Search
Close this search box.

CUMHUR İKTİDARI TOPLUMSAL VE SİYASİ GERİLİM

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Türkiye Cumhuriyeti’nde, kuruluş sürecinden itibaren dışardan emperyalizmin yönlendirmesi, içeride işbirlikçi egemen sınıfın desteği, liberal, feodal, dinci, gerici ve ayrılıkçıların katkısı ile yaşanan toplumsal ve siyasal olaylar, sürekli gelişiyor, derinleşiyor, çekilmesi zor sıkıntı ve gerilime sokuyor.

 

Osmanlının padişahçı, mutlakıyetçi, çok kimlikli, çok dilli, çok inançlı, feodal cahil bırakılmış tarım (köylü) toplumundan, cumhuriyetin ulusalcı, devrimci, halkçı, laik, aydınlanmacı sanayi toplumuna dönüşüm sürecinde, ileri geri, inişli çıkışlı, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel olaylar sıkça yaşanır; toplumu gerilime sokar, ümitsizliğe düşürür.

 

Gerilimin birinci kaynağı: Irkçı, Dinci, Liberal iktidarlardır.

 

1923-1950 tek partili döneminde Türk Devriminin ilkelerine uygun çalışan iktidarlar, siyasi, ekonomik, kültürel yönden ülkeyi ve halkı kalkındırmak ve geliştirmek için büyük çabalar gösterir. Yeni Türk ABC’sini kabul eder, karma eğitimi, eğitim birliğini, kadın ve erkek eşitliğini sağlar, kadına seçme ve seçilme hakkı tanır, laik bilimsel eğitimi temel alan okullar açar, uçak, gemi, helikopter, lokomotif yapımına yönelir, MKE, Etibank’ı, Sümerbank’ı, KİT’leri hizmete sokarlar, şeker, kâğıt, çimento fabrikalarını faaliyete geçirirler, hazine arazilerini köylüye dağıtarak, tarım ve hayvancılığa destek olurlar, tarihi eserleri korumaya alırlar. Ankara ve İstanbul üniversitesi ile meslek teknik okulları açarak, gençleri okutmaya, meslek sahibi yapmaya ağırlık verirler; binlerce subay, öğretmen, mühendis, doktor, teknik elaman, hukukçu, ekonomist, sosyolog ve idareci yetişir, “önce halk ve vatan” diyerek ülkenin kalkınmasına, halkın aydınlanmasına seferber olur.

1950’den çok partili hayata geçtikten sonra iktidara gelen, dinci, ırkçı, özel girişimci (liberal) siyasal iktidarlar, ülke ve halk karşıtı olmuştur. Devrimci yürüyüşü durdururlar; laik demokratik cumhuriyetin altını oyarlar, içini boşaltırlar, ulusalcı, devrimci, kamucu, sosyal adaletli, demokratik kimliği tersyüz ederler, kapitalist sistem içinde emperyalizme bağlanırlar, ülkenin birikimlerini, yeraltı yerüstü kaynaklarını yağmalatırlar, halkı işsizliğe, açlığa, yoksulluğa, eğitimsizliğe tutsak ederler. Bilimsel laik eğitim yozlaştırırlar, halkevlerini, köy enstitülerini kapatırlar, halkın gelişimini ve aydınlanmasını durdururlar. “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesini çiğnerler, komşularla kanlı bıçaklı olurlar. Irak ve Suriye sınırındaki mayınlar sökerek binlerce sığınmacının ülkeye girmesine yol açarlar, ucuz iş gücü olarak kullanıp emeğin çalışmasını ve örgütlenmesini engellerler, yurttaş çocukları üniversitelere sınavla girerken, sığınmacıların çocuklarını sınavsız alırlar. Siyasi ve toplumsal gerilimin birincisi bu durumlardır, unutulmasın.

 

Gerilimin ikinci kaynağı: AKP/MHP’nin oluşturduğu Cumhur iktidarıdır.

 

Bu iktidar, AP, ANAVATAN, Doğru Yol iktidarları gibi emperyalizme göbekten bağlıdır. 27 Mayıs Devrimi ve 1961 Anayasası ile kazanılan, 12 Mart 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 darbesiyle hasara uğratılan kurum, kuruluş ve kuralları ortadan kaldırdılar, yeraltı ve yerüstü kaynakları, Tarım, Hayvancılık, Sanayi, Turizm,  kuruluşlarını, Termik, Hidroelektrik santrallerini, Şeker, Çimento, Gübre, Tekel fabrika ve arazilerini, Tekel, Sümerbank, Etibank ve KİT’leri, Limanları, PETKİM, TÜPRAŞ, Türk Telekom, SEKA gibi kuruluşları, emperyalizme ve yandaşa peşkeş çekerek; laik okulları İmam Hatip okullarına dönüştürüp temel eğitim kurumları yaparak, halk çocuklarını bu okullarda okumaya mecbur bırakarak, üniversiteleri medreseye dönüştürerek, ülkenin, halkın ve gençlerin geleceğini karattılar.

 

40’ı aşkın tarikatçı dernek, vakıf, cemiyet kurarak, Diyaneti öne sürüp milli eğitime protokoller yaptırarak, imamları okullara ve yurtlara sokarak, tarikat, cemaat dernek, vakıf okul ve yurtlarını devlet kesesinden besleyerek, örümcek ağı gibi ülkeyi sarmalarına yol vererek, kara bulut gibi aydınlığın üstüne çöktüler, “dindar ve kindar” kuşak yetiştirmeye hız verdiler.

 

Bunlarla da yetinilmeyerek, iş ve suç ortağı Fetullah çetesi ile birlikte orduya, yargıya operasyonlar çektiler, harp okullarını, askeri liseleri, askeri hastaneleri kapattılar; Genelkurmaya bağlı jandarma ve sahil güvenliği içişlerine bağlayarak orduyu böldüler, gücünü azalttılar. 15 Temmuz 2016 tarihli Amerikancı Feto darbe girişiminden yararlanarak, 2017 Anayasa değişikliği ile

yasama, yürütme ve yargıda etkinlik kurup, yön verdiler. Seçim yasaları ve kurul kararlarıyla yasamada çoğunluğu sağladılar. Yürütmeyi (hükümet) sekretaryaya dönüştürdüler, üyelerini ağırlıkla reisin belirlediği HSK eliyle mahkemelerin kuruluşunda, yargıç ve savcı atamalarında etkinlik kurdular,  YSK, HSK, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay’a üye seçiminde belirleyici oldular, yandaş yargı kurdular.

 

Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı rafa kalktı, seçimlere hile karıştığı, yargı kararlarına müdahale edip yol verildiği savları nedeniyle yargıya güvenirlik bitti; kuvvetler ayrılığı ve demokrasi kuralları çiğnenerek  “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” denilen ucube ile tek kişiye bağlı “diktatörlük” kuruldu.

 

Siyasi ve toplumsal muhalefete yaşama hakkı tanımadı, yazarı, çizeri, gazetecisi, muhalif gazete ve TV bırakılmadı, çoğu yemlenerek iktidara bağlandı,  belediye başkanları içeri tıkıldı, televizyonlara el konuldu, muhalif parti ve hareketler baskı altına alındı, çalıştırmama, kapatma tehdidiyle ve de yargı sopasıyla susturuldu, yeni plan ve senaryolar üretilmeye devam ediyor.

 

AKP 23 yıldır iktidardadır. İktidar partisinin reisi, MHP’nin desteği ile hem devletin hem de yürütmenin başıdır. Parti ve yürütmenin başı olarak yaptığı her türlü eylem, işlem, söylem, cumhurbaşkanını koruma kapsamına sokuldu, karşıtların şikâyeti, dava açmaları koruma zırhını aşamaz, kanun önünde herkes eşittir evrensel kuralı işlemez oldu.

 

Bu süreçte, Milli Eğitim Bakanlığı’na, İlk ve Orta Öğretim Genel Müdürlüklerine dinci ve tarikatçı başkan ve yönetici atandı; okullar tarikatçı müdür ve öğretmenlerle dolduruldu, üniversite ve yüksekokullar medreseye dönüştürüldü, imam hatip okulları temel eğitim kurumu yapıldı, milyonlarca halk çocuğu aklı dışlayan, bilim ve laiklik karşıtı dinci eğitimden geçirildi; mezunları devlet organlarına ve kamu kurumlarına yerleştirirdi. Devlet ve kamu kurumlarında, laik cumhuriyete bağlı çalışanlardan daha çok dinci, ırkçı iktidara zihnen, fikren ve fiilen bağlı görevli, subay, polis, yargıç, savcı, mimar, mühendis, doktor, ekonomist, imam çalışır oldu, iktidara yönelik eleştiriler görmezden gelindi, tavır alındı.

 

Bilimsel laik eğitimle yetişmemiş insanlardan, ne memur, ne subay, ne polis, ne imam, ne yargıç, ne savcı, ne savunman, ne öğretmen,  ne bürokrat ne de devlet adamı olur. Bunların dillerinde demokrasi, eşitlik, özgürlük sözleri olsa da özlerinde baskı, zulüm, yağma filizlenir. Nitekim görev yaptıkları her yerde baskı, taassup, haksızlık, hırsızlık, yolsuzluk, yağma ve adaletsizlik fışkırıyor…

 

Cumhur iktidarının başında püsküllü belalar var:

 

Birincisi, rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk, yağma.

 

AKP reisi bir yüzüğüm var diyordu, devlet ve kamu malından yararlanarak dünyanın sayılı zenginleri arasına girdiği savlanıyor, Zarrap, paraları sıfırlama, yabancı ülkelerde mülk edinme, Long ve Short yatırım hesapları açma, işlemler yapma, dünyanın sayılı zenginleri arasına girme savlanıyor.

 

Ellerinin altında hazine, örtülü ödenek, varlık fonunu tutuyorlar; halkın paralarını, vergilerini çarçur ediyorlar, ülkenin yeraltı yerüstü zenginliklerini, “nadir elementlerini”, ailelerinden kalma miras malı gibi emperyalizme ve yandaşa pazarlayarak, savurarak, sorumsuz davranarak suç işliyorlar. İktidarı kaybetmeleri durumunda, bunların hesabının sorulacağını biliyorlar, o nedenle iktidarda kalmak için yasal ve yasal olmayan her yolu deniyorlar.

 

İkincisi, Anayasa, yasa tanımama, muhalefete tahammülsüzlük.

 

Anayasayı ihlal ediyorlar, hileli seçimlerle iktidarı ele geçirip,  Anayasa ve İHM kararlarına uymuyorlar, hukuku ayaklar altına alarak, yandaş savcı ve yargıçlar eliyle, soruşturma, dava, gözaltı ve tutuklamalarla basını ve toplumsal muhalefeti susturmaya, Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisini Demokrat Parti gibi kapattırmaya çalışıyorlar. Cumhurbaşkanı adayını, belediye başkanlarını tutuklatarak, sanal kanıtlarla davalar açtırarak, demokrasiyi ve kuvvetler ayrılığını katlediyorlar.  Normal bir seçimle iktidarda kalamayacağını biliyorlar. Hürriyet ve İhtilaf Partisi’nin iz düşümü Demokrat Parti’de aynı niyeti taşıyordu, tarih oldu, her şeye karşın CHP hala yaşıyor, unutmamak gerekir.

 

Üçüncüsü, Kürt sorunu:

 

Osmanlı’da “Şark” sorunu, Türkiye’de “Kürt” sorunu sıkıntı kaynağıdır. Laik cumhuriyet, Türkleri, Kürtleri ve diğer etnik grupları Lozan Antlaşması ile Türk Ulusu (Millet) temelinde birleştirmiş, eşitlik, özgürlük, kültür ve yurttaşlık temelinde bir araya getirmişti. Birinci Dünya Savaşı sırasında Türk ordusunun elinde tuttuğu toprakları üzerinde sürdürülen kurtuluş savaşında ki kazanımları ve Lozan Barış Anlaşmasının katılan gözlemci ABD’nin dışında tüm tarafların kabulüyle Türkiye Cumhuriyetini kurmuşlar, kuruluş aşamasından itibaren emperyalizmin kışkırtması ile gayrimüslim Rum ve Ermeniler ile bazı Kürtler aşiretler hoşnutsuzluk göstermiş ise de çoğunluğun birlikten yana tavır almasıyla konu kapatmışlardır.

 

Cumhuriyetin ilanından sonra dinci Şeyh Sait, ayrılıkçı Koçgiri ayaklanması olmuşsa da laik cumhuriyet, ayaklanmayı bastırarak, isyancıları yargılayarak, ulusal birliği sağlamıştır.

 

Lozan’da azınlık kabul edilen gayrimüslimlerin Türk eğitim sistemine gönüllü katılımıyla, halk çocuklarını ayrımsız okutmaya, eğitmeye, mezunlarının devlet ve kamu kurumlarında çalıştırmaya, subay, polis, öğretmen, memur, müdür, genel müdür, muhtar, ihtiyar heyeti, belediye başkanı, belediye meclis üyesi, milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olmalarına, bazı stratejik kurumlarında görevlendirmede seçmeci davransa da, engel çıkarmamış; haklarda, borçlarda tüm yurttaşları ekonomik, sosyal ve siyasi alanlarda eşit kılmıştır.

 

1789 Fransız Devrimi, Osmanlı İmparatorluğunu sarsar. Rumların, Ermenilerin, Arapların, Osmanlıdan ayrılma çabaları başlar, 1876 I. Meşrutiyet, 1908 II. Meşrutiyet ilanına yol açar; 1923 Türk devrimini etkiler, milliyetçilik, cumhuriyetçilik ve laiklik ilkelerinin, 1917 Rus Devrimi (İşçi sosyalizmi) ise halkçılık, devletçilik ve devrimcilik ilkelerinin esin kaynağı olur; kültür milliyetçiliği temelinde Türkiye Cumhuriyeti kurulur. Kurtuluş mücadelesi sürecinde filizlenen yeni cemiyet (dernek), sendika, fırka (parti) kurmalar başlar.

 

1949 Çin Devrimi (köylü sosyalizmi) ise sosyalist düşüncede gelişme, tartışma, ayrışma yaratır, sosyalist devrim-milli demokratik devrim tezlerinin savunulmasına, tartışılmasına yol açar.

 

27 Mayıs 1960 tarihinde devrimci Kemalist subayların girişimi ve halkın desteği ile Türkiye’de ihtilal olur. Kurucu meclisin hazırladığı 1961 Anayasasının halkoyuyla kabul edilip yürürlüğe girmesiyle ile devlet ve toplum yaşamında yeni gelişmeler görülür, yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, planlı ekonomi, ekonomik, sosyal haklar temelinde, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel hak ve özgürlükler ve demokrasi işlerlik kazanır.

 

Anayasanın sağladığı hak ve özgürlük ortamı içinde, sosyalist örgütlenme ve tartışmalar hızlanır, sosyalizmi hedefleyen dernekler, sendikalar, partiler kurulur; dergi ve gazete çıkarılmasında, hikâye, roman, şiir kitapları basılmasında, klasik ve ideolojik yabancı kitapların çevrilmesinde, ülkeye sokulmasında, büyük rahatlama olur; her türlü düşünce tartışılır, siyasi kümeleşmeler ve gruplaşmalar görülür.

 

Devrimci gençlik derneklerinde, sendikalarında yer alan, işçi partilerine giren  “Kürt” kökenli yurttaşlar, yazar, çizerler, “Kürtlerin ayrı bir halk olduğu, dilinin, kültürünün yasaklandığı, topraklarının işgal edildiği, sömürüldüğü ” gibi savlar ileri sürer, söz ve söylemler olur, gazeteler, kitaplar çıkarılır.

 

1962 yılında kurulan Türkiye İşçi Partisi  (TİP) öncülüğünde, 1965 yılında Mehdi Zana, Niyazi Tatlıcı ve İsmet Özcan’ın girişimi ile “Kürtlerin uğradıkları ulusal baskı ve ekonomik ayrımcılığı” dile getirmek için Doğu Mitingleri düzenlenir. TİP yönetiminden Tarık Ziya Ekinci, Nihat Sargın ve Mehmet Ali Aslan bu toplantılara katılır. TİP, uzun süre Kürt kökenlilerin rahatça siyaset yaptığı, sorunları tartıştığı bir platforma dönüşür. Doğu Mitinglerinde asılan pankartlar, atılan sloganlar, yapılan konuşmalar nedeniyle de 20 Temmuz 1971 tarihinde Anayasa Mahkemesi’nce TİP kapatılır.

 

1965 tarihinde Sait Elçi, Türkiye Kürdistan Demokratik Partisini (TKDP) kurar. 1967’de Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) kurulur, 12 Mart 1971 muhtırasının ardından, Diyarbakır ve İstanbul sıkıyönetim mahkemelerinde davalar açılır, kapatılır. 1974’de Devrimci Demokratik Kültür Derneği (DDKD) kurulur, “Kürdistan’ın sömürge olduğu” tezi savunulur.  Roje Welat, Özgürlük Yolu, Rızgari, Tekoşin, Kawa adlı dergiler çıkar, dergiler etrafında gruplaşmalar oluşur. 1974’de Kemal Burkay öncülüğünde Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi (TKPS) kurulur.

 

1973 yılında, Abdullah Öcalan liderliğinde bir grup, Kürt kimliği üzerinden bir deklarasyon (bildirge) yayınlar. Bunlara, Şanlıurfa-Gaziantep yöresinde “Apocular”, Tunceli, Bingöl, Elazığ, Kars ve Ağrı yöresinde “Ulusalcılar”, diğer yörelerde “Kürdistan Devrimcileri” denir, faaliyet ve örgütlenmeleri yaygınlaşınca da (Kürt) “Ulusal Kurtuluş Örgütünü (UKO)” oluştururlar.

 

Bu grup, 27 Kasım 1978’de, 22 kişi Diyarbakır’ın Lice İlçesi Fis Köyü’nde toplanır; “Türkiye’nin güney ve güneydoğusunu, Irak’ın kuzeyini, Suriye’nin kuzeydoğusunu, İran’ın güney batısını kapsayan bölgede” özerk yönetimler oluşturmak, güvenlik güçleriyle çatışarak, askeri ve sivil hedeflere yönelik eylemler koyarak, halkı ikna ederek, sindirerek, yandaş kazanarak, siyasi ve askeri faaliyet yürütmek üzere Partiye Karkeren Kurdistane’yi (PKK-Kürdistan İşçi Partisi) kurar.

 

12 Eylül 1980’de darbe ile yönetime el koyan askeri yönetim, PKK’nın söylem ve eylemlerinin Türkiye Cumhuriyetinin ulusal kimliğine, halkı ve ülkeyi bölmeye yönelik olduğunu saptar, güvenlik güçlerini ve sıkıyönetim yargısını harekete geçirir; yoğun operasyonlar, kovuşturmalar, soruşturmalar, gözaltına almalar, tutuklamalar yapar, sıkıyönetim mahkemelerinde davalar açar,  verilen kararları kesinleşince infaz ettirir. Devrimciler ve ülkücüler hakkında idam kararları infaz edilirken, ayrılıkçılar hakkında hiçbir idam kararı infaz edilmez, ancak dağlarda, yaylalarda, köylerde, kentlerde etkisiz hale getirilirler.

 

Yargılamalarda, resmi ve özel yazışmalarda, cezaevi görüşlerinde, resmi dilden başka dil kullanılmasına ve konuşulmasına izin verilmez. Bu uygulamaya karşı cezaevlerinde direnişler, açlık grevleri, ölüm oruçları yaşanır, sakat kalanlar, ölenler olur.

 

1982’nin 20-25 Ağustos’unda Suriye’nin Dera kentinde toplanan II. PKK kongresinde, “Kürt Devleti kurmak” amacıyla gerilla savaşı başlatılması kararı alınır.

PKK militanları, 15 Ağustos 1984’te, Barzani’nin etkin olduğu Kuzey Irak sınır bölgesinden Türkiye’ye sızarak, Siirt’in Eruh ve Hakkâri’nin Şemdinli ilçesi jandarma karakollarına, askeri lojmanlara baskın düzenler; bombalar atıp silahla tararlar, iki jandarmayı öldürürler, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı “İsyan”  başlatırlar,  eylemede “ilk kurşun” adını verirler.

 

1985’te Kürdistan Ulusal Cephesini (ERNK), III kongreden sonra da Askeri Kanat (HRK) içinde Kürdistan Ulusal Kurtuluş Ordusu’nu (ARGK) kurarlar; faaliyetlerini, etkinlik kurdukları yerlerden çıkarak, Irak, İran ve Suriye sınırından içeri sızarak, ev, mezra, köy, şantiye basarak, yol keserek, tuzaklar kurarak, canlı bombalarla kan akıtarak, “iç infazlarla” sorun çıkaran militan ve kadrolarını cezalandırarak sürdürürler.

 

Türkiye Cumhuriyeti, Abdullah Öcalan hakkında “kırmızı bültenle” yakalama çıkartır. Suriye ile ilişkiler iyi iken Devlet Başkanı Beşar Esat’ın, “Siz kuzeyden biz güneyden Kuzey Suriye ve Kuzey Irak bölgesine operasyon yapalım, terörist hareketi bitirelim” önerisi, iktidarca kabul edilmez, yüzlerce askerin, binlerce yurttaşın ölümüne neden olunur.

 

Türk silahlı kuvvetleri ve emniyet güçleri, PKK’nın silahlı güçleriyle çetin bir mücadeleye girer, sınır ötesi 1995’te “Çelik”, 1996’da “Tokat”, 1997 “Çekiç”, “Şafak”  harekâtlarıyla büyük darbeler vurur. 16 Eylül 1998’de Suriye’ye gözdağı vererek Abdullah Öcalan’ı Suriye’den çıkartır. Dünyada sığınacak yer arayan Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999’da Kenya’da, “asılmama koşuluyla” Türkiye’ye teslim edilir. Yargılanır, idama çarptırılır, AHİM infazı durdurur, DSP-MHP-Anavatan’dan oluşan Ecevit koalisyon hükümeti karara uyar, sözünü tutar, idam tezkeresini TBMM’ne sunmaz. İdam cezası kanunundan çıkarılınca da müebbet hükümlüsü olarak İmralı Cezaevi’nde 26 yıldır yatar.

 

PKK’nın binlerce militanı açlıktan, susuzluktan, hastalıktan, dağda, kırda telef edilir, kırlarda, mezralarda, köylerde, şehirlerde vurulur, ölür, yaralanır, yakalanır, cezaevine konur, ikinci adamları Şemdin Sakık itirafçı olur.

 

PKK, Abdullah Öcalan’ın idama çarptırılması, birçok militanının yakalanması, yaralanması ve öldürülmesiyle dağılma sürecine girer. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında eylem yapamaz, barınamaz durumdadır. Türkiye’den çekilir, Irak ve Suriye’nin kuzey bölgelerine, İran’ın güney doğusuna sığınır, buralarda ve Avrupa ülkelerinde ekonomik, sosyal ve siyasi faaliyetini sürdürür.  KADEK (Demokrasi kongresi) ve Kongre-Gel (Kürdistan Kongresi) örgütlenmelerini geliştirir. 20 Mart 2005’te Kürdistan Topluluklar Birliğini (Koma Civeken Kurdistane-KCK) kurar. Türkiye’de PKK,  Suriye’de PYD, İran’da PJAK, Irak’ta PÇDK bu birliğe bağlanır.

 

PKK ile paralel düşünceler taşıyan, Halkın Emek Partisi (HEP) 7 Haziran 1990’da kurulur, kurucuları SHP seçimlerde aday gösterir, milletvekili seçilenler olur.  Engellemelere, yasaklamalara, kapatmalara karşın bunu ÖZEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP, ÖTP, DTP, BDP, HDP ve DEM adlı partiler izler;  kimi sol partilerle ittifak kurarak seçimlere katılır, milletvekili çıkarır, belediye başkanlıkları kazanır, parlamentoda temsil edilir. Kürtlerin demokratik ve siyasi örgütlenmesi olarak sunulur; barışçı ve demokratik yöntemleri benimsediği ve kullandığı dillendirilir.

 

PKK’nın, KCK’nın ve siyasi partilerin “gerçek liderinin” İmralı cezaevinde yatan hükümlü Abdullah Öcalan olduğu kabul edilir. KCK ile mücadeleyi politik askeri alandan politik toplumsal alana çevriler, sosyalist söylemden vazgeçerler, milliyetçi ve dinci söyleme yönelirler. Legal parti ve sivil örgütlenmelerle Türkiye’de, İran’da, Suriye ve Irak’ta mücadele ederler. ABD’nin “askeri ve politik” müttefiki” olurlar, askeri, mali, politik destek ve yardım alırlar, emperyalizmin yönlendirmesiyle var oldukları ülkelerde ve Avrupa’da mücadeleyi sürdürürler.

 

2002 yılında “yoksulluk, yolsuzluk, yasaklarla savaş” sloganıyla iktidara gelen AKP, “Kürtçe isim konulmasını, yayına yapılmasını, okunmasını” yasaklayan hükümleri kaldırır; Kürtçe yayın yapan televizyon kanalı açar.  “PKK ile görüşen alçaktır” der,  “Oslo görüşmeleri ve Dolmabahçe mutabakatı” ile gizli ilişkileri ve görüşmeleri açığa çıkar, “biz görüşmüyoruz devlet görüşüyor” savunmasını yapar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ilkelerini yıprattığı, “gündüz evliya gece eşkıya” yöntemi ile yok etmeye çalıştığı ortaya çıkar.

 

İktidar, baskıyla, zulümle, davalarla karşıtlarını susturmaya çalışırken, iktidar ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, sürpriz biçimde harekete geçer, 22 Ekim 2024 tarihinde meclis grubunda,  “bebek katili” dediği, asılması için alanlarda “ip attığı” PKK lideri Abdullah Öcalan’a “örgütü lağvetsin, gelsin TBMM’de DEM Parti grubunda konuşsun, umut hakkından yararlansın” çağrısı yapar, ortalık hareketlenir.

 

AKP bu çağrıyı önce gizliden sonra açıktan olumlar,  DEM destekler, heyetler oluşturup İmralı’ya gider, Abdullah Öcalan’la görüşmeler yapar. Abdullah Öcalan, İmralı cezaevinde yaptığı görüntülü açıklama ile görüşlerini ve istemlerini belirtir, PKK’ya kongresini toplaması ve silah bırakması çağrısı yapar.

 

PKK, kongresini toplar, örgütü dağıtma, silahlı mücadeleyi bırakma kararı alır; kadınlı erkekli 30 militanı ile törenle silah yakar, şiddet olayları bitiyor diye halk da mutlu olur.

 

TBMM Başkanının başkanlığında, mecliste temsil edilen ve grubu bulunan AKP 21, CHP 10, MHP ve DEM 4’er, İyi Parti 3, Deva, Gelecek, Saadet partilerinin oluşturduğu Yen Yol 3, grubu olmayan Hüdapar, DP, TİP, Emep, DSP, YRP’den 1’er olmak üzere 51 milletvekilinden oluşan bir “komisyon” kurulur.  İyi Parti komisyona katılmaz, 3 üyeliği AKP, CHP ve DEM’e dağıtılır. Kürt sorununun TBMM çatısı altında konuşulacağı ilan edilir.

 

Komisyon ilk toplantıda adını, “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” olarak belirler, çalışmalara başlar, parti temsilcilerini, gizli oturumda MİT, Genelkurmay, İçişleri, Dışişleri ve ilgili yetkilileri, açık oturumda önceki meclis başkanlarını, gazileri, şehit ailelerini, kayıp yakınlarını, derneklerini, demokratik kitle örgütlerini, sendikaları, bilim insanlarını dinler.   Şimdiye kadar 18 toplantı yapar. 17 toplantıda, içişleri, milli savunma bakanlarının ve mit başkanının sunumunu kapalı oturumda dinlenir. CHP’nin katılmadığı 18.nci toplantıda, İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüşme kararı alınır. AKP, MHP ve DEM temsilcisinden oluşan 3 kişilik heyet gider, görüşür. Görüşmeden görüntü verilmez, tutulan tutanakta açıklanmaz. PKK yandaşları, “Öcalan devleti ayağına getirdi, işte PKK’nın büyüklüğü burada” der.

 

Heyet oluşturulması ve görüşmeye gidilmesi konusunda toplumda ve siyasi partiler arasında yoğun tartışmalar yaşanır, Abdullah Öcalan’la görüşmeye gitmek, PKK’yı TBMM’ye denk tutmak ve örgütü muhatap almaktır derler. Devlet Bahçeli “kimse gitmezse ben giderim” diye havalanır ve heyet gider. Cumhuriyetin kurucusu CHP’ye, toplantıya katılmadı, heyete temsilci vermedi diye cumhur ittifakı ve DEM eleştirilerde bulunur, Kürt yurttaşların seçimlerde CHP’den hesap soracağı dillendirilir. CHP, “PKK ve DEM tabanından oy almasa da birlikten yana yurtsever Kürt kökenli seçmenden oy alır” denir.

 

Abdullah Öcalan’ın ve heyette yer alan temsilcilerin ne konuştukları, ne dedikleri, neler istedikleri, neler vaat ettikleri halktan gizlenir, on yıllık yayınlama yasağı olsa da, uzun süre gizli tutulamaz, kimi söylem ve eylemlerle açığa çıkar.

 

Dincilerin, ayrılıkçıların ve iktidarın talepleri toplumca biliniyor, bu güne kadar sürdürdükleri mücadeleden, eylem ve söylevlerinden anlamak zor değil.  Dincilerin, laiklik devlet ve toplum düzenin iptal edilmesini, ayrılıkçıların, Türk ve ulus kavramının, yurttaşlık tanımının, resmi ve eğitim dilinin değişmesini, merkezi ve yerel mahalli yönetimin, üniter yapının çözülmesini, Türkiye Cumhuriyetinin ‘Türkler ve Kürtler tarafından kurulduğunun, Türkçe yanında Kürtçenin resmi ve eğitim dili olduğunun’ anayasaya yazılmasını, ‘üniter merkezi yapının çözülerek eyalet sistemine geçilmesini, özerklik verilmesini” istedikleri açık. İktidar ise, ‘cumhurbaşkanının ikiden fazla seçilmesinin engellenmemesi’ isteğinde.

 

Cumhur ittifakının ve DEM’in hayali geniş. Anayasanın 1. 2. 3. 4. maddeleri ortada iken, bu istemleri, laik cumhuriyet karşıtı dinci iktidar ve ayrılıkçı hareket gerçekleştirebilir mi, DEM’in desteği ile Anayasayı değiştirilip RTE bir daha seçilebilir mi, bekleyip göreceğiz.

 

Dördüncüsü: Kıbrıs, Ege Adaları, Boğazlar ve dış politika.

 

Kıbrıs sorunu iktidarın tutumu yüzünden derinleşerek sürüyor. İki devletli çözüm önerisi tutmuyor. Avrupa Birliğine bağlanmak isteyen Kıbrıs yönetimi iki toplumlu federal devlet istiyor. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Türkiye’den başka tanıyan da yok. İktidar, bu konuda yeterli çalışmayı yapmıyor, Türkiye’de uyguladıkları ırkçı, dinci politikayı Kıbrıs’a dayatıyor, huzur olmuyor.

 

ABD, NATO bağlantısı adı altında Türkiye’yi Ege’den, Güney Kıbrıs ile Akdeniz’den kuşatıyor, Yunanistan Türkiye’ye ait adacıklara, kayalıklara el koyup silahlandırıyor, iktidar ne ses çıkarıyor, ne tepki veriyor.

 

Bunla yetinmeyen iktidar, Montrö’yü delmek için kanal projesini hayata geçirmeye çalışıyor, dış politikada zik zak çizerek Türkiye’nin itibarını ve geleceğini riske sokuyor.

 

Tüm bu sıkıntıların kaynağı AKP/MHP’den oluşan Cumhur iktidarıdır. Sıkıntı ve gerilimden kurtulmak için dinci, ırkçı iktidarın demokratik yollarla değişmesini sağlamak yurtseverlerin kaçınılmaz görevidir.

 

Laik ve demokratik cumhuriyet için mücadele edenlere kolay gelsin.

04.12.2025

Av. Mehdi BEKTAŞ

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir