Halk yurttaş değil tüketici yapıldı. İç pazarımız 24 Ocak kararları ile yabancıların kontrolüne girdi. Dünya sermayesi banker anlayışıyla hareket ediyor. Planlı kalkınmadan vazgeçmeyi dünya sermayesi istedi…
Prof. Dr. Bilsay Kuruç’la Türk ekonomisinin en kritik kararlarından “24 Ocak Kararlarını” ve bugün yaşanan krizde bu kararların izlerini konuştuk. Prof. Dr. Kuruç 1980 darbesi ile 24 Ocak Kararlarının bir bütün olduğunu belirtti. Kapitalizmin Türkiye’de halkı “yurttaş” değil, “tüketici” yaptığını kaydeden Kuruç, planlı kalkınmadan vazgeçilmesini dünya sermayesinin istediğini bildirdi. Kuruç, bu sürede sanayicinin ekonomi için merkez olmaktan uzaklaştığını vurguladı.
Prof. Dr. Bilsay Kuruç “24 Ocak Kararları” nı, sonrasında yaşananları ve bu kararların bugün yaşanan krizdeki etkilerini şöyle değerlendirdi:
24 OCAK MODELİ İLE DEMOKRASİ BİR ARADA OLMAZ
1980’nin başından beri önümüze koyulan bir model var. Bu modelin özelliği, bugün vardığı noktada bizi “Kapitalizm demokrasi ile bağdaşır mı?” sorusuna götürüyor. 37 yıllık tecrübe şunu gösteriyor: Kapitalizm demokrasi ile bağdaşmıyor. Kapitalizm demokrasi üretmiyor.
Dünyada ve Türkiye’de 1980’den itibaren sermaye sınıfının rejimi yaşanıyor. Bu geliştirildi. Ekonomik modelle başladı sonra sermaye sınıfı, kendine göre siyasi yönetimler buldu. Önce cunta yönetimini… Cunta yönetimi tükendiği zaman koalisyon yönetimi. Daha sonra da
2000’lerde bugünkü yönetim. Yani sermaye sınıfı, bir demokrasi modeli peşinde değil.
12 EYLÜL 24 OCAK KARARLARININ DEVAMI
13 Mayıs 1979’da hazırlanan bir muhtıra var. Gazetelerde tam sayfa yayımlandı. O günün ekonomik sıkıntıları sermaye tarafından bir rejim sorunu olarak sergilendi. Bu muhtıranın başlığı ‘Gerçekçi Çıkış’ tı. Muhtıranın özeti şuydu: Tüm iktidar sermayeye. Bu muhtıranın gereği olarak 1980’nin Ocak ayında ekonomik model açıklandı. 12 Eylül’de de siyaseten o iktidar gerçekleşmeye başladı.
Türkiye’nin 1980 ekonomik modelini başlangıç olarak alırsak bugün şunu görüyoruz; kapitalizm son 15 yılda siyasi partisini bulmuştur. Ama bunun için birkaç yerden geçmiştir. Daha sonra bu modelde de değişiklikler arayacaktır. Ancak, toplumun gelişme ufkunu açacak bir demokrasi aramayacaktır. Tarihi birikimi, böyle bir arayış için elverişsizdir.
TÜRKİYE’Yİ DÜNYA SERMAYESİNE AÇTI
24 Ocak Kararlarının ekonomi için anlamı; biz Türkiye ekonomisini Türkiye’de alınan kararlarla yönetemeyiz, yönetmemeliyiz, dünya sermayesinden gelecek kararlarla yönetebiliriz. Yani siz ekonominizi kendi kararlarınızla mı yöneteceksiniz, yoksa dünya sermayesinin kararlarıyla mı?
24 Ocak Kararları diyor ki, dünya sermayesinin kararları ile yöneteceksin. Ama önce dünya sermayesinin kararlarıyla yönetebilmemiz için iktidar bizim olmalıdır diyor hem de 15 Mayıs 1979 tarihli gazetelerde yayınlanan muhtıra ile. 24 Ocak 1980 Kararları bu muhtırayı tamamlıyor, 12 Eylül 1980 Darbesi de 24 Ocak Kararlarını. Evet, karar siyasidir. Dolayısıyla bu iktidarı kurmak için mutlaka bir ekonomik model lazımdı onun ilk adımını 24 Ocak’ta atmış oldular. Mesele budur.
PLANLI EKONOMİDEN VAZGEÇİLDİ
Türkiye, 24 Ocak Kararları ve 12 Eylül darbesi sonrasında planlamadan vazgeçti. 1982 Anayasası ile bu durum pekişti. Dünya sermayesi istemedi. Planlama gelecek için hedef koyarak ilerlemektir. Plan hedefleri geçersiz oldu. Büyüme hedefleri yerine de büyüme tahminleri geldi. Devlet Planlama Teşkilatı buruşturulup atıldı. Siyaset sistemi, Meclis’teki tüm partileriyle, buna bir tepki göstermedi.
Eskiden 5 yıllık plan yapılırdı. Fiyat artışlarının kumandası aşağı yukarı elinizde olurdu. Plan özel sektörün de önünü görmesini sağlardı. Hangi sektörlerin teşvik edileceği belirlenirdi. Ancak bu uluslararası sermayenin işine gelmedi. 24 Ocak Kararları ile Türkiye’nin alması gereken kararları dünya sermayesi almaya başladı.
BAŞARILI OLAMAZDI
“Neden devam etmedi? Niye başarılı olamadı?” sorusu sorulabilir. Olamazdı. Çünkü dünya sermayesi diyor ki; kardeşim karar bana ait ise ekonomiyi bana açacaksın. Öncelikleri ben göstereceğim. Sen bunlara uyacaksın. Bunlar dünya sermayesinin kuralları. Dünya sermayesi normal olarak bir banker gibi hareket eder. Der ki, “Ben sana kredi vereceksem benim koyduğum kurallarla hareket edeceksin. Dediklerimi yapacaksın ki krediyi bana düzenli olarak geri ödeyebilesin.” 24 Ocak Kararlarının özünde bu var. Buradan başlıyor o ekonomik model.
Finans sermayesi böyle işler. Krediyi verdiği zaman geri ödenmesini garantilemek ister ve kuralları kendi koyar. 24 Ocak’ta biz kendimizi müflis ilan ediyoruz. ‘Kendi yolumuzda yürüyebiliriz’ ilkesinden vazgeçiyoruz. Farklı bir ifade ile ‘Yapabiliriz’ den vaz geçiyoruz.
İÇ PAZAR YAVAŞ YAVAŞ DÜNYA SERMAYESİNİN ELİNE GEÇTİ
24 Ocak Modeli ile birlikte iç pazarımız yavaş yavaş dünya sermayesinin eline geçti. 1980’lerde Turgut Özal döneminde önce şuna inanıldı; bu ülke dışarıdan kredi almaya muhtaçsa o zaman ihracatçı olacak ki, döviz ihtiyacı azalsın. Bu dar ufuklu bir görüştü ve o zaman moda oldu. Az sonra şu gerçekle yüzleşildi. Türk sanayisi Türkiye’ye önemli ihracat geliri sağlayamıyor. Çünkü büyük ölçüde geliştirilmeye muhtaç. Türk sanayisi basit ürünler üretmektedir.
Turgut Özal, ‘Ben dış ticaret açığını kapatacağım’ dedi. 1980’den sonrasına bakın dış ticaret açığı 10 kat artmıştır. Sonuç bu. Dış ticaretiniz döviz getiremiyor yeterli miktarda. Peki, ne yapacaksınız? 1989’da ‘Sermaye girişlerini / çıkışlarını serbest bırakın’ dedi. Peki, sermaye Türkiye’ye neden gelsin? Yurt dışında dolar bazında faiz yüzde 3, 1990’larda Türkiye kemiksiz yüzde 30 dolar faiz verdi. Onun için sermaye geliyor, gökkuşağının altından geçiyor, Türk lirasına çevriliyor, vadesi dolunca tekrar gökkuşağından geçip dolara dönüşüyor.
KAYNAKLARIMIZ YURTDIŞINA GİTTİ
1990’lar bizim kamu borçlarımızın arttığı, kamu açıklarımızın büyüdüğü dönem oldu. Önce, yabancı sermaye kamu borçlanmasına geldi ve Türkiye’nin borç ihtiyacını büyüttü. Buna bankalar eşlik etti. Bunun sonunda 1994 krizi patladı. Tansu Çiller Başbakandı. 1990’lar yüksek dolar faizi dönemi. Aldığınız borcu nereden ödeyeceksiniz?
Türkiye’nin özel kesimi dünyadan yeterli döviz getirecek ihracatı yapamıyor. Dış sermaye bastırdı. Gündeme özelleştirme geldi. Cumhuriyet döneminde kurulan fabrikalar, varlıklar satılmaya başlandı. Üstelik muhtaç durumda olduğumuz için değerinin çok altında… 1990’lar yüksek reel dolar faiz dönemi. Bunların elden çıkarılmaya başladığı tarihtir. Mülkiyet değişimi gündeme gelmiş oldu ve 2000’lerde artık devlet mülkiyetinin gitgide yok edildiği yıllar başlayacaktı.
1990’LARDA HUKUKÇULAR VARDI
1990’larda Türkiye’de hukukçular vardı, Anayasa Mahkemesi vardı. Satışlar geri dönmeye başladı. Onun üzerine Türkiye’de koalisyon krizleri oldu. Bu hükümet yapamıyor, şu yapsın denildi. 90’ları böyle yaşadık. 90’ların bir özelliği de paradan para kazanmanın çok kolay hale gelmesi. Türk bankacılığı yurt dışından gelen giden sermaye trafiğinin esas alanı oldu. Herkes bankacı oldu. Çünkü yüksek primler veriyorlardı ve büyük borçlanmanın başlamasıyla Türkiye’ye o güne kadar görmediği döviz gelmeye başlamıştı.
YEŞİL SERMAYE PALAZLANDI
Bu dönemin bir başka özelliği de yeşil sermayenin durumu. Yüksek dolar faizinden en büyük birikimi bu kesim yaptı. Ekonomik olarak zenginleşen her kesim iktidar talep eder. Bu kural Türkiye’de işledi. Faizle zenginleşen, dinci söylemlere dayanan sermaye 2000’lerde Türkiye’de iktidara el koydu.
2001 KRİZİ 1980’NİN DEVAMI
1999’da Dünya Bankası ‘Siz bir kur programı açın. Ekonomi bununla düzelir’ dedi. Ama ekonomi düzelmedi. Daha da bozuldu. Çünkü, TL yapay olarak değerleniyordu ve bu tehlikeli bir spekülasyon zemini yaratıyordu. Binlerce kişi işinden oldu 2001’in Şubat ayında finansal tablolar patladı. Kemal Derviş geldi.
Yine 1980’deki gibi ‘Bizim krediye ihtiyacımız var’ dediler. Bunun da yeni şartları var. Kısacası 1980’deki senaryonun aşamaları. 2001’den sonra dünya sermayesi, ‘Şimdi krediye muhtaçsın ve artık işler daha büyük. Sana yeni baştan çeki düzen vereceğiz. Önce tarımda yavaş gideceksin, bize geniş yer açacaksın. Bunun karşılığında sana para gelecek’ dedi ve böylece yeni bir aşamaya geçildi.
GÖKTEN PARA YAĞMAYA BAŞLADI
Gökten para yağmaya başladı. ABD tam o sıralarda dünyada senaryo değiştirmişti. Bu dünya ekonomisinde Amerika’nın ve finans sermayesinin yeni stratejisi idi. Dünyaya likidite pompalanıyordu. AKP’nin Türkiye’de iktidara taşınması da bu süreçle eşleşti ve planın parçası oldu. Bugünkü iktidar geldiği zaman ekonomik programı önünde hazır oldu. Sermaye girişçıkışı serbest, istedikleri zemin hazırlanmıştı. 2002’den bu yana Türkiye’ye kayıtlı 500 milyar doların üzerinde para girdi.
Geriye dönelim, 1979’un Nisan ayında işçi dövizlerine bir takvim yapılmıştı. 1,5 milyar dolar geldi. Hepimizin yüzü gülüyordu. Ancak somurtan bir yer vardı. IMF. ‘Parayı ancak ben veririm’ diyordu. 30 yılda doların değeri değişmiş olabilir ama o para olsa olsa en fazla 5 milyar dolardır. Hadi 10 milyar olsun. IMF ve Dünya Bankası hemen somurttu. ‘Başka yerden para alamazsın’ denildi. 2002’den sonra ki 14 yılda gelen kayda geçmiş para 500 milyar dolar üzerindedir. ‘Net hata noksan’ kaleminde kaydedilenler ve bunun da ötesinde, kaydedilmeyenler hariç. Bu Türk tarihinde başka hiçbir iktidara nasip olmamıştır.
SERMAYE ELİTİNİ YARATAMADI
Türk sermayesi devlet sayesinde var oldu. Ama tarihi olarak çok geç kalmıştır. Sanayi ve ticarette hiçbir tecrübeleri yoktu. Türkiye fabrika çağına girdiği zaman bunlar ilk defa kapitalist olduklarını hissetmeye başladılar. Sınıf gücünü hissettiler. Fakat Türkiye fabrika çağına girer girmez, işçi sınıfı da varlığını hissettirmeye başladı. 1960-1980 dönemi işçi sınıfının Türkiye’de siyaset sahnesine çıktığı dönemdir. Bu dönemde işçi sınıfı ilk defa siyasal bilinçlenmeye başladı. Cumhuriyeti kuran kadroların yani Türkiye Cumhuriyetçi orta sınıfının da ilk defa işçi sınıfının söylemleriyle buluştuğu dönemdir. Cumhuriyetçiler ve işçi sınıfı birlikte şunu keşfediyor: Bu ülkenin esas yaratıcı gücü biziz. Bir ittifak doğuyor. Sermaye sınıfı için tehlikeli olan da bu. Bunun için darbe gündeme geliyor. Emperyalizmle işbirliği içinde 24 Ocak Kararları ve arkasından 12 Eylül 1980 darbesi. En büyük darbe işçi sınıfına ve Cumhuriyetçilere vuruldu. İslamcı siyasal örgütlerin önü açıldı.
Türk siyaseti 1980’den sonra ada parsel numarası ile olduğu gibi sağa kaydı. Solu da dâhil… Bu süreçte sermaye kendi elitini yaratamadı. Böyle bir niyeti belki de hiç olmadı. Bugün Türk sermaye sınıfının son gelişmelere karşı bir itirazının olmaması da bundan kaynaklanıyor.
SANAYİCİ DE TEHDİT ALTINDA
Şu anda gelinen noktada sanayici de tehdit altında. Çünkü dünyanın size önerdiği ekonomik model içinde 2000’lerden itibaren şunu görüyorsunuz; sizin artık sanayici olmak için uğraşmanıza gerek yok. Gökten para geliyor ya. Siz bu parayla tüccar, aracı olacaksınız. ‘Bunlara uygun sektörler hangileri ise onlarla uğraşın. Mutlaka ithalatçı olun. Biz size ucuz ithalat için gereken krediyi veririz, rahat olun. Sizin bizimle rekabet edecek işlerle ne işiniz var’ diyorlar. ‘Bize parça yapın, montaj yapın bakın size AR-GE’si içinde her şeyi gönderiyoruz’ diyorlar.
ÜRETMEKTEN UZAKLAŞTI
Son 15 yılda sanayi teşvik edilmedi. Bol dolar geldi. Dolar kredisi Türk kredisinden daima daha ucuz. Dolar geldikçe Türk lirası yapay olarak değerleniyor. Türk parası adeta baskı altında tutuluyor. Sanayileşmemeniz için baskı. Sanayici üretmekten uzaklaştırıldı. İSO’nun ‘faaliyet dışı kâr’ kalemine bakın, bunları görürsünüz. ‘Merak etmenize gerek yok’ dendi. Malı da parayı da ondan alıyorsunuz. Ama bununla kurmanız gereken sanayi değil, turizmi, inşaatı teşvik ediyorsunuz. Spekülasyona açık bir ülke oluyorsunuz. Dolayısıyla arazi de, dolar kredisi de çok ucuz olunca en rahat iş inşaat yapmak. Siyasi olarak halka da dönüp ‘Bugüne kadar konut sahibi olmadın. Alsana kredi ile konut. Bak ben sana borçlanma hakkı veriyorum’ diyorlar. Ortalama seçmenler de ‘Allah razı olsun Tayyip’ten bize borçlanma hakkı verdi. Onun sayesinde, yoksa ben kendi gelirimle bir şey alamazdım’ diyor.
KAPİTALİZM DAMARDAN GİRDİ
Yani kapitalizm Türk halkına damardan girdi. Kredilerle girdi. “Yurttaş” olma modeli 1980 öncesinde kaldı. Tüketici olma modeli 24 Ocak’la başlayan seyirle bugün esas haline geldi. Alışveriş Merkezi açtıkça açalım ne var, insanlar orada yaşıyor. 24 Ocak sonrasındaki 30 küsur yıllık Kararlar sonrasındaki süreçte halk “yurttaş” değil “tüketici” tipine dönüşüyor. Türkiye ‘reel kapitalizm’i yaşıyor. Ekonomisi ve siyaseti ile..
ÇİN ANGLO-SAKSON KAPİTALİZMİNİ BİTİRDİ
Dünyada Anglosakson kapitalizminin son 150 yıllık modeli şu anda çıkmazda. Merkezi ağırlığı zayıflıyor.2000’lerde Çin ortaya çıktı. Çinliler, ‘Size zahmet olmasın ey kapitalizm, her şeyi ben üretirim’ dedi. Çin Devlet başkanının Davos’taki son konuşması da bunu gösteriyor. Son 15 yılda ABD’yi ekonomik krizden kurtaran da bir bakıma Çin’dir. Dolayısıyla siyaseten küreselleşmenin en önemli ürünü Çin oldu. Ama bu şunu da gösterdi. Çin Anglo-Sakson kapitalizmini yavaş yavaş bitiriyor.
(1) İsmet Özçelik Röportajı. 7 Şubat 2016, Aydınlık Gazetesi Ekonomi Özel Eki. s.16 – 17’de yer alan metin gözden geçirilmiş ve genişletilmiştir.