Search
Close this search box.

Yeni Anayasa Çalışması-Av.Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

AKP iktidarının, yeni bir Anayasa yapmakla neyi amaçladığını sorgulamak gerekir. 9 yıldır iktidardadır, uygulamaları niyetini

saptamada yol göstericidir.

mbektas@anafikir.gen.tr

 

Yeni Anayasa Çalışması

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası üzerindeki tartışmalar yeni değildir. Benim tanık olduğum, 1961 ve 1982 Anayasaları üzerindeki tartışmalardır. 1961 Anayasası’na karşı çıkanlar, tartışanlar, genellikle 27 Mayıs 1960 harekatının mağdurları, Demokrat Parti yanlıları, devrim ve laiklik karşıtı  muhafazakar dinciler olmuştur.

1961 Anayasasının budanmasına, ortadan kaldırılmasına, 1982 Anayasasının yürürlüğe konulmasına da, genel olarak,  Kemalistler, Sosyalistler, laik kesimler karşı çıkmıştır.

12 Eylül 1980 darbesi süreci ve sonrasında solcuların, sosyalistlerin başlattığı bu tartışma, bugün, sağcı  solcu bütün kesimleri sarmıştır.

Anayasa değişsin ya da yenisi yapılsın diyenler, nasıl bir Anayasa istiyorsunuz denildiğinde ayrışmakta, ayrı dilden konuşmaktadır.

Bu gün bu iş, laiklik karşıtı dincilerin iktidara gelmesi, ayrılıkçı hareketin ulusal ve uluslararası bir soruna dönüşmesi nedeniyle Cumhuriyetin temel değerlerinin, kuruluş felsefesinin sorgulanması noktasına gelmiştir.

Bu tartışmanın, 12 Eylül 1980 darbesi ve 1982 Anayasası ile yaratılan ortamda ortaya  çıkan, Cumhuriyetin kuruluş felsefesiyle sorunlu, laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olmuş, sermayenin, ABD ve AB emperyalistlerinin desteklediği, dinci, gerici AKP iktidarı döneminde yapılıyor olması, sağlıklı bir sonuca varılamayacağı endişesini doğurmaktadır.

 

Sorulması gereken, Anayasa değişikliğini ya da yeni bir Anayasayı kim istiyor?

 

Ülke içinde:

Dinciler (tarikatçılar,mezhepçiler),

Solcular (sosyalistler, sosyal demokratlar),

Sağcılar (ırkçılar, liberaller ),

Ayrılıkçılar (Etnikçiler),

 

Bu kesimlerin düşünsel etkisi altında olan;

İktidar partisi (AKP),

Ana muhalefet partisi (CHP)

TBMM’nde temsilcisi bulunan MHP,BDP,

 

Meclis dışındaki ÖDP, Emeğin Partisi, TKP, DSP,İP gibi solcu, ulusalcı, devrimci, sosyalist, komünist; DP, BBP, FP, HAS PARTİ gibi sağcı, dinci, tutucu olmak üzere irili, ufaklı birçok siyasi parti, legal, illegal  grup ve çevreler.

 

Yüksek Yargı Organları,

Üniversiteler,

İşçi Sendikaları (DİSK, Türk-İş, Hak-İş vb.)

Kamu çalışanları sendikaları (KESK,Kamu-Sen, Memur-Sen.vb),

İşveren sendikaları,odaları, dernekleri (TOBB,TÜSİAD, MÜSİAD vb.),

Meslek Odaları (TBB,TTB,TMMOB,TEB, TVHB vb.),

Demokratik Kitle Örgütleri (ADD, Halkevleri vb.),

 

Ülke dışından:

Avrupa Birliği,

ABD.

 

Görüyor musunuz, bu işin isteklisi ne kadar çok..

AKP, dış desteğe ve 12 Haziran seçimlerinde aldığı % 50’lik oya güvenerek, %10 ülke barajıyla Meclis’te sağladığı milletvekilli çoğunluğuna dayanarak, yeni bir Anayasa yapma kararındadır.

Bir yandan, “TBMM’si milli iradeyi temsil ediyor, milli iradenin karşısında hiç kimse duramaz, istediği her değişikliği yapabilir. 1982 Anayasası 12 Eylül Darbesi’nin ürünüdür, kaldırılmasına kimse karşı çıkamaz” saptaması yapılıyor; öte yandan 1982 Anayasasının kısmen de olsa değiştirilmesine karşı çıkanlar “darbe yanlısı” ilan ediliyor.

Bu söylemi, daha çok iktidar yanlısı, dinci, tarikatçı, neoliberal grup ve çevreler dillendiriyor.

İktidar yanlısı Meclis Başkanı, bazı akademisyenleri çağırdı, Meclis’te bulunan partilerin eşit sayıda temsil ettiği bir “uzlaşma kurulu” oluşturdu, tüzel ve gerçek kişilere  “görüşlerinizi bildirin”  diye çağrı yaparak, çalışmayı başlattı.

Çalışmanın hangi noktaya ulaşacağını, tıkanıp tıkanmayacağını, izleyip göreceğiz

Konuya açıklık getirmesi açısından birkaç hususa değinmekte yarar var:

Birinci, Anayasa tartışmaları, Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme ve dağılma sürecinin başlangıcında başlamış (I. Meşrutiyet/1876, II. Meşrutiyet/1908), Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde ve cumhuriyet döneminde (1921,1924,1961,1982 Anayasaları) devam etmiştir. Osmanlı meşrutiyet anayasaların adı, “Osmanlı Kanun-i Esasi”dir. Cumhuriyet bunu, yönetim değişikliğine bağlı olarak, “Teşkilat-ı Esasi” yapmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin, cumhuriyetçi, ulusalcı, halkçı, devletçi, laik ve devrimci  1924 “Teşkilat-ı Esasi”si, 1961 Anayasası ile kuvvetler ayrılığına, eşitlik ve özgür yurttaşlık temeline dayalı, insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğünü ve sosyal devleti amaçlayan  kurum ve kurallarıyla çağa daha uygun bir yapıya  kavuşur.

Bu anayasa, “toplumsal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı” gerekçesiyle 12 Mart 1971 darbesiyle budanır, “Anayasa bol geldi başladık oynamaya” denilerek 12 Eylül 1980 darbesiyle ortadan kaldırılır.

Askeri yönetimin denetiminde oluşturulan 1982 Anayasası ise, devletin örgütlenmesinde, eğitim, çalışma alanlarında, yargıda ve TRT,Üniversiteler gibi bağımsız ve özerk kurumların yapılanmasında sapmalar yapar, özgürlüklerin içini boşaltılır, kural ve kurumları işlemez hale getirir; cumhuriyetin çağdaşlaşma hedefini saptırırsa da özünü   kaldırılamaz, Cumhuriyetin “Teşkilat-ı Esasi”sinin kuruluş ilkelerini, felsefesini tamamen  yok edemez.

İkincisi, bütün Anayasalar, ya bir devrimin ya da ileriye dönük köklü dönüşümlerin ya da  karşı devrimin ürünüdürler. Örneğin, yazılı bir Anayasası olmamasına karşın İngiliz Birleşik Krallığı ve demokrasisi 1215 tarihli Magna Carta’nın (Büyük Sözleşme);  1787 tarihli Amerika Birleşik Devletleri Anayasası, güney- kuzey iç savaşının;  1791 Fransız Anayasası 1879 Fransız Devrimi’nin; 1924 tarihli Sovyet Birliği Anayasası 1917 Sovyet Devrimi’nin; 1954 tarihli Çin Anayasası 1949 Çin Devrimi’nin; 1993 Rusya Federasyonu  Anayasası ile  İran İslam Cumhuriyeti Anayasası (1979)  karşı devrimin ürünüdür.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da, kim ne derse desin, 1919-1923 yılları arasında, yokluk, yoksulluk  içinde, bitmiş, tükenmiş, parçalanmış, çağdışı bir imparatorluğun külleri arasından, canını dişine takarak, yedi düvel denilen emperyalizme karşı savaşarak, milletin, millet egemenliğine dayalı, bağımsız ve laik Cumhuriyeti kuran Milli Devrim ürünüdür.

Devrimin iradesi, kurucu iradedir; bunun tartışılması dahi düşünülmez…

Anayasayı yeniden yapanlar, maddelerini değiştirenler, kurucu iradenin özüne bağlı kalmak zorundadır. Kurucu iradeyi her kişi ve kurum dikkate almak ve korumak durumundadır. Bunların başında da yasama, yürütme ve yargı organı gelir.

Devlet organları, kendilerini var eden “kurucu irade”yi yok sayamaz, böyle bir tutum, kendisini de  inkar etmek anlamına gelir.

Bir devletin anayasal düzeni, devlet kurumlarınca ve özellikle hukukça korunur. Devlet kurumlarının korumayı savsaklaması, tersi bir çalışmaya girmesi durumunda hukuk işlemez,  çatışma kaçınılmaz olur.

Siyasilerin, aydınların, kurumların asli görevi, toplumsal yaşamda ve siyasi mücadelede her türlü şiddeti anlamsız kılmak, devre dışı bırakmak, çağdaş normlara uygun  demokratik bir devletin ve toplumun oluşmasına katkı sunmak, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı  ve uygun saptamalar yapmak,  çözüm üretmektir.

AKP iktidarının, yeni bir Anayasa yapmakla neyi amaçladığını sorgulamak gerekir. 9 yıldır iktidardadır, uygulamaları niyetini saptamada yol göstericidir. Bazı soruları sorarak düşünmekte yarar var:

Öncelikle AKP’nin, “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği”  yargı kararıyla kesinleşmedi mi, bu partinin eğitim birliğini yıkan, mektebi medreseye dönüştüren çabaları  niyetini açıkça göstermiyor mu?

Bu niyeti, her sıkıştıkça, türbanı öne çıkarmasından, ortalığı karıştırmasından anlaşılmıyor mu?

AKP iktidarı, cumhuriyetin ekonomik birikimlerini, stratejik değerlerini “babalar gibi satarız” diyerek, “özelleştirme” adı altında haraç mezat satmadı mı?

Emperyalizme bağımlılığı geri dönülmez noktaya getirerek, vahşi kapitalizmi acımasızca uygulamadı mı, uygulamaya devam etmiyor mu?

Yokluk ve yoksul içinde işsizi bol bir ülke yaratmadı mı?

Dış ve iç borçta Cumhuriyet döneminin rekorunu kırarak, sosyal devleti/güvenliği paramparça etmedi mi?

Mezarda emekliliği yasalaştırarak, kitleleri yardıma, sadakaya muhtaç hale getirmedi mi?

Yasak olmasına karşın dini ve dince kutsal sayılan değerleri kullanarak yurttaşları kullaştırmadı mı?

“Dindar biri cumhurbaşkanı olmalı” diyerek, gönüllerde kalması gereken dini inancı siyasete bulaştırarak laik devletin tepesine bir tarikatçıyı yerleştirmedi mi?

Devletin ordusuyla, yargısıyla, ülkenin işçisiyle, çiftçisiyle, esnafıyla, meslek kuruluşları ve üyeleriyle sürekli çatışan, didişen, uğraşan bir iktidar olmadı mı?

Bu iktidarın amacının, laik cumhuriyetin değerlerini yok etmek, demokratik, sosyal hukuk devletini dinamitlemek olduğu gün gibi ortadadır.

Devleti kuran orduyu gıkını çıkaramaz hale getiren, yargıyı ele geçiren, cumhuriyetin korunma mekanizmalarını etkisizleştiren, “Ilımlı İslam devleti”(teokratik-dinci) bir yapıya  dönüştürmek için var gücüyle çalışan, medyayı denetim altın alan, iktidarlarını sürekli  kılmak için her yolu deneyen iktidarın amacının, daha demokratik bir devlet, daha özgür, daha adil, daha eşitlikçi bir toplum yaratmak olabilir mi?

AKP’nin, iki adım ileri bir adım geri taktiği ile laik düzene karşı, demokrasi söylemini kullanarak açık, gizli bir savaş yürüttüğü, 12 Eylül referandumunun sonucu itibariyle ortaya çıkan, laik cumhuriyeti koruyacak kurum ve kuruluşları hizaya soktuğu, dinlemeler, polis, savcı sorgulamaları ve özel mahkemeler eliyle tutuklamalar, yargılamalar, gizli tanık beyanları (itirafname de deniliyor), Amerikan tarzı (iyilerle kötüleri karıştıran) soruşturma ve kovuşturmalarla kişi ve hukuk güvenliğini yok ettiği, oluşturduğu yeni yapıya yeni bir Anayasa kılıfı hazırladığı görülmüyor mu?

İktidarın yöntemi aslında çok basit, önce kurumlar felç ediliyor, iş göremez hale getiriliyor, sonra ele geçirip yandaş kuruma dönüştürüyor. TRT, YÖK, RTÜK,TÜBİTAK, Anayasa Mahkemesi, HSYK gibi bağımsız, özerk  kurumlar hep bu yöntemle iktidarın denetimine girmiştir. Türban yandaşı rektör ve dekanların yönetimindeki medreseleşmiş üniversite ve fakültelerden çağdaş insan yetişebileceğini söylemek için ya saf, ya çıkarcı, ya da halkın düşmanı olmak gerekir. Kendimizi aldatmayalım, hepimiz işin farkındayız.

Cemiyetlere değil cemaatlere dayanan Kebir-i Meclis-i Milli, dini inanca dayanan şerii ahkama(kurallara) göre fetva gibi hüküm veren Kadılar düzeni Anayasası mı, ya da her dinden, inançtan, etnik kökenden unsurun birbirinden bağımsızlaştığı, gettolarda yaşadığı federal yapı Anayasası mı, yoksa emperyalizme karşı, düşünce ve inanç özgürlüğü içinde, eşit yurttaşlık temelinde, ekonomik, sosyal sorunlarını çözmeye, can, mal ve hukuk güvenliğini sağlamaya, birlikte yaşamaya  karar vermiş bağımsız, sosyal bir hukuk düzeninin Anayasası mı yapılıyor, hep birlikte, göreceğiz.

Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir