(İlkDeğerlendirme)
Ülkemizin anayasa deneyimlerine bakıldığında en demokratik anayasanın 1960 Anayasası’nın olduğunda ( 1980 sonrasında peydahlanan “sol” liberaller hariç) devrimciler, ilericiler, demokratlar hem fikirler. 1960 Anayasası ve bu çerçevede çıkarılan sendikalar yasası, siyasi partiler yasası, seçim yasası ve örgütlenme vb yasal düzenlemelerin sağladığı nispi demokratik ortam, 1960’lı yıllarda devrimci mücadelenin gelişmesine ve örgütlenmesine önemli katkı sağlar. Bu dönemde devrimci gençlik yaptıkları devlet tahlillerinde, var olan nispi demokratik ortama rağmen, devlet yapısının faşist karakterde olduğunu söylerler. Ülkemizdeki parlamenter rejimi de ‘Filipin tipi demokrasi’, ‘parlamenter demokrasi’ vb. isimlerle anarlar. Farklı devrimci yapılanmaların yanı sıra Dev-Genç çizgisi (Mahir Çayan ve arkadaşları da), sömürge tipi faşizm olarak tanımladıkları düzene yönelik bir örgütlenme ve mücadele anlayışı geliştirirler. Güncel politikaları da bu genel değerlendirmeye, devrim anlayışına uygun olarak oluştururlar.
12 Mart askeri müdahalesi ile birlikte var olan nispi demokratik ortam ortadan kaldırılır. Devrimciler katledilirler. 1960 Anayasası budanır. Sendikalar, siyasi partiler, seçim yasalarının yanı sıra örgütlenme hakkına ilişkin düzenlemelerin de kapsamı daraltılır. 1960 Anayasası devletin faşist karakterine uygun hale getirilmeye çalışılır. 60’lı yılların devrimcilerinin devlet ve toplumsal yapıyla ilgili değerlendirmeleri; sömürge tipi faşizme, açık-kapalı faşizme (gizli faşizm esprisine) karşı mücadele ve buna uygun örgütlenme anlayışı 70’li yılların devrimci gençlik içinde geniş kabul görür. Bir önceki devrimci kuşağın oluşturduğu teorik ve pratik gelenek temelinde yürütülen devrimci mücadele geniş toplumsal kesimleri de etkiler. Devlet destekli sivil faşist yapıların devrimcilere, ilericilere ve halka karşı saldırıları ve devrimcilerin oluşturmaya çalıştıkları direniş çizgisi ile devrimci gençliğin devlet-faşizm değerlendirmeleri bir bütünlük oluşturur. Faşist saldırıları toplumun dinamik yapısını kırmaya, onu teslim almaya ve sonunda da faşist bir kitle tabanı yaratmaya yönelik olduğunu söylerler. Faşistlerin hâkimiyet sağladıkları yerlerde tutucu muhafazakâr kesimleri faşistleştirmelerine dikkat çekerler ve faşist bir kitle tabanı oluşturulmasını önlemeye çalışırlar. Bu mücadelelerinde devletin faşist karakteri ile geniş toplumsal kesimlerin aydınlanmacı, laik ve ilerlemeci yapısı arasındaki farklılığı sürekli gözetirler. İttifaklar anlayışını buna uygun belirlerler. Toplumun demokratikleştirilmesi ile devletin faşizan özelliklerinden arındırılmasını bir bütün olarak ele alırlar. Teorik belirlemeler ile pratik faaliyet bir bütünlük içinde yürütülür.
1980 Askeri darbesi ile oluşturulan açık faşist dönemde devrimcilerin, ilerici-demokrat toplumsal kesimlerin, aydınların ideolojik ve örgütsel yapıları dağıtılır. Toplum içindeki etkinlikleri kırılır.Anayasada var olan nispi demokratik düzenlemeler ortadan kaldırılır. Sendikalar, partiler, seçim yasaları, örgütlenme hakkına ilişkin düzenlemeler baştan aşağıya değiştirilir. 1971 Anayasasında kalan sınırlı demokratik muhteva 1980 Anayasası ile tamamen yok edilir. Sömürge tipi faşist devlet yapısı ile uyumlu bir yasal çerçeve oluşturulur. 1970’li yıllarda oluşturulamayan faşist kitle tabanın yaratılması çabalarına girişilir. Eğitimin gericileştirilmesi, laiklikten uzaklaşılması ve dini değerlerin toplumsal refera ns olarak ele alınması, tarikatların önünün açılması vb uygulamalara hız verilir.Türk-İslam sentezi temelinde ülke (tüm devlet kadroları ve toplumsal yapı) yukarıdan aşağıya bu ideolojiye uygun olarak biçimlendirilir. Devletin ve toplumun yeniden inşasının sonuçları 1990’ların ikinci yarısında kendisini gösterir. ABD’nin SSCB’nin dağılması sonrasında, çokuluslu sermayenin ve şirketlerin çıkarlarına uygun olarak neo-liberal ekonomik program gereği anti-ulusal temelde din ve etnik dinamiklerin önünü açan politikalara paralel bir şekilde ‘Türk-İslam Sentezinin’ Türklük arka plana atılır. Sünni İslam temelli bir ideolojiye ve toplumsal yapıya direksiyon kırılır.Milli Nizam- Selamet Partisi- Refah Partisi yapılanmalarıyla Erbakan’ın önderliğinde gelişen İslami siyaset, anti-batıcı ve milli özelliklerinden (milli görüşten) arındırılarak Amerikan politikalarına uygun bir şekilde, AKP altında yeniden biçimlendirilir. Devletin ve toplumsal yapının İslam temelli faşistleştirilmesi sürecinin önündeki son engeller; vesayet rejimi, inanç özgürlüğü, insan hakları, demokratikleşme söylemleri altında temizlenir. Devlet yapısına uyumlu bir faşistleştirilmiş kesim faşist kitle yaratılır. İslam temelli (anti-laik) devlet yapısı ile gericiliğin dayanağı olan toplumsal doku uyumlu hale getirilir.
1970 kuşağının bir kısım ‘önderi’ değişen dünyada geçmiş birikimlerin günümüzün ihtiyaçlarına ve Sorunlarına cevap üretememesinden yola çıkarak, geçmişin birikimine sırtlarını dönerler. Yeni kuşak devrimci gençleri etkileyerek önceki kuşakların birikimlerini anlamaktan ve geliştirmekten uzak bir politik hatta yöneldiler. 1980 ve sonrasında revize edilerek daha da gericileştirilen 1980 Anayasası ve diğer yasal düzenlemeler temelinde faşist devlet yapısı aracılığıyla yukarıdan aşağıya doğru sistemli bir şekilde oluşturulan gerici-faşist kitle tabanına gözlerini kapadılar. Bu girişimleri toplumun muhafazakârlaştırılması olarak değerlendirdiler. Örgütlenme ve mücadele anlayışlarını da buna göre belirlediler. Faşistleştirilmiş kitlelerin psikolojisini, davranış kalıplarını, algıma biçimlerini, yaşam ve kültürel değerlerini klasik muhafazakâr kitle davranışı olarak gördüler. Bu yaklaşımın sonucunda gelinen noktada, gerici-Faşist kitlenin kendisini lideri ile özdeşleştirmesi, ona sorgusuz sualsiz biat etmesi, liderine yönelik her türlü eleştiriyi, girişimi kendisine yönelik olarak algılaması karşısında çaresiz kalıyorlar. İslam merkezli düşünce ve davranışlar ile menfaat sağlamanın iç içe geçtiği bir iç grup (biz) ve dış grup (onlar) ayrımı üzerinden dış gruplara yönelik basmakalıp olumsuz, düşmanca duygular üzerinden iç grubu haklı, mazlum konuma sokacak şekilde her türlü gerçekliği çarpıtan bir söylem ve davranış kalıbıyla karşı karşıyayız.
Son dönemde ayyuka çıkan rüşvet ve yolsuzluklara AKP tabanının kayıtsız kalmasını, mitinglerde katılanların Berkin’in annesini yuhalamasını, onların acı ve üzüntülerine saygı göstermemelerini, hatta aşağılamalarını ve liderleri ile aynı ruh haline girmelerini sol ve demokrat kesimler şaşkınlıkla izliyorlar. Bu bakış açısıyla olası bir ekonomik krizin klasik burjuva partilerinde olduğu gibi AKP tabanında da dalgalanmalara, kopmalara yol açacağını ve ancak bu şekilde AKP’nin düşüşe geçebileceği düşünülüyor. 17 Aralıktan bugüne kadar fiili olarak yaşanan %20’e yakın devalüasyonun bu yoksul kitlenin ( çeşitli yardımlarla ayakta kalmaya çalışanların orta kesimlere göre daha az etkilenmeleri ve liderlerinin demagojilerine de inanmaları nedeniyle) umulan ölçüde etkilenmediğini bile fark etmiyorlar.
Kısacası burjuva partilerinin yöneticilerinin ve tabanın da her seçim öncesinde içine girdiği beklenti ve her seçim sonrasında içine düştükleri umutsuzluk, moral bozukluğu, aynı şekilde sol örgütlerin yöneticilerinde ve tabanında da görülüyor. Bu umutsuzluk, karamsarlık tüm toplumun üzerine bir karabasan gibi çöküyor.
Sömürge tipi faşist devlet yapısı parçalanmaksızın demokrasinin gerçekleştirilemeyeceği açıktır. Geçmiş dönemlerden farklı olarak günümüzde var olan gerici-faşist kitle tabanını gözetmeyen, yok sayan bir örgütsel yapı ve mücadele biçimleri ile sorun aşılamaz. Var olan gerçekliği gören ve bilen bir noktadan güncel politika ile teorik belirlemelerin bir bütünselliği sağlanamadan başarı peşinde koşmak zaman ve enerji kaybına yol açacak, ayrıca da sol yapılanmalarda ve ilerici toplumsal kesimlerde moral bozukluğu ve bezginlik yaratacaktır.
Haluk Başçıl