafizikçileri, kavramlar sistemini, metafizik âlem olarak adlandırmaya götüren şey; kavramların, ilişkin oldukları olgulardan bağımsız bir yaşantılarının olmasıdır. Olgular ya da fizik, biyo-akıllarca nöronik nesneler halinde beyne izdüşürülmek suretiyle kavramlar yapılır. Kavramlar dil aracılığı ile sözler halinde toplumsal akla katılarak toplumsallaşır. Kavramlar bir kere nöronik nesne halinde akılda oluşup, sözler halinde toplumsal hafızaya eklendikten sonra, onların ilişkin oldukları olgudan bağımsız bir yaşantıları olur. Olgular değişikliğe uğrar; doğar, büyür, yaşar ölür, ortadan kalkar, ancak ilişkin oldukları kavramlar öylece durur. Çeşitli dillerde, ilişkin oldukları olgular silinip gitmiş olmakla beraber, yaşamaya devam eden sayısız kavram vardır. Kavramların “hep var” görüntüsü, metafizikçileri, onların ezeli, ebedi, değişmez varlık(lar) oldukları, yaratılmadıkları ve yok olmayacakları, bu nedenle hakikatin metafizik âlem olduğu düşüncesine götürmüştür. Metafizikçiler, “ezeli ve ebedi” olan metafizik âlemin, gelip geçici olan varlıkların varoluşunun temel nedeni; “var-eden” olması gerektiğini düşünmüşlerdir. Oysa metafizikçilerin evrene baktıklarında gördükleri kavramlar ve kavramlar sistemi, “her yerde hazır ve nazır olan” aklın kendisinden başka bir şey değildi.
“Aklın hareketi bedenle sınırlıdır” -yanlış- düşüncesinin sonucu olarak, bir metafizik âlem olduğunu düşünmek, aklın kendisini kendisi dışında, kendine yabancı bir şey olarak görmektir. Metafizikçiler, “var-eden”in akıl olduğunu sezmişlerdir; ancak onun aklın kendisi değil de akla yabancı bir şey; metafizik âlem olduğunu sanarak. Evren aynasında gördükleri kavramlar sistemi, onlara aklın kendisi değil de başka bir şey “metafizik âlem” gibi görünmüştür. Tıpkı Aristoteles’in güneşin doğudan doğup batıdan batması, yıldızların da dünya çevresinde dönüyor olması görüntüsüne bakarak, dünyanın sabit, evrenin onun çevresinde döndüğünü düşünmesi gibi.
Sonuç: Metafizik, aklın kendisini, kendisine yabancı bir şey olarak gördüğü bir yanılsama olup, metafizik âlem denilen şey, aklın kendisinden başka bir şey değildir. Öyleyse, metafizik, aslında fiziktir.
Son söz: Hakikat akıldır…
Resim: “The False Mirror (Çakma Ayna)” – Rene Magritte