Hititler tarafından dünyada ilk defa verilen maden ruhsatnamesi kitabe halinde Ulukışla’da bir kayaya oyulmuştur.
Anadolu’da madencilik çok eski çağlarda başlamıştır. Tarihi belgeler MÖ 7000 yılında metallerin ilk defa Anadolu’da bulunduğunu göstermektedir. Dünyada madenin ilk kez ateşle eritildiği yer İzmir yakınlarında Sardes şehri olmuştur. Her devrin medeniyetinde önemi çok büyük olan demir, Asya’dan Mezopotamya, Mısır, Kıbrıs ve Roma yoluyla Avrupa’ya geçmiştir.
MÖ 2000-1200 yıllarında, Anadolu da, Hititler zamanında madencilik sanatı çok gelişmiştir. Hititler çağı için araştırmacılar “küçük Asya’nın büyük serveti, maden ve sanayi idi, Anadolu’daki cevher yatakları sayesinde geniş ölçüde maden ve özellikle demir üreticisiydiler. Anadolu’daki kuyulardan bol miktarda metal üretiyorlardı. Bunlar arasında demir en başta gelmektedir. Hayvan yetiştirip, madeni paralar kullanıyorlardı” denmektedir. Ekonomistler ilk altın paranın Lidyalılar tarafından Anadolu’da basıldığının kabul ederler. Lidyalıların merkezi olan İzmir yakınlarındaki Sardes kenti aynı zamanda önemli bir maden, özellikle altın işletme merkezidir.
Hititler tarafından dünyada ilk defa verilen maden ruhsatnamesi kitabe halinde Gümüşhacıköy’ün (Ulukışla) güneybatısındaki bir kayaya oyulmuştur. Yine Gümüşhacıköy’de Hititlerden kalmış kurşun curufu yığını bulunmaktadır. Keban kurşun madeninin işletmesi de çok eski çağlarda başlamıştır. Truva’da rastlanan kurşun parçaları büyük bir olasılıkla Balıkesir-Balya cevherinden üretilmiştir. Bu ocağın MÖ 500 yılında dahi işletildiği kanıtlanmıştır.
ROMA-SELÇUKLU-OSMANLI
Anadolu’da madencilik Romalılar devrinde doruğa ulaşmıştır. Anadolu’nun en önemli kurşun, altın, gümüş, bakır, demir ve pandermit yataklarını işletmişler, günümüzde bile ulaşılamayan derinliklere inmişlerdir. Romalılar maden bulma ve işletmede birçok teknik geliştirmişlerdir. Mermer işletmeciliği ve işçiliğinin en görkemli yapıları Romalı ustalara aittir. Anıtsal mermer kentler, dünden-günümüze ve geleceğe uzanan uygarlıklar kurulmuştur.
Selçuklular, çini-mozaik sanatının doruğuna ulaşmışlardır. Çinilerin renklendirilmesinde kullandıkları doğal boyalar bugün bile bilinmemektedir. Selçuklularda taş, alçı madenciliği, cam işçiliği de çok ileri seviyelere ulaşmıştır. Selçukluların son dönemlerinde maden ocakları devlet katılımı ile işletilmiş ve devlet gelirinden pay almışlardır. Daha sonra devlet zayıfladıkça ruhsat sahipleri devlet payını azaltma yoluna gitmişlerdir. 15. yüzyılda maden bölgelerinden yerleşmiş olan köylüler üretimi zorlamışlardır.
Osmanlılar, maden kaynaklarını “kamusal” varlık sayarak devlet gereksinmelerine tahsis etmişler, özel mülkiyet konusu yapmamışlardır. Madenleri işletmek için değişik düzenler kullanmışlardır. Bunlardan önde geleni, cevher üretimi ve odun tedariki için yöre halkına “kürecilik” denilen bir mükellefiyeti yüklemeleridir. “Küre” maden demekti. Küreci ustaları üretimin teknisyeni idiler. Bu düzende, yükümlü tutulan halk, bazı vergiler ve yükümlülüklerden muaf tutulur ve kendilerine ücret olarak ürünün beşte dördü verilirdi. Bu kurala göre, ürünün devletin payından artan beşte dördü yerli imalata ve ticarete yönelirdi. Madenlerin işletilmesinin, ihale yoluyla mültezimlere verildiği de olurdu.
Avrupa’da başlayan sanayileşme hareketinden sonra Osmanlılarda, beş bin yıldan bu yana işletilen Anadolu madenlerinin yüzeysel zenginlikleri tükenmeye, fakirleşmeye başlamıştır. Devletin aldığı beşte bir pay madenlere ağır gelmiştir. Üretim teknikleri batı ile benzer koşullara oturtulmadan ve madenciye devlet desteği sağlanmadan Batı üretimi ile rekabet olanağı bulunmamaktadır. Üstelik Osmanlılarda, özellikle madencilikte ithal ağırlıklı bir düzen uygulanmakta, yerli üreticileri ve kürecileri desteklemek şöyle dursun, silahlarını ve cephanesini bile Batıdan sağlamaktadır. Bu koşullarda Osmanlı Küreciliği’nin yaşaması olanaksız kılmıştır.
19. yüzyılda, sanayi devrimi ile birlikte Avrupa ekonomisi güçlenmiş ve güçlü sanayiler birbirleri ile çekişir duruma da gelmişlerdir. Dünya hammadde kaynakları ile tamamıyla paylaşılmış, Osmanlı İmparatorluğu topraklarında bulunabilecek kaynaklar, hem ulaşım kaynakları bakımından hem de gözetim ve siyasal üstünlük sağlamak konularında yararlı olabilecekleri düşüncesi ile önemsenmeye başlanmıştır. Nitekim bu dönemde, Almanlar bakır ve krom, İngilizler bakır ve bor, Fransızlar kurşun ve kömür, İtalyanlar kükürt ve kömür yatakları ile ilgilenmiş ve küçük işletmeler kurmuşlardır. O yıllarda ülkemizde yerli üretici bulunmamakta, alınan binden fazla ruhsatın büyük bir bölümü de padişah fermanı ile ağırlıklı olarak yabancı şirketlere tahsis edilmektedir.
Osmanlı, madenleri sadece ordusuna silah ve cephane, hazinesine de sikke (para) sağlamayı amaçlayarak, işletmiştir. Ülkede üretilen diğer hammaddelerin, ürüne dönüştürülerek daha fazla karların elde edilmesini sağlamak gibi bir ekonomi düşüncesi de yoktur. Tersine, hammaddelerin serbestçe ihracını ve karşılığında sikke basacak altın ve gümüş ithalini her zaman yeğlenmiştir. Tabii, ülke çıkarına ters düşen bu uygulamadan kürecilik de nasibini almıştır.
19. yüzyılda, yabancıların, aldıkları ruhsatlarla çeşitli madenleri işletmeye başlamaları Zonguldak Taşkömürü Havzasında bir başka türlü yaşanmıştır. “Madenciyan” adı verilen çoğu Rumeli kökenli madenciler, Zonguldak Kömür Havzasında ocaklar açmışlar, işletmeler kurmuşlardır. 1858’de çıkarılan Arazi Kanunu ile ilk kez yasal kurallar konulmuş, bunu izleyen Nizamnamelerde bu kurallar genişletilmiş ve düzenlenmiştir.
1906 MADEN NİZAMNAMESİ
1906 yılında da Maden Nizamnamesi yürürlüğe girerek madenciliğimiz şekillenmeye çalışılmıştır. Bu yeni düzen, önünde eskiye göre bazı değişiklikler getirmiştir. Madenler yine devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Fakat belirli kural ve koşullarla yerli, yabancı kişi ve kuruluşların yararlanmasına eşit koşullarla açılmıştır. Böylece madenler salt savaş ve para malzemesi olmaktan çıkarılarak ticaret malı haline getirilmiştir. Yurt içi imalat ve endüstri ihtiyaçları yine önemsenmemiştir.
Osmanlı, 200 yıl süren bir üretim boşluğundan sonra ve onu izleyen yabancı güdümündeki cılız madencilik ile kendisini Trablus, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı içinde bulmuştur. Silahı ile, araç ve gereci ile, cephanesi ile büyük ölçüde Batıya bağımlı olduğu için çok zor koşullarda savaştı. Yerli imalat ve endüstri ile bütünleşmeyen ve ulusal karakteri olmayan bir madenciliğin yaşayamayacağı ve madeni salt ticaret malı olarak kabullenmenin yanlışlığı çok acı deneyimlerle meydana çıkmış ve bu acılara katlanmak zorunda kalan Cumhuriyet Devleti yöneticileri de bunu derinden kavramışlardı.
19.yüzyılda da madenlerin, devletin hüküm ve tasarrufu altında tutulmakla beraber arama, üretim ve ticaretinin yerli yabancı herkese açık olduğunu görüyoruz. Bu yüzyılın ilk yarısındaki girişimcileri hemen hemen tümü yabancıdır. 19. yüzyılın ikinci yarısında da bu liberal yararlanma düzeni Arazi Kanunnamesi ve onu izleyen Nizamnamelerle yasallaştırılmış ve imparatorluğun çöküşüne kadar sürdürülmüştür. Bu dönemde çok sayıda ruhsat verilmiştir ama işletmeci çok az sayıda olmuştur.
Osmanlı dönemi madenciliğiyle ilgili göze çarpan ayrıntılar şu şekilde sıralanabilir:
1907 ve 1914 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nda GSMH içinde madenciliğin payı % 0,75 ve % 0, 48 gibi oldukça cılız bir boyutta olduğu görülmektedir. Daha sonra günümüz madenciliğinde değinileceği gibi madencilik sektörünün GSMH içindeki payı Osmanlı döneminde de günümüzde olduğu gibi çok düşük seviyelerdedir. En büyük payı % 51 ve % 59 ile ziraat, ormancılık ve balıkçılık oluşturmaktadır.
İmparatorluk sınırları içinde üretilen belli başlı maden çeşitleri arasında maden kömürü, borasit, bakır, kurşun, çinko, manganez, linyit, krom, altın, gümüş, arsenik, petrol yer almaktadır. İmparatorluğun en önemli maden üretim bölgesi Bolu (%29,96; maden kömürü) olup, bunu Karasi (% 27,07; Borasit, kurşun-çinko, manganez ve linyit), Rumeli (%14,44; Krom, manganez, arsenik, linyit, kurşun, zift), Aydın (% 11.73; Krom, zımpara, linyit, kurşun) takip etmektedir. Toplam maden üretimi içinde en önemli paya sahip madenler (1911/1912 yılı değer bazında) maden kömürü (% 44,5), simli kurşun, (%16,3), zımpara (%7,7), Borasit (% 7) oluştururken bunu, lületaşı, demirli pirit, çinko, bakır, krom, manganez, kil ve diğerleri takip etmektedir.
Değişik tarihler arasında kimi madenlerimizin ortalama üretimi ve değeri şu şekildedir: ortalama borasit üretimi 12.305 ton/yıl, değeri 8.79.106 kş/yıl (1902-1914); aynı sırada krom 22.216 ton/yıl, değeri 7.71.106 kş/yıl (1897-1914); kurşun 11.498 ton/yıl, değeri 20.36.106 kş/yıl (1893-1913); bakır 1.174 ton/yıl, değeri 5.606.106 kş/yıl (1894-1913); taşkömürü 672,7 ton/yıl, değeri 40,2.106 kş/yıl (1900-1914).
Madenlerde toplam çalışan sayısı kabaca 30.000 kişi kabul edilebilir. Çalışanların % 70-75’i Ereğli şirketi ve diğer kömür şirketleri istihdam ederken, geri kalanları diğer madenler tarafından çalıştırılmaktadır.
Nadir Avşaroğlu