“Uyanık” Olabilmek İçin Felsefî Yaklaşınız… Mehmet Uysal

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Nedir felsefi yaklaşım? Felsefi yaklaşım, ele aldığımız konunun, en tepesinden en dibine kadar, tüm içini incelemektir. Felsefi yaklaşım, ele alınan konunun tepesinin üstünde daha tepesinin ve dibinin altında daha dibinin olmadığından; içinde başkaca bir iç, dışında da başkaca bir dış bulunmadığından emin oluncaya kadar incelemektir. Böylece, felsefi yaklaşım, ele alınan konuyu, “hakikatini” bulup, eksiksiz olarak ortaya çıkarıncaya kadar incelemektir.

Ancak, yıllardır sürdürmekte olduğumuz felsefe çalışmaları sırasında yaptığımız gözlemler ve edindiğimiz bilgiler, bize, çok geniş kitlelerin, kendilerini felsefeye yabancı hissettiklerini göstermektedir. Onlara göre, felsefe yapmak, “felsefeci” denilen, “entelektüel düzeyi yüksek” birtakım insanlar arasında, sadece kendilerinin anladığı bir dille yapılan konuşmalar biçiminde cereyan eden, “sıradan insanlar”ın ise yabancısı olduğu bir faaliyettir. Bundan dolayı, çok geniş kitleler, kendilerini felsefenin içinde hissetmemektedirler. Bunun sonucu olarak, felsefe geniş kitlelerden yalıtılmış, adeta bir “felsefeciler hapishanesi”ne hapsolmuş durumdadır. Bu durumun çok çeşitli nedenleri ve ayrıntılı açıklaması olabilir. Ancak nedeni ve açıklaması ne olursa olsun, felsefenin dar bir felsefeci çevresine hapsolduğu bir gerçektir.

Felsefenin hapislik durumunun ve geniş kitlelerin felsefeden yalıtılmış olmalarının en önemli sonucu, insanların felsefi yaklaşımdan, felsefi düşünmeden uzaklaşmaları, böylece felsefi düşünme yetilerinin zayıflamasıdır. İlişki ve etkileşim içinde oldukları her şey, insanların yaşamlarının içinde olup, yaşamlarını etkiler. Bundan dolayı, ilişki ve etkileşim içinde oldukları her şey insanları ilgilendirir. Bu nedenle, insanların felsefî yaklaşarak, ilişki ve etkileşim içinde oldukları şeylerin, en tepesinden en dibine kadar tüm içini bilmeleri hayatî öneme sahiptir. Ancak, felsefi yaklaşımdan uzaklaşmaları, insanların yaşamlarına ilişkin bilgilerinin eksik kalması sonucunu doğurur. Yaşamın anlamına dair bilgi eksikliği de çok geniş kitlelerin yaşamlarını yanlış yönlendirmelerine, hatta akıllarının ve bedenlerinin “kötü niyetli” insanların hükmü altına girmesine, yaşam enerjisini kötü niyetlilerin emrine vermelerine, bunun sonucunda da az veya çok acı çekmelerine, hatta ömürlerini acılar, ıstıraplar içinde kıvranarak geçirmelerine yol açar. İnsanların çektiği acıların önemli bir kısmı, ilişki ve etkileşim içinde oldukları şeyler üzerinde felsefi yaklaşımla düşünmeyip, eksik ve yanlış bilgiyle donanıp, eksik ve yanlış bilgiyle davranmış olmalarından kaynaklanır.

Peki, felsefî yaklaşımın yöntemi nedir? Felsefî yaklaşım ile ilgili düşüncelerimiz, çok ana çizgileriyle aşağıdadır.

Her şey önce belirtelim ki akıllarımızın düşünme olanakları sınırsızdır. Bu nedenle, akıllarımızın yapılanmasını ve hareketini bilemeyeceği şey yoktur.

İkinci olarak, akıllarımızın temel işlevi, bizi, yaşamda kalmak ve daha iyi yaşam koşullarına ulaştırmak için aydınlatmaktır.

Üçüncü olarak, akıllarımız, ilişki ve etkileşim içinde olduğumuz şeylerin karşısına boş bir kâğıt gibi çıkmaz. Akıllarımızın içinde, canlı yaşamın milyarlarca yıllık evrim süreci içinde oluşup, bizlere kadar taşınmış ve adına “içgüdü” denilen bilgiler vardır. Bundan daha önemli olarak, milyonlarca yıllık toplumsal yaşam deneyimi ya da kültürel evrim süreci içinde, toplumsal aklın faaliyeti sonucunda edinilip, geliştirilip, derinleştirilip, kümülatif olarak artarak, dilde saklanıp, bizlere kadar taşınmış “bilim” denilen bilgiler vardır. Ayrıca, kendi yaşamımız boyunca edindiğimiz ve adına “deneyim” denilen bilgiler vardır. Bu nedenle bizler, ilişki ve etkileşim içinde olduğumuz şeylerin karşısına, geçmiş yaşantımızdan gelen, içgüdüler, bilim ve deneyimden oluşan “ön bilgi birikimi” ile çıkarız.

İlişki ve etkileşim içinde olduğumuz şeylerin karşısına, duyulama sistemimizle çıktığımızda, ilk olarak aklımızın duyulama sistemi harekete geçer; onu aklımızın duygulanma sistemi izler. Karşılaştığımız olgular karşısında, bizde çok çeşitli duygular uyanırsa da bunları “hoş (iyi) duygular” ve “hoş olmayan (kötü) duygular” olarak iki ana sınıfa ayırabiliriz. Bizde iyi duygular uyandıran şey(ler) yaşamımızı olumlu yönde etkileyen, kötü duygular uyandıran şey(ler) de yaşamımızı olumsuz yönde etkileyen şey(ler)dir. İçimizde hangi tür duygunun uyanacağını bize gösteren şey, geçmiş yaşantımızdan gelen ön bilgi birikimimizdir. Demek ki ön bilgi birikimimizin düzeyi ne kadar yüksekse, duygusal hareketlenmemiz o kadar isabetli olur. Başka bir deyişle, ön bilgi birikimimiz eksik veya tamamen ve kısmen yanlışsa, biz iyi şeyleri kötü, kötü şeyleri de iyi olarak algılayıp, yanlış duygulara kapılabiliriz. Yanlış duygularla hareket etmemiz de bizim yaşamımızı, az veya çok tehlikeye atabilir. İçgüdüsel bilgiyi edinmek için çaba harcamamıza gerek yok; onlar zaten bizde doğuştan vardır. Deneyimsel bilgiyi ise yaşamımız boyunca başımızdan geçenlerle edinip, hafızamızda saklarız. Bunlardan çok daha geniş olan bilimsel bilgileri edinmek için ise, bizim özel bir çaba harcayarak; bilimin bize sunduğu en son bilgilere ulaşmamız gerekir. Kısacası, ne kadar yüksek ön bilgi, o kadar isabetli duygulanma ve iyi ve kötüyü ayırt etme…

Aklımızdaki duygusal hareketlenme, iyi ve kötünün ayırt edilmesinde ilk adımdır, ancak son adım değildir. Çünkü duygusal hareketlenmemiz anlıktır. Duygulandığımız anda, bizi duygulandıran olgu(lar) hakkındaki ön bilgilerimiz yeterli olmayabileceği gibi, mevcut bilgilerin tamamı da devreye girmemiş, hatta karşılaştığımız olgu hakkında hiç bilgimiz olmayabilir ya da ek bilgilere ihtiyacımız olabilir. Bu nedenle duygulanma sistemimizin hareketine göre davranmak her zaman isabetli olmayabilir. İşte aklımızın mantık sistemi olası bir isabetsizliğin yaşamımızı tehlikeye atmasını önlemek için vardır.

Aklımızın duygulanma sistemi, mantık sistemini harekete geçirir.

Aklımızın mantık sisteminin başlangıçtaki rehberi duygulardır. Gözlerimizi çevremizde gezdirip, kulaklarımızı dört açtığımızda, duyularımıza sayısız olgu çarpar ve bunlar bizde çeşitli duygular uyandırır. Çeşitli duygular da merak duygumuzu harekete geçirir. O zaman anlarız ki biz, aralarında farklılıklar olan çok çeşitli olgular ile karşı karşıyayız. Böylece, aklımızın mantık sistemi ilk adımını atmış olur: farklılıkları fark etmek.

Aklımızın mantık sistemi, ikinci olarak farklılıkları bilmeye yönelir. Bu adımda, akıllarımız sapın samandan, elmanın armuttan, yarasanın kuştan farklı olduğunu görür. (A, A-olmayan değildir ve A-olmayan, A değildir)

Aklımız farklılıkları bildikçe aynı zamanda farklı şeyleri de bilir. Elmadan, armudun, yarasanın ve kuşun farklılıkları çıkarıldığı zaman, geriye elmayı belirleyen özellikler kalır. Aynı işlem diğer olgulara da uygulanır ve tüm olgular kendi özellikleriyle belirlenir. (A, A’dır ve A-olmayan, A-olmayandır) Bu da aklın üçüncü adımıdır: farklı şeyleri bilmek.

Akıl, bu adımları atarken, araştırma, inceleme, gözlem, deney ve bilgi işleme olanaklarını sonuna kadar kullanmalıdır. Aksi halde sapla samanı, elma ile armudu, yarasa ile kuşu birbirine karıştırabilir.

Aklın sınırsız düşünme olanakları kullanılıp da farklı şeyler bütün belirlenimleriyle ortaya çıkarıldığı zaman, akıllarımız hangi şeylerin iyi hangi şeylerin kötü olduğunu da ortaya çıkarmış olur. Bu da aklın dördüncü adımıdır: iyiyi ve kötüyü bilmek.

İyiyi kötüyü bilmek aydınlanmaktır. İyiyi ve kötüyü bilerek aydınlanmış olan akıl da bedenini yaşamda tutma ve daha iyi yaşam koşullarına kavuşturma yönünde davranışlarda bulunmaya (ya da bulunmamaya) yönlendirir. Aklın mantık sisteminin son adımı da budur: bedeni yönlendirmek.

Felsefî yaklaşımın yöntemini özetleyelim.

– Aklınızın düşünme olanaklarını sonuna kadar kullanın.

– Duygularınıza kulak verin. İyi ve kötüyü ilk olarak duygularınız gösterir.

– Duygularınızla yetinmeyin, çünkü duygularınız sizi yanıltabilir. Mantığınızın harekete geçmesini bekleyin. Duygularınızın en ucundaki merak duygusu, mantığınızı harekete geçirecektir.

– Duygularınız üzerinden, mantığınızla farklılıkları fark edin.

– Mantığınızla farklı şeyleri fark edin.

– Mantığınızla farklı şeyleri bilin.

– Mantığınızla farklı şeylerin iyi mi kötü mü olduğunu bilip, aydınlanın.

– Mantığınızın aydınlattığı yoldan yürüyerek, iyi şeylere yaklaşıp, onları yaşamınıza katın. Kötü şeylerden uzak durun ve onları yaşamınızdan uzaklaştırın.

Ayrıca ve önemle vurgulamalıyız ki; başka türlü göstererek, bazı yönlerini gözden kaçırıp gizleyip, göstermeyerek ve başka türlü yollarla, farklılıkları ve farklı şeyleri fark ettirmeyen kötü niyetlilere karşı çok çok dikkatli ve uyanık olun. Aksi halde aklınız ve bedeniniz başka ellere geçebilir ve/veya tehlikeye düşebilir. Bunun için önünüze konulan her bilgiye güvenmeyip, kuşkuyu elden bırakmayın.

Son olarak, üşenip felsefî yaklaşımdan şaşmayın. Çünkü felsefî yaklaşmazsanız, size saman yerine sap satıp, yarasayı kuş diye yedirebilirler. Bilirsiniz; her kuşun eti yenmediği gibi, yarasanın eti hiç yenmez. En yakın çevrenizden en uzaktakine kadar, ilişki ve etkileşim içinde olduğunuz her şeye felsefî yaklaşınız, böylece “uyanık” olunuz ki “yarasa yiyici” durumuna düşmeyesiniz…

 

Mehmet Uysal

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir