Search
Close this search box.

Sağ Partilerden Memlekete Hayır Gelmez!- Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

SAĞ PARTİLERDEN

MEMLEKETE HAYIR GELMEZ!-

(Geçim, Savaş, Seçim)

 

 

 

         “Sarayın yolunu bilmeyenlere hükümet kurma görevi vermem” diyerek CHP liderine görev vermeyen taraflı reisicumhur ve önderliğindeki AKP, 7 Haziran seçim sonuçlarını içlerine sindiremeyerek, ülkeyi yeniden seçime götürüyor.

 

1Kasım’da yapılacak seçime öyle bir gidiş var ki, ülkenin dağlarında, ovalarında, kentlerinde savaş yaşanıyor. AKP’nin iktidar döneminde derinleşen ayrılıkçı hareketle devlet güçleri çatışıyor, masum kanı oluk oluk akıyor, yeminini çiğneyip taraf olmuş reisicumhur ile beceriksiz, aymaz iktidarın yüzünden ülke yangın yerine döndü, üretim durdu, işsizlik, yoksulluk arttı, yurttaş kan ağlıyor; nafile barış çağrıları sürüyor. Reisicumhurun dayatmasıyla gidilen seçimden AKP istediği sonucu alsa bile birikmiş sorunları çözmesi olanaksız görünüyor. Böyle bir ortamda seçimin nasıl yapılacağı da ayrıca merak konusu!

 

Osmanlı’nın son dönemleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin çok partili yaşama geçtiği dönemden beri, birkaç istisna dışında, ülkeyi, halkın kutsal değerlerini istismar etmeyi iş edinmiş, kamuculuğa tavır alan, özel mülkiyeti ve girişimi savunan, kapitalizmi öven sağcı, dinci, muhafazakâr siyasi partiler yönetiyor.

 

Bu partiler, devleti ve ülkeyi yönetme hakkını hep kötüye kullanmışlar, çözmeleri gerekli sorunlara sorun katarak, insan haklarını hiçe sayarak, demokrasi ilkelerini ve hukuk kurallarını çiğneyerek kargaşa çıkarmışlar, halkı birbirine düşürmüşler, normal yoldan iktidarı bırakmayı becerememişler, ihtilal ve darbelerle yüz yüze kalmışlardır.

 

Sağ parti iktidarlarının halkı kaynaştırıp birleştirdiğine, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel sorunları kalıcı biçimde çözdüğüne, adaletli olduğuna, yurttaşa huzurlu ve güvenli bir ortam sağladıklarına ilişkin en küçük bir örnek bulmak, hemen hemen yok gibidir. Örnekler, genellikle, yalan, talan, boş vaat, “bir bayramlık bir idamlık gömleğim var, şehit olurum ” gibi efelenmeler (hamaset) üzerinedir.

 

Örneğin, cumhuriyetin onuncu yıl marşında yer alan, “demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” sözlerine karşın, demir yolu ulaşımına “komünist işidir” diyerek cephe almışlar, demiryolu, denizyolu ulaşımını ikinci plana iterek karayolu ulaşımını öne çıkararak, “kullanmak özgürlüktür” diyerek montaja dayalı, petrole bağımlı araç kullanımını özendirip yaygınlaştırmışlar, yolları, alanları, caddeleri, sokakları araba işgaline uğratıp ülkeyi araç çöplüğüne çevirmişlerdir.

 

Sorumluluk duyan kişi ve çevrelerin, “Boğaza köprü yapmayın, bir köprüyle yetinmezsiniz, boğazın güzelliğini, tarihi dokuyu bozarsınız!” sözlerine kulak tıkayarak, bu sözleri söyleyenleri “gelişmenin ve büyümenin düşmanı” ilan ederek, “Asya ile Avrupa’yı birleştiriyoruz, çağ atlıyoruz” masalı altında, İstanbul’un orman alanlarını, su havzalarını tahrip ederek, altından girip üstünden çıkarak, ikinci köprüyle yetinmeyip üçüncüsünün yapmaya başlayarak, dünyanın en güzel kentlerinden birisi olan İstanbul’un tarihi dokusunu bozarak, çevre kirliliği, trafik keşmekeşi içine sokup öldürmüşlerdir.

 

Plana “pilav” diyerek, dere yataklarına evler, ırmak, göl, deniz kıyılarına villalar yapılmasına göz yummuşlar, kamu arazilerini yağmalayarak gökdelenler dikerek, ne çevre, ne kıyı, ne tarihi doku, ne de sit alanı bırakmışlardır. Ülkenin kaynaklarını ve birikimlerini çok uluslu şirketlere haraç mezat satarak, çalarak, çırparak har vurup harman savurmuşlar, toplumu üretici değil tüketici yaparak, ülkeyi atından kalkamayacağı borç yükünün altına sokarak, eğitimi, sağlığı paralıya dönüştürerek, bilimsel laik eğitimi dışlayarak, ülkenin ve gençlerin geleceğini karartmışlardır.

 

Bunların işi gücü, cumhuriyetin değerleriyle savaşmak, özgür yurttaş yerine kul yetiştirmek, milleti ümmete dönüştürmek, masum kanına girmek, insanları canından bezdirerek haksızlığı, hukuksuzluğu kanıksatmak; yaptıklarının hesabını vermemek, yargıdan kaçmak, iktidar olmak ve iktidarda kalmak için kutsal dini değerleri kullanmak, hukuk ve ahlak dışı yollara sapmak, yiyiciliği olağanlaştırmak, yüksek elektrik, su, doğalgaz, benzin, mazot giderleriyle, dolaylı dolaysız vergilerle halkı soymaktır.

 

Meşrutiyet ve cumhuriyet dönemlerinde kurulmuş ve iktidar olmuş sağ partilerin doğuşuna, gelişimine, politikalarına, eylemliliklerine, liderlerinin söz ve davranışlarına bakıldığında bu durum çok net olarak görülür.

 

1789 Fransız Devrimi’nin etkisiyle Osmanlı’da azınlık milliyetlerin hareketlenmesi, 1836’da Tanzimat’ın ilanı, 1853 Osmanlı-Rus savaşı sonrası azınlıklara geniş haklar tanıyan 1856 Islahat fermanın kabulü ile düzen karşıtı siyasi örgütlenmeler başlar. İlk siyasi örgütlenme, 1859’da İstanbul’da kurulan gizli Fedailer Cemiyeti’dir. Bu cemiyetin üyeleri, Padişah I. Abdülmecit’e suikast düzenleyecekleri savıyla soruşturulur, Kuleli Kışlası’nda yargılanır ve cemiyet de dağılır. Bunu, Namık Kemal ve arkadaşlarının kurduğu gizli İttifak-ı Hamiyet Cemiyeti (1865) izler. Bu cemiyetin üyeleri de Sadrazam Ali Paşa’ya suikast düzenlemek ve darbe planlamak savıyla soruşturmaya uğrar, Namık Kemal ve Şinasi’nin aralarında bulunduğu birçok kişi Avrupa’ya kaçar.

 

Avrupa’ya kaçan İttifak-ı Hamiyet üyeleri Genç Osmanlılar adıyla yeniden örgütlenir, 1867’de Paris’te Genç Osmanlılar Cemiyeti’ni kurar. Sadrazam Ali Paşa’nın 1871’de ölmesi üzerine de Namık Kemal ile bazı cemiyet üyeleri İstanbul’a döner.

 

Namık Kemal, 1872’de Ahmet Mithat Efendi’nin yönetiminde çıkan İbret Gazetesi’nin başyazarlığını üslenir. Yazıların ve özelikle Vatan Yahut Silistre adlı piyesin toplumda yarattığı heyecanın büyümesinden çekinen Padişah Abdülaziz, Ahmet Mithat Efendi’yi Rodos’a, Namık Kemal’i de Magosa’ya sürer.

 

12 Mayıs 1876’da Fatih, Beyazıt, Süleymaniye medreselerinden çıkan talebeler, Rus yanlısı diye damgalanan Sadrazam Mahmut Nedim Paşa’ya karşı Bab-ı Ali’ye yürür. Olay üzerine Padişah Abdülaziz sadrazamı, şeyhülislamı, harbiye nazırını görevden alır; Mütercim Şükrü Paşa’yı sadrazamlığa, Hüseyin Avni Paşa’yı seraskerliğe, Hayrullah Efendi’yi de şeyhülislamlığa atar, Mithat Paşa’da sandalyesiz nazır (bakan) olarak hükümete girer, Şura-ı Devlet (Danıştay) başkanı olur.

 

29 Mayıs 1876’da Serasker Hüseyin Avni Paşa, Bahriye Nazırı Kayserili Ahmet Paşa, Askeri Mektepler Nazırı Süleyman Paşa’nın başını çektiği bir grup asker, Dolmabahçe Sarayı’nı kuşatır, Abdülaziz’i tahtan indirir, veliaht Murat Efendi’yi V. Murat adıyla tahta oturtur.

 

Abdülaziz 4 Haziran 1876’da tutulduğu Feriye Sarayı’nda intihar eder. Ortam gerilir, 15 Haziran günü Çerkez Hasan, Bakanlar Kurulu’nu basar, meşruiyetin ilanına sürekli karşı çıkan Serasker Hüseyin Avni Paşa ile Hariciye Nazırı Reşit Paşa’yı öldürür, Bahriye Nazırı Kayserili Ahmet Paşa’yı da yaralar, yakalanır, yargılanır, asılır.

 

Padişah V.Murat ruhsal hastadır, işleri yürütemez. Mithat Paşa veliaht Abdülhamit’le görüşür, Meşruiyeti ilan etmesi koşuluyla padişah olmasının destekleneceğini söyler, anlaşırlar. V.Murat’ın hasta olduğuna ilişkin şifahaneden rapor, padişahlık yapamayacağına ilişkin şeyhülislamdan fetva alınarak tahtan indirilir ve 31 Ağustos 1876 tarihinde veliaht Abdülhamit, II. Abdülhamit adıyla tahta oturur.

 

Padişah II. Abdülhamit, 17 Aralık 1876’da Mithat Paşa’yı sadrazamlığa atar. Hazırlanan Kanun-i Esasiyi (Osmanlı Anayasası) 23 Aralık 1876’da yürürlüğe koyar ve I. Meşruiyet’i ilan eder. Sonrada, yetkilerini kısıtladığını düşündüğü bu Kanun-i Esasi’yi, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşını (93 Harbi) bahane ederek 18 Şubat 1878’de askıya alır, Osmanlı Meclis-i Umumisi’ni tatil eder. Mithat Paşa ile Mahmut ve Nuri paşaları Abdülaziz’in intiharından sorumlu tutar, Yıldız Sarayı’nda kurduğu özel mahkemede yargılatır, verilen idam cezalarını sürgüne çevirerek Mithat Paşa’yı Taife sürer ve 7/8 Mayıs 1984 gecesi boğdurur.

 

Mithat Paşa’nın boğdurulması, istibdada karşı örgütlü mücadeleyi hızlandırır, Askeri Tıbbiye’de okuyan İshak Sukuti ve arkadaşları, 1889’da İstanbul’da gizli İttihad-ı Osmanî Cemiyeti’ni kurar ve Paris’te bulunan Ahmet Rıza Bey’le ilişkiye geçer. Ahmet Rıza Bey, 1895’te cemiyetin Paris şubesi başkanlığını üstlenir, merkez üyeleriyle görüşerek, cemiyetin adını Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti olarak değiştirir.

 

Avrupa’da, teokratik, mutlakıyetçi Osmanlı despotizmine karşı mücadele eden Genç Osmanlılara, Jön Türk (Genç Türk) denir. Jön Türklerle II. Abdülhamit arasındaki mücadele açık, gizli yöntemlerle sürerken, Padişahın kız kardeşiyle evli Mahmut Celalettin Paşa’nın akçalı işler nedeniyle Sarayla arası açılır, oğulları Sebahattin ve Lütfullah’ı da yanına alarak Paris’e kaçar, cemiyeti maddi ve manevi yönlerden destekler.

 

Mahmut Celalettin Paşanın oğulları Prens Sabahattin ve Lütfullah Beyler, uğraşlarıyla cemiyetin önde gelen adları arasına girerler. Bir durum değerlendirmesi yapmak, mücadelenin yol ve yöntemlerini belirlemek için Jön Türk Kongresi toplanmasını önerirler. Cemiyet öneriyi olumlu bulur, Osmanlı tebaası milliyet temsilcilerini de kongreye davet eder. 4-9 Şubat 1902’de, Osmanlı tebaası Arap, Arnavut, Bulgar, Ermeni, Rum örgüt temsilcilerinin de bulunduğu 47 kişi, Fransız Akademi üyesi Lefere Pountalis’in evinde toplanır.

 

Birinci Jön Türk Kongresi de denilen bu kongrede, Ahmet Rıza Bey’in Auguste Comte’den esinlenen “düzen ve ilerleme” savlı otoriter, devletçi, merkezci görüşü ile Prens Sabahattin’in Edmon Demolis’ten etkilenen “yerinden yönetimci, serbest girişimci” liberal görüşü karşı karşıya gelir.

 

Birinci görüş yanlıları, “Yalnız propaganda ve yayınla ihtilal yapılamaz, askeri kuvvetlerin çalışmaya katılması gerekir” derken; ikincisi görüş taraftarları “ihtilal için yabancı müdahalenin davet edilmesi” üzerinde dururlar.

 

Ahmet Rıza Bey ve arkadaşları, yabancı müdahalesi ve davetine şiddetle karşı çıkarsa da, azınlık milliyet temsilcilerinin desteği ile kongre yabancıların Osmanlıya müdahale için davet edilmesi önersini kabul eder. “Devlet yönetiminde reform yapılması, âdem-i merkeziyetçi bir yapı kurulması, şahsi teşebbüsün geliştirilmesi” Jön Türk programına sokulur.

 

Böylece Birinci Jön Türk Kongresi, merkezci/âdem-i merkeziyetçi, yerli güce dayanan / yabancı güçten medet uman olarak ayrışır. Bu ayrışma, günümüzde de süren temel siyasi bir ayrışmadır, milli / gayrimilli nitelemesiyle somutlaşır.

 

Ayrışma üzerine Prens Sabahattin ve çevresi, 1902’de Hürriyetperveran Cemiyeti’ni, sonrada 1906’da Teşebbüs-ü Şahsi Âdem-i Merkeziyet Cemiyeti’ni kurar.

 

Ahmet Rıza Bey ve çevresi, 1906 yılında Selanik’te İsmail Canpolat, Mithat Şükrü (Bleda) ve arkadaşlarınca kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile Paris ve İstanbul’da örgütlenen Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti’ni, 27 Eylül 1907 tarihinde, bir protokolle birleştirir. Bu birleşmeye, Mustafa Kemal’in 1905’te Şam’da kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti üyeleri de katılır ve birleşik cemiyet, İttihat ve Terakki adını kullanır.

 

Aralık 1907’de Paris’te, Ahmet Rıza Bey’in başında bulunduğu Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti ile Prens Sabahattin’in başını çektiği Teşebbüs-ü Şahsi Âdem-i Merkeziyet Cemiyeti arasında bir yakınlaşma doğar ve 27 Aralık 1907’de İkinci Jön Türk Kongresi toplanır.

 

Bu kongrede, ayrışmaya neden olan dış müdahale istemi gündeme getirilmez, “Osmanlı Devleti’ni oluşturan milliyetlerin birlik olmayı başarması, çabaların birleştirilerek II. Abdülhamit’in tahtan indirilmesi, meşruti bir düzenin kurulması, sonuç alana kadar ihtilal yolunda ısrar edilmesi, silahlı direnme, ordu içinde çalışma, örgütlenme yapılması” kabul edilir.

 

Birinci Jön Türk Kongresine katılan Bulgar, Arnavut, Rum kökenli örgüt temsilcileri, çağrıya karşın, ikinci Jön Türk kongresine katılmazlar, müslim / gayrimüslim ayrımı örgütlenmeye, mücadeleye yansır.

 

Avrupa devletleri, 1907 yılının sonlarında Osmanlı’dan ayrılma niyetinde olan Makedonya ve sorununu öne çıkarır, Osmanlı’ya baskıyı artırır. Buna, “mektepli subayları” örgütleyen İttihat ve Terakki tepki gösterir, Rusya dışında, Avrupa ülkeleri konsolosluklarına birer mektup gönderir; “Makedonya diye bir devletin olmadığını… Osmanlı’dan ayrılmayı amaç edinmiş Bulgar, Sırp, Rum komitacılarına yardım yapılmamasını…” ister.

 

8/9 Haziran 1908’de Reval’de bir araya gelen İngiltere Kralı VII Edward ile Rus Çarı II. Nikolay, Osmanlıya yaptırım uygulanması konusunda anlaşır. İttihat ve Terakki, bu yaptırımları geçersiz kılmak için Meşruiyetin ilanını zorunlu görür ve ayaklanmayı başlatır. 6 Temmuz 1908’de Kolağası Niyazi Bey askeri birliğin başında Resne dağlarına, Kolağası Eyüp Sabri Bey Ohri dağlarına çıkar, Binbaşı Enver Bey ise Selanik’ten yola çıkarak demiryolu boyunca bütün askeri birlikleri ayaklandırır. 23 Temmuz’da Köprülü kasabasını ele geçirirler, Selanik, Manastır, Preşova, Üsküp, Kosova ve Serez’i içine alacak şekilde Meşrutiyet’i ilan ederler.

 

Ayaklanmanın bütün Osmanlı mülküne yayılmasından çekinen II. Abdülhamit, 24 Temmuz 1908’de, Kanun-i Esasiyi bir tebliğ ile yeniden yürürlüğe koyar ve böylece II. Meşrutiyet dönemi başlar.

 

  1. Meşrutiyet’in ilanının ardından Prens Sabahattin, âdem-i merkeziyetçi görüşleri nedeniyle gerekli ilgiyi göremediğini ileri sürerek, İttihat ve Terakki ile olan tüm ilişkilerini keser; 14 Eylül 1908’de kurulan Osmanlı Ahar Fırkası’na girer, çalışmalarına destek olur.

 

Kasım ve Aralık 1908’e Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı için seçim yapılır, Ahar Fırkası seçime katılır, ancak gizli teşkilatını koruyarak legal fırkaya (partiye) dönüşen İttihat ve Terakki karşısında fazla başarılı olamaz.

 

Meşruiyet’in ilanı, seçimlerin yapılması, bir özgürlük ortamı yaratır ve İttihat ve Terakki karşıtı siyasi fırka ve cemiyetlerin kurulmasının yolu da açılır. Yeni kurulan bu parti ve cemiyetlerin tipik özelliği, Meşruiyete karşı olmaları ve yayın yoluyla yoğun dini propaganda yapmalarıdır. Bu kesimin sözcülüğünü Derviş Vahdeti’nin yönettiği Volkan gazetesi yapar, İttihatçılara, “birkaç herif-i naşerif (dinsiz adam)” der.

 

Derviş Vahdet’i, 1909 yılının başlarında aralarında Said-i Kürdi’nin (Said-i Nursi) de bulunduğu kişilerle İttihat-ı Muhammedi Fırkası’nı kurar. Kurucuların büyük çoğunluğunu dervişler, dini görevliler ve alaylı (okullu olmayan) askerler oluşturur. Askerlerin tamamı fırkanın fahri üyesi kabul edilir ve “Meşrutiyetin sona erdirilmesini, Padişaha yetkilerinin geri verilmesini, şeriatın güvence altına alınmasını,” isterler.

 

Dini propagandanın etkisiyle, İstanbul boğazını korumakla görevli avcı taburunun Taksim Kışlası’ndaki (Gezi olaylarının olduğu yer) alaylı askerleri, subaylarını tutuklayarak, 31 Mart’ta (13 Nisan) 1909’da isyan başlatırlar. 1. Ordu askerleriyle, ulema ve mürtecilerle birleşerek birkaç gün içinde İstanbul’u ele geçirirler. Meclis-i Mebusan’ı kuşatarak “Sadrazamın ve Meclis’i Mebusan Başkanı Ali Rıza Bey’in görevden azlini, yerlerine ‘dini bütün’ birilerinin atanmasını, İttihatçı mebusların İstanbul’dan sürülmesini, ordudan atılan alaylı subayların geri alınmasını, şeriat hükümlerinin uygulanmasını,” isterler. Azgınlaşarak Adliye Nazırını Nazım Paşa’yı, Lâskîye Mebusu Şekip (Emir) Aslan Bey’i, Manyaszade Tevfik’i, Kolağası Ali Kulinay’ı öldürürler; İttihat ve Terakki yanlısı olarak bildikleri gazeteleri, matbaaları basarlar, tahrip ederler, yakarlar, yıkarlar.

 

Bu ortamdan yararlanmak isteyen Padişah Il. Abdülhamit, “isyancıları olaydan sorumlu tutulmayacağını, şeriata uyulacağını” bir tebliğ ile ilan eder. Ahmet Tevfik Paşa’yı sadrazamlığa atayarak, ittihatçılar ile isyancılar arasında bir denge kurmaya çalışır. Prens Sabahattin’in başında, Mizancı Murat’ın içinde bulunduğu Osmanlı Ahar Fırkası ise, gizliden isyanı, açıktan Abdülhamit’i destekler.

 

İttihat ve Terakki’nin etkin olduğu Selanik’teki 3.Ordu ile Edirne’deki 2.Ordunun isyanı bastırması, Meşrutiyeti koruması istenir. 3.Ordu Komutanı Mahmut Şevket Paşa ile 2.Ordu Komutanı Hüseyin Hüsnü Paşa isyana müdahale kararı alır. Adını Mustafa Kemal’in koyduğu Hareket Ordusu, Selanik’ten ve Edirne’den yola çıkar, Yeşilköy’de birleşir, Mahmut Şevket Paşa komutasında İstanbul’a doğru yürür.

 

Padişah, Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girişini onaylamak zorunda kalır. 22/23 Nisan 1909’da İstanbul’a giren Hareket Ordusu, başta Taşkışla, Taksim Kışlası, Fatih ve Şehzade Paşa karakollarında ve sokaklarda direnen isyancıları tepeler; sıkıyönetim ilan edilir, Divan-ı Harp Mahkemesi kurulur, mürteci isyancılar yargılanır, 13 elebaşı asılır.

 

Olayların arkasında olduğu saptanan II. Abdülhamit, Meclis-i Mebusan kararıyla, tahtan indirilir ve veliaht Mehmet Reşat, Padişah V.Mehmet adıyla tahta oturtulur.

 

31 Mart 1909 mürteci ayaklanması sonrası Ahar Fırkası kapanır, İttihat ve Terakki’ye muhalefet edecek parti de cemiyet de kalmaz.

 

Mürteci isyanının etkileri azalırken İbrahim Temo ile Abdullah Cevdet, Osmanlı Demokrat Fırkası’nı kurar, bunu Arap ve Arnavut kökenli mebusların kurduğu Mutedil Hürriyetperveran Fırkası izler, sonra da 20-30 ulema ve mebusun bir araya gelerek oluşturduğu dinci Ahali Fırkası ortaya çıkar. Bu partiler, İttihat ve Terakki karşısında önemli bir varlık gösteremezler.

 

İtalyanların 29 Eylül 1911’de Trablusgarp’ı işgal etmesi ortalığı gerer. Bu gelişmeden İttihat ve Terakki’yi sorumlu tutan muhalefet partileri birleşir, İsmail Hakkı Paşa, Dr. Dağavaryan, Mustafa Sabri, Abdülhamit Zöhrevi, Müşir Fuat Paşa, Ferik Süleyman Paşa, Damat Ferit, Volçentrinli Hasan, Miralay Sadık, Dr. Rıza Nur, Tahir Hayrettin’in girişimiyle Hürriyet ve İtilaf Fırkası kurulur.

 

Bağımsızlıkçı, millici, halkçı, devletçi, merkezci İttihat ve Terakki Fırkası’nın karşısına, özel girişimci, yerinden yönetimci, ümmetçi, umudunu dış desteğe bağlamış Hürriyet ve İtilaf Fırkası çıkar.

 

Bu iki fırka arasında, I. ve II. Balkan Savaşı (1912-1913) ile Birinci Dünya Savaş’ı (1914-1918) dönemlerinde büyük çekişmeler, çatışmalar yaşanır. Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesi, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nin imzalanması, Talat, Enver, Cemal paşaların, İngilizlerin eline düşmemek için, parti kararıyla yurtdışına çıkması, İttihat ve Terakki’nin kendini kapatarak (feshederek) liberal Teceddüt Fırkası’na dönüşmesi, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na iktidar yolunu açar.

 

Padişah Vahdettin özünde Hürriyet ve İtilafçıdır ve Birinci Dünya Savaşı’na katılmanın sorumlusu olarak İttihat ve Terakki’yi görür, İtilaf devletlerinin (İngiliz, Fransız, İtalyan) isteğine uygun olarak iktidarı Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na sunar.

 

Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kurduğu hükümetler, İttihat ve Terakki döneminde görev yapmış herkesi İttihatçılıkla suçlar, itilaf devletleri ve padişahın isteği doğrultusunda tutuklanmalar, yargılamalar için büyük çaba gösterir, hilafet ordusu kurarak, Aznavur çeteleriyle milli mücadeleyi boğmaya kalkar.

 

İttihatçı ve İtilafçı ayrımının izdüşümleri milli mücadele sürecinde de görülür. İttihatçı ve itilafçı olmadıkları üzerine yemin ederek Erzurum, Sivas kongresine katılan delegeler, olaylar karşısında, ittihatçı / itilafçı ayrışmasını diriltirler. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti’ni kuranlar, 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisini açanlar, mili mücadelenin sertleşmesi, yeni devlet oluşumunun görünmeye başlamasıyla birlikte yoğun tartışma ve çekişmenin içine girerler. Ankara’daki Millet Meclisi içinde Tesanüt, İstiklal, Halk Zümresi, Islahat gibi gruplar ortaya çıkar.

 

Mustafa Kemal ve arkadaşları ise, yönetime yardımcı olur düşüncesi ile 10 Mayıs 1921’de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Meclis Grubunu oluşturur.

 

Hilafet ve saltanatın hukukunu korumak adına Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti kuranlar olur ve böylece ittihatçılık ve itilafçılık yeniden uç verir. Bursa, Eskişehir ve Kütahya’nın Yunanlıların eline geçmesiyle birlikte Mustafa Kemal’in başkomutan olması tartışmaları, Müdafaa-ı Hukuk Meclis Grubu içinden “ikinci grubun” doğmasına yol açar.

 

26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz’un başlaması, 9 Eylül düşmanın denize dökülmesi, 11 Ekim’de Mudanya Ateşkesi’nin imzalanması, 1 Kasım’da Saltanatın kaldırılması, 17 Kasım’da Vahdettin’in bir İngiliz gemisiyle kaçması, 21 Kasım’da Lozan Barış Konferansı’nın başlaması, 7 Aralık’ta Mustafa Kemal’in Halkçılık İlkelerinin açıklanması, 4 Şubat 1923’te Lozan Konferansı’nın kesilmesi muhalefetin yoğun eleştirilerine neden olur.

 

Bu iç çekişme ve çatışmayı önlemenin yolu olarak seçim görünür, 1 Nisan’da seçimlerin yenilenmesi kararı alınır; aynı gün Mustafa Kemal “dokuz umdeyi (ilke)” yayınlar. 28 Haziran’da genel seçim yapılır, ikinci grup seçimlere katılmaz, birkaç bağımsızın dışında mecliste hükümete muhalefet edecek kimse de kalmaz. 24 Temmuz’da Lozan Barış Antlaşması imzalanır, 18 Ağustos’ta Halk Fırkası’nın resmen kurulur, 29 Ekim’de cumhuriyet ilan edilir ve Mustafa Kemal cumhurbaşkanı seçilir, 3 Mart 1924’te Cumhuriyet Anayasası kabul edilir ve böylece yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, dünyadaki saygın yerini alır.

 

17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulur, mürtecilerin sığınağı olur, 1925 Şeyh Sait İsyanı’ndaki sorumluluğu saptanarak mahkeme kararıyla kapatılır. 12 Ağustos 1930’da kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası da yine Cumhuriyet karşıtlarının sığınağına dönüşür, olayların yoğunlaşması üzerine kuranlar tarafından kapatılır.

 

Hürriyet ve İtilafçı zihniyet, İkinci Dünya Savaşı (1939-1944) sonrası Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün çok partili hayata geçme kararı alması üzerine, ikinci grubun başını çeken Hüseyin Avni Ulaş, Cevat Rıfat İlhan ve Nuri Demirağ gibi kişilerin kurduğu Milli Kalkınma Partisi ile Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na karşı mücadele eden, CHP’nin devletçi görüşlerine karşı çıkarak bu partiden ayrılan Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve arkadaşları tarafından 7 Ocak 1946’da kurulan ve Celal Bayar tarafından desteklenen Demokrat Parti ile yeniden ortaya çıkar.

 

14 Mayıs 1950’de çoğunluk sistemine göre yapılan seçimi kazanan ve CHP’nin elinden iktidarı alan Demokrat Parti’de Celal Bayar cumhurbaşkanı, Adnan Menderes’te başbakan olur.

 

Demokrat Parti’nin yaptığı ilk iş, 14 Haziran’da Türkçe ezanı Arapçaya çevirmektir. Bu parti sonra kültür örgütü olan Halkevlerinin kapısına kilit vurur, mallarına el koyar. Menderes, halka “İsterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz” diyerek laiklik ilkesini çiğneyip dini istismara başlar, subayları hedefe koyarak “orduyu çavuşlarla yönetirim” tehdidinde bulunur, diktatörlük hevesiyle “odunu göstersem milletvekili seçtiririm” havasına girer, “vatan cephesini” kurdurarak milleti cepheleştirir, muhalefeti meclise sokmamaya kalkar, yargılama yetkisi olan tahkikat komisyonu kurdurur, eğitim birliğini bozar, temel hakları çiğner. ABD ve müttefiklerine yaranmak için, meclis kararı olmadan, Kore’ye asker gönderirler, petrol kanunu ve montaj sanayi ile dışa bağımlılığı geliştirip pekiştirirler. Sonuçta da “meşruiyetini yitirdiği” savıyla 27 Mayıs 1960’da alaşağı edilirler. Yasıada’da yargılanırlar, başbakan Adnan Menderes, bakanlardan Hasan Polatkan (Maliye), Fatin Rüştü Zorlu (Dışişleri) asılır; ileri yaşı nedeniyle Celal Bayar asılmaktan kurtulur. Bayar hapisten çıktıktan sonra ömrünün son yıllarını “bu kış Türkiye’ye komünizm gelecek” diyerek tamamladı!

 

27 Mayıs sonrası kurulan Yeni Türkiye Partisi (YTP), Adalet Partisi (AP), Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP), DP’nin siyasi mirası üzerine oturmak isterler. Süleyman Demirel’in partinin başına geçmesiyle Adalet Partisi bayrağı kapıp öne çıkar. Adalet Partisi döneminde de bolca din istismarı vardır, cumhuriyetin laiklik ilkesi çiğnenir, emperyalizme bağımlılık artar, montaj sanayi yaygınlaşır, şiddet tavan yapar, 12 Mart 1971’de askeri müdahale olur, “yollar yürümekle aşınmaz diyen” Demirel istifa eder, Nihat Erim başkanlığında teknokratlardan oluşan bir hükümet kurulur, solun üstüne balyoz gibi inilir, sıkıyönetim mahkemeleri hızlı çalışır, Meclisteki infaz oylamasında , “üçe karşı üç” diyerek idamın infazı yönünde tavır alır Demirel’in çabalarıyla Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan asılır; Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere’de yok edilir, İbrahim Kaypakkaya Diyarbakır emniyetinde işkenceyle öldürülür.

 

12 Mart sonrası süreçte Ecevit’le CHP hükümet kursa da sonunda yine Demirel ortaya çıkar, Milliyetçi Cephe hükümetlerini oluşturur, “Herkes göğsünü gererek Müslümanım diyebilir!”, “Tetik çekenle tespih çeken bir midir?”, “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz!” gibi veciz sözleri söyler, Maraş, Sivas, Çorum katliamları yaşanır. Çorum katliamı sorulunca da “Çorumu Bırak Fatsa’ya Bak” diyerek hedef şaşırtır, 12 Eylül darbesiyle yüz yüze kalır.

 

12 Eylülden sonra bayrağı, dört eğilimi birleştirdiğini savunan Turgut Özal’ın Anavatan Partisi alır. Turgut Özal, “Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam cezalarının infazı yapılsın” diye 12 Mart hükümetine mektup yazandır. Demirel’in danışmanıdır, ülkeyi sömürgeleştiren, çalışanların ekonomik, sosyal hakların budanmasına neden olan, 24 Ocak 1980 kararlarının baş mimarıdır; 12 Eylül faşist darbesi sonrası kurulan hükümetin ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısıdır. 1983 Anayasa’sının kabulünden sonra kurulan Anavatan Partisi ile 6 Kasım 1983’te yapılan seçimi kazanarak önce başbakan, sonra da cumhurbaşkanı olandır. Türk Parasını koruma kanununu yürürlükten kaldıran, gümrük duvarlarını indiren, özelleştirmeyi geliştiren, ülkeyi emperyalizmin yağmasına açandır. “Bir koyup üç alacağım” diye hayaller kuran, Kerkük fatihliğine soyunan, emperyalizmin Irak’ı parçalamasına katkı sunan, “Benim memurum işini bilir” diyerek yolsuzluğu, “Anayasayı bir kez çiğnenmekle bir şey olmaz diyerek” hukuksuzluğu kalıcı kılan, meşrulaştırandır.

.                   

Özal’ın cumhurbaşkanın olması, halkoylamasıyla Ecevit’in, Demirel’in, Erbakan’ın ve Türkeş’in siyasi yasağının kalkması ile 20 Ekim 1991’de yapılan seçim sonunda Anavatan Partisi meclisteki çoğunluğunu kaybeder. Demirel’in başında bulunan DYP ile Erdal İnönü’nün başında bulunduğu SHP önde çıkar ve koalisyon kurarlar. Özal’ın kalp krizi geçirip 17 Nisan 1993’te ölmesi üzerine de Demirel cumhurbaşkanı olur. DYP’nin başına Tansu Çiller geçer, DYP – SHP koalisyonu devam eder (1993). Bu dönemde Sivas Katliamı yaşanır, gümrük duvarları kaldırılır. Erdal İnönü SHP genel başkanlığından ayrılınca yerine genel başkan olan Murat Karayalçın hükümette yer alır. SHP yeni açılan CHP birleşir ve CHP olarak yoluna devam eder, hükümete Hikmet Çetin girer.

 

24 Aralık 1996 Genel seçimler yapılır, Mesut Yılmazın başbakanlığı altında DYP- ANAP koalisyon kurulur (1996). Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde örtülü ödenekten dolandırıcı Parsadan’a 5,5 milyon kaptırdığı, 500 milyarı amaç dışı kullandığı ortaya çıkar, hesap vermesi istenir ve doğal olarak koalisyon bozulur. Hakkında meclis soruşturması açılması Refah Partili milletvekillerinin oylarıyla reddedilir, Tansu Çiller yüce divana gitmekten kurtulur.

 

Necmettin Erbakan’ın başbakanlığı altında DYP-Refah hükümeti kurulur (1997). 1 Kasım 1997’de Susurluk kazası olur, kirli polis-mafya-siyaset ilişkileri açığa çıkar. Erbakan, halkı “patates dininden olanlar olamayanlar” diye ayırır, “dekanlar türbana selam duracak” diyerek tarikat şeyhlerine devlet kesesinden başbakanlıkta yemek verir, laik sistemin değiştirileceğini vurgulayarak, “kanlı mı olacak kansız mı olacak buna karar verilecek” savında bulunur. Susurluk kazası, iktidarın laiklik karşıtı tutumları nedeniyle başlayan “Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” eylemcilerine, “gulu gulu dansı yapıyorlar, mum söndürüyorlar” der. İrticaya karşı Sincan’da tanklar yürür, MGK’u 28 Şubat 1997’de toplanır, laiklik karşıtı eylemlere yönelik alınacak önlemleri saptar ve hükümete tavsiye eder.

 

Kararları imzalayan Necmettin Erbakan, 28 Şubat kararlarını oyalamaya kalkarsa da “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu” savıyla Refah Partisi hakkında kapatma davası açılması üzerine, Tansu Çiller’in başbakanlığı altında yeni bir hükümet kurmak amacıyla istifasını sunar; ancak Cumhurbaşkanı Demirel, yeni hükümeti kurma görevini Tansu Çillere değil ANAP lideri Mesut Yılmaz’a verir.

 

Mesut Yılmaz 30 Haziran 1997’de CHP desteği ile ANAP-DSP-DTP koalisyonunu kurar (1997). Mesut Yılmaz’ın Türkbank satışına karıştığının anlaşılması üzerine CHP desteğini çeker, gensoru verilir, hükümet düşer. 18 Nisan 1999’da yerel seçimlerle birlikte erken seçim kararı alınır, erken seçime kadar Ecevit’in başbakanlığı altında DSP azınlık hükümeti kurulur. 15 Şubat 1999’da Abdullah Öcalan Kenya’da Türkiye’ye teslim edilir, seçimlerden DSP birinci parti olarak çıkar.

 

Demirel hükümeti kurma görevini Ecevit’e verir. Ecevit, 28 Mayıs 1999 tarihinde DSP-MHP-ANAVATAN’dan oluşan koalisyon hükümetini kurar.

Mayıs 2002’de Başbakan Bülent Ecevit rahatsızlanır, göreve devam edip edemeyeceği yönünde tartışmalar başlar. Kemal Derviş’in girişimiyle DSP bölünür. Bu gelişmeler sırasında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 7 Temmuz 2002 günü, 11. Kocayayla Türkmen Kurultayı’nda, 3 Kasım 2002 tarihinde erken seçim yapılmasını ister. 16 Temmuz 2002’de koalisyon hükümetini oluşturan üç partinin genel başkanları arasında yapılan zirve toplantısında 3 Kasım’da erken seçim yapılması kararı alınır. 31 Temmuz 2002’de TBMM Genel Kurulu’nda yapılan oylamada, erken seçim önergesi kabul edilir. 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimde AKP ile CHP barajı aşar, diğer partiler baraj altında kalır. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer,  Recep Tayyip Erdoğan’ın milletvekili olmaması nedeniyle, 16 Kasım 2002 tarihinde hükümeti kurma görevini genel başkan yardımcısı Abdullah Gül’e verir, 18 Kasım’da kurulan hükümet göreve başlar. AKP, Siirt‘in Pervari ilçesine bağlı Doğanköy’de sandık kurullarının oluşturulmaması ve bir sandığın kırılması nedeniyle Siirt seçiminin iptali için YSK’ ya başvurur, 2 Aralık 2002 tarihinde Siirt seçimlerinin yenilenmesi kararı alınır, seçilenlerin üyelikleri düşer, Deniz Baykal liderliğindeki CHP’nin desteğiyle anayasa değişikliği yapılarak Tayip Erdoğan’ın milletvekili seçilememe engeli kaldırılır,  Recep Tayip aday olur ve 9 Mart 2003’te yenilenen seçimlerde üç milletvekilliğini de AKP kazanır.11 Mart’ta Abdullah Gül hükümetin istifasını sunar, 14 Mart’ta Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, hükümeti kurma görevini Recep Tayip Erdoğan’a verir. 23 Mart 2003’te hükümetin güvenoyu almasıyla Recep Tayip Erdoğan’ın iktidar serüveni başlar.

12 yıllık iktidarı dönemine Recep Tayip Erdoğan, Hürriyet ve İtilaf çizgisinin sıkı takipçisi olur; cumhuriyetin değerlerine saldırmayı, dini değerleri istismar etmeyi, eğitim birliğini çiğneyerek “dindar ve kindar” kuşaklar yetiştirmeyi, etnik ve dini ayrımcılık yapmayı, emperyalizmimle kol kola Suriye’yi parçalamayı iş edinir. 12 Eylül 2010 referandumu ile yargıyı tutsak almayı becerir. Orduya yönelik kumpas davalarında, “davanın savcısıyım” der, Harun gibi siyasete girip Karun olma yolunda hızla ilerler. 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk, rüşvet, görevi kötüye kullanma soruşturmaları nedeniyle iş ve suç ortağı cemaatle arası açılır, “paralel yapı” iddialarıyla birbirlerine girerler, yandaş yargı yaratarak hâkim ve savcıları görevden alırlar. Halkoyuyla cumhurbaşkanı seçilince de yeminine sadık kalmaz, yansızlığını bir yana iterek muhalefete savaş açar, kurucusu olduğu partinin kazanması ve başkan olma yolunun açılması için meydan meydan nutuk atar. 7 Haziran 2015 seçimleri sonucunda AKP’nin tek başına iktidar olması ve başkanlık hayallerinin sona ermesi nedeniyle, “açılım” adı altında yıllarca çözeceğim dediği Kürt sorununu bir yana iterek, memleketi yangın yerine çevirerek, milyarlarca liraya mal olacak 1 Kasım 2015 seçimine götürüyor.

Kim ne derse desin, bu seçimde de İttihat ve Terakki’nin bağımsızlıkçı, halkçı çizgisiyle, Hürriyet ve İtilaf’ın ümmetçi, emperyalizmle işbirlikçi çizgisi yine karşı karşıya geliyor ve tarih tekerrür ediyor…

 

Türkiye’de genel olarak soldan da sağdan da İttihat ve Terakki çizgisi hedefe konmuştur, Hürriyet ve İtilaf çizgisine laf eden pek de yoktur!

 

Ülkedeki gerçek sorunun Hürriyet ve İtilaf çizgisi olduğu, tüm sorunların bu çizginin emperyalizmle olan işbirliğinden kaynaklandığı kuşkusuzdur.

 

Bu çizgi, Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Doğru Yol Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi ve 12 Mart, 12 Eylül ara rejimleriyle sürmüştür ve sürmektedir. Bu partilerin yer aldığı koalisyonlar ya bu çizginin sürdürücüsü ya da erteleyicisidir. Bu partilerin liderleri ABD ile görüşmeden, çeşitli konularda mutabakata varmadan ayakta duramıyorlar, sıkıştıkça bir bahane yaratıp görüşmek için koşuyorlar!

 

Bizler, ülkenin bağımsızlığını, halkın mutluluğunu, halkların kardeşliğini, emeğin iktidarını isteyenler, bilimi esas alan, özgürlükçü, eşitlikçi, devrimci, laik, demokratik bir hukuk devleti için mücadele edenler, nerede durduğumuzu bilmek, buna uygun davranmak durumundayız. Çünkü geçmişi bilmeden bu günü anlamak, geleceği kurmak olanaksızdır.

 

                                                        Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir