Ülkeyi Yöneten Zihniyetle Mücadele-Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

          Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde 29 Ekim 1923 ‘te kurulan, laik, devrimci, halkçı, millici Türkiye Cumhuriyeti’nin ve ülkenin yönetimi, 1950 yılından itibaren özel girişimci, dinci, emperyalizmin işbirlikçisi ve karşı devrimci Demokrat, Adalet, Milliyetçi Hareket, Milli Selamet, Anavatan, Doğru Yol ve AKP adlı partilerin ve kurduğu iktidarların, 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbecilerinin eline düşer.

Cumhuriyet yönetimini eline geçiren sağcı partiler ve darbeciler,  liberal ve ırkçı odakların, dinci tarikat ve cemaatlerin, yandaş dernek, parti ve örgütlerin temsilcilerini, devletin yasama, yürütme, yargı organlarına yerleştirerek, ekonomik, sosyal ve siyasal alanları kuşatarak, adalet, eğitim, kültür ve güvenlik faaliyetini yolundan saptırarak, ümmet kültüründen kurtulup yurttaş olamamış, devrimleri özümseyememiş, aydınlanmayı içselleştirememiş halk yığınlarını etkileyerek, yönlendirerek, aydınlanmacı, laiklik ve cumhuriyet düşmanı bir yapıya dönüştürdü.

Tutucu kitlelerin desteğine güvenerek ülkeyi yöneten bu partiler,  “millet iradesi” diyerek ırkçı ve dinci söylemlerle iktidar olurlar, devrimcilere ve halka karşı her türlü baskıyı sürdürmekte, hukuku çiğnemekte bir sakınca görmezler.

Bu partilerin gerici kitle yapısına dayanmasında, devleti ve organlarını ele geçirmesinde, aydınlanmacı laik cumhuriyetin ve ilkelerini korumak ve savunmakla yükümlü olan Atatürk’ün kurduğu CHP’nin, yasama, yürütme, yargı organlarının, güvenlik örgütünün, üniversitelerin, meslek kuruluşlarının, birlik, sendika, vakıf ve derneklerin, demokratik sol ve sosyalist parti ve hareketlerin, cumhuriyetin yetiştirdiği laik kadroların, basın ve yayın kuruluşlarının, fikri önderlik yapan aydınların sorumluluklarını yerine getirmemesinin kuşkusuz katkısı vardır.

Yasamanın, yürütmenin, yargının, partinin, hareketin, kuruluşun, bireyin, sorumluluktan kurtulmak için bin dereden su getirmesi, mazeret üretmesi, üstüme düşeni yaptım demesi, yaşanılan gerçekleri ortadan kaldırmaz, kimseyi de ikna edemez.

Laik cumhuriyetin yıkımı, ağırlıkla yasama, yürütme, yargı erkleri eliyle olmuştur. Buna karşı yeterince direnmeyen anayasal ve yasal kuruluşların, bu organlarda görev yapanların,  siyasi ve sosyal oluşumların, “bana dokunmayan bin yaşasın” aymazlığındaki kişilerin, toplumun aydınlanmasından sorumlu çevrelerin, kişilerin, ürkek, çekingen tutumlarının katkısı yadsınamaz; elbette cumhuriyet ve değerlerini korumak için hayatını verenleri, özgürlüğünü ve sağlığını yitirenleri görmezden gelemeyiz, hatta denebilir ki toplumumuz biraz soluk alıyorsa bunların özverileri sayesindedir.

Ülkenin gelişme ve çağdaşlaşma çabalarının yetersiz kalmasında, kitlelerin ırkçılık ve dincilik bataklığına düşmesinde, emperyalizmin işbirlikçisi ırkçı, dinci iktidarlar kadar, cumhuriyeti korumakla yükümlü anayasal kurumların, basının, üniversitelerin, iktidarlar karşıtı kitlelerin, partilerin, emek örgütlerinin, demokratik kuruluşların ve buralarda görev yapanların yeterince mücadele etmemesinin, mücadele edenlere destek olmamasının, kendi şahsi çıkar, ikbal ve istikballerini düşünerek sessiz kalmalarının katkısı vardır.

Örneğinin bir insan düşünün,  cumhuriyetin değerleriyle laik okullarda yetişiyor, iş ve meslek sahibi oluyor; kamu kurumunda memurluk,  yöneticilik yapıyor;  okulda müdür, öğretmen; üniversitede rektör, dekan, eğitici; yargıda savcı, yargıç, avukat;  orduda subay, komutan, general;  emniyette polis, müdür, amir; hastanede doktor, hemşire,  kurumlarda mimar, mühendis, iktisatçı, eczacı,  dişçi, veteriner vs. olarak çalışıyor.  Mesleğe kabul edilirken, memur olarak atanırken, bir organa seçilirken, “Anayasa ve yasalara bağlı kalacağına, doğruluktan ve tarafsızlıktan ayrılmayacağına, cumhuriyetin laik, demokratik, hukuki yapısını koruyacağına”  ant içiyor. Sonrada cumhuriyet karşıtı iktidarların peşinde ne kural tanıyor ne hukuk, yurttaşları söz ve eylemleriyle arkasından sürüklüyor!

 Ülke insanın akıl ve bilim yolundan sapmasının, tutucu zihniyete bağlanmasının, boş hayal ve hurafelerle avunmasının baş sorumlusu emperyalizme bağlı liberal, dinci, ırkçı iktidarlar olduğu kadar, bunlarla mücadele etmeyen laik cumhuriyet ve değerlerini korumakla yükümlü yasama, yürütme, yargı organları ile kamu kurumlarında, parti, sendika, dernek gibi sivil kuruluşlarda görev yapanların olduğu kuşkusuzdur. Bunların başında da hiç şüphesiz CHP, sol partiler, hareketler, meslek, emek ve demokratik kitle örgütleri gelir.

Baş sorumlu CHP’dir, çünkü ülke topraklarının emperyalist işgalden kurtuluş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde, Müdafaayı Hukuk Cemiyetleri ile halkla bütünleşen, Kuvayı Milliye’yi düzenli orduya dönüştürerek “ateşten gömleği giyen”, Millet Meclisi ile millet iradesine dayanan, Mustafa Kemal liderliğinde “kanla ve irfanla” Türkiye Cumhuriyetini kuran siyasi oluşumdur. Her kurumdan, kuruluştan, kişiden daha tutarlı, daha dikkatli, daha özenli ve özverili olmak durumundadır.

CHP, Mustafa Kemal’in sonsuzluğa uğurlanmasına kadar üstüne düşeni fazlasıyla yapmıştır; ülkeyi kapitülasyonlardan kurtarmış, hilafeti ve saltanatı kaldırmış,  bağımsız, laik Türkiye Cumhuriyetini kurmuş, dini inancı siyasi alanın dışına çıkararak din istismarını önlemiş, ikili eğitime son vererek eğitim birliğini gerçekleştirmiş, harf devrimi ile okumayı yazmayı kolaylaştırmış, halk mektepleri ile kısa sürede halka okuma yazma öğretmiş, medeni kanunu kabul ederek evlenmede, boşanmada, çocukların eğitiminde, okumada, çalışmada, tanıklık yapmada, mirasta kadın erkek eşitliğini sağlamış, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımış; ilk, orta, lise ve meslek okulları açarak, darülfünunu üniversiteye çevirerek, yabancıların elinde olan fabrikaları, tesisleri, limanları, demir ve kara yollarını millileştirerek, denizlerde, ırmaklarda kabotaj hakkını kullanarak, yeni yollar, fabrikalar, çiftlikler açarak, barajlar, su kanalları yaparak, ziraatçılık ve hayvancılıkta yeni teknikler uygulayarak, çiftçiliği, hayvancılığı destekleyerek, feodal köylü toplumunun gerilikten kurtularak sanayi toplumu olmasının yoluna açmış, emperyalizme, dinciliğe, ırkçılığa, gericiliğe ve bölücülüğe yol vermemiş, ‘yurtta barış dünyada barış’ şiarıyla ülkenin saygınlığını yükseltmiştir.

Ne olduysa Mustafa Kemal Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de yaşamını yitirmesinden sonra olmuştur. CHP içinde kimin yeni cumhurbaşkanı olacağı tartışmaları başlamış,  cumhuriyet yandaşları ve karşıtları saflaşmış, toplum devrimleri anlamadan, içselleştirmeden çok partili düzene geçilmiş, 1946’da Hürriyet ve İtilaf Fırkasının iz düşümü Demokrat Parti’nin kuruluşu ile saflaşma olmuş, 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle bu durum resmileşmiştir.

Demokrat Parti, Türkçeleşen ezanı Arapçaya dönüştürerek, kültür örgütü Halkevlerini kapatarak, “isterseniz hilafeti getirirsiniz” diyerek dini istismara, laikliği, halkçılığı, kamuculuğu dışlayarak liberal ekonomiye yönelmiş; Meclis kararı olmadan Kore’ye asker göndererek Mehmetçiğin kanını dökmüş; cumhuriyetin uçak ve silah fabrikalarını çürüterek, yeraltı yerüstü servetlerini emperyalist yağmaya açarak, ekonomik gelişmeyi ve milli sanayileşmeyi durdurarak, saldırı örgütü NATO’ya girerek, bağımsız ülkeyi emperyalizme bağlayarak ileri karakolu yapmıştır.

27 Mayıs 1960 ihtilali ile iktidardan düşürülmüş ise de kısa süre sonra iktidara gelen fikri takipçisi Adalet Partisi, 12 Mart ve 12 Eylül darbesi, Anavatan, Doğru Yol, MHP, MSP, AKP iktidarlarıyla emperyalizmle işbirliği, dincilik, mezhepçilik, ırkçılık, etnikçilik alıp başını gitmiştir.

Bütün bu gelişmelere karşı Kemalist ilkeleri savunacağı, aktif tavır alacağı düşünülen CHP, Ecevit’in “demokrasi” söylemiyle dinci MSP ile hükümet kurmasına; Baykal’ın dincilerden oy alırız diyerek “çarşafa parti rozeti” takmasına, anayasa değişikliğine destek vererek yasaklı Erdoğan’ın milletvekili yolunu açmasına; Kılıçdaroğlu’nun “Türbanı biz çözdük”, “Laiklikte sorun yok” demesine, laikliği ve eğitim birliğini bozan onca kuran kursu, imam hatip okulu, zorunlu din dersleri olmasına karşın “İlahiyat Akademisinin açılmasına” destek verilmesine,  şeriatın simgesi olan “Türbanın resmi kurumlarda, okulda, orduda, yargıda, serbest bırakılması”  için yasa önerisinde bulunmasına,  milletvekili ve yerel yönetici olanlar, milletvekili ve yerel yönetici olmayı düşünenler, yönetimin hışmına uğramamak için parti üyeleriyle birlikte sessiz kalmıştır.

Sol parti ve hareketler, Kemalizm’i küçümseyerek, “Burjuva Kemal” diyerek, ırkçı, baskıcı, asimilasyoncu olduğunu savlayarak, sosyalizmi savunuyoruz diyerek dinciliğe, etnikçiliğe hoşgörü göstermişler ve böylece cumhuriyet karşıtlarının ekmeğine yağ sürmüşlerdir.

Hele bir kesim var ki, sosyalist parti ve hareketlere bulaşarak, sabah akşam yerdikleri Türkiye Cumhuriyeti’nde milletvekili olmak, devlet ve kamu yönetiminde bulunmak, yüksek gelire kavuşmak için yapmadıkları iş, giymedikleri giysi, girmedikleri kalıp ve değiştirmedikleri parti kalmamıştır. Bu tiplerin kendilerinden başka ülkeye, halka, girdikleri parti ve harekete bir yararı dokunamaz, çünkü omurgasızlar dik duramaz, bunlara güvenerek emek düşmanı, laiklik karşıtı, dinci, gerici, ırkçı iktidarlara karşı kararlı bir mücadele sürdürülemez.

Önümüzde, Anayasaya göre en geç Haziran 2023’te yapılması zorunlu olan cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri var. İktidarı oluşturan AKP ve MHP, yanına BBP’ni de alarak “Cumhur İttifakı’nı,  Ana Muhalefet CHP, İyi Parti, Gelecek, Deva, Demokrat ve Saadet partisi Millet İttifakı’nı kurdular.

Bu ittifakların dışında HDP, EHP, EMEP, SMF, TİP, TÖP’in oluşturduğu Emek ve Özgürlük İttifakı; Sol Parti, Devrim Hareketi, Türkiye Komünist Partisi (TKP), Türkiye Komünist Hareketi (TKH)’nin oluşturduğu Sosyalist Güç Birliği İttifakı ve Zafer Partisi, Doğru Parti, Memleket Partisi, Adalet Partisi’nin kuracağı söylenen ittifaklar var.

Seçime katılacak beş ittifakın dışında “güçlüyüz kazanacağız” diyen Vatan Partisi, Büyük Türkiye Partisi, Halkın Kurtuluş Partisi gibi partileri, çeşitli çevre ve oluşumları da unutmamak gerekir.

Sorun, birçok partinin seçime katılması değil, %7 ülke barajı nedeniyle hangi ittifakların, ittifaklar içinde olsun olmasın hangi partilerin barajı aşarak mecliste temsil edileceği, cumhurbaşkanlığına kimin seçileceği, hangi ittifak ve partilere yakın duracağı,  demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinin oluşup oluşamayacağı konusudur.

Seçimlere en avantajlı girecek ittifakın Cumhur İttifakı olduğu kuşkusuzdur.  Çünkü bu ittifakta yer alan AKP ve MHP, hukuku ve gelenekleri çiğneyerek, iktidar olmanın gücünden yararlanarak seçim kanunu değiştirdiler, seçim kurullarının başında en kıdemli yargıç yerine kurayla belirlenecek yargıcın olmasını, mevcut cumhurbaşkanının adaylığını koyması durumunda engelsiz ve sınırsız yetkilerini kullanmasını, kamu kaynaklarından yararlanarak seçim çalışması ve propaganda yapmasını sağladılar. Ağırlıkla AKP liderinin atadığı yargıçlardan oluşan Anayasa Mahkemesi bu haksız düzenlemeyi Anayasa’ya aykırı bulmadı, tıpkı yargıçlardan oluşan YSK’nın mühürsüz oyları geçerli sayarak, 4 oy pusulasından üçünü uygun bulup birini iptal ederek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini yeniletmesi gibi. Bu gerçekler önümüzdeki seçimlerde de yargıya güvenin tam olmadığını göstermektedir.

Cumhur ittifakı, seçimi ve cumhurbaşkanlığını kazanmak için her yolu deneyeceğini, yasa, hukuk, gelenek, görenek tanımayacağını, devlet ve bağlantılı güçlerini kullanarak muhalefeti susturmaya ve halkı baskı altına almaya çalışacağını örnekleriyle gösteriyor. İktidar karşıtı güçlerin uyanık olması hukuksuzluklara karşı direnmesi zorunludur. Halkın örgütlü gücünü ayağa kaldırmadan iktidarın ve yandaşlarının hukuk ve yasa dışı eylemlerini, baskı ve saldırılarını savuşturmak zordur. Cumhur ittifakı dışındaki ittifakların, emek güçlerinin, demokratik kamuoyunun iktidarın ve ortaklarının bu oyunlarına karşı koyması, YSK’nın ve yargının görevini hukuka uygun yapmasının ısrarla istenmesi, halkın oylarına sahip çıkmasıyla bu baskı ve abluka dağıtılır, hukuk dışı niyetler kursaklarda bırakılır.

Altı partiden oluşan Millet İttifakı, cumhurbaşkanı adayını belirlemese de seçimi kazanmaları, parlamentoda çoğunluğu sağlamaları halinde yapacakları anayasa değişikliğine ilişkin görüşlerini açıkladılar. CHP, cumhuriyetin ikinci yüz yılında düşündükleri geleceğin görünümünü (vizyon) ve çözüm yollarını kamuoyuna duyurdu. Millet İttifakının diğer partilerinin de buna pek itirazlarının olmadığı, sessiz kalmalarıyla anlaşıldı.

HDP’nin kapatılma davasıyla başı belada, yüksek perdeden konuşsalar da seçime katılmaları kuşkulu, önlem almayı, kurdukları ittifakın bileşenlerinden birinin listesinden aday olmayı düşünseler de zorluk yaşayacaklardır.

Cumhur ve Millet ittifakı dışındaki partilerin  %7 seçim barajına takılmaları olasıdır, ancak kuşkusuz ortamı hareketlendireceklerdir. Sol ittifakın emek eksenli mücadelesi, sol ve sosyalist mücadeleyi yükseltecek, sağ iktidarların halk düşmanı politikalarını ve yaptıklarını deşifre ederek emek eksenli geleceğe ışık tutacaktır.

Sorun, sol parti ve ittifakların aday çıkarmasında değil, cumhurbaşkanlığı seçiminde ne yapacağında düğümlenmektedir. Millet İttifakı’nın Kılıçdaroğlu’nu aday göstermesi durumunda pek sıkıntı yaşanacağını düşünmüyorum, başka seçeneklerde ne yaparlar ben de bilemiyorum. Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kalırsa büyük ayrışma yaşanır, sağ oluşumlar Cumhur İttifakı, sol oluşumlar Millet İttifakı adayına yönelir ve bu durum demokrasi açısından büyük risktir. O nedenle ilk turda Millet İttifakı adayının seçilmesi zorunluluktur. Buna göre düşünmek ve tavır almakta kuşkusuz yarar vardır.

Her partinin seçimden bir beklentisi vardır. Esas beklenti de siyaseten var olmak için seçmenden oy almak ve oyunu artırmaktır. Kitle partileri bunu hedeflese de sınıf partilerinin hedefi yalnız kitlelerin oyunu almak değil, kitleleri seferber ederek demokrasi, özgürlük, eşitlik mücadelesini yükseltmek, geleceğin örgütlü toplumunun nüvelerini oluşturarak, ideolojik (düşünsel) ve örgütsel alt yapısını kurmaktır.  Bu da ancak emperyalizmle, kapitalizmle ve ülkeyi yöneten dinci liberal zihniyetle sonsuza dek inadına sürecek mücadeleyle olasıdır.

Umut ederim ki katkılarımızla seçimleri demokratik, laik, sosyal hukuk devleti yanlıları kazanır, sömürü, zulüm biter, aydınlık yarınlara ulaşırız.  Mücadele edenlere ve sürdürenlere kolay gelsin.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir