Anlamı derin basit sözler
Einstein’ın kendisi kadar ünlü E=Mc2 formülünü bilmeyen yok gibidir. Bu formülün arkasındaki bilimsel derinliği ve nasıl elde edildiğini, fizik bilimiyle uğraşanlar bilir. Bununla birlikte, formül öylesine basit ve anlaşılırdır ki fiziğe biraz aşina olanlar bile bu formüle bakarak, enerji ve kütlenin eşdeğerliğini ve evrenin nasıl akıl almaz bir enerji taşıdığını kolaylıkla anlayabilir. Edvard N. Lorenz, atmosferin son derece karmaşık hareketini, “Kelebek Etkisi” adlı, hoş olduğu kadar basit bir görsel ile ifade etmişti. Atmosferin hareketini gösterdiği görseli bir de söz ile desteklemişti: “Amazon Ormanları’nda bir kelebeğin kanat çırpması, ABD’de fırtına kopmasına neden olabilir.”
Toplumsal yaşamda da bu türden; karmaşıklığı basitleştiren, en eğitimlisinden en az eğitimlisine kadar herkesin anlayabileceği, açıklayıcı ve yol gösterici ifadeler vardır. Örneğin tek tanrılı dinlerin “Tanrı birdir, ondan başka tapılacak yoktur” sözü, inanç sisteminin bütün karmaşıklığını, basit bir cümleyle, her eğitim düzeyinden herkese nasıl da anlatır… Keza Adam Smith’in, “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” sözü, kapitalist toplumun bütün karmaşıklığını herkese nasıl da basitçe anlatmaktadır… Bu basit söz, kapitalist toplum boyunca yaşanmış ve günümüzde de yaşanmakta olan bütün ikiyüzlü müsibetlikleri anlamanın anahtarıdır. Aşağıda açıklayacağım üzere; insanlar arasında bağımlılık ilişkileri kurulması esasına dayanan, bu nedenle, anti-demokratik olan kapitalist toplumun, ikiyüzlü liberalizm ideolojisine demokratik bir görünüm veren bu söze karşı, demokratik bir dünya isteyenlerin de tasarladıkları dünyanın bütün karmaşıklığını, en eğitimlisinden en az eğitimlisine kadar herkese anlatabilecek, liberal-kapitalizmin maskesini düşürebilecek, açıklayıcı ve yol gösterici bir sözü olması gerekir.
Bu nasıl bir söz olabilir?
Kapitalizmin üzerindeki liberalizm cilası kazındığında, insanları kendine bağımlı kılma üzerine kurulu, böylece bazı insanların başka insanların yaşama hakkına müdahale ettiği bir toplum yapısı ortaya çıkar. Yaşama hakkı nereden kaynaklanır?
Bütün canlıların doğası yaşamaya hem de sonsuz yaşamaya yöneliktir. Bir canlı olarak insanın doğası da yaşamaya yöneliktir. Bu nedenle yaşamak, bütün insanların doğal hakkıdır. Bundan dolayı, herkes yaşama -doğal- hakkına sahiptir. Hiç bir kimse, başkalarının yaşamına müdahale edip, yaşama hakkını ihlal edemez. Yaşama hakkı bütün insan haklarının anası olup, diğer bütün insan hakları yaşama hakkından türer. Ancak yaşama hakkı, sadece insanların vücut bütünlüğünün ve canının korunması anlamında “can güvenliği içinde” olmasını değil, insanların yaşamının, doğrudan dolaylı, basit karmaşık her türlü bağımlılık ilişkisinden arınmış olmasını da kapsar. Çünkü bir insanının iradesinin diğer insana bağımlı olması, bağımlı insanın yaşamının, egemen insanın müdahale ve ihlaline açık olması demektir.
Tarihsel ve güncel yaşama hakkı ihlalleri
Tarihte yaşanmış olan köleci ve feodal toplumlar, hukuken insanların eşitsizliği üzerine kuruluydu. Bu toplumlar, insanın insana bağımlılığını esas aldığı için, bu toplum biçimlerinde yaşama hakkı ihlali vardı ve bu durum o toplumların hukukuna da uygundu. Bu çerçevede köleler doğrudan, serfler de toprak üzerinden alım satım konusu yapılabildiği gibi, canları da efendi ve
derebeylerinin elindeydi. Halen yaşanmakta olan kapitalist toplumda ise insanlar hukuken eşit olup, kimse kimseye hukuken bağımlı değildir; insanın insana bağımlılığı gayrimeşrudur. Bu çerçevede kimse, kimse için çalışmak zorunda değildir. Kapitalist toplumda, bir insanın başka bir insan için çalışması, tarafların özgür iradelerine dayanan iş sözleşmesi ile mümkündür. Ancak, özel mülkiyetin eşitsiz dağılımından, hatta çoğu insanın mülksüz olmasından dolayı, mülksüz insanlar geçinebilmek için mülk sahiplerinin verecekleri işlere muhtaç olmaktadırlar. “Emekçiler” denilen mülksüzler ve “kapitalistler” denilen mülk sahipleri hukuken eşit olmakla birlikte, mülk sahibi olmaktan gelen güç nedeniyle, emekçiler ile kapitalistler arasında bağımlılık ilişkisinin kurulabileceği bir zemin ortaya çıkmaktadır. Bu zeminde oluşan bağımlılık ilişkileri içinde yapılan iş sözleşmeleri, çoğunlukla kapitalistlerin lehine, emekçilerin aleyhine düzenlenmektedir. Böylece kapitalist toplumdaki herkes gibi emekçilerin can güvenliğinin ve vücut bütünlüğünün ihlali hukuk dışı iken, emeği üzerindeki hakkını kapitaliste teslim etmek zorunda kalmaktadır. Kapitalist de emekçinin bu zaruret halini, kendi kârını arttırmak için emekçiyi düşük ücretler ve uygunsuz çalışma koşullarında çalıştırmak için kullanmaktadır. Düşük ücret ve kötü çalışma koşulları da emekçinin bedenen yıpranması sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle, kapitalistin, emekçilerin çalışma zaruretini fırsat bilerek, iş sözleşmelerinde, onları bedenen yıpranmaları sonucunu doğuran düşük ücretlere ve kötü çalışma koşullarına mahkûm etmesi, onların yaşama hakkının ihlalidir.
Emekçiler, kapitalistin düşük ücretler ve kötü çalışma koşulları dayatmasına karşı daha güçlü olabilmek, böylece yaşama haklarını koruyabilmek amacıyla sendikalar kurup, grevler yapabilmek için mücadele etmişlerdir. Bu mücadelelerin başarıya ulaştığı ülkelerde, grevli, toplu sözleşmeli sendika kurma hakkı, yapılan yasal düzenlemelerle, “sosyal haklar” kategorisinde bir insan hakkı olarak tanınıp, hayata geçmiştir. Grevli, toplu sözleşmeli sendika kurma hakkının elde edildiği ülkelerde, kapitalistin emekçilerin yaşama hakkına müdahalesi tamamen sıfırlanmasa da hakkın kullanılabilmesi ölçüsünde sınırlanmıştır. Ancak Adam Smith taraftarı erken liberaller, kapitalizmde “bir görünmez el” tarafından her şeyin optimal dengeye getirileceğini, bu nedenle devletin ekonomiye düzenleyici ve denetleyici müdahalesinin ve sendikacılığın görünmez elin işleyişini aksatacağını söyleyerek, sendikacılığa ve devletin ekonomiye müdahalesine karşı çıkmışlardır. Ancak 1929 Büyük Buhranı’ndan sonra Keynes tarafından geliştirilen Genel Teori’de, görünmez el fikri eleştirilerek, kapitalizmin içinde her şeyi dengeye getiren otomatik bir mekanizma olmadığı, ekonominin istikrara kavuşması için devlet müdahalesinin gerekli, hatta zorunlu olduğu ileri sürülmüştür. Genel Teori genel kabul görmüş ve ekonomik istikrar amacıyla çeşitli ekonomi politikası araçlarını kullanmada devletlere bir dizi yetkiler verilmiştir. Böylece devletlere, ekonomik istikrarsızlık durumunda yetkilerini kullanarak istikrarsızlığın ortadan kaldırılması sorumluluğu yüklenmiştir. Ekonomik istikrarın giderilmesi için devletçe gerekli tedbirleri alınmasında yanlışlık yapılması, tedbirlerin aksatılması gibi kötü ekonomi yönetiminin sonucu, kişilerin gelir kaybına uğramasıdır. Gelir kaybına uğramak özellikle dar gelirli ve yoksul toplum kesimleri için yaşamın güçleşmesi demek olduğu için, kötü ekonomi yönetimi de yaşama hakkı ihlalidir.
Dıştan gelen ihlaller
Yaşama hakkı ihlalleri toplum içinden kaynaklanabileceği gibi, toplum dışından da kaynaklanabilir. Toplum dışından kaynaklanan yaşama hakkı ihlalleri, bir toplumun başka toplumların insanlarını kendilerine bağımlı kılarak, onların yaşam alanlarına, ekonomik değerlerine ve emeklerine el koymaları şeklindedir. Tarihin uzak geçmişlerinde, toplumların yaşam alanlarına, ekonomik değerlerine ve emeklerine, kaba kuvvetle, zor kullanarak el
konmuştur. Buna talancılık ve sömürgecilik denmiştir. Ancak zamanla zorla el koymanın yerini, tıpkı kapitalist toplumda, iş sözleşmelerinin, hukuken “eşit” tarafların karşılıklı özgür irade beyanları olarak görünmesi gibi, eşit uluslar arasında “karşılıklı rızaya” dayanan, liberalizm makyajlı demokratik görünümlü antlaşmalar, sözleşmeler, niyet mektupları, stand by anlaşmaları, kredi derecelendirme puanları almıştır. Liberalizm makyajlı demokratik görünümlü uluslararası sözleşmeler, yerli siyasetçiler tarafından imzalanıp uygulandığı için, her hangi bir zor kullanma yokmuş imajı verilmiştir. Böylece, toplumların yaşam alanlarına, ekonomik değerlerine ve emeklerine zorla el konulduğu eski zamanlarda, gözle görülüp somut olarak yaşanan toplum dışından kaynaklanan bağımlılık ve bunun sonucu olan sömürü ve yoksullaşma, liberalizm makyajlı modern zamanlarda sıradan insanlar tarafından gözle görülüp fark edilemez olmuş; bağımlılık, sömürü ve yoksullaşmanın dıştan nasıl kaynaklandığı, ekonomi politik uzmanı demokratlar tarafından anlaşılıp anlatılmıştır. Bununla birlikte toplumlar arasında bağımlılık ilişkileri kurulmasında kaba güç tamamen terk edilmemiş; hep hazır bulundurulan silahlı güç ile zaman zaman başka toplumların ülkeleri işgal edilmiştir. Ayrıca silahlı güç, modern “ince” bağımlılık yöntemlerinin örtülü gücü olarak, “ulusal savunma, barışı koruma” makyajı ile hep el altında tutulmuştur. Kaba güç kullanılarak ya da modern “ince” yöntemlerle olsun, bir toplumun başka topluma bağımlılığı sonucunda, bağımlı toplumun insanları yoksullaştığı için yaşam koşulları güçleşmiştir. Bu nedenle, bir toplumun başka toplumu kendine bağımlı kılması da yaşam hakkı ihlalidir.
Doğrudan insanların canına ya da beden bütünlüğüne yönelik yaşama hakkı ihlalleri dışındaki yaşama hakkı ihlalleri, en yaygın olarak kapitalistlerin emekçileri sömürmesi, kötü ekonomi yönetimlerinin halkı yoksullaştırması, ekonomik ve askeri güç bakımından güçlü ülkelerin diğer ülkeleri sömürerek yoksullaştırması biçiminde yaşanmakla birlikte, bunların dışında, tekelcilerin halkı sömürmesi, mala yönelik suçlar vs. de yaşama hakkı ihlalidir. Ancak hangi şekilde olursa olsun bir kısım insanın iradesiyle başka insanların yoksullaştırılması, yoksullaştırılan insanların yaşamını güçleştirerek, yaşamlarından yaşam eksilttiği için, yaşama hakkı ihlalidir.
Aranan anlamlı basit söz…
Yukarıda ortaya koyduğum gibi; yaşama hakkı ihlalleri esas olarak insanın insana bağımlılığından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle yaşama hakkı ihlallerinin sona ermesi için, insanlar arası bağımlılık ilişkilerinin sona ererek, toplumsal yaşamın “bağımsız ve eşit birey ilkesi” üzerine kurulu hale gelmesi gerekir. Toplumsal yaşamın “bağımsız ve eşit birey ilkesi” üzerine kurulu hale gelmesi ise bir demokratik siyaset organizasyonu tarafından verilecek demokrasi mücadelesinin başarısı sonucunda mümkündür. Yaşama hakkı ihlallerine son vermek olarak somutlaşan demokrasi mücadelesinin içeriğini, en eğitimlisinden en az eğitimlisine kadar herkese basitçe anlatabilecek söz de böylece ortaya çıkmış oluyor: herkese yaşama hakkı…
Öyleyse üç kere:
Her-ke-se ya-şa-ma hak-kı!
Her-ke-se ya-şa-ma hak-kı!
Her-ke-se ya-şa-ma hak-kı!
Caddelere sokaklara, dağlara taşlara, bilhassa kitlelerin hafızasına yazalım…
Mehmet Uysal





