Sorumlu Emperyalizmin Taşeronluğuna Soyunanlardır-Mehmet Kemal Aladağ

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

ABD’nin aradığı, Fethullah Gülen türü, liberalizmle uyumlu bir sivil toplumcu İslamcılıktır.

Türkiye-Kuzey Irak – Kuzey Suriye ekseninde bunun yerleştirilmesi için çeşitli atraksiyonlar gündemdedir. Kürt coğrafyası, bu bakımdan Ortadoğu’ya açılan bir kapı olarak önemlidir. Liberalizmin “özyönetim” (!) modeli bölgeye giriş için kullanacağı bir Truva atıdır.

ORTADOĞUDAKİ KANLI TABLONUN SORUMLUSU

EMPERYALİZMİN TAŞERONLUĞUNA SOYUNANLARDIR

Mısır’daki askeri darbe ve sonrasında yaşanan çatışmalar, içinde yer aldığı zaman ve mekân bağlarından soyutlanarak basitçe demokrasi-demokrasi karşıtlığı ikilemi üzerinden ele alınamaz. Bu son derece dar, mekanik ve neo-liberalizmin yardakçılarının bile artık tevessül etmediği derecede ikna edici olmaktan bir uzak yaklaşımdır. Hele ki kendisine sosyalist, demokrat vb. sıfatlarını yakıştıranların, bu tip gelişmeler karşısında en azından biraz daha “dikkatli” olmaları beklenir. Sözüm ona seçimle gelmiş Müslüman Kardeşler örgütü, AKP’nin de bir parçası olduğu ve esas olarak Ortadoğu coğrafyasındaki bağımsızlıkçı eğilimlerin son kalıntılarını da tasfiye etmeyi amaçlayan Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde emperyalizmin taşeronluğuna soyunmuş zavallı bir piyondur. Tarihsel geçmişi eskilere dayansa da, Ortadoğu’da sivil toplumcu bir tür liberalizm anlayışının süreç içerisinde yerleştirilebilmesi amacıyla Cemal Abdülnasır-Enver Sedat- Hüsnü Mübarek (giderek işbirlikçileşen bu yönetimlerde, yeni sömürgecilik olgusunu açıkça gözleyebiliyoruz) sonrası askeri geleneği “yerinden sökebilmek” için bir süre “tahammül edilmiş”, sonrasında tasfiye edilmeye başlamıştır. ABD’li emperyalistler, şimdi yeni bir askeri yönetim gelmemesi ancak bağımsız bir halk hareketi de gelişmemesi için, mevcut güçler dengesini kollayarak çıkarlarına en az zarar veren yeni bir işbirlikçi iktidar seçeneği üzerinde duracaklardır.

ABD’nin aradığı, Fethullah Gülen türü, liberalizmle uyumlu bir sivil toplumcu İslamcılıktır. Türkiye-Kuzey Irak – Kuzey Suriye ekseninde bunun yerleştirilmesi için çeşitli atraksiyonlar gündemdedir. Kürt coğrafyası, bu bakımdan Ortadoğu’ya açılan bir kapı olarak önemlidir. Liberalizmin “özyönetim” (!) modeli bölgeye giriş için kullanacağı bir Truva atıdır. Bunun dışında bir fonksiyonu yoktur. Planlar bu şekilde yapılmıştır, kimi değişikliklerle uygulanmaktadır. Tekrar söyleyelim, bu emperyalist projenin ABD ile uyumlu ve denetimi kolay bir esnek yönetim biçimi dışında bölge halklarının çıkarlarıyla, devrimci özyönetimiyle, kültürel hakları ve talepleriyle, özgür gelişimleriyle uzaktan yakından hiç ama hiçbir ilgisi yoktur. Emperyalizm günümüzdeulus-devlet biçimine yalnızca sömürgeleştirebildiği bölgelerde karşıdır. Zira merkezileşmiş bir denetim, farklı bölgelerde sürekli değişkenlik gösteren “emperyalist çıkarları”,  çeşitlendirilmiş araçlarla denetlemeyi zorlaştırmaktadır. Bu bakımdan yeni sömürgelerde alternatif iktidar çeşitliliğinin yedekte tutulabilmesi açısından hegemonya bunalımının sürekliliği, bir başka ifadeyle “sürekli kriz” esastır, günümüzde sömürge tipi faşizmin aldığı yeni biçimin temel esprisi de budur. Tekrar uyaralım; “Rojava” olarak adlandırılan bölgede, Kuzey Irak ve Türkiye’de, emperyalizmin çıkarlarıyla uyumlu yeni bir tür esnek yönetim esasına göre yaşama geçirilmeye çalışılan emperyalist projenin Kürt halkının özgürlüğü ve eşitliğiyle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Süreç, Kürtlerin proleterleşmesinin beslediği kitlesel şiddetin kontrollü biçimde sisteme dâhil edilerek ucuz işgücü ve petrol arzının sürekliliğinin sağlanması, İsrail karşıtı cephenin toparlanamayacak biçimde bölünmesi, sonuç olarak emperyalizmin uzun vadeli çıkarlarının güvence altına alınmasıyla ilgilidir. Emperyalizmin hedefi önündeki olası engellerin dağıtılmasıdır. Başkaca bir hedefi yoktur.

Oyun büyük oynanmaktadır. Duyduğumuz sesler özgürlüğün değil, yaklaşan felaketin ayak sesleridir. Bu süreç, “aman kimseyi küstürmeyelim, her koşulda birliği savunalım, onu da kazanalım, bunu da çağıralım, yeter ki gönüller bir olsun” türünden komik, artık geçmişte kalmış, sekizinci sınıf reel-politik teorilerle açıklanabilecek bir süreç değildir. Birlik, ancak ilkeler üzerinden ve doğru siyasetin savunulduğu bir koşulda, o temelde sağlanabilir. Adım adım burnumuzun dibine kadar gelen bir felakete karşı gözlerimizi kapayıp eski tekerlemeleri tekrarlayarak, belki bir süre için kendimizi avutarak hayatta kalabiliriz. Ama gün gelip de kendimizi vatanını kaybetmiş İranlı mülteciler gibi göç yollarında da bulabiliriz… Vatansız kalmak zordur, bağımsızlık aşkımız bizi tarihte her düştüğümüzde defalarca ayağa kaldırdı ama bir yere kadar… İşte bu yüzden, ülkemizin bağımsızlığını, halkımızın birliğini korumak için kimseden icazet, onay alacak halimiz yoktur. Lenin’in dediği gibi, çamura batma özgürlüğü olduğu gibi, bataklığa dalmama özgürlüğü de vardır. Bu özgürlüğümüzü sonuna kadar kullanacağız. Ya kullanacağız, ya da yok olup gideceğiz.

Bölge savaşlara gidiyor. Konjonktür bu şekilde seyrederse, Ortadoğu’da kıyametler kopacak. Önümüzdeki dönemde her şey silahla ve savaşlarla halledilecek. Bu yazılanları komplo teorisi olarak almayınız. Birkaç sene önce komplo teorisi diye hafife alınan her şey gözümüzün önünde somut birer gerçek olmadı mı?  Alkol yasağını, kürtaj yasağını, ekmeğin biçimini, çocuklarımıza dayatılan medrese eğitimini yaşayıp görmedik mi? Türkiyemiz emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından adım adım teslim alınırken, sahte gündemleri özgürleşme sanıp “uçan” mütareke özentisi zavallılar demokrasi kahramanı diye ortalıkta dolaşmadılar mı? Yurtseverleri gerici, faşist diye hedef gösterip harcamadılar mı? Oysaki devrimcilik katıksız yurtseverliktir. Yurtsever olmayan devrimci olamaz. Halkını, ülkesini, insanını sevmek ise asla bir suç değildir, aksine her zaman bir değerdir. Ülkemiz nasıl kurtulur, insanlarımız nasıl daha iyi yaşar diye sormak başkadır, şu memleket bir batsın da biz de kapabildiğimiz kadarını götürelim anlayışı bambaşkadır. İkincisini tercih edenlerle bir alışverişimiz olamaz.

Bölgemizdeki gelişmelere bakmaya devam edelim. Son günlerde Mısır’da yaşananlardan çok daha önemli gelişmeler Lübnan Hizbullah’ı etrafında şekilleniyor. Bu gelişmelerin ifade ettiği önemin büyüklüğü, politik bakımdan sahip olduğu zenginlik ve yaratması muhtemel uzun vadeli sonuçlardan kaynaklanmaktadır. Ilımlı İslam’ın emperyalizmin desteğiyle kurduğu Müslüman Kardeşler-Hamas-AKP gerici ittifakı tedrici olarak zayıflatılırken, Suriye yönetiminin direnişiyle paralel bir biçimde bölgede bir alternatif olarak gündeme gelen (Rusya ve Çin’in de hayırhah yaklaştığı) İran-Suriye-Lübnan Hizbullah’ı eksenine gözdağı vermek için Lübnan’da bombalar patlatılmaktadır. Lübnan, tarihsel açıdan Ortadoğu’nun bir laboratuarı gibidir, Lübnan’a bakmadan Mısır’ı, İsrail’i, İran’ı anlamaya imkân yoktur. Bir yandan İsrail’in, Mısır’ın Sina Yarımadasındaki İslamcı militanların yarattığı potansiyel tehditten kurtarılması için Mısır askeri yönetimi ile örtülü askeri işbirliği yapılırken, diğer yandan Hamas’ın zayıflayan gerici ittifaktan tedrici kopuşu sürecinde Lübnan Hizbullah’ı ile en ufak bir teması hoş görülmemekte, önleyici operasyon yapılmaktadır. İran’ın Ortadoğu’da kendini Suriye olarak örgütlemesinden, Irak merkezi yönetimindeki Şii ittifakının gücünü Kuzey’deki Kürt bölgesine doğru yaymasından ve İsrail’e yakın tehdit oluşturmasından çekinilmektedir. Yeni güç dengeleri, İsrail’in kuzeyde kurulacak bir Kürt yönetiminin yardımıyla, Arap radikalizminin her türlüsünden korunması hedefine yönelmektedir.

Bu gelişmelere paralel olarak, Türkiye’de yeni bir iktidar bloğu şekillendiriliyor. Gezi direnişinin ardından yaşadığı yalpalamalar giderek sarsıntı halini alan mevcut siyasal iktidar, en önemli taban ittifaklarını birer birer kaybetmeye başladı. Basın üzerindeki sansür, meşruiyet bunalımının başladığının artık saklanamadığının açık bir ifadesi. Ancak, iş bununla kesinlikle sınırlı değil. Fettullah Gülen cemaati, emperyalizmin hegemonya tesisi sürecinde yeni “esas oğlan” olarak sahneye girmeye hazırlanıyor. Böylece, Cumhuriyet ve Türk Ordusu’nun alçakça tasfiyesi işini mevcut iktidara “hallettiren” ABD emperyalizmi, sürecin bundan sonraki ihtiyacı olan özerk Kürt yönetimi ve yeni Ortadoğu rejimlerine örnek model olarak, sivil toplumcu ilişkiler ağı ön planda olan “cemaat”i devreye alıyor. Yerel seçimler öncesi bu iktidar savaşının giderek kızışarak son haddine geleceğini, bu süreçte her türlü kirli işin döndürüleceğini ve Gülenci hizbin yeni bir siyasal parti kurarak alternatif olduğunu açıkça ilan edeceğini beklemek mümkündür. Asıl sorun, halk hareketinin meşru bir temsilcisinin olmamasıdır. Ülkemizdeki mevcut “sosyalist” yapılanmalar, emperyalizmin masasındaki kırıntılarla o kadar meşguldür ki, halk hareketinin taleplerini ve yarattığı müthiş potansiyeli görmek bir yana, daha burunlarının ucunu göremiyorlar. Hatta görmekten korkuyorlar. Zira hareketin görkemi, kendini örgüt sanan bu tekkelerin makyajını döktü. Halk bir süredir meydanlardan çekildi, şimdi bu arkadaşlar sanki kuyruğuna takılmaktan başka bir şey yapmadıkları bu büyük hareketi kendileri meydana getirmiş gibi boş sokakta caka satıyorlar. Kim bilir, belki gerçekten inanıyorlar da…

Önümüzdeki dönemle ilgili büyük bir düşünsel çabaya ihtiyaç var. Yoksa yeni iktidar alternatifi soldan çıkmayacak…

 Mehmet Kemal Aladağ

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir