Search
Close this search box.

İktidarın ortaya çıkışı

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

İnsanın son onbin, bilemedin onbeşbin yıldır tanıdığı bu kavram belki de tüm sorunların anahtarı.
Yazının girişinde bir zaman sınırlaması ile başlamak doğru mu? Daha öncesinde bu kavrama, en azından izine rastlanamaz mı? Eldeki bilgi ve bulgular bu soruya olumsuz bir cevap vermemize yetecek seviyede.
En önemli kanıtlar, yakın dönem ve günümüzde yapılan fiili gözlemlerden, antropolojiden ve daha eskiyi gözümüzde canlandırmamıza olanak veren arkeolojiden geliyor.
İktidar kavramının ortaya çıktığı dönem, artı ürünün ortaya çıkmaya başladığı, tarıma geçiş ve yerleşik yaşamın başladığı dönem sonrasıdır. Balıkçılıkla geçinen ve ürünün çok bol olduğu Kuzeybatı Amerika yerlilerinde ürün fazlasının ortaya çıktığını biliyoruz. Kwakiutl şeflerinin potlaç şenliklerinde dağıtılacak ürünler için çalışmayı kölelere yaptırmaya başladıkları gözlemleniyor. Ama kural olarak, ürün fazlasının sürekli hale gelmesi tarıma geçişle gerçekleşiyor.
Avcı toplayıcının gündelik yaşamı, sınırları belli bir alan içinde, doğanın kendilerine sunduğu yiyeceklerin avlanması ve toplanması üzerine kuruludur. Yaşamın sürmesi hangi bitkinin ne zaman olgunlaştığı, hangi hayvanın ne zaman avlanacağı bilgisine bağlıdır. Ertesi gün ne olacak kaygısı, bu toplulukların tanıdığı bir kaygı değildir. Bitki ve hayvan çeşitliliği boldur. Bulundukları yerde bitki ve hayvan bulunmasında çıkacak herhangi bir sorun dert olmaz. Bilinir ki, biraz ilerde başka bitkiler ve hayvanlar onları beklemektedir. Karın doyurma eylemi için periyodik bir emek harcamak gerekmez. Günün belli saatlerini, o da oldukça azını harcamak yeter. Günün geri kalan kesimi sosyal faaliyetlere, boş boş yatmaya, can ne istiyorsa onu yapmaya ayrılabilir. Nitekim de binlerce yıl böyle olmuştur. Bu yaşam tarzının benimsenmesinin sebebi öncelikle insanın mümkün olan en kolay yolla ihtiyaçlarını karşılama dürtüsünde aranmalıdır.
Tarıma geçişin bir beslenme biçimi olarak ortaya çıkmasının sebeplerinden biri de bu dürtüdür, kanımca. Tarıma geçişin ilk gerçekleştiği yerlere bir göz atmak bu konuda bize bir fikir verir. Bereketli Hilal, Orta Amerika, Ant dağları, Nil vadisi, İndus vadisi, Bengal, Çin tamamı belli paraleller arasındadır ve buralar dünya üzerinde güneş ışınlarından en fazla faydalanan yerlerdir. Bunun anlamı diğer yerlere göre burada daha fazla bitkinin yetişmesidir. Daha fazla bitki ise daha fazla hayvan anlamına gelir. Her yerden fazla bir doğa sürümünün varlığını hesaba katmak gerekir. Belirlenmiş bir tarlanın üzerinde bir miktar uğraşılarak daha fazla ürün alınabileceğinin, belki de bir dahaki ekime kadar geçecek zamanı kurtarabileceğinin hesaplandığını düşünmek lazım. O dönem insanı bunu ayırt edecek bir zekâya sahiptir. Tarım sürekli emek harcama isteyen bir uğraştır, bu gezginliğe son vermeyi de beraberinde getirmiştir.
Bunun başka bir sebebi de sosyal yaşamın örgütlenmesine ait alışkanlıklarda aranabilir. Avcı toplayıcılar, bilerek ve isteyerek küçük gruplar halinde yaşamı tercih ederler. Doğrudan her grup üyesinin kararlara katılabilmesinin zorunlu koşullarından biridir, bu durum. Grup içinde büyüme, nüfus artışı olduğunda ya da bir anlaşmazlık çıktığında grup bölünür, ayrılır başka bir bölgeye yerleşir. Bu alanlarda olabilecek bir iklimsel bir kısıtlama ya da gidilebilecek yerlerin bir sona doğru gidişi de etken olmuş olabilir. Son söylediğim etkenin gerçekleştiğini düşünmek için başka bir neden de, bir yaşam şeklinin mükemmelliğe ulaşması, yapılabilecek her şeyin yapılmış olması, gidebileceği, genişleyebileceği sınırlara varması, onun sona geldiğinin de göstergelerinden biridir. Grupların bölünüp, başka bir alanı kendilerine ayırmanın sonuna gelinmiş olabilir. Bu söylediğimin kanıtı toplu ayin bölgeleridir. Toplu ayinlerin başlangıcı tarıma dönük yerleşimlerden önceye tarihlenmeye başlandı. Örneğin Göbekli tepe bulguları bize epey şey anlatacağa benziyor. Burası dini bir merkezdir. Ve anıtsal bir yerdir. Her yerden farklı, göze çarpan ve ben farklıyım diyen bir yerdir burası. Merkezi bir bölgedir. Kalıntıların tarihi, şimdiye dek bulunan en eski tarıma dayalı yerleşkeden daha eskidir. Henüz çevrede yerleşik yaşam söz konusu değildir. Ama buluntulardan tarım yapıldığı anlaşılıyor. Buğdayın bira yapımında kullanıldığını düşündürten bulgular var. Birleştirdiği insan gruplarından ayrı, yaşam tarzı olarak da farklı olan bir yer. Kendisini var eden topluluklar üstü bir yer. Bir anlamda, bir ideolojik merkezdir, burası. İnşası için toplu bir emeğin seferber edildiği, kabartmaları, heykelleri yapan becerikli ellerin varlığının kanıtlarını sunar.
Sonuçta başlangıçta belli bölgelerde başlasa da, insan türünün çoğunluğunun bu yaşam tarzını benimsediği, arkasından ortaya çıkan örgütlenmelerle beraber esas yaşam tarzı olduğu bir dönemin çocukları olarak konuşuyoruz.
O zamana kadar yatay ve merkezsiz süren insanlar arasındaki ilişkilerin giderek merkezileştiği bir dönemin de başlangıcıdır bu dönem. Yerleşik yaşam, hemen ardından topluluk olarak yaşamı da getirmiştir. Bu dönem o zamana kadar kabul edile gelen bütün kabullerin, kültürün değişme dönemidir, aynı zamanda. İç yaşamda herkesin karar mekanizmasına katılabildiği bir yapının değişmemesi de beklenemezdi. Daha önceleri otorite kavramı ile açıklanabilecek bir liderlik etme ve sorumluluğundan söz edilebilir. Bu tür bir liderlik gönüllü rızaya dayalı bir durumdur.
İktidar ise, otoriteden farklı olarak, topluluğu oluşturan insanların çoğunluğu için, isteğe bağlı riayet etmenin ortadan kalktığı bir durumdur. Açık veya gizli bir tehdit unsurunu barındırır. Eşitsiz bir ilişki türüdür. Toplumsal yaşamın devamını sağlayan ekonomik, üretim, paylaşım, toplumun ihtiyacı olan malların temini gibi alanlarda kontrolün ele geçirilmesine dayanır. İkinci bir kontrol alanı silahlardır. Üçüncü kontrol alanı ise ideolojik alandır. İnancı, liderlik kriterlerini, meşruiyetin neye dayanacağı, paylaşımı, boş zamanın kime ait olacağını, karşılaşılan sıkıntılı durumlarda toplumsal reflekslerin ne olması gerektiğini kapsar. Bana göre ilk değişmeye başlayan ve kontrol mekanizmalarının ilk kurulmaya başlandığı alan bu alandır.
Şeflikler, akrabalık temelinde kurulan, eşitliğin henüz bozulmadığı toplumlardır. Akrabalık grup içi evliliğin genel olarak benimsenmemesi, çevre ile kurulan fiili ilişkinin temelini oluşturur ve bu anlamıyla kendiliğinden eşitleyicidir. Akrabalık ilişkisi yaygındır ve herkese aittir. Süreç içinde çoğunluk haline gelen gruplarda, daha önce yeteneğe ve çözüm üretme temelli liderlik anlayışının yerini, kan bağı temelli bir anlayışın yerleşmeye başladığı gözlenir. Bazı şeflikler de ise bu süreç hiç gündeme gelmemiştir. Günümüzde hala aynı koşullarda yaşamlarını sürdüren, tespit edilen 330 topluluk var.
Yazının ilgi alanına giren şefliklerde; bazı bireyler yetenekten ziyade, seçere yapısına dayalı bir önceliğe sahip hale gelirler. Bu durum, yöneten ve takipçiler arasındaki akrabalık ilişkisinin kopuşu sonucunu doğurur. Bunu geçim ve toplumsal artının kontrolü takip eder. Üretim kaynaklarına ve tüketim mallarına erişim yetkisinin ele geçirilmesi, ekonomik iktidarın temelini oluşturur. Zor kullanma, politik sürecin ayrılmaz bir parçasıdır. Şefler çoğunlukla, ölmeye ve öldürmeye hazır, korkulan savaşçılardır. Ve çevrelerinde kendilerine soy yolu ile bağlı, maddi ödüller ya da mahrumiyetlere dayalı bir savaşçı taraftar kitlesi vardır. Ve şeflikleri karakterize eden şey, sık ve yaygın savaşlardır. Örneğin, bu sürece diğer toplumlardan oldukça geç, günümüze çok yakın bir zamanda giren bir toplumda çalışan ekonomi antropoloğu Prof.Timothy Earle’nin anlattıkları oldukça aydınlatıcıdır;
‘Hawai’i’nin en önemli liderlerinin yatağında öldüğü pek görülmemiştir; isyanlarda veya fetihlerdeki çatışmalar sırasında yahut yakın müttefikleri tarafından suikastla öldürülmüşlerdir.’(Şefler nasıl iktidara geldi. Timothy Earle. Versus yys.21)
‘Batı ile ilk temas sırasında Hawai’i Adalarının toplumsal organizasyonu, Polinezya şefliklerinin ve muhtemelen dünyanın geri kalanındaki bilinen şefliklerin tamamından daha karmaşıktı. Şefler ile takipçileri arasında güçlü bir ayrım mevcuttu. Şefler, farklı belli başlı adaların hâkim sülaleleri olarak örgütlenmişlerdi. En üst rütbelilere bağlı olarak çalışan uzmanların işi, yirmi veya daha fazla kuşağa kadar geriye giden şecereleri hatırlamaktı. Hâkim sülalenin en üst rütbeli kişisi olduğu farz edilen en üst rütbeli şef, yöneticiydi. Teoride, bir şefin en üst rütbeli kişiye seçere bakımından mesafesi makam elde etme hakkını- örneğin yerel bir vadi cemaatinin şefi olabilmesini- belirliyordu. Gerçekte ise bu tür makamlar için rekabet yoğun ve hayli kişiseldi; şeflerin çoğu en üst rütbeliyle çok yakın (birinci-kuzen ilişkisi içersinde) akraba olmakla kalmıyor, aynı zamanda veraset ve fetih savaşlarında da onun yanında sıklıkla savaşıyorlardı.’
Cemaat şefi, cemaatten geçinen şef anlamına gelen ali’i ‘ai ahupua’a adınıtaşıyordu. Düşük rütbeli bir şef, en üst rütbeli şefin savaşçısı veya ona yardım eden ve makamının kahili (sineklik) ve tükürük hokkası gibi sembollerini taşıyan çok sayıda katılımcıdan birisi olarak, en üst rütbeli şefin maiyetinin bir üyesi olabilirdi. Düşük rütbeli şefler, yönetici(konohiki) veya şefin cemaati (ahupua’a) olarak da hizmet ediyor ve sıradan insanları şefin topraklarında veya başka özel projelerde çalıştırıyorlardı. Konohiki, cemaatin ekonomik faaliyetlerini organize eden yerel şefti. Eğer bir sulama sisteminin onarımı gerekliyse, konohiki, derebeyinin temsilcisi olarak iş projesini ve onu takip eden ziyafeti organize ediyordu. En üst rütbeli şef, Lono tanrısının temsilcisi olarak yılda bir kez cemaatin tapınağına geldiğinde, konohiki ona sunulan malların elde edilmesi için gereken emek gücünü de seferber ediyordu.
Sıradan insanlar, Hawai’i nüfusunun çoğunluğunu oluşturuyordu. Şeflerinden edindikleri tarım arazilerinde yetiştirdikleri yiyecekler, deniz, akıntılar ve şefin göletlerinde tuttukları balıklar; kıyı boyunca ve iç bölgelerdeki ormanlardan topladıkları yabani besinler ile yaşamlarını sürdürdükleri cemaatlerinde yaşıyorlardı. Şefin hafıza uzmanlarına erişimden yoksun olan sıradan insanlar şecere tutamıyorlardı. Aslında, sıradan bir insanın şecere bakımından farklılığını gösterebileceği için onların şecere tutması yasaktı.(tabu) Şecere bilgisi bakımından bu zıtlık, şefler ile sıradan insanlar arasındaki keskin ayrımı vurguluyordu. Sıradan insanların kimliği ve örgütlenmesi, içinde yaşadıkları cemaatten ve çalışmaya borçlu oldukları şeflerinden geliyordu.’ (Age. s.50-51)
Hawai’i toplumunun neredeyse devlet aşamasına geldiğini anlatan bu alıntının, benim açımdan en ilginç yeri, ‘Cemaat şefi, cemaatten geçinen şef anlamına gelen ali’i ‘ai ahupua’a adını taşıyordu’ cümlesidir.
Bunun gerçekleştiği tarih aynı zamanda, tüm toplumun bu zevatın çalışmadan, emek sarf etmeden yaşamasını sağlamak için, ölesiye çalışmak zorunda kalışının tarihidir. Kurulan sistemin baştan beri bu amaca hizmete göre programlandığını söylemek gerekir. Uygarlık dediğimiz sürecin bütününde böyledir. Kurulan toplumsal formlar, kuruldukları bölgenin koşullarına, alışkanlıklarına göre değişmiş, farklılaşmış, ama toplumsal artıya el koyan yapı değişmemiştir.
Çözümde buradadır. İnsanlar kendi geleceklerini kurma inisiyatifini kendi ellerine almalıdırlar.

Saffet Bilen

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

2 Responses

  1. Saffet dost İktidar olgusuna açıklık getirdiğiniz bilgilendirme temeli yazınızda bazı yerlede dile getirilen ekosistem ve iklim koşullarının getridiği organizasyn çeşitlilikleri içindeki şeflik sistemi ilkel sürü sürçlerinin ürünüdür..Klan ve soy ilişkisine dayanan biyo toplulukların tümünde hayatta kalmanın doğal dürtüsü olarak gelişir. Daha sonra doğal otarite temelli öznel iktidar, değindiğiniz gibi artı ürüne el koyuşla kavimlerin yerleşik süreçlerinde ortaya çıkmaktadır. Yapsal hiyarerşinin ayrıcalıklı konumları fiili önderlikten gelir. Kanatimce toplumsal değişim ve gelişimi süreçlerini her beşeri ve fiziki coğrafanın özgünlüğündeki kültürel oluş birikiminin üretim ve yön vericiliğinde aramak gerekliidr.. Bilgeliğin oteritesini hakkaniyetle üretmeyi günümüzde kültürel akışta organize olarak yapabiliriz…. baki selamlar…

  2. Sıkıntı, üretimin tüketimden fazla yapılmasından kaynaklanıyor. Tüketim fazlası ürüne el konulması, çalışmadan daha rahat yaşama isteği şefler ve giderek devlet örgütlenmesinin kurulmasına yol açıyor…

    Tarım toplumu öncesi avcı-toplayıcı dönemde insanlar yalnızca karınlarını doyurma amacıyla davrandıkları, ürünlerin o bölgede azalması ya da bitmesi sonucu başka yerlere giderek ihtiyaçlarını karşıladıkları biliniyor. Zaten yaşayan insan sayısının az olması ürün toplamak için bölge sıkıntısı yaratmıyordu.

    Özellikle sanayi devrimiyle üretimin makineleşmesi, emeğin daha üretkenleşmesini sağlamış ve ihtiyaca göre üretimden vazgeçilerek gittikçe artan bir hız kazanmıştır.

    Kapitalizm, sürekli artan bir biçimde üretimi hedeflemektedir. Dönem dönem üretilen ürünlerin satılmaması sistemi ciddi krizlere sokmaktadır. Savaşlar vb. yöntemlerle sorunlar ötelenmektedir.

    Devlet örgütlenmesinin kaynağı bu olduğuna göre ve üretimin artan bir hızla devamı dünyadaki yer altı/üstü kaynakların hız tükenmesi ve ekolojik dengenin bozulmasına yol açtığı bilindiğine göre işe,üretimin planlanması ve özellikle tüketim alışkanlıklarımızın değiştirilmeye çalışılmasıyla başlamanın yerinde olacağını düşünüyorum.Dostlukla…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir