Madencilik Raporu (1) -Nadir Avşaroğlu

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Ne büyük bir şanstır ki ülkemiz doğal kaynak açısından, bir kıtanın sahip olabileceği kadar bir zenginliğe sahiptir.

Kendi kaynaklarını yok sayan, kaynaklarını kullanmayan bir ülkenin kalkınması mümkün değildir. Madenler kalkınmanın temel unsurlarından en önemlisidir. Ülkelerin kalkınmaları ve yaşam seviyelerinin belirleyicisi olarak kabul edilen sanayi, enerji ve tarım sektörlerinin temellerini de madencilik sektörü oluşturmaktadır. Türkiye de, Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası ülke kalkınması için oluşturulan sanayi, madenler ve madencilik üzerine oturtulmuş ve bu nedenle Cumhuriyetin ilk yıllarında madenciliğe ayrı bir önem verilmiştir.

İnsan ve toplum hayatında vazgeçilmez bir yer tutan madencilik, gelişmiş ülkelerin bugünkü teknoloji ve refah düzeyine ulaşmalarında etkin bir rol oynamıştır. Gelişmiş ülkelerin var olan ekonomik güçlerine sahip olmalarında, doğal kaynaklarını en etkin şekilde kullanmaları büyük rol oynamaktadır. Madencilik sektörü sanayileşmenin temel girdilerini üreten bir sektördür. Üretimin ve ihracatın zamanla tarımdan sanayiye kayması, sanayi için gerekli olan hammaddelerin nitelikli ve ekonomik olarak elde edilmesini gerekli kılmıştır. Madencilik sektörü, gelişmiş sanayi ülkelerinin hemen hepsinde ekonomik kalkınmayı başlatan öncü sektör görevini üstlenmiştir. Ülkelerin kalkınma ve ekonomik gelişiminde önemli yeri olan madencilik ve entegre üretim sanayi, en büyük katma değeri yaratmaktadır. Bu nedenle ülkemizde de madencilik sektörünün önemi günden güne artmalıdır.

*

1980’lerden itibaren dünyada esmeye başlayan küreselleşme rüzgârları ve neo-liberal politikalar, söz konusu uluslararası şirketlerce kurtarıcı olarak karşılanmıştır. Şirket yönetimleri, özellikle gelişmekte olan ülkelerde liberalleşme, deregülasyon ve özelleştirme uygulamalarının kendileri için yeni yaşam alanları sağlayacağını görmüşlerdir. Bu amaçla, çok uluslu şirketler, etkinliklerini artırmak ve çalışmalarını küresel ölçekte yaygınlaştırmak için faaliyet alanlarını daraltarak diğer şirketlerle birleşme yoluna gitmişlerdir.

Günümüz dünya madenciliğinde bu gelişmeler yaşanırken, ne büyük bir şanstır ki ülkemiz doğal kaynak açısından, bir kıtanın sahip olabileceği kadar bir zenginliğe sahiptir. Ülkemiz, ellinin üzerindeki ekonomik minerale sahip olup, bu minerallerin birçoğunda da potansiyel açısından, Dünya’da ilk sıralarda yer almaktadır. MÖ 7000-8000 yıllarında Anadolu’da madenciliğe başlanmış ve asırlar boyu birçok maden üretiminde Dünya’nın merkezi olmuştur. Ancak yapılan yanlışlıklar zamanla, madenciliğin önemini kaybettirmiş ve bir daha da hissettirememiştir.

 

MADEN YASALARINDAKİ DEĞİŞİKLİKLER

Bugün ülkemizde madencilik, üretim-maliyet ilişkisini oluşturmadan, Ar-Ge çalışmaları göz ardı edilerek, uç ürünlere gidiş ve ürün çeşitliliği sağlanmadan ve çok yakından ilgili metalürji, kimya ve diğer sektörlerle entegrasyondan yoksun bir şekilde yeraltından çıkarıldığı gibi satılması şeklinde uygulanmaktadır. Sadece tüvenan olarak sattığımız cevherlerle birlikte yıllara göre maden ihracat ve ithalat rakamları incelendiğinde ihracattan elde ettiğimiz dövizin, ülkemizin kömür ithaline ödenen dövizi karşılayamadığını görürüz. Bu durumun en önemli nedenini yanlış enerji politikalarına bağlamak mümkündür.

Dünya maden potansiyeli içinde ülkemizin payına bakıldığında, bor, toryum, linyit, mermer, manyezit, nadir toprak elementleri, zeolit, trona, barit, feldspat ve sodyum sülfat gibi madenlerde önemli miktarda rezerve sahip olduğumuz ve rekabet gücümüzün yüksek olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla, bu kaynakların işlenmesi, bunlardan, önce yarı mamul, daha sonra mamul ürünlerin üretilmesi ve bu ürünlerin ilgili sanayi dallarında kullanımının desteklenmesi gibi uluslararası piyasalarda rekabet gücümüzü arttıracak önlemlerin alınması gerekmektedir. Ayrıca bu mamullerin yeni kullanım alanlarının belirlenmesine yönelik bilimsel ve teknolojik araştırmaların yapılmasının teşvik edilmesine ihtiyaç vardır.

1985 ve 2005 yılları arasında, 90’ın üzerinde ülkede yeni maden kanunlarının ya da mevcut maden kanunlarında değişikliklerin gündeme gelmiş olması yukarıda değinilen gelişmelerin doğal sonuçları olarak görülmelidir. Söz konusu değişiklikler ile özellikle yabancı sermayenin maden kaynaklarına erişimi kolaylaştırılmış, aramadan işletmeye otomatik geçiş dahil çeşitli garantiler ve vergi muafiyetleri sağlanmıştır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, yerli özel madencilik şirketleri, yasal düzenlemeler ile pazara girişleri kolaylaştırılan uluslararası tekellerin rekabeti karşısında tutunamamış, genellikle söz konusu tekellerin içerisinde erimek durumunda kalmışlardır. Kamu madencilik kuruluşları ise büyük oranda tasfiye olmuş, ulusal madencilik üretimlerinde büyük gerilemeler yaşanmıştır.

Günümüzde ülkemizdeki mevcut maden kanunu oldukça sık değişmektedir. 6309 sayılı Maden Kanunu 1954 yılında çıkarılmış, uzun yıllar tartışmalara neden bu yasa, 1985 yılında 3213 sayılı Maden Kanunu’nun çıkışı ile yürürlükten kaldırılmıştır. 3213 sayılı yasa da çıktığı günden beri tartışılmış ve 2004 yılında yayınlanan 5177 sayılı yasa ile birçok maddesi değiştirilmiş, bu kanun da üzerinden 6 yıl geçmeden 2010 yılında tekrar değiştirilmiştir.

Gerek 6309 ve gerekse 3213 sayılı yasaların sonlarında, “Maden Dairesi, bu kanun yürürlüğe girdikten sonra ülke düzeyinde teşkilatını kurar” denmesine rağmen, 1954’den günümüze kadar 56 yıl geçtiği halde, bu Teşkilat; hangi sebeplerledir bilinmez oluşturulamamıştır.

Yaklaşık 25 bin ruhsatlı sahanın denetimi; bina sorununu çözememiş, yeterli kadrosu olmayan, baskıların ve politik müdahalelerin had safhaya ulaştığı bir ortamda 50-60 mühendis tarafından yürütülmeye çalışılmaktadır.

5177 sayılı kanunun çıkarılmasından daha 5 yıl geçmeden Danıştay tarafından, Madencilik Faaliyetleri Ġzin Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’in yürütmesinin durdurulmasına karar vermiş, bu durumdan bir yıl sonra da TBMM’nde kurulan bir Komisyon marifetiyle tüm bu süreç tekrar masaya yatırılmış ve 2010 yılında Maden Kanununda önemli değişiklikler yapılmıştır.

Genel olarak bakıldığında; ülkemiz madencilik sektörünün istenilen düzeyde gelişmemiş olmasının nedeni yalnızca mevcut Maden Kanunu değildir. Diğer pek çok alanda olduğu gibi; madencilik alanında da yol alamayışımızın belirgin nedenleri arasında; stratejik öngörüyle insan kaynakları planlamasını da göz önüne alan ulusal kalkınma modellerinin bir türlü geliştirilememesidir. Uluslararası finans kuruluşlarının güdümünde ekonomik ve sosyal politikaların uygulanmaya çalışılması, özellikle son yirmi yılda planlama düşüncesinin tamamen bir kenara bırakılması, ekonominin sanayileşme ve yatırım artışlarına dayalı dengeli bir yapıya kavuşturulamaması, sanayileşmenin olmazsa olmaz koşulu olan teknoloji üretimini sağlamak amacıyla geliştirilmesi ve uygulanması gereken ulusal bilim ve teknoloji politikalarımızın olmayışı, yönetsel yapılardaki verimsizlik, yolsuzluk ve yozlaşma bulunmaktadır.

 

MADENCİLİĞİN ÖZELLİKLERİ

Madenciliği diğer sektörlerden ayıran özellikler şunlardır;

– Madenciliğin her aşaması risklidir.

– Yapılan yatırımın geri dönüş süreci uzundur.

– Madencilikte yer seçim şansı yoktur, bulunduğu yerde işletilmesi zorunludur.

– Çevreye etkisi önlenebilen veya kontrol edilebilen bir sektördür.

– Madencilik faaliyetleri, genellikle kırsal kesimlerde yapıldığından göçü önler.

– Madencilik yapılan bölgeler daha hızlı kalkınırlar.

– Kalkınmak için madenlerin işletilmesi zorunludur.

– Madencilik, krizlerden en çok etkilenen sektördür.

-Madencilik faaliyetlerini kısa süreli olsa dahi durdurmak mümkün değildir, üretim yapılmasa da faaliyetlerin sürdürülmesi gereklidir.

1998 yılında yapılan bir araştırmaya göre, dünyadaki 152 ülkenin her birine düşen ortalama maden sayısı 9.3’tür. 51 maden türü dikkate alınarak yapılan sıralamaya göre, ABD’de 43 adet maden türü üretilmektedir ve 1. konumdadır. Ülkemize kıyasla yüzölçümleri daha büyük olan ülkelerde, örneğin Avustralya’da 35, Brezilya’da 35, Çin’de 31 adet maden türü üretilmektedir.

Almanya’da yapılan bir araştırmada bir insanın yaşamı boyunca tükettiği belli başlı madenlerin miktarları şöyle belirlenmiştir. Madencilik sektörünün taşıdığı önemi, değişik bir yönden değerlendiren bu büyüklükler; demir cevheri 10,5 ton, diğer madenler 0,4 ton, linyit cinsinden kömür yaklaşık 86 tondur. Toplam maden miktarı ise 97 ton/kişi olup, 60 yıllık yaşam süreci kabulüyle yıllık tüketim 1,6 ton/kişi hesaplanmaktadır. Bir binek otomobilin yapımında kullanılan madenlerin tüketim değerlerinin burada verilmesi de çok ilginç olacaktır. Önemli madenlerin tüketimleri cevher (tüvenan) bazında, demir 2,249 ton, bakır 1,179 ton, kurşun 0,435 ton, çinko 0,326 ton, barit 0,254 ton, mika 0,113 tondur. Toplam miktar ise yaklaşık 4.5 ton olmaktadır. Tüm bu verilerden hareketle, alüminyum, bakır, çinko, kurşun, kalay vb bazı madenlerin “geri kazanım” yoluyla tekrar kullanıldığının (ortalama geri kullanım oranı yaklaşık % 32,4) dikkate alınması durumunda bile, dünya ölçeğinde artan boyutta madencilik etkinliklerinin devam edeceğini çok rahatlıkla öngörebiliriz.

 

DÜNYADAN BAZI BİLGİLER

Yaşadığımız dünyada sanayii ve sanayileşmenin geleceğini, çok uluslu şirketler aracılığı ile gelişmiş sanayi ülkelerinin yaklaşımları ve politikaları belirlemektedir. Günümüzde teknolojinin gelişmesi ve çevreci-yeşilci akımların sanayileşme girişimlerini denetler bir duruma gelmesi sonucu, önümüzdeki dönemlerde madenciliğin yok olacağı, madenlerin yerini eşdeğeri olabilecek polimerler, plastik ve metal hurdalarının (metal recycling) alacağı dillendirilmektedir. Madenciliğin ülke ekonomisine katkısı incelenirken, madencilik faaliyetleri, üretilen hammaddeleri son ürünlere dönüştüren sektörlerle beraber değerlendirilmelidir. Madenciliğin ekonomiye olan katkısının düşük görünmesinin nedeni bu değerlendirmenin yapılmamasıdır.

Bu nedenlerle; ekonomik kalkınmayı ve yoksulluğun azaltılarak gelir dağılımının düzeltilmesi hedeflerine yönlendirilen bir “Madencilik Politikası” oluşturmanın, gerek kamu ve toplum yararı gerekse madencilik sektörünün gelişimi bakımından son derece büyük önem taşımaktadır. Her tür ekonomik faaliyette olduğu gibi madencilik faaliyetlerinde de amaç, insanın refah ve mutluluğudur. Madencilik sektörünün geliştirilmesine yönelik oluşturulacak tüm amaç ve hedefler ile uygulamalar, her şeyden önce insan odaklı ve bilimsel temeller üzerinde geliştirilmelidir. Ġnsan onuruna ve emeğine saygı, madencilik faaliyetlerinin planlanma ve uygulanmasında hareket noktası olmalıdır. Kamu yararı öncelikli olarak göz önünde tutulmalıdır.

(…)

1950’li yıllara kadar Batı Avrupa ülkeleri tek başına maden üretiminin % 60’ına yakınını gerçekleştirmekteydi. Bu yüzyılın başlarında ingiltere’nin 900 binden fazla işçi ile yılda 270 milyon ton, Almanya’nın 600 bin işçi ile 190 milyon ton taş kömürü ürettiği dikkate alınırsa bu ülkelerde madenciliğe ne kadar önem verdiği anlaşılır. O tarihlerde Rusya’nın kömür üretimi 20 milyon tondu ve yüzyılın başında Rusya’nın demir üretimi 3 milyon ton iken Ġngiltere ve Almanya’nın toplam üretimi 30 milyon ton sınırını geçmişti.

Sanayileşmenin Avrupa’da başlamasına nedensiz değildir. Madencilik sektörü, sanayileşmeye her zaman öncülük etmiştir. Sanayi Devrimini oluşturmuş ve geliştirdiği sanayi türlerine 28 hammadde ihtiyacı duyan Batı Avrupa ülkelerinin maden üretiminde de önde olmaları şaşırtıcı değildir. Bu dönemde Galler bölgesinde üretilen kömürlerin ve Ġngiltere’de bulunan çelik fabrikalarının Ġngiliz ekonomisine çok önemli katkıları olmuştur. Ġngiltere maden üretiminde dünya birinciliğini 1910 yılında Almanya’ya kaptırmıştır. Dünyanın en yoğun sanayi konsantrasyonunun “Ren Ekseni” etrafında ortaya çıktığı, bunun da Ruhr Havzası kömürleri ile Alsas-Loren demirlerine bağlı olduğu bilinmektedir.

(…)

Savaşın ardından Avrupa’daki sermaye birikiminin büyük bir bölümünü ülkesine çeken ABD’nin dünya maden üretimindeki payının Avrupa’yı geçtiği görülmektedir. Savaştan çok kısa bir süre sonra başta petrol ve enerji kaynakları olmak üzere dünya maden üretiminin % 40’ına yakın bir bölümü ABD eliyle yapılır olmuş ve böylece bu ülkenin sanayileşmesinde madencilik başat bir rol üstlenmiştir. Bu dönemde, ABD’nde oluşturulan finans yapısı ve geliştirilen teknolojilere paralel olarak özellikle metalürji ve cevher hazırlama alanlarında büyük ilerlemeler kaydedilmiştir.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği’nin hem Avrupa’yı hem de ABD’ni geçerek % 30’a yaklaşan bir oran ile dünyanın en büyük maden üreticisi durumuna geçtiği görülmektedir. Sovyetler Birliği’nin bir süper güç olmasına da madencilik sektörü öncülük etmiştir. Bu ülkenin 112.000’i üniversite mezunu olmak üzere 500.000 kişiyi maden aramalarına sevk ettiği dikkate alınırsa, madenciliğe ne kadar önem verildiği kolayca anlaşılabilir.

 

MADEN ŞİRKETLERİ ve ŞİRKET BİRLEŞMELERİ

Tüm dünyada yaşanan savaşların ardından maden ve hammadde üreticisi ülkeler pazar şartlarını lehlerine çevirebilmek için çeşitli birlikler kurmuşlardır. 1960 yılında kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Birliği (daha sonra AET ve AB), 1971 yılında kurulan OPEC, 1967 tarihli Bakır Ġhracatçılar Birliği CĠPEC, 1974 tarihli Boksit Birliği ĠBA, 1979 tarihli Demir Ġhracatçıları Birliği AIEC, 1975 yılında kurulan Cıva Birliği ASSIMER, 1974 yılında Fas’da kurulan Fosfat Ġhracatçılar Birliği ile Uluslararası Kalay Üreticileri Birliği olan ATPC bunların en tanınmış olanlarıdır. Hammadde fiyatlarının istikrarı konusunda AET tarafından STABEX sistemi teklif edilmiş, madenci ülkelere fiyatlar düştüğünde aradaki fark kadar kredi verilmesi öngörülmüştür.

Özellikle 1980’lerden itibaren dünya metal fiyatlarındaki yükseliş, sanayi sektörlerinin ikame ürünlere yönelmeleri ya da geri dönüşüm teknolojilerine ağırlık vermeleri sonucunu doğurmuştur. Aynı dönemdeki bir diğer gelişme ise, metal hammadde tüketiminin göreli daha az olduğu elektronik sektörüyle hizmet sektörlerinin, diğer sektörlere oranla yükselme eğilimine girmiş olmasıdır. Bu gelişmeler, dünya metal talebinin büyük ölçüde düşmesine neden olmuş, özellikle çok uluslu madencilik şirketlerinin karlarında önemli kayıplara yol açmıştır.

Aynı dönemlerde dünya madencilik endüstrisinde, konsolidasyona yönelik çabalar 1980’li yıllardan itibaren başlamış, özellikle son yıllarda hız kazanmıştır. Dünya madencilik endüstrisi, şirket birleşmeleri bakımından, özellikle son on yılda önemli bir hareketlilik göstermiş, 1995 yılından 2001 yılına kadar geçen 7 yıllık sürede, şirket birleşmeleri için harcanan para 195 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. Şirket birleşmeleri açısından 2001 yılı, rekor yılı olup, ilk 9 ayında 57,9 milyar dolarlık birleşme gerçekleşmiştir. 6 2008 yılında sadece BHP Billiton firmasının Rio Tinto şirketini satın almak için önerdiği rakam ise 50 milyar dolardır.

Dünya madencilik endüstrisinde şirketlerin birleşmeler şeklinde büyümeleri ve toplam üretim ve pazarlamadan daha fazla pay almaları, çok uluslu şirketler için, diğer ülkeler üzerinde daha fazla güç kullanabilme anlamına gelmektedir. Bu güç, madencilik sektörlerinde, gerek mülkiyet ve yönetim değişikliklerini sağlamaya, gerekse çok uluslu şirketlerin pazara girişinin önündeki engellerin kaldırılmasına yönelik olarak, ilgili ülke yasalarının değiştirilmesinde etkin olarak kullanılmaktadır.

(…)

GÜNÜMÜZ DÜNYA MADENCİLİĞİNE GENEL BAKIŞ

Günümüzde dünya üzerinde gelişmişliğin göstergeleri olarak nitelendirilen demir-çelik, enerji ve tarım ürünleri üretimindeki devamlılık büyük ölçüde madencilik ürünleri ile sağlanmaktadır. Bilindiği gibi demir-çelik’in hammaddeleri, demir cevheri ve kömür, enerji hammaddelerinin % 75-80’i maden ürünleri olan, kömür, petrol, doğalgaz gibi fosil yakıtlardır. Tarımın ana girdisi olan gübre üretiminde kullanılan hammaddelerin % 90’ı madencilik faaliyetleri sonucunda elde edilmektedir. Ayrıca, tüm sanayi dallarının ürünlerinde veya kullandıkları araç ve gereçte, doğrudan veya dolaylı olarak maden ürünlerine ihtiyaç vardır. Kimya, seramik, çimento, toprak, metalürji, gıda, makine, ilaç, boya, cam ve refrakter sanayileri ve inşaat sektörü başta olmak üzere, dolgu maddeleri, doğal boyalar, süzücüler, aşındırıcılar, değerli taşlar, sondaj çamurları, gübre, elektronik ve kimya endüstrilerinin en önemli girdisi madenlerdir. Kısaca ifade etmek gerekirse, endüstriyel gelişmenin temelinde, yerkabuğunda maden yatakları şeklinde zenginleşmiş minerallerin ve yararlı kayaçların aranması, üretilip nakledilmesi ve hazırlanması ile ilgili ve bir plana göre yapılan çalışmaları kapsayan madencilik sektörü vardır.

Grafik 4 – Dünyada Madencilik Yatırımların Ülkeler Bazında Parasal Olarak Dağılımı

 

Kaynak: Metals Economics Group 2008

Ülkelerin kalkınma ve ekonomik gelişiminde önemli yeri olan madencilik ve entegre üretim sanayi, en büyük katma değeri yaratmaktadır. Gelişmiş ülkelerde halen, GSMH’da madenciliğin payı; ABD’de % 5, Almanya’da % 4.0, Kanada’da % 3.7, Avustralya’da % 6.5, Rusya’da % 22, ġili’de % 8.5, G.Afrika’da % 6.5, Brezilya’da % 3 ve Türkiye’de ise % 1.2 düzeyindedir. Bunların dışında madencilikte gelişmekte olan ülkeler arasında Arjantin, Meksika, Küba, Ġspanya ve Özbekistan sayılabilir. Çin ve ABD; dünyada madencilik üretimi en yüksek düzeyde olan ülkedir. ABD’nin yıllık maden ve madene dayalı sanayi üretimi 2007 yılında 475 milyar dolar olmuştur. ABD ve Çin’i, Avustralya, Güney Afrika, Rusya ve Brezilya izlemektedir. (Devam edecek)

Nadir Avşaroğlu

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir