Search
Close this search box.

Kızıldere’den Fatsa’ya Uzanan Yoldur Devrimci Olan-Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

1960’larda ve 70’lerde devrimcilerin ABD emperyalizmine ve oligarşiye karşı yürüttükleri mücadelenin temel hedefi; iktidarı kesintisiz devrim (demokratik halk devrimi ve sosyalist devrim) yoluyla ele geçirerek devrimci-demokrasiyi ve sosyalist Türkiye’yi kurmaktı. Devrimciler, bugün Ortadoğu ülkelerinde ve Türkiye’de yapılmaya çalışıldığı gibi emperyalistlerin tahrikiyle bir etnik kesimin veya mezhebin kantonlarını oluşturmayı değil, Türkiye’nin bütününde işçi sınıfının iktidarını kurmayı amaçlıyorlardı.

HDP’nin peşine takılan solcular içine düştükleri çıkmazı izah edemeyince çareyi Fatsa direnişine sarılmakta buldular. Sur, Cizre ve diğer şehirlerde PKK’nın ilan ettiği “özyönetim”leri Fatsa direnişine benzeterek karşı karşıya kaldıkları halktan kopma sürecini durduracaklarını sandılar. Ama bu boş bir çaba, çünkü takip ettikleri siyasi hareketin ne politikaları ne de bu politikaları hayata geçiriş tarzları devrimci. Ve halkın ezici çoğunluğu bu durumun farkında. Bu nedenlerle HDP ve takipçileri bütün propagandalarına ve aldıkları dış desteklere rağmen halkın gözünde meşruiyet sağlayamıyorlar.

HDP’nin takipçisi solcular 1980 ve öncesinde yürütülen devrimci mücadeleyi bugün bulundukları yere, savundukları düşüncelere ve politikalara göre, gerçekte olduğundan farklı şekillerde açıklıyorlar. Bu çarpıtmalardan en fazla payını alanlar Fatsa mücadelesiyle Direniş Komiteleri (DK)’dir. 1970’lerdeki devrimci mücadele ile PKK’nın yaratmaya çalıştığı içsavaş arasında benzerlik kuran bu çevreler, Mahir Çayan’ın görüşlerini bu örgütün hayata geçirmekte olduğunu da söyleyerek gerçeği bilerek saptırıyorlar.

Çünkü 1960’lardaki ve 70’lerdeki devrimci mücadelenin ana hedefi, Abdullah Öcalan’ın İmralı’da devletle kurduğu ilişkiye göre ortaya attığı ne Demokratik Cumhuriyet gibi burjuva düzeniydi, ne Marksizme karşı anarşizmi savunarak yola çıkan Amerikalı düşünür Bookchin’in ortaya attığı “komünalizm” kavramına dayanan “özgürlükçü belediyecilik, ekolojik toplum, demokratik konfederalizm”di ne de Laclau ve Mouffe’in post-Marksist, işçi sınıfı siyasetini reddeden yerelci, kimlik temelli radikal demokrasi’siydi. Devrimcilerin temel hedefi, bu sakat anlayışların aksine işçi sınıfı iktidarını yani sosyalizmi kurmaktı. Bu arada A. Öcalan bu post-modern düşünceleri savunarak, kaderin cilvesine bakın ki; Marksizm’i totaliter bir yapıya sahip olmakla da eleştirmiş oluyor!

Türkiye’nin kendine özgü ekonomik- toplumsal yapısı ve emperyalizme bağımlılık ilişkisinin biçimi nedeniyle başlangıçta işçi sınıfının ideolojik ve giderek hem ideolojik hem fiili önderliğinde verilecek mücadele ile kurulacak olan iktidar, İşçi Sınıfı İktidarıydı. Devrimin ilk aşamasında kurulacak Demokratik Halk İktidarından kesintisiz biçimde Sosyalizme geçmek hedefleniyordu. Fatsa’da ve başka yerlerde kurulan ya da kurulmaya çalışılan Direniş Komiteleri dâhil her türlü örgütlenmenin ana amacı, bu ikili-kesintisiz devrim sürecinden geçilerek sosyalist iktidarın inşasıydı.

İkinci önemli fark, 1970’lerde emperyalizme ve uzantılarına karşı tam bağımsızlık mücadelesi veriliyordu. Çünkü ülkemizdeki baş çelişkinin emperyalizmle halkımız arasında olduğu tespiti yapılmıştı ve bu belirlemeye uygun mücadele veriliyordu. Biz o dönemde sosyalizmden saptığını, Afganistan’ı işgal ettiğini düşündüğümüz Sovyetler Birliğine de mesafeliydik. PKK ise hem ABD’ye, hem AB ülkelerine, hem de Rusya’ya dayanarak Batı emperyalizminin tahakkümü altındaki Türkiye’de içsavaş çıkarmaya çalışmaktadır. Emperyalizme bağımlı iki güç (AKP ve PKK) arasındaki kapışmadan bir kurtuluş çıkmaz. Böylece bu emperyalist kumandalı içsavaş nedeniyle zayıflayacak ve zora düşecek -belki de parçalanacak- Türkiye’nin emperyalizmin daha fazla tahakkümü altına girmesi sağlanacaktır. PKK’nın bu faaliyetleri sadece Türkiye üzerinde değil Ortadoğu, Kafkasya ve Balkanlarda da emperyalist devletlerin ellerini güçlendirmektedir.

Gerek THKP-C gerekse de DY, PKK-HDP çizgisinin aksine, ABD emperyalizmi ve işbirlikçilerine karşı mücadeleyi esas almışlardı ve bu güçlerin halkın uzun yıllar içinde elde ettiği ilerici kazanımları yok ederek ülkeyi tamamen gericileştirmesine-faşistleştirmesine karşı direnişler örgütlemişlerdi.

Üçüncü önemli fark, 1970’lerdeki devrimci mücadele sadece anti-emperyalist değil aynı zamanda anti-feodaldi. Toprak ağalığına, aşiretçiliğe, şeyliğe, tarikatçılığa ve her çeşit reayacı anlayışlara karşı gerçek demokrasi ve eşitlik savunuluyordu. Feodalizm kalıntısı gerici güçlerle işbirliği yolları aranmadığı gibi toprak ağalarının ellerindeki toprakları kamulaştıracaklarını ilan etmişlerdi.

Dördüncüsü, işçi sınıfının öncülüğünde, işçi-köylü ittifakı temelinde ülkenin bütününde kesintisiz devrim amaçlanmaktaydı. Belli bir etnik kesime ya da mezhepsel güce dayanılarak mücadele yürütülmüyordu. Bu devrim ülkenin bütününü kapsadığı gibi bütün mazlumların haklarını teslim etmeyi de önüne koymuştu.

Beşincisi, Devlet sınıfsal içeriğinden koparılarak sadece güvenlik güçlerinin örgütüne indirgenmiyordu. Devlet, içsel bir olgu olan emperyalizmin ve egemen sınıfların sömürü düzenin devamını sağlayan, var olan bu düzeni sürdürmek için hâkim güçler karşısında yer alan halk sınıflarına karşı zor kullanan politik bir yapı olarak görülüyordu. Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı verilen bağımsızlık-demokrasi ve sosyalizm mücadelesi aynı zamanda onların politik örgütlerine karşı da verilmekteydi.

Bu dönemde egemen sınıflar halkın mücadelelerle elde ettiği ekonomik-demokratik hakları yok ederek sistemi tümüyle faşistleştirmeye, sömürge tipi faşizmi tahkim etmeye çalışıyorlardı. Hakim sınıfların bu gerici çabalarına karşı devrimciler en geniş halk kesimleriyle birlikte demokrasi mücadelesi vermekten de geri durmadılar. 1970’lerde devleti daha fazla faşistleştirme girişimlerine karşı devrimcilerin halkla birlikte verdikleri bu demokrasi mücadelesi, emperyalizme ve işbirlikçisi egemen sınıflara karşı verilen demokratik devrim mücadelesinin bir parçasıydı.

Bu mücadelede devrimcilerin en yakın müttefiklerinden biri de anti-emperyalist, anti-faşist gerçek aydınlardı. O günlerin aydınları gerçek demokrasiyi savunuyorlardı ve günümüzdekilerin bir kısmı gibi emperyalizmin politikalarının doğrudan ya da dolaylı savunucusu değillerdi. Günümüzde PKK-HDP politikalarını savunan bu aydın tipi emperyalizmden medet ummaktadır. Tıpkı Kurtuluş Savaşında İngiliz ve Amerikan emperyalizminden kurtuluş bekleyenler gibi.

Kızıldere’den Fatsa’ya uzanan devrimci mücadele emperyalizmin ve işbirlikçilerinin doğrudan karşısındaydı, işçilere, köylülere, ilerici aydınlara ve devrimci gençlere dayanan ve onlar için yapılan bu “Savaş, sınıfsal ve ulusal planda” yürüdü. (Mahir Çayan, Toplu Yazılar, S.352, Birgün Kitap Y. 2. Baskı.)

Günümüzden düne bakınca, bir bütün olarak Devrimci Yol’u ve mücadelesini Mahir Çayan çizgisinin ve Kızıldere’nin o günün koşullarındaki devamı olduğunu görürüz.

Devam Edecek

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir