“KAMPANYANIN FARKINDAYIZ”, HDP’ye Verilecek Oyumuz Yok!-Levent Yakış

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Son günlerde HDP’yi öne çıkaran yoğun bir kampanyayla karşı karşıyayız. Seçim yaklaştıkça gücünü ve etkisini arttıran bir kampanya bu. Öyle ki, politik arenada yan yana gelmeleri pek beklenmeyen sosyalist, devrimci, muhafazakâr, sosyal demokrat, İslamcı farklı çevrelerden çok sayıda namlı şahsiyetin ardı ardına kampanyaya eklemlendiğini biraz da şaşırarak izliyoruz.

Destek verenler bu denli çok ve farklı çevrelerden olunca neden HDP’ye oy vermemiz gerektiğine dair açıklamalar da farklı farklı hatta birbirinin zıddı olabiliyor.

Örneğin, kimileri HDP güçlü biçimde Meclise taşınırsa Kürt bağımsızlıkçılığının daha da etkinlik kazanacağını söyleyerek özellikle Kürtleri ikna etmeye çalışırken kimileri de tersine, eğer HDP Meclise giremezse Kürt hareketinin daha da radikalleşeceğini söyleyerek başkalarını korkutuyor.

HDP’yi MİT’in kurdurduğunu dolayısıyla desteklenmesinde bir mahzur olmadığını söyleyen sağcılara da rastlıyoruz, HDP’nin güçlenmesinin faşist devleti gerileteceğini söyleyen solculara da…

Bu arada, baraj sorunu yaşayan bir partiye destek vermenin adil ve dürüstçe bir davranış olacağını söyleyen ahlakçı yaklaşımlar da var; HDP’nin barajı geçmesi durumunda AKP’nin sayısal olarak bundan olumsuz etkileneceğini söyleyen hesapçı yaklaşımlar da…

Bu Neyin Kampanyası?

Esasında, Türkiye’de sağ kulvarda İslami temelli akımların, sol kulvarda ise sınıfsal, anti-emperyalist bilinçleri köreltilmiş ulusçu, etnik, mezhebi dürtüleri başka her şeye baskın hale gelmiş unsurların inisiyatif sahibi kılınması soğuk savaşın bitiminden bu yana başarıyla uygulanan emperyalist bir programdır.

Bu programın ilk önemli adımı AKP’nin daha baştan yüksek bir ivme ile iktidara taşınmasıydı. O günden bu güne AKP’nin yıpranması; yetenek, kapasite ve toplum nezdindeki meşruiyetinde belirgin bir aşınmanın yaşanmasıyla birlikte şimdi artık sola dönük müdahaleler aniden hız kazanmaya başladı. CHP’nin Yeni CHP’ye dönüşmesi ve akabinde HDP’nin yedek güç olarak sahneye sürülmesi aynı programın tamamlayıcı adımları olarak gündeme geldiler.

Nitekim, emperyalizmin politikalarını Türkiye soluna pazarlamayı iş edinmiş TESEV, Açık Toplum Enstitüsü, Bianet, Birikim, Eski Radikal, Yeni Cumhuriyet kadroları; CNN, NTV bülbülleri, , kısacası yetmez ama evet’çi taife geçmişte AKP’ye, daha sonra CHP’nin Yeni CHP’lileşmesine verdikleri desteği bugün HDP’ye veriyorlar. Dört bir koldan HDP’nin yelkenlerini şişirecek rüzgârı üflemekle meşguller. Bu işbirlikçi kadronun tutumunda zaman içinde ortaya çıkan oynama ve nüanslar, emperyalizmin tercihlerindeki farklılaşmalara ya da vurgu kaymalarına ilişkindir. Dolayısıyla bunlardaki değişimleri de ele vermektedir.

HDP AKP’yle Mücadele Eder mi?

Önce soruyu doğru biçimde soralım: PKK AKP’yle mücadele eder mi? Doğru soru bu. Çünkü, HDP’nin PKK’den bağımsız bir iradesi yok ki… HDP, tıpkı kendisinden önce sahneye sürülmüş HADEP, BDP ve benzeri partiler gibi yalnızca aysbergin ucu, aysbergin altı olanca ağırlığıyla PKK merkezli Kürt hareketinden oluşuyor.

Şimdi soruyu yanıtlayalım, PKK elbette AKP’yle mücadele eder ama dar ulusçu çıkarları neyi gerektiriyorsa ancak o ölçüde ve doğrultuda… Bunun dışındaki konularda AKP’yle arasında bir karşıtlıktan ziyade örtülü bir ittifaktan bahsetmek daha doğru olacaktır.

Örtülü diyorum, çünkü çıplak gözle gördüğümüz sürekli bir dalaşma, atışma hali. Ancak sahne ışıklarının altında sergilenen aldatıcı oyunu bir yana bırakıp perde arkasına, kulise yöneldiğimizde bambaşka bir tabloyla karşılaşıyoruz.

Oslo görüşmeleri tutanaklarından ortalığa saçılanlar perde gerisinde sistematik bir ittifakın vücut bulduğuna işaret ediyor. Kuşkusuz tarafların her birinin nihai amacı diğerinden farklı, sürece dönük farklı çıkar ve beklentiye sahipler; bu yüzden aralarındaki horoz döğüşünün tümüyle oyun olmadığını, arada bir birbirlerini sahiden gagaladıklarını kabul edebiliriz. Ancak, taraflar, aralarındaki ittifakın çerçevesini çizen Büyük Ortadoğu Projesi’ne bugüne dek sadık kaldılar. En hırçın oldukları anlarda bile Projeyi riske edecek adımı atmaktan kaçındılar.

Oslo’da kurulan masanın başköşesine çöreklenmiş emperyalizmin yapmaya çalıştığı da aslında tam buydu: Tarafların sınır ihlallerini engellemek ve her durumda emperyalist stratejiyi ilerletecek pozisyonda tutmaya çalışmak.

Bu tablo karşısında yalnızca AKP gericiliğini hedef alan ama AKP’nin de parçası olduğu emperyalist tezgâhı gözden kaçıran bir tutum devrimci, sosyalist bir tutum olamaz. AKP karşısında HDP’den (PKK’den!) medet ummak işte böylesi bir yanılgı olacaktır. Türkiye’ye dönük emperyalist tezgâhtan emperyalizmin bir müttefikine karşı diğer müttefikini destekleyerek çıkamayız.

Çerçevesini emperyalizmin çizdiği bir ittifakın bileşenlerinden birinin ya da diğerinin güçlendirilmesi Türkiye’de hâlihazırda yürürlükte olan programın işleyişinde bir aksama yaratmayacaktır.

Bugün canı yanan herkesin sırayla feveran ettiği Türkiye tablosu zaten bu güçlerin mutabakatının bir neticesiydi. PKK kendi dar ulusçu çıkarlarını ilerletmek uğruna bugüne dek AKP gericiliğinin önünü hep açtı. Bunu hem seçimlerde Batı illerinde etki altında tuttuğu kitleleri AKP’ye oy vermeye yönelterek yaptı hem de, kritik tarihsel kavşaklarda AKP’ye can suyu vererek. Bunlardan en önemlisi 2010 Referandumu ve Gezi Direnişi’dir; her ikisinde de son tahlilde AKP’den yana tavır konmuştur.

Kısacası PKK’nin (dolayısıyla HDP’nin) AKP’yi geriletmek gibi bir derdi bulunmuyor. O, yalnızca ardındaki cepheyi genişletmek istiyor, üstelik bunu da AKP’ye en az zarar verecek şekilde yapmaya çalışıyor.

En az zararı verecek şekilde, evet. Hiçbir zaman AKP’ye yönelmeyecek kesimlerin; devrimcilerin, sosyalistlerin, Alevilerin HDP’de toplanması AKP’nin de işine gelir. AKP’nin asli yürütücüsü olduğu emperyalist programın yeni bir Anayasa ile taçlanması için HDP’nin güçlü biçimde barajı geçmesi AKP açısından örneğin çok ister gözüktüğü yeterli sayısal çoğunluğu elde etmesinden evladır.

Çünkü, AKP zorlasa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş yasasını değiştirecek sayısal güce kavuşabileceği zamanlarda dahi böyle bir girişimde bulunmadı. Bir devletin kuruluş yasasını değiştirme işi, buna kalkışan partinin Mecliste yeterli çoğunluğa sahip olmasıyla meşrulaştırılamaz. Böyle bir girişimin geleceğe dönük risklerinin altından tek bir parti kolay kolay kalkamaz. AKP de buna cesaret edememiş, tam sınırda durmuştur.

Sağ ve sol cenahın en önemli, hegemonik partilerinin işin içinde olduğu bir Anayasa değişikliğinin meşruiyeti kuşkusuz AKP’nin tek başına sağlayacağından çok daha fazladır. Gelecekte bu meşruiyet sorgulanacak olsa dahi artık suç bir kez paylaşılmıştır. Bilindiği gibi, “Herkesin suçlu olduğu yerde, hiç kimse suçlu değildir.”

İşte şimdi yoğun kampanyalar eşliğinde yapılmakta olan AKP’ye en fazla olumsuz bakan, hatta ondan nefret eden kesimlerin AKP’nin müstakbel suç ortakları Yeni CHP ile HDP arasında itinayla pay edilmesidir.

Cumhuriyetçiler, Türk Aleviler (şimdilik!) CHP’de kalmak üzere; devrimciler, sosyalistler, Kürt Aleviler ve yeni türedi envai çeşit etnikçilerin kendi doğal tabanına ilaveten HDP’ye doğru yönlendirilmesi… Taksim budur.

Kimsenin kuşkusu olmasın başta Kılıçdaroğlu, CHP yönetimi de bu işin içinde. Bu ilk bakışta garip gelebilir, öyle ya, CHP yönetimi kendi doğal tabanı olabilecek kesimleri neden HDP’ye yöneltsin, bu bir seçim yenilgisine yol açarsa CHP yönetiminin intiharı anlamına gelmez mi?

Gelebilir belki ama, bunun intihar mı, intikam mı olacağını henüz tarih yazmadı. Asıl garip olan, Dersim travmasından muzdarip ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı marazi duygular taşıyan bir şahsiyetin, Kılıçdaroğlu’nun, Cumhuriyeti kuran partiye genel başkan olmasıydı. Üstelik benzer duygular taşıyan şürekâsını da peşinden sürükleyerek… Ve yine, aynı travmadan muzdarip olmasa da istisnasız hepsi Türkiye Cumhuriyeti’nin kararlı muarızı olan diğer şahsiyetlere de kapıyı sonuna kadar açarak..

CHP’den geriye ancak posasını bırakacaklarını söyleyebilirim, hem de HDP’yi solun gövde partisi kılmak üzere… Sizce bu intihar mı, yoksa emperyalist desteği arkasına almış “Dersimli Kemallerin” intikamı mı?

            PKK’nin Pekişen Hegemonyası

            Türkiye solunun kimi unsurlarının PKK’nin türevi olan partilere (HADEP, BDP vb.) verdiği desteğin, hatta doğrudan katılımının bugün artarak HDP’ye yöneldiğini tespit edebiliyoruz. Gidişat, PKK’nin Türkiye solu üzerinde kurduğu hegemonyanın daha da pekişmesi yönünde gelişiyor.

Çoğu kişi, PKK’nin bunu sonuna kadar hakettiğini düşünüyor. PKK’nin ısrarlı ve gözü kara mücadelesi, bu uğurda ödediği bedeller, içinde bulunduğu konjonktürün sunduğu fırsatlardan maharetle yararlanması ve gücünü sürekli arttırması bu algıyı besliyor. Yine de bütün bu meziyetler, olsa olsa, PKK’nin Kürt coğrafyasındaki hâkimiyetini meşru ve yerinde kılar. Ki, bunu sonuna kadar hakettiğine kuşku yok. Ama, işte bu kadar! Bunların hiç biri PKK’yi Türkiye solu kavramının kapsamı içinde saymamızı haklı kılmaz, hele hegemonik konumunu hiç açıklamaz.

Düşünün, daha baştan Birleşik Kürdistan’ı kafasına koymuş, bu uğurda kırk yıl mücadele yürütmüş, merkezi hiyerarşisini, örgütsel yayılımını “dört parçada Kürdistan” tasavvuruna göre yapılandırmış, nihayet arkasına aldığı emperyalist destekle bu tasavvuruna her zamankinden daha fazla yaklaşmış bir örgüt Türkiye solunun merkezine oturacak, bu size mantıklı geliyor mu?

Birleşik Kürdistan davasının ihtiyaç duyduğu mücadele yöntemleri, örgütlenme modelleri, yerel ve uluslararası ittifaklar Türkiye devrimci mücadelesinin ihtiyaçlarıyla aynı olabilir mi? Garabete bakın, kurulacak Kürdistan’dan geriye adına Türkiye denecek ne kaldıysa elinden gelse onu da haritadan silmek için bir an bile tereddüt etmeyecek dar ulusçu bir örgüt Türkiye soluna hegemon olmuştur.

Bu kabul edilemez.

Türkiye solu kavramı, öncelikle Türkiye’nin meselelerini sol bir perspektifle çözmeyi misyon edinmiş, bunu da Türkiye’nin bütünlüğünü gözeterek yapmaya çalışan örgütleri, partileri ve bireyleri kapsayan bir genelleme olabilir ancak. Kendilerini bu çerçevede konumlayan Kürtler de Türkiye soluna aittirler, hatta çeşitli nedenlerle ayrı biçimde örgütlenmiş olsalar bile…

Burada temel kriter, ayrı örgütlenmeyi geçici bir olgu olarak görmeleri ve son tahlilde Türkiye’nin bütünlüğü içinde bir çözümü hedefliyor olmalarıdır. Özerkliği, federasyonu ya da başka herhangi bir idari formu savunuyor olmaları burada ikincil önemdedir; asıl belirleyici olan birlikte yaşama arzusuna, ortak bir gelecek tasavvuruna sahip olmaktır.

Peki, bu duygular Türkiye’nin Kürtlerinde var mı? Evet, var; giderek azalıyor olsa da hâkim duygunun hala bu olduğunu düşünüyorum. Ama kimse kendini kandırmasın, PKK’de bu duygunun zerresi yok. PKK, Türkiye’de doğmuş, gelişmiş ve gücünün ağırlıklı kısmını hala Türkiye’de bulunduran bir örgüttür ama duygusal anlamda da, düşünsel anlamda da artık Türkiye’ye ait değildir. Dolayısıyla Türkiye soluna da ait değildir.

PKK’nin Iraklı, İranlı, Suriyeli militan ve yöneticilerini bir yana bırakın, Türkiye’yi birleştirecek lider diye sunduğu kişiye, Selahattin Demirtaş’a bir bakın… Daha dün, Suriye’de bir Kürt devleti kurmayı ve üstelik bunu da demografik, tarihi, ahlaki hiçbir gerekçesi bulunmadığı halde Lazkiye’den denize ulaştırmayı önerdiğini hala unutmadık. Eli işte (Türkiye’yi birleştirmek!), gözü oynaşta (Suriye’yi bölmek!) diye herhalde buna denir. Soruyorum, Türkiye solunun Suriye’yi bölüp Kürt devletini Lazkiye’den denize ulaştırmak gibi bir meselesi olabilir mi?

Türkiye Solunda Yaşanan Tasfiyeler…

HDP’ye katılarak aslında PKK merkezli siyasaya eklemlenen Türkiye solunun çeşitli unsurları sonunda kaçınılmaz biçimde kendi kurumsal kimliklerini kaybedeceklerdir.

Politikanın kanunudur, aynı politik kulvarda mücadele yürüten örgütler arasında ortak girişimler yoğunlaştıkça, hegemonik olan ikincil olanlar karşısında zamanla daha da güçlü hale gelir. İkincil yapıların kadro ve tabanından hegemona doğru kaymalar başlar ve süreç büyük olasılıkla ikincil yapıların tasfiyesiyle sonuçlanır.

Kısacası, hegemona elini kaptıran bir daha kolay kolay kolunu kurtaramaz. Türkiye solu olarak bu filmi son on yıldır tekrar tekrar izliyoruz. Oda, dernek seçimleriyle başlayıp, belediyelere, genel seçimlere uzanan ortaklıklar Türkiye solunun nice anlı şanlı akımının PKK tarafından teker teker yutulmasıyla sonuçlandı. Birçok örgüt kendi yöneticileri eliyle girdiği bu yoldan bir daha sağlam çıkamadı; ya bölündü ya da tümüyle kayıplara karıştı.

PKK yöneticilerinin son süreçte ayrı durmaya çalışan kimi parti ve örgütlere bazen havuç (milletvekilliği!) sunarak bazense tehdide varan bir tonla HDP’ye katılmaları yönünde çağrı yapmaları boşuna değil, gerçekten. Bu katılımların söz konusu parti ve örgütlerin tabanını artık kalıcı biçimde PKK’nin inisiyatifine tabi hale getireceğini onlar yaşadıkları deneyimlerle herkesten iyi biliyorlar.

Bu nedenle, Türkiye solunun hala ayakta kalabilmiş parti ve örgütlerine düşen bir görev de PKK’nin Türkiye soluna ait olduğu algısını derinleştirecek adımlardan ısrarla kaçınmaktır. Hatta bu algı yok edilmelidir.

Solda taban bulmuş kimi muhterislerin bu algının yerleşmesinde oynadıkları rol gözden kaçırılmamalı ve asla unutulmamalı. Odalar, dernekler, ortak mücadele platformları gibi solun yaşam alanlarında mevkii, makam sahibi olmak, medyada görünür hale gelmek, parlamentoya kapağı atmak gibi çıkarcı duygularla şimdiye dek PKK’ye az alan açmadılar. Bunlara, PKK’yi koçbaşı gibi kullanarak aslında kendi etnik, dini, mezhebi tutkularına alan açmaya çalışan kurnazları da eklemeyi ihmal etmeyelim.

Elbette hiç kimse PKK’ye verdiği desteği bu terimlerle ifade etmiyor, söylenen gerekçe genellikle “ezilen ulusa yardımcı olmak” ya da daha ötesi “PKK’yi Türkiyelileştirmek”. Kimi art niyetle, kimi de safiyane duygularla bu gerekçelere inanarak bildiğini okumaya devam ediyor.

PKK’yi Türkiyelileştirmekmiş, bu kimin haddine?

Varsayalım safiyane duygulara sahipsiniz, etki altında tuttuğunuz insanları, örgütsel tabanınızı, ezilen sınıf ve katmanları, kadınları, Alevileri, aydınları, gençleri ve hatta Türkiye’nin Kürtlerini (evet, Kürtlerini de) PKK’ye doğru itmekle onu yine Türkiyelileştiremezsiniz. Olsa olsa, Türkiye devriminin dayanağı ya da en azından destekçisi sayılabilecek bütün bu kesimleri ABD’nin Ortadoğu projesinin en stratejik parçası olan Birleşik Kürdistan davasının ihtiyaçlarına amade kılarsınız. Yaptığınız da zaten budur.

PKK’nin aynı zamanda Türkiye’de siyaset icra eden bir örgüt olması bazı hallerde işbirliğini ve taktiksel desteği gerekli kılabilir, kuşkusuz. Ancak bu durumda dahi PKK konusunda hayale kapılmamalı, yukarıda sıraladığım şerhleri her daim akılda tutup PKK’yi güçlendirecek adımlar atmaktan ısrarla kaçınmalıyız.

Şimdi yeniden başa dönersek, HDP’nin seçimlerde desteklenmesi hiçbir biçimde bu özel hallerden biri değildir. Aksine Türkiye solunu PKK’nin arkasında toplamaya dönük, hâkim sınıflar nezdinde de kabul gördüğü anlaşılan kritik bir emperyalist hamledir.

Kısacası, “Kampanyanın Farkındayız”…

Her şeyin farkındayız ve PKK’ye verilecek oyumuz yok!

Levent Yakış

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

32 Responses

  1. Selahattin Demirtaş’ın fotoğrafını paylaştı.
    4 Mart

    Bilumum siyasi partiler ve oluşumlar gibi AKP’de genel olarak dini siyasete alet eden “muaviye tarzı siyaseti ” içselleştirmiş dincilik yapan bir oluşum ve HDP ise etinisteyi ve yerel şövenizmi toplumucu yurtseverlik diye yutturmaya çalışan gündelik çıkarları için çabalayan bir yapısaldır…Bu söylediklerimden CHP ve MHP ari değildir…baki selamlar..

  2. sizin aklınız yok mu kime vereceğinizle ilgili. Ben 21.yy’da küresel karşı devrime karşı ülkemizi savunma adına yaptıkları ve devrimci önderlik altında yapılan ittifaklar göz önüne alındığında oyumu Vatan Partisi’ne vereceğim. Yazınızda yazdığınız emperyalizmi ağızlarından düşürmüyorlar. Başka partide emperyalizm diyen görmedim. Varsa da özde mücadele etmiyor onlar.

  3. Yazar “YOL” gösteriyor zaten… Türkiye solu kendi halkına dönsün, PKK’den, emperyalist projelerin peşinden kurtulsun; önü açılır, çığ gibi büyür…
    İkincisi, Türkiye’nin bütün çıkış yollarını tıkamışlar… Oyu pek kıymetli ve hareketli olanlar var galiba… İlla kullanılması lazım:)

  4. Kusura bakmayın ama alternatif kim var yazıyı okudum tamamen millitarist çe şoven duygularla yazılmış bir yazı dediğiniz gibi akp hdp arasında dediğiniz gibi örtülü bir ittifak olsaydı yüzde 10 barajını düşürmezmiydi akp buna kim engel olabilirdi benimde eski yöneticisi olduğum halen üyeliğini yaptığım chp Sivas’ta öteye sandığa gömülüyorsa bu partinin sosyal demokratlıktan solculuktan uzaklaştığı içindir ben bir chp li olarak hdp nin barajı aşmasını canınıgönülden istiyorum ve bu seçimde oyumu hdp ye vereceğimi söylüyorum meclisin ezberini bozup ve diktatörlüğün önünü ancak hdp nin keseceğine inanıyorum.

  5. Yorumları okuyunca Levent beyi daha iyi anlıyorum. Mehmet Gülek bey gerçekleri görünce küfür niyetine kullanılan artık kokuşmuş ezber iki kelimeye sarılmış: militarist! Şoven! Mehmet bey bu ülkede Türk yok mu? % 80’i emekçi olan üstelik ülkeleri paramparça edilmenin eşiğinde tüm malı mülkü satılmış talan edilmiş, tüm köşe başlarını haramilere kaptırmış 60 milyon kendime türküm diyen emekçinin solu olmayacak mı? Onların ülkelerinin solu olamaz mı? Üstelik dünyada en şoven olmayan halktır. Vur ensesine al lokmasına alıştınız galiba.. Gerçekleri görünce..
    Sivas’ı öteye geçince mi solcu olunuyor… Solun tarifi buysa güle güle size… (Tayyiple ortak yanınızı da itiraf ettiniz) Ama sizin yıllardır militarist olursun şoven olursun kaka korkutmalarınızdan uyutmalarınızdan artık korkmuyoruz, gözümüz açıldı. Ülkemizi Kemal Apo Tayyip uçuruma götüremeyeceksiniz… Emekçi Kürt halkı hala ayrılmak istemiyor çoğunlukla diyor Levent bey. Onlarla yepyeni bir Türkiye kuracak devrimciler merak etmeyin.. O zaman yerinde duramadığı anlaşılan oyunuzu da bir yere kullanırsınız..

  6. Levent Yakış’ın yazısıyla ilgili eleştirel yorum yapan bazı arkadaşlar “peki, kime oy verelim diyorsun? diye” soru soruyorlar. Seçime daha çok var. Herhalde seçime kadar bu soruya daha açık cevap verilecek yazılar da yazılacaktır. Ama bir partiye bağlanmış olanlara ne dersen de ne yazarsan yaz onlar zaten bildiklerini okuyacaklardır. Onlar için bugün veya yarın alternatif göstermenin bir anlamı olmayacaktır.
    Bir de “yol’dan çıkanlar” var ki onlar artık iflah olmaz!
    Levent’in oldukça isabetli yazısının ardından 11 Nisan’da Cumhuriyet’te yayınlanan Ataol Behramoğlu’nun “HDP’ye Oy Vermek” başlıklı yazısını da okumanın yararlı olacağını düşünüyorum. İşte o yazı:
    HDP’ye Oy Vermek
    Ataol Behramoğlu
    Cumhuriyet 11 Nisan 2015
    Şimdilerde bir moda var: Önümüzdeki genel seçimlerde HDP’yi desteklemek. Nedeni, eğer bu parti barajı aşamazsa ona verilecek oyların AKP’nin hanesine yazılacak olması.
    HDP’nin doğal seçmenine bir diyeceğim yok. Anlamaya çalıştığım, HDP’li olmadıkları halde yukarıdaki gerekçeyle bu partiye oy verme çağrısında bulunan kişiler ve çevrelerin dayandığı mantık.
    İnce hesaplara, yüksek entelektüel usavurmalara benim aklım pek ermiyor.
    Bu konuda da bunlardan önce bazı basit sorulara yanıt bulmaya çalışıyorum.
    Öncelikle, HDP kime ve neye güvenerek seçimlere parti olarak girme kararı aldı? Bir başka deyişle, barajı aşacağı güvencesini nereden alıyor? Barajı aşamayıp parlamento dışı kalırsa ülkede neler olabileceğinin hesabını yaptı mı? Bu ve benzer sorulara yanıt aramaksızın, aman oyumuzu HDP’ye verelim, yoksa AKP başkanlık sistemi getirecek telaşı ve çağrısı bana anlamsız görünüyor.
    ***
    Sadece anlamsız mı? Bu çağrı gizli bir tehdit de içeriyor: Eğer HDP’ye oy vermezsen, demokrat değilsin. Ulusalcısın, şusun busun. Biz bu filmi Cumhurbaşkanlığı seçiminde, onun da öncesinde anayasa referandumu oylamasında görmedik mi? Cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP Eşbaşkanı’nın konuşmalarından pek etkilenerek ya da zaten bu konuda baştan kararlı olarak ona oy verenler, bugün saray görünümlü gecekondusunda oturmakta olan kişi cumhurbaşkanı olarak parlamentoya girerken, oy verdikleri kişinin onu ayakta alkışladığını gördüklerinde acaba ne hissettiler? Dahası, verdikleri oylarla bugünkü cumhurbaşkanının seçilmesine katkıda bulunduklarını düşünüp bir özeleştiri yaptılar mı? Hiç sanmam. Çünkü bunu yapmış olsalar, şu andaki konumlarında bulunmazlar, biraz daha düşünme gereği duyarlardı.
    ***
    Şimdi sorularımı HDP üzerinde yoğunlaştırıyorum:
    Demokrasi savaşımında bu partiye güvenmem için bir neden var mı?
    Dinci-faşist partiyle ve onun değişmez lideriyle iş ve ağız birliği içinde çözüm arayışında olan parti, bu değil mi?
    Ortağına arada bir yönelttiği çakma eleştirilerin gerçekliğine ve samimiyetine neden inanayım?
    Bu parti, AKP’nin iktidar oluşundan bugünlere ülkemizin üzerine karabasan gibi çöken faşist baskı ve saldırılara karşı, laf üretmekten başka ne yaptı?
    Nasıl alçakça planlar olduğu şu günlerde artık herkesin görebileceği açıklıkta ortaya dökülen Ergenekon ve Balyoz faciaları yaşanmaktayken, ne gibi karşı duruşlar sergiledi?
    Gezi başkaldırısı günlerinde tutarlı bir duruşu oldu mu?
    HDP’nin hangi demokrasi kahramanlığından söz ediliyor?
    Bu partinin Türkiye’de gerçek bir demokrasi için kaygı taşıdığına inanmam için ne gibi nedenler bulunmakta?
    Asıl amacı ve hedefi, ulusal bütünlük içindeki bir etnisitenin, ekonomik ve sınıfsal olmaktan kat kat daha çok, kimlik sorununda odaklanan bir siyasal hareketten, ülkenin bütününde demokrasi için savaşım vermesini düşünüp beklemek, nasıl bir mantığın ürünüdür?
    ***
    Yazıya, “şimdilerde bir moda var” diye başladım… Bu modadan yeni Cumhuriyetimiz de bir ucundan etkilenmiş olmalı ki, 900’den fazla sanatçı ve aydının HDP’ye destek çağrısına bu konulardaki alışılmış tutumundan daha farklı, altını daha çok çizerek yer verdi. Kimsenin aydınlığını tartışamam. Fakat acaba destekçiler içindeki birkaç değerli yazar ve sanatçı sayısı bu abartılı rakamın haber başlığına çıkarılmasını hak edecek düzeyde miydi?
    ***
    Ben, kendi payıma, HDP’ye oy vermek için hiçbir neden ve gerek görmüyorum.
    Barajı aşamazsa, oylar AKP’ye gidecek ve ülkede demokrasinin kökü bütünüyle kazınacakmış.
    Böylesine zavallı, teslimiyetçi, edilgen bir gerekçe, bana sadece utanç verici görünüyor.
    Sonuçta olabilecekleri, başta HDP olmak üzere, önümüzdeki seçimleri bu Rus ruletine çevirenler düşünsün.

  7. Sayın Mehmet Gülek görüşlerinize ve hangi partiye oy verecekseniz katılmasak da buna itirazımız olamaz, saygı da duyarız. Ancak eğer yazınızda belirttiğiniz gibi yöneticiliğini yaptığınız bir partinin hala üyesi iseniz – ki kendiniz öyle diyorsunuz – partiniz dışında başka bir partiyi destekleyeceğinizi açıklamanızı etik değildir. Mensubu olduğunuz partiden istifa edip dilediğiniz partiyi desteklemenin ancak o takdirde ahlaki olacağını düşünüyorum. Tabii bu görüşlerim eleştirdiğiniz partinin gerçekten üyesi iseniz geçerlidir. Üye sözcüğünün altını özellikle çizmek isterim çünkü ortalık her soydan ve her boydan troller’den geçilmiyor günümüzde.

  8. Türkiye Solunda Kürt Düşmanlığının Kökleri
    Tarih ve Teori
    Sinan DERVİŞOĞLU
    15.03.2015
    Türkiye Solunda Kürt Düşmanlığının kökleri
    Kibir ve Kıskançlık
    Yaklaşan Haziran seçimleri ve alınacak tavır, Türkiye Solu’nda yeni tartışmalar başlattı. Halkların Demokratik Partisi (HDP)’de vücut bulan “Kürt Özgürlük hareketi ve Türkiyeli ilericilerin ittifakı” fikri gitgide popülerleşmesine rağmen; Birleşik Haziran Hareketi (BHH)’nin son bildirilerinde de gördüğümüz gibi, bu ittifaka karşı mesafeli duran ve onu reddeden güçlü bir damar, Türkiye solunda hala mevcuttur.

    Aslında, Kürt Özgürlük Hareketi’ne bu soğuk, hatta düşmanca tavır kesinlikle yeni değildir. PKK’nin ilk çıkışı olan Eruh-Şemdinli baskınının gerçekleştiği 1980’lerin başından bu yana, PKK’ye ve onun etrafında gelişen Kürt Halk hareketine soldan çok çeşitli gerekçelerle düşmanca tavırlar gündeme geldi ve geçen 30 yıl içinde bunlar hafiflese ya da gerekçe değiştirse de, bu negatif tavrı benimseyen bir kesim her zaman var oldu.

    Niçin? Sık sık başvurduğumuz açıklama “Kemalizmin, resmi ideolojinin Türkiye solunda süren etkisi” oldu. Bu, doğru olmakla birlikte yetersiz bir açıklamadır. PKK’ye soğuk, hatta düşmanca bakanların sırf “Gazi Paşa’yı, onun devrimlerini, onun kurduğu Cumhuriyeti çok sevdikleri için” PKK’ye karşı tavır aldıklarını düşünmek anlamlı değildir. Elbette Türkiye solunda Kemalizmin etkisinden yeterince kurtulamama, dinden CHP’ye, işçi hareketinden kültüre kadar bir dizi konuyu bu gözlüklerle ele alarak devletin değirmenine su taşıma gibi bir sorun hep vardı, hala da sürmektedir. Ancak Kürt meselesindeki bu negatif tavrın başka boyutları olduğunu da artık açık yüreklilikle görmek zorundayız. Yazının konusu budur.

    “Şu Kürtler de Kim Oluyor?”

    Sorunun kaynağı, halkların mücadelesindeki eşitsiz gelişme ve bu eşitsizliğin kafalarda kabullenilmemesidir. Bilindiği gibi, 12 Eylül ile Türkiye burjuvazisi ve onun faşist devleti, Türkiye halklarına karşı açık ve şiddetli bir savaş açtı. Bu savaşta, Türk halkının devrimci güçleri (TKP, TİP, DevYol, DevSol, Partizan, Halkın Kurtuluşu, Kurtuluş..) kısa bir direnişten sonra yenildi ve fiziksel olarak tasfiye oldu. Kürt halkının devrimci güçlerinden biri olan (ve en güçlüsü dahi olmayan), PKK ise bu savaşa karşılık verdi, direndi ve yenilmedi. Mücadelesini güçlenerek sürdürdü ve bugün bölge, hatta dünya çapında bir güç haline geldi.

    Gerilla1980 öncesine dönelim: Solda Kürt halkının kaderini tayin hakkını savunmayan, onların ulusal ezilmişliğini gündemine almayan bir tek örgüt dahi yoktu. Belirli nüanslarla da olsa ortak bir devrim öngörülüyor, Kürt devrimciler DHKD, DDKD gibi örgütlerin yanı sıra, yukarda zikrettiğimiz Türkiyeli devrimci örgütlerin saflarını dolduruyordu. 12 Eylül saldırısından sonra Türkiye Devrimci hareketi (bugün hala hesabı verilmemiş olan) utanç verici bir yenilgi yaşadı. Yüzbinlere varan bir militan tabana dayanan sol, birkaç mevzi çıkış dışında tek kurşun atamadan yenildi. “Düzenli geri çekilme” adı altında mevziler terk edildi, Avrupa başkentleri önce “siyasi mülteciler”le doldu; sonra bu kadroların çoğu, siyasi kimliklerini yitirerek Batı’nın nimetlerinden yararlanan sıradan mülteciler haline geldi ve eridi. Türkiye’de kalan birçoğu, “yasal zeminden yararlanma” adına CHP’ye girdi ve CHP’lileşti. Hızını alamayıp ANAP’a girenler, holding patronu olanlar, geçmişteki ajitasyon yeteneğini sermayenin hizmetine vererek reklam ajansları kuranlar solun sıradan gerçeği haline geldi. Toplumun vicdanı olan sol eridikçe, toplum da vicdanını yitirdi. Cesaret, adalet, direniş, yurtseverlik gibi değerlerin somut referansı olan insanlar yok olunca, toplum da bu değerlerini yitirerek çürüdü. Bireysel egoizm, köşe dönme, kof bir kabadayılık, güce yaltaklanma belirleyici değerler haline geldi. “Ben fakiri değil zengini severim” diyen bir Özal’ın ANAP’ı, yoksul işçi semtlerinde birinci parti olabildi. Ve sol inancını koruyan bizler, bu ayıbı ve utancı iliklerimize kadar hissederek bugünlere geldik.

    Kürdistan’da ne oldu? Diyarbakır Cezaevi cehennemiyle somutlaşan ilk azgın saldırının ardından bir örgüt, PKK, faşizm….

    YAZININ DEVAM ICIN GOOGLE LAYING LUTFEN..

  9. Hepimizin bir süredir tartıştığı gerçekleri böyle derli toplu ifade ettiği için yazara teşekkür ederim. Ben de yorumlar hakkında bir kaç söz söylemek gereğini duydum. Bu “şovenizm, militarizm” vb… edebiyatı, benim de gerek yazılarımda gerekse gündelik hayatımda sıkça karşıma çıkıyor. Kavramların bu kadar keyfî, rahat kullanılmasını bir kenara bırakıyorum -aslında bırakılamaz ya! Hiç abartmadan söyleyebilirim ki bir kuşak, ki bunların çoğu cumhuriyetçi ailelerin çocuklarıdır, Kürt milliyetçiliğinin bu damgalama politikaları yüzünden siyasetten dışlandı. Bunu çeşitli zeminlerde defalarca ifade ettiysek de ne yazık ki ciddiye alınmadık. Ne acıdır ki, ancak olaylar artık önü alınamayacak derecede yoğunlaştıktan sonra eleştirilerimiz ciddiye alınır oldu. Ben bu dışlama politikasını on yıldır yaşıyorum. Adamlar PKK’lı olmayan herkese şovenist, milliyetçi, ırkçı vb.. düpedüz hakaret edip duruyor. Ne münasebet kardeşim! Asıl şovenist, hâkim sınıflara yedeklenen Kürt hareketinin kendisidir. Bundan sonra herkes konuştuğu lafa dikkat edecek. Bizi harcadınız, hiç yoksa bizden sonra gelen namuslu, dürüst halk çocuklarını kurtaralım.

  10. kısa ve öz ;Seni düşüncelerin,anlatım dilin nedeniyle kutluyor,kucaklıyorum

  11. Çok güzel bir yazı, umarım solu derin uykusundan uyandırmaya vesile olur. Kaleminize sağlık..

  12. Çok olumlu bir yazı.Devrimci anlayış ve seçenek için gerekli bir siyasal çözümleme.Bu tür yazılar yeniden devrimci bir seçenek için gerekli.Bu bağlamda daha kararlı olunmalı.Türkiye devrimci hareketi PKK kuyruğunda gelişemez.PKK kuyruğunda “sol” ancak AKP’nin ve ABD-nin bağlaşması olabilir.

  13. okunmaya ve de irdelenmeye değer bir yazı… bizim de kalemlerimiz var bak hala dedirtiyor insana… ha birde belki de benim gibi bile bile lades diyecekler için ayrı bir önem taşıyan bir yazı…

  14. İbrahim Ulutaş arkadaş… Bir Yol’cu olarak yaznızdaki ince küfürü yakıştıramadım…(soru imlerini ayırmayı bilmeyiniz ayrı bir konu!) Bilinen aydınlıkçı tkp’li gibi bilinen salvoları savurmuşsunuz… Yakış arkadaş çok açık savlıyor; siz bu mükemmel saptamaların tek bir cümlesine hayır öyle değildir deyin… Bir sürü martaval yazmışsınız… Tek bir cümlesi yanlış mı? Hangisi yanlış söyleyebilir misiniz? Örneğin bu cümleler yanlıştır diyebilir misiniz?
    “Türkiye solunun Suriye’yi bölüp Kürt devletini Lazkiye’den denize ulaştırmak gibi bir meselesi olabilir mi?”
    Olabilir mi İbrahim Ulutaş? Tekrar soruyorum…
    “ABD’nin Ortadoğu projesinin en stratejik parçası olan Birleşik Kürdistan davası…”
    “Bu tablo karşısında yalnızca AKP gericiliğini hedef alan ama AKP’nin de parçası olduğu emperyalist tezgâhı gözden kaçıran bir tutum devrimci, sosyalist bir tutum olamaz. ”
    Bunlar çok ağır laflar.. Bunlara cümle cümle yanıt verebilir misiniz? Bu,tam bağımsız Türkiye kurabilmek için “Emekçi halkımız” diye toprağa düşen Mahir dahil binlerce DY yoldaşımız emperyalizmin kucağında Türkiye devrimi yapmak için mi toprağa düştü… Bunun hesap günü de gelecek sormak için; önce bunun hesabını verecek sizin anlayışınızdakiler… Şehitlerimize hesap vereceksiniz…

  15. Vah vah vah.. Yahu Kobane’de Amerikan emperyalistleriyle omuz omuza bölgenin yeni ittifakını oluşturmuş taze güçlere Che katılırmış… Aklınızı yemişsiniz kardaş… IŞİD salaklarına karşılar diye destek mi olacağız.. ABD de IŞİD’e karşı savaştı… YPG’den daha çok üstelik; tüm emperyalist kamp; binlerce sortiii… Napcaz şimdi… Vatandaş buz gibi yazı karşısında paniğe kapılmış.. yetişinn

  16. Yav he he, utanmasanız Kürtler oy için Kobane’de kendilerine saldırdılar bile diyeceksiniz.

  17. Che Guevarayı Kobane’ye getiren arkadaş. Ne içiyorsanız ben de istiyorum. Zira ne yaparsam yapayım kafam bu kadar güzel olmuyor. Che Guevara Biji Obama diye slogan da atar mıydı? Neden olmasın demi? DY dergisini bir tek sen mi okudun? Yarı sömürge ülkelerin sömürgesi olmaz yazısını okurken de yazdığın gibi mi okuyordun? Kafan mı güzeldi? Şovenist ne demek bi anlatsana? Mesela MİT’le masaya oturmak da şovenizm olabilir mi bi nevi? Mahir Kemalizme karşı anti-emperyalizm mi diyordu yoksa senin dediğin gibi sallıyor muydu? Abi siz kafanızı bi yere mi çarptınız ya? Sarhoş musunuz nesiniz anlamadım ki?

  18. Beni üzen Mehmet Kemal bey, bu “kafasını bir yere çarpmış”, sarhoş edali akıl tutulması içindeki ya da bu halka gizli kin içindeki insanlaın yirmi yğıldır “sol”cu sanılıp hegemon olması… Levent arkadaşın yazısı yeni bir Kesintisiz’dir. Yeni bir milattır. Kesintisiz-4’tür. Yirmi yıldır bize yutturulan devrimciliğin “oportünizm”in allahı olduğunu göstermiştir!

  19. Levent bey isabetli tespitlerde bulunmuş.Ancak sol kesimde seçime yönelik güçlü bir politika oluşturulamadığı çok açıktır..Dolayısıyla böyle bir alternatifsizlikte sandığa gitmemektense, oyunu HDP ye veren doğru bir iş yapmış olur.HDP ne türkiye solunu ne Suriye solunu ne başka bir solu temsil edebilir..Bu noktaya takılıp kalmayalım.Sadece boş oy kullanmak yerine HDP ye oy verilebilir.Hdp ye oy verdiği için kimsenin iradeside PKK ya teslim olmaz.Ben sandığa gidersem oyumu HDP ye vereceğim…

  20. Herkes bir şeylerin farkında
    Belkide farkındayız diye uyaranlar derin bir komadalar.

  21. Levent bey doğru söylemişse HDP’ye nasıl oy verirsiniz Veli arkadaş… Siz oyunuzu kullanmak için mi kullanırsınız… Emperyalist politikaların piyonlarına olsa bile.. Ne enerjik duramaz oyunuz var böyle.. Ya da yazıdan etkilenip HDP’ye oyvermeyecek olanları çaktımadan mı kandırmak istiyorsunuz.. bana ikincisi geliyor…

  22. Haklısınız, Zorlu. Ne yazık ki ülkemizde Kürt siyasal hareketine yamanarak devrimcilik oynayan iğrenç bir kadro var ve bunlar hâkim sınıfların toplumsal yapı üzerinde denetim kurmalarına objektif olarak yardımcı oluyor. Birçok genç devrimci bu yüzden siyasetten dışlandı. Bakınız, Gezi patladı, bunlar hala Kürt hareketine yamanıyorlar, çünkü başka türlü herhangi bir konum kazanamayacaklarını biliyorlar. Bu yapıyı kırmazsak bu memleketten artık bize hayır gelmez. Selamlar, Mehmet K.

  23. HDP Mersin birinci sıra adayı kimdir arastirdigimda öğrendiğim isim beni bu ittifak ihtimalini her ne kadar istemesemde, düşünme sevketti.. isminin geçtiği malum dava, daha önce siyaset yaptığı parti… beni mersinde hdp ye oy vermekten vaz geçiren isim olmuştur. . Ve herşeyden önce seçim halk yararına değişim sağlasaydı, devletler kesinlikle yasaklardı.. kitlesel bilincin yükselip istisnalar yarattığı durumlar da var elbet ama devede de kulak var malesef…

  24. leven in gideceği yol.bilinen yol.vatan partisi-kemalizm-MHP ve en son olması gereken son durak -faşizm.

  25. Eres arkadaş. Levent Yakış’ın yazısının tek bir cümlesini hayır bu yanlış/yalan diyebilir misin? Bu iğrenç değerlendirmen senin yolunun Yol olmadığını gösteriyor.. Levent Yakış’ın yazısının doğruluğunu kanıtlıyorsunuz. Sizin gibileri temizlemeden de YOL’a çıkmayacağız! Bu temizlik olmadan ne emekçi halkımız gün yüzü görür, ne devrimci sosyalistler bir adım ilerleyebilir; anlaşıldı iyice! İyice şirazeden çıkıp faşistleştiniz… Ağzınızın söylediğini kulağınız duymuyor…

  26. BU ARKADAŞ VATAN PARTİSİNİMİ ÖNERİYO MHP Yİ ANLAYAMADIM .DEV_YOL KEMALİST FALAN DERLERDİ İNANMAZDIM ŞİMDİ ORTAYA ÇIKAN TABLOYA BAKIN YAZIK, YAZIK. 12EYLÜLCÜLERLE MAMAKTA İŞKENCE YAPAN ALBAYLARLARLA AYNI SİYASAL ÇİZGİYE GELMEK SİYASETEN TÜKENMİŞLİĞİN ÇARESİZLİĞİN BİR SONUCU OLSA GEREK.BU FİLMİ YUGOSLOVYADAGÖRDÜK MİLOSEVİÇ’DE SOSYALİSTTİ FARKINIZ NE ESKİ BİR DEV YOLCU OLARAK UTANIYORUM

  27. İsmini yazamayan anonim kardeş, Levent Yakış kocaman yürekle ismini yazarak bir yazı yazmış siz bir notunuza bile isminizi yazamayacak kadar küçüksünüz… Her cümleniz yanlış.. Kafanız zombi… Sizin solla hiç bir ilişkiniz yok.. İki satırlık not yazınızda bile karmakarışık cacıksınız: 1- 12 Eylül darbesi Kemalist değil faşist bir darbeydi… Mahir’i okursan Kemalistler başka faşistler başka yerdedir… Atatürkün adını kullandı generaller hepsi bu… 2- Ezilen bir halka değil yazıdaki reddiye… Türkiye emekçi halklarının tümünü felakete sürükleyecek emperyal politikalar peşindeki işbirlikçi PKK ve uzantısı HDP sözkonusu… 3- Düzeltelim: Büyük Kürdistan ABD’nin hayali değil “PLANI!” – PKK ve HDP’nin “HAYALİ!” 4- Devrimci Yolcular Mahir’in saptamalarıyla Türkiye Cumhuriyetinin emperyalizmin işgali altında işbirlikçi faşistlerce yönetildiğini söylüyor… TC antiemperyalist kim söyledi? Nasıl TC siyasilerine faşist diyorsak işbirlikçi PKK-HDP hizibine niçin söyle-ye-meyelim… 5- Türkiye de yarı sömürgedir hatta şimdilerde sömürge bir ülkedir… Sömürge ülkenin sömürgesi olmaz Devrimci Yol’un ana düşüncesidir… 6-Türkler nasıl anadillerini konuşuyorlarsa bir gün değil her gün Kürtler de anadillerini konuşuyorlar.. (Sanırım anadilde eğitim yapamıyorlar diyecektiniz!!! Meramını bile üç kuruşluk yazıyla anlatmaktan aciz cahil birisinin asla Devrimci Yol’cu olacağına inanmıyorum.. Kurtuluştan filan sarkmış gibisiniz…) Görüldüğü gibi tek cümleniz doğru değil… Bu kapasitenizle bu yazıyı anlamanız da olanaksız… Cahilliğiniz her yerden dökülüyor.. Bitiyorsunuz… Devrimciler diriliyor… Böcekler gibi kaçacaksınız…

ceyda için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir