Gün gelecek gaz bombaları gömülecek,
Üstünde sümbüller bitecek,
Ama bugün mücadele, yalnızca mücadele…
Karanlıkları delip geçecek.
12 Mart 1971 darbesiyle kısmi demokratik siyasal koşullardan Amerikancı açık faşizme geçilmişti. 19 Mart 2025 darbe girişimiyle ise dinci zorbalık pekiştirilmeye ve normalleştirilmeye çalışılıyor. Tek adam, her şeyden önce karşısına çıkartılacak rakibin kitlelerden onay alacak olmasına tahammül edemedi. Bir süredir kendi kontrolünde, “majestelerinin muhalefeti”ni isteyen Erdoğan, her türlü diri muhalefeti, hele de son yerel seçimde kendi partisinden çok fazla oy alan bir muhalefeti yok etme amacında olduğunu söylem ve eylemleriyle ortaya koyuyordu. “Emri hak vaki olana” kadar ülkenin tek egemeni olmak ve bugünkünden daha da gerici bir rejim kurmak amacıyla tümüyle hukuk dışı, mevcut anayasaya da aykırı yöntemlere başvurmaktan kaçınmadı. Onun için koltuk her şeyden daha önemlidir. 19 Mart’ta en çok korktuğu rakibini siyasetin aracı haline getirdiği savcılar vasıtasıyla bir gece yarısı baskınıyla gözaltına aldırarak bu amacını açıkça belli etti.
Tek adam rejiminin bu darbe girişiminin karşısına, başta Ana muhalefet partisi CHP ve diğer bazı muhalif partiler, DİSK ve kamu çalışanlarının ilerici sendikaları, kitle örgütleri, özellikle üniversite gençliği, emekliler ve çeşitli halk kesimleri, iktidara göbeklerinden bağımlı olmayan sınırlı sayıda gazete ve TV kanalı geçtiler.
Tek adam, halk kitlelerinin karşısına çıkarmaya hazırladığı İmamoğlu’nun otuz yıllık diplomasını meşru olmayan yollardan iptal ettirerek, krizden de öte kaos siyaseti izlemeye başladı. Bu tarz siyaset aslında en fazla kurulu bir düzene sahip olan orta kesimi rahatsız eder. Bu geniş kesimin yanı sıra üniversitelerde diploma almak için sınavlara girip kazanan ve senelerdir ömür tüketen yüzbinlerce genç ve mezun da bu hukuksuzluk karşısında şaşkınlığa uğradılar. Bu haksız-hukuksuz kararla üniversite hocası profesör bir anda lise mezunu haline getirildi. Bu acayipliği yaptıranın kendi diplomasının varlığı yıllardır tartışma konusu ve gerçek olduğunu hiçbir zaman kanıtlayamadı.
Yüzde yirmiye yaklaşan kendi kemik tabanını kaybetmemek için karşısındaki meşru partileri ve güçleri düşmanlaştırmayı, ülkede sürekli korku ortamı yaratmayı siyasi bir tercih olarak kullandı ve kullanıyor. Bu tabanına hedef olarak gösterdiği en önemli düşmanlarından birincisi yakın tehlike olarak değerlendirdiği CHP, ikincisi ise Gezi eylemcileridir. Koltuğunu kaybetme tehlikesini yaratabileceğinden korktuğu CHP’yi düşmanlaştırmak için elinden geleni yapıyor. Ancak son zamanlarda sadece düşmanlaştırma ile yetinmemekte, CHP’yi ve Belediyelerini yok etmeye çalışmaktadır. Gezicileri ise çok korktuğu kitlesel kalkışmanın yakın zaman örneği olarak görmekte ve bu örneğin aradan yıllar geçmiş olsa da tekrarından şiddetle çekinmektedir. Gezicileri bahane ederek, her fırsatta, kendi içinde yaşattığı korkusunu topluma salmaya kalkışmaktadır.
Toplumun geniş kesimleri 19 Mart darbe girişimini ellerini bağlayıp seyretmediler. Halkın en aktif, en fedakâr kesimleri iktidarın bütün tehditlerine, baskılarına ve saldırılarına karşı koymakta tereddüt etmedi ve etmiyor. Devleti ele geçiren Ortaçağ zihniyeti yerine halkçı-laik demokrasiyi kurmak isteyen başta gençler olmak üzere her yaştan, her meslekten, kadın-erkek herkes harekete geçmiş bulunuyor.
Bu devrimci kitle hareketinin birden bire patlak vermesinin ve görülmemiş bir şekilde yükselişe geçmesinin en belirgin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: Bir kere bu hareketle birlikte geniş kitleler, büyük ölçüde korku duvarını yıkmış görünüyorlar. Bunun nedeni halk kitlelerinin yaşamakta olduğu büyük ekonomik çıkmazlardır. Halk içine düşürüldüğü ekonomik sorunların sorumlusu olarak AKP iktidarını ve tek adamı görmektedir. Ülkenin bütün zenginliklerinin iktidarda bulunan ve onlara yakın bir avuç kişi ve şirket tarafından yağmalandığını bütün insanlar bilmektedir. En büyük hırsızlıkları yapanlar arsızca muhalefeti suçlayabiliyorlar ve millet de bu açık yüzsüzlüğü görmektedir.
Ülkenin dörtbir yanında halk kitlelerini harekete geçiren nedenlerden bir diğeri de haksızlıkların ve hukuksuzlukların arşı alayı kaplamasıdır. İktidarda bulunanlara ve onların yakınlarına yapılan torpiller, ayrıcalıklar halkı bıktırmış durumda. İnsanlar kanun önünde, işe girerken eşit olmaları gerekirken, iktidara yakın olanlara sürekli, her alanda ayrıcalık yapılmakta, iş bilene göre değil, iktidardakilerin adamı olup olmamaya göre verilmektedir.
Hukuk herkese eşit olarak değil, adamına göre uygulanmaktadır. Bu adaletsizlik insanları adeta çileden çıkarmaktadır.
AKP döneminde, iktidarda kalabilmek için başta seçim kanunu ve anayasa eğilip bükülmekte ve açıkça çiğnenmektedir.
İktidarın emrindeki medyanın sürekli, sabah-akşam yanlı, yalan haberler ve uydurma yorumlar üretmesi, insanları enayi yerine koymaları toplumu öfkelendirmektedir.
Bütün bunların üstüne dinin siyaset haline getirilerek devletin her kurumunun dincileştirilmesi, özellikle eğitim alanındaki gericileştirme hareketleri, sürekli laikliği yok etmeyi amaçlayan politikalar izlenmesi özellikle aydınları ve gençliği çılgına çevirmektedir.
TBMM’nin yasama ve denetim yetkilerinin yok edilmesi ülkenin adeta mutlak monarşiyi andıran bir istibdat rejimi altında olduğu görüntüsü yaratmaktadır. Ülke 1908 Devrimi’nin gerisine götürülmüş gibidir.
19 Mart darbe girişimi sonrasında gelişmeye başlayan devrimci halk hareketi’ni beklenen sonucu yaratamayan Gezi eylemlerinden ayıran en belirgin fark, bu hareketin temel nedeninin ekonomik sorunlar olmasıdır. Açlık, yoksulluk, işsizliğin büyük boyutlara ulaşması ve zenginle yoksul arasındaki aşırı eşitsizliğin deftere kitaba sığmamasıdır. İktidarın yarattığı hukuki, siyasi ve ideolojik sorunlar ekonomik sorunların arkasından gelmektedir. Bu nedenle 19 Mart sonrası gelişen halk hareketi, toplumu daha fazla ve daha derinden kucaklamakta ve bu nedenle de daha kalıcı olacağı anlaşılmaktadır.
Yalnız bu hareket için söylenmesi gereken bir söz de 81 ilde ve ilçelerinde örgütlü olan CHP’nin bu hareketi kavrayıp daha ileriye ne kadar götürebileceğidir. Bu hareketi hedefine ulaştırabilecek olanlar, tarihsel açıdan bakılınca, sosyal demokratlar olamaz. Tarihsel bakımdan devrimci-sosyalist bir partinin bu harekete önderlik etmesi gerekir. Ancak, hem ideolojik hem de örgütsel yeterliğe sahip böyle bir parti var mı? Göründüğü kadarıyla yok. O zaman tek çare mevcut, devrimci güçler (sendikalar, kitle örgütleri, kişiler vb.) ve sol-sosyalist partiler bir araya gelerek, CHP’nin de çözümün içinde olmasını sağlayarak, bu sorunu aşmanın çaresini düşünmelidirler. Yoksa 1789 Fransız Devrimi’nin liderlerinden St. Just’un öngörülü sözünün gerçek olması olasılığı artar: “Yarım devrim yapanlar kendi mezarlarını kazarlar.” Gezi sonuçta biraz da böyle olmadı mı?





