CHP’nin tek partili yönetiminde 1946’da çok partili yaşama geçen Türkiye Cumhuriyeti, 1950’de “yeter söz milletin” nutukları atıp “Türkçe ezanı Arapçaya çeviren”, “isterseniz hilafeti getirirsiniz”, “odunu göstersem milletvekili yaparım” diyen, Meclis kararı olmadan Kore’ye asker göndererek emperyalist destekli “karşı devrimi” başlatan Bayar ve Menderes yönetiminde Demokrat Parti, “Morison” Demirel’in başını çektiği AP’si, AP, MSP ve “komando kampları” kuran MHP’li Alpaslan Türkeş, “nabza göre şerbet vermeyin” diyen Turan Feyzioğlu’nun yönetiminde Güven Partisi’nin içinde yer aldığı “Milliyetçi Cephe”, devrimcileri “balyoz” darbeleriyle yok etmeye çalışan 12 Mart 1971 muhtırası, “asmayalım da besleyelim mi” diyen 12 Eylül 1980 darbesi, Dünya Bankası çalışanı Turgut Özal’ın yönetiminde Anavatan Partisi, “Kaddafi’nin bağışı ile hazine yardımı parti parasını zimmetine geçiren” MSP’li Necmettin Erbakan ile “Parsadan’ın dolandırdığı, BMT adlı şirketleriyle İstanbul, Ziraat, Emlakbank kredilerinin üstüne yatan” DYP’li Tansu Çiller’in başını çektiği DYP-MSP, “ABD savunma bakanıyla 2 sayfa 9.madelik gizli antlaşma” imzalayan Abdullah Gül ve “Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanı olduğunu” ilan eden Recep Tayip Erdoğan’ın yönetiminde AKP ve iktidarlarının “ihanetine” uğrar; devrimci, laik, bilimci, kamucu özünden ve çağdaş yolundan saptırılarak, emperyalizmle işbirliği içinde, özel girişimci, dinci, ırkçı, bölücü, yağmacı bir yola sokulur.
Milliyetçi cephe iktidarları döneminde hukuk çiğnenir, 12 Mart 1971’de özgürlükçü çağdaş 1961 Anayasası budanır, devrimciler kırda kentte yok edilir; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan asılır, Mahir Çayan ve on yoldaşı Kızıldere’de katledilir, İbrahim Kaypakkaya sorguda öldürülür, Ulaş Bardakçı vurulur, “Maraş katliamı” tezgâhlanır, 12 Eylül 1980 darbesi gerçekleşir.
12 Eylül darbesiyle parlamento fesih edilir, partiler, sendikalar, kitle örgütleri kapatılır, özgürlükler kısıtlanır, basın baskılanır, ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu, devrimci Necdet Adalı asılarak kıyam başlatılır; 1961 Anayasası yürürlükten kaldırılır, emir yasanın önüne geçer, toplu suçlarda 15 gün olan gözaltı süresi önce 30’a sonra 90 güne çıkarılır, emniyet sorgusu esas olur, on binlerce yurtsever sorgudan geçirilir, binlercesi tutuklanır, toplu davalar açılır, cezaevleri toplama kampına dönüşür, ağır cezalar ve idam kararları verilir, yüzlerce devrimci vurulur, onlarcası asılır, sol tasfiye edilir, sağcılara, dincilere, ırkçılara yol verilir.
12 Eylül darbecilerin gözetim ve denetiminde, hak ve özgürlükleri budayan, yürütmeyi yasama ve yargı üzerinde egemen kılan 1982 Anayasası, baskıyla, yönlendirmeyle, şeffaf zarf içine görünen renkli evet/hayır yazılı oy pusulasıyla, %91,37’lik kabulle yürürlüğe konur; Anayasa’ya kefil olan darbe lideri Kenan Evren Anayasa oylamasıyla Cumhurbaşkanı yapılır.
6 Kasım 1983’te genel seçim kararı alınır, üç partinin seçime katılmasına izin verilir. Darbecilerin desteklediği Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP %23,27) halktan boyunun ölçüsünü alır, dört eğilimi (sağı, solu, İslamcıları, ırkçıları) birleştirdiğini söyleyen, 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarının mimarı, darbecilerin ekonomi bakanı, Dünya Bankası çalışanı Turgut Özal’ın başını çektiği dinci liberal görünümlü Anavatan Partisi (Anavatan %45) 1983’de iktidar olur. İsmet İnönü’nün özel kalem müdürü Necdet Calp’ın başını çektiği Halkçı Parti (HP %30,45) ana muhalefette kalır. Hükümeti Turgut Özal kurar, darbeci Kenan Evren onaylar.
Turgut Özal döneminde, dinci tarikat ve cemaatlerin siyasi faaliyette bulunmasını, dini değerleri kullanmasını önleyen 765 sayılı TCK’nun 163 maddesi ile Türk parasını koruma kanunu yürürlükten kaldırılır; KİT’lerin, kamu kuruluş ve şirketlerin, eğitimin ve sağlığın özelleştirilmesine hız verilir; Üniversitelerin ve TRT’nin özerkliği bitirilir, serbest piyasa ekonomisine hız verilir, halkçı ve kamucu kalkınma ekonomisi, planlı kalkınma yok edilir; “Anayasa bir kez ihlal edilmekle bir şey olmaz” denilerek hukuksuzluğun, “benim memurum işini bilir” denilerek rüşvetin, hırsızlığın ve yolsuzluğun önü açılır. “Bir koyup üç alacağız” diye ABD’nin Irak’ı parçalamasına, ülkemize komşu olmasına, ayrılıkçı hareketi desteklemesine aymazca destek olunur.
Ülke ekonomik dar boğaza girer, yokluğu, yoksuzluğu, yasakları yok edeceğim diyen, Ulus, laik cumhuriyet, akıl ve bilim ve Atatürk düşmanı, özel girişimci, dinci AKP iktidara gelir; “ABD savunma bakanıyla 2 sayfa 9 maddelik gizli anlaşma” imzalayan Abdullah Gül başbakan olur. CHP’nin katkılarıyla “yasakları kaldırılan” RTE Partinin başına geçer. Amerika’nın “Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) eş başkanı olduğunu, Diyarbakır’ın doğunun yıldızı olacağını” ilan eder.
Suriye yönetimini ABD’nin ve cihatçıların devirmesine, “BOB eş başkanı” olarak destek olunur, “Emevi Camii’nde namaz kılmaya” kalkılır, Suriye’nin cihatçıların eline düşmesine, ABD’nin Türkiye’yi güneydoğudan karadan, NATO ve Yunanistan eliyle Akdeniz, Ege kıyılarından kuşatmasına, İsrail’in İran’ı ve Filistin’i vurmasına, Türkiye’yi parçalama girişimlerine katkı sunulur.
Laik Cumhuriyete ve kurucularına savaş açarlar, Türkiye’nin tapu senedi Lozan’a “hezimet”, Cumhuriyetin kurucuları Mustafa Kemal ve Mustafa İsmet’e “iki ayyaş” derler. 2002 yılından bu yana ülkeyi yönetirler, laik cumhuriyetin değerlerini çiğnerler. Devlet Planlama Teşkilatını kapatırlar, planlı kalkınmayı durdururlar. Laik bilimsel karma eğitimi yok etmek için Maarif programını değiştirirler, İlk, orta, lise eğitimini 4+4+4 planlamasıyla laik okulları din ağırlıklı eğitim veren okullara dönüştürürler, imam hatip okullarını temel eğitim kurumu yaparlar; bilimsel düşünen, tartışan, itiraz eden, yurtsever kuşaklar yerine, düşünmeyen, tartışmayan, itiraz etmeyen, “dindar ve kindar” itaatkâr köle ruhlu kuşak yetiştirmeye başlarlar, mezunlarını devlet kadrolarına doldururlar. Üniversiteleri medreseye çevirirler, milli eğitim bakanlığının eliyle, vakıflar yoluyla tarikatlara, cemaatlere, sermayeye teslim ederler, liyakatsiz kadroları kilit noktalara getirirler, devlet ve kamu kurumlarına yerleştirirler, Cumhuriyetin birikimlerini haraç mezat yabancıya yandaşa satarlar.
İş ve suç ortakları Amerikancı Fetullah Gülen’in, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimini Kemalist subaylar, demokratlar ve halk önler. AKP, olaydaki sorumluluğunu gözardı ederek darbe girişimini fırsata dönüştürür, 16 Nisan 2017 referandumuyla demokrasiye darbe yapar, Anayasa değişikliği ile yasamayı, yargıyı, yürütmeyi tek kişinin iradesine ve yönetimine bağlar; usulsüz ve hileli seçimlerle milli iradeyi yok eder, halkı ve seçmeni aldatır; Ülke haramilerin eline düşer, hükümet sekretaryaya dönüşür, kamu hizmeti özel sektörün eline geçer, soygun, yağma, hırsızlık zirve yapar. Türkiye Varlık Fonuyla alternatif maliye kurulur, denetimsiz harcamalarla, ülke ve halk soyulur, kredi ve kartlarıyla yurttaş borca batırılır; tarikatların, cemaatlerin, partizanların doldurduğu yargı ise görmedim, duymadım, bilmiyorum duyarsızlığı ile üç maymunu oynar.
***
1973 yılında, 4 Nisan 1949 Halfeti doğumlu Abdullah Öcalan liderliğinde, Duran Kalkan, Fehmi Yılmaz, Kesire Yıldırım, Ali Haydar Kalkan, Cemil Bayık, ve Kemal Pir’in içinde yer aldığı bir grup Kürt kimliği üzerinden bir deklarasyon (bildirge) yayınlar. Bunlar, Şanlıurfa-Gaziantep yöresinde “Apocular”, Tunceli, Bingöl, Elazığ, Kars ve Ağrı yöresinde “Ulusalcılar”, diğer bölgelerde “Kürdistan Devrimcileri” adıyla ünlenir. Faaliyet ve örgütlenmeleri yaygınlaşınca (Kürt) “Ulusal Kurtuluş Örgütü (UKO)” adını kullanırlar.
27 Kasım 1978’de, 22 kişi Diyarbakır’ın Lice İlçesi Fis Köyünde toplanır; “Türkiye’nin güney ve güneydoğusunu, Irak’ın kuzeyini, Suriye’nin kuzeydoğusunu, İran’ın kuzeybatısını kapsayan bölgede” özerk yönetimler oluşturmak, güvenlik güçleriyle çatışarak, askeri ve sivil hedeflere yönelik eylemler koymaya, halkı ikna ederek, sindirerek yanına çekmeye, yandaş kazanarak etkinlik kurmak, siyasi ve askeri faaliyet yürütmek üzere Partiye Karkeren Kurdistane’yi (PKK-Kürdistan İşçi Partisi) kurarlar.
12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra büyük darbeler yerler, pek çok PKK’lı militan vurulur, yakalanır, tutuklanır, çeşitli cezaevlerine konur; 21 Mart 1982’de PKK üyesi Mazlum Doğan, Diyarbakır cezaevindeki uygulamaları protesto etmek için kendini yakar, açlık grevine başlayan PKK’lılardan ölenler olur.
1982’nin 20-25 Ağustos’unda Suriye’nin Dera kentinde toplanan II. PKK kongresinde, “Kürt Devleti kurmak” için gerilla savaşı başlatılması kararı alınır. 15 Ağustos 1984’te, Barzani’nin etkin olduğu Kuzey Irak sınır bölgesinden Türkiye’ye sızarak, Siirt’in Eruh ve Hakkâri’nin Şemdinli ilçesi jandarma karakollarına, askeri lojmanlara baskın düzenlerler, bombalarlar, tararlar, iki jandarmayı öldürerek Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı “kalkışmayı” başlatırlar, baskına “ilk kurşun” adını verirler.
1985’te Kürdistan Ulusal Cephesini (ERNK), III kongreden sonra da Askeri Kanat (HRK) içinde Kürdistan Ulusal Kurtuluş Ordusu’nu (ARGK) kurarlar; Faaliyetlerini, baskınlarını, etkinlik kurdukları yerlerden çıkarak, Irak, İran ve Suriye sınırından içeri sızarak, ev, mezra, köy, şantiye basarak, yol keserek, tuzaklar kurarak, canlı bombalarla masum kanı akıtarak, “iç infazlarla” militan ve kadrolarına kıyarak sürdürürler.
Türkiye Cumhuriyeti, Abdullah Öcalan hakkında “kırmızı bültenle” yakalama çıkartır. Türk silahlı kuvvetleri ve emniyet güçleri, PKK’nın silahlı güçleriyle çetin bir mücadeleye girer, sınır ötesi 1995’te “Çelik”, 1996’da “Tokat”, 1997 “Çekiç”, “Şafak” harekâtlarıyla büyük darbeler vurur. 16 Eylül 1998’de Suriye’ye gözdağı vererek Abdullah Öcalan’ı Suriye’den çıkartır. 1988’de sığınacak yer arayan Abdullah Öcalan 15 Şubat 1999’da Kenya’da “asılmama koşuluyla” Türkiye’ye teslim edilir; yargılanır, idama çarptırılır, AHİM durdurma kararı verir, DSP-MHP-ANAP’TAN oluşan hükümet sözünü tutarak idam tezkeresini Meclise sunmaz, infaz fiilen durdurulur. İdam cezası ceza kanunundan çıkarılınca, müebbet hükümlüsü olarak İmralı Cezaevi’nde yatar.
PKK’nın binlerce militanı açlıktan, susuzluktan, hastalıktan, dağda, kırda telef olur, mezralarda, köylerde, şehirlerde vurulur, ölür, yaralanır, yakalanır, cezaevine konur, ağır cezalar alır, ikinci adamları itirafçı olur.
PKK, Abdullah Öcalan’ın yakalanması, idama çarptırılması ile dağılma sürecine girer. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında eylem yapamaz, barınamaz durumdadır. Türkiye’den çekilir, Irak ve Suriye’nin kuzey bölgelerine sığınır. KADEK (Demokrasi kongresi), Kongre-Gel (Kürdistan Kongresi) örgütlenmelerini geliştirir, 20 Mart 2005’te Kürdistan Topluluklar Birliğini (Koma Civeken Kurdistane-KCK) kurar. Türkiye’de PKK, Suriye’de PYD, İran’da PJAK, Irak’ta PÇDK bu birliğin bünyesindedir.
PKK ile paralel düşünceler taşıyan, etnik temelli siyaset yapan Halkın Emek Partisi (HEP) 7 Haziran 1990’da kurulur, engellemelere, yasaklamalara, kapatmalara karşın, ÖZEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP, ÖTP, DTP, BDP, HDP ve DEM adlı partiler izler; kimi sol partilerin desteği ile seçimlere katılır, milletvekili çıkarır, belediye başkanlıkları kazanır, parlamentoda temsil edilir. Kürtlerin demokratik ve siyasi örgütlenmesi olarak sunulur, barışçı yöntemleri benimsedikleri dillendirilir.
PKK’nın, KCK’nın ve siyasi partilerin “gerçek liderinin” İmralı cezaevinde yatan hükümlü Abdullah Öcalan olduğu kabul edilir. PKK, KCK ile mücadeleyi askeri alandan toplumsal politik alana çevirir, DEM ve sivil örgütlenmelerle Türkiye’de, diğer örgütlenmelerle İran’da, Suriye ve Irak’ta özgürlük ve demokrasi söylemiyle mücadele sürdürür, ABD’nin “askeri müttefiki” olur, askeri, mali ve politik desteğini ve yardımını görür.
2002 yılında “yoksulluk, yolsuzluk, yasaklarla savaş” sloganıyla iktidara gelen AKP, “Kürtçe isim konulmasını, yayına yapılmasını, okunmasını” yasaklayan yönetmenlik hükümlerini kaldırır, Kürtçe yayın yapan televizyon kanalı açar; “PKK ile görüşen alçaktır” der, “Oslo görüşmeleri ve Dolmabahçe mutabakatı” ile gizli ilişki ve görüşmeler açığa çıkar, “biz görüşmüyoruz devlet görüşüyor” savunması yapar, “gündüz evliya gece eşkıya” yöntemi ve söylevi tutturdukları ortaya çıkar.
Emperyalizmin, dincilerin, tarikatçıların, cemaatçilerin ve ayrılıkçıların istekleri hiç bitmez: Emperyalizm, Lozan Antlaşmasının iptali ile Sevr’in diriltilmesini; Dinciler, tarikat ve cemaatler, laikliğin, laik hukuk, toplum ve eğitim düzeninin kaldırılmasını; Ayrılıkçılar, Türk ulusal kimlik tanım ve yapısının, üniterliğin, resmi ve eğitim dilin değişmesini dayatır. Bu istekleri doğrultusunda cumhuriyet kurulduğundan beri mücadele ederler.
Cumhuriyet, feodal yapıyı değiştirmek, halkı kaynaştırmak, balkan, birinci ve ikinci dünya savaşları ile istiklal savaşının yıkıntılarını onarmak, halkı ve genç kuşakları eğiterek, iş ve meslek sahibi yaparak, kalkınmayı sağlamaya çalışır; muasır medeniyet seviyesine (çağdaş bir devlet ve toplum olmayı) ulaşmayı hedefler, aydınlanma devrimlerini birer birer hayata geçirir, emperyalist, dinci, bölücü, yıkıcı girişimlere karşı koyar; feodaliteyi tasfiye ederek, devletçi, kamucu ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel düzenleme ve uygulamalara hız verir, emperyalizm destekli iç isyanları, şekavetleri bastırır.
1946’da gerici, özel girişimci Demokrat Parti’nin kurulması ve 1950’de iktidara gelmesiyle işin yönü değişir, emperyalizm, dinciler, ayrılıkçılar “özgürlük, demokrasi” söylemiyle cumhuriyetin altını oymaya kalkar. DP, karma bilimsel laik eğitimi sulandırarak, Halkevini, Köy Enstitülerini kapatarak, Türkçe ezanı Arapçaya çevirerek, parlamento kararı olmadan Kore’ye asker göndererek, NATO’ya girerek, Kemalist Türk devrimine savaş açar, tarikat ve cemaatleri dirilterek işe başlar.
27 Mayıs 1960 devrimi ile gerici girişim durdurulursa da Demokrat Partisinin ardılları Adalet Partisi, 12 Mart 1971muhtırası, Milliyetçi Cephe, 12 Eylül 1980 darbesi, Anavatan, Doğru Yol, MSP, MHP ortak iktidarları döneminde geri dönüşüm hızlanır, AKP ile “karşı devrime” dönüşür; tarikatçılar, cemaatçiler, ayrılıkçılar devlet yönetimine girer, kumpas davalarıyla emniyet, ordu, yasama, yürütme, yargı, üniversite, eğitim kurumları ve bürokrasi ile laik cumhuriyeti tasfiyeye başlanır.
Bu gelişmelere karşı halk, Kemalistler, Sosyalistler, Devrimciler, Yurtseverler, Aydınlar, çalışanlar, yasal ve meşru yolları kullanarak ayağa kalkar, kendilerini yıkılmaz yenilmez sanan AKP iktidarını, 24 Haziran 2018 cumhurbaşkanlığı seçiminden itibaren inişe geçirir, 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde büyük şehirleri kaybettirerek sarsar, 31 Mart 2024 yerel seçiminde AKP’nin kalesi olarak nitelenen Bursa, Balıkesir, Denizli, Manisa gibi büyükşehirlerde il, ilçe, belde ve köylerde CHP’yi tercih ederek birinci parti yapar, AKP’yi ikinci parti konumuna düşürür.
AKP, seçimi kaybetmiş iktidar olarak “demokratik” ülkelerde olduğu gibi istifa etmesi ve ülkeyi genel seçime götürmesi gerekirken, CHP’nin edilgen tutumu ve merkezi iktidarı elinde bulundurmanın gücüyle iktidarını sürdürmeye, idari ve ekonomik baskıyla kimi belediyeleri ele geçirmeye, CHP ile kimi muhalif partilere yandaş yargı eliyle operasyonlar çekmeye, parti ve belediye başkanları ile olası cumhurbaşkanı adayını tutuklatmaya, davalar açmaya, siyasi ve toplumsal muhalefeti sindirerek, halkı bezdirerek ayakta kalmaya, seçime gitmemeye, yaptıklarının hesabını vermemeye çalışır.
İktidar, baskıyla, zulümle, davalarla karşıtlarını susturmaya çalışırken, iktidar ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, sürpriz biçimde harekete geçer, 22 Ekim 2024 tarihinde meclis grubunda, “bebek katili” dediği, asılması için mitinglerde “ip attığı” PKK lideri Abdullah Öcalan’a “örgütü lağvetsin, TBMM’de DEM Parti grubunda konuşsun, umut hakkından yararlansın” çağrısı yapar, ortalık hareketlenir.
AKP bu çağrıya olumlu yanıt verir, DEM destekler, heyetler oluşturup İmralı’ya gider, Abdullah Öcalan’la görüşmeler yapar. Abdullah Öcalan, İmralı cezaevinde yaptığı görüntülü açıklama ile görüşlerini ve istemlerini belirtir, PKK’ya silah bırakma çağrısı yapar. PKK, kongresini toplar, örgütü dağıtma, silahlı mücadeleyi bırakma kararı alır; kadınlı erkekli 30 militanı ile törenle silah yakar, şiddet olayları bitiyor diye de halk mutlu olur.
Meclis Başkanının başkanlığı altınında, mecliste temsil edilen ve grubu bulunan AKP 21, CHP 10, MHP ve DEM 4’er, İyi Parti 3, Deva, Gelecek, Saadet partilerinin oluşturduğu Yen Yol 3, grubu olmayan Hüdapar, DP, TİP, Emep, DSP, YRP’den 1’er olmak üzere 51 milletvekilinden oluşan “komisyon” kurulur. İyi Parti komisyona katılmaz, 3 üyeliği AKP, CHP ve DEM’e dağıtılır. Kürt sorununda çözümünün TBMM çatısı altında konuşulacağı ilan edilir.
Komisyon ilk toplantıda adını, “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” olarak belirler, çalışmalara başlar, parti temsilcilerini, gizli oturumda MİT, Genelkurmay, İçişleri, Dışişleri ve ilgili yetkilileri, açık oturumda önceki meclis başkanlarını, gazileri, şehit ailelerini, kayıp yakınlarını, derneklerini, demokratik kitle örgütlerini dinleyerek çalışmayı sürdürür, sendikaları, bilim insanlarını dinleyeceği duyurulur, şimdiye kadar 8 toplantı yapar, partilerin ve özellikle AKP, MHP ve DEM’in ne diyeceği, ne talep edeceği merak edilir.
CHP’nin komisyona katılmasına parti içinden ve dışından yoğun tepkiler olur, “AKP’yi meşrulaştırdığı, oyununa geldiği, BOP’a destek olduğu” savlanır. CHP, “sorunun çözüm yerinin ‘Meclis’ olduğunu ısrarla söyledik, demokrasi konusunu biz gündeme getirdik, uzak duramazdık, cumhuriyetin temeline çivi çaktırmayız, kimseyle pazarlık yapmadık” der.
Abdullah Öcalan’ın ne talep ettiği, AKP ve MHP ile hangi konularda anlaştıkları ve süreci başlattıkları belirsizdir. Tartışmalar sürdükçe kuşkusuz bir bir ortaya çıkacaktır.
Dincilerin, ayrılıkçıların ve iktidarın talepleri toplumca biliniyor, bu güne kadar sürdürdükleri mücadeleden, eylem ve söylevlerinden bunu anlamak zor değil. Dinciler, laiklik devlet ve toplum düzenin iptal edilmesi; Ayrılıkçılar, Türk ve ulus kavramının, resmi ve eğitim dilinin değişmesini, merkezi, mahalli yönetimin, üniter yapının çözülmesini, Türkiye Cumhuriyetinin ‘ Türkler ve Kürtler tarafından kurulduğunun, Türkçe yanında Kürtçenin resmi ve eğitim dili olduğunun’ anayasaya yazılmalı, ‘üniter merkezi yapının çözülerek eyalet sistemine geçilmesi, eyaletlere özerklik verilmesi’; iktidar ‘cumhurbaşkanının ikiden fazla seçilmesini engellenmemesi’ isteğinde.
Anayasanın Türkiye Cumhuriyeti’nin şeklini belirleyen 1, niteliklerini belirleyen 2, bütünlüğü, resmi dili, bayrağı, milli marşı ve başkenti belirleyen 3, bu maddelerin değişmesini ve önerilmesini yasaklayan 4, din ve vicdan hürriyetini düzenleyen 24, eğitim hakkı, niteliği ve eğitim dilini düzenleyen 42, vatandaşlığı düzenleyen 66, idarenin bütünlüğü ve kamu tüzel kişiliğini düzenleyen 123, merkezi idareyi düzenleyen 126, mahalli idareleri düzenleyen 127, devrim kanunlarının korunmasını düzenleyen 174. maddeleri ile AKP iktidarının isteği doğrultusunda ‘cumhurbaşkanının niteliğini, tarafsızlığını, süresini, bir kişinin iki defadan fazla cumhurbaşkanı seçilemeyeceğini düzenleyen 101.” maddesinin değiştirilmesi ve yeniden düzenlenmesi konusunda düşünceler taşındığı yazılıyor, söyleniyor.
Öncelikle belirtelim ki bu maddelerde değişiklik yapmak, Türkiye Cumhuriyeti’nin Ulusal, Üniter, Laik ve Demokratik niteliğine saldırı ve tuzaktır.
Cumhuriyet kurulduğundan bu yana dinci, ırkçı, liberal iktidarlar, egemen sınıfın desteği ile cumhuriyetin devrimci, halkçı, laik, demokratik, kamucu ekonomik, sosyal, kültür niteliğini bozmuştur. AKP iktidarı ve Türkçü geçinen ortağı, ayrılıkçı hareketi ve saldırılarını gerekçe göstererek, ulusal, üniter yapıyı, Türk kavramını, yurttaş tanımını, resmi ve eğitim dilini değiştirmek için harekete geçmiştir. Bu bir emperyalist projedir, BOP eliyle uygulamaya konulmaktadır.
Emperyalizm, dincileri, ayrılıkçıları kullanarak, komşumuz Irak ve Suriye’yi parçalamış kaynaklarına el koymuş, İsrail’i İran’a saldırtmıştır. Hedeflerinde Türkiye Cumhuriyet vardır, bunu anlamak için uzman olmaya gerek yoktur, bölgede ve ülkede yaşananları görmek ve düşünmek yeterlidir.
Bilindiği gibi dincilik ve ırkçılık hastalıktır, tedavisi zordur, ama imkânsız değildir, ilacı da “aydınlanma” ve “yurtseverlik” bilincidir. Aydınlanma ve yurtseverlik, laik ve bilimsel eğitim, ekonomik, demokratik, sosyal, siyasal, toplumsal mücadele ile kazanılır. Ülkemizde Kemalist ve Sosyalist devrimcilerin mücadelesi ve katkısıyla aydınlanma ve yurtseverlik büyük bir gelişme göstermiş, her türlü gericilik, ırkçılık ve ayrılıkçılıkla mücadele edebilecek güç ve yeteneğe ulaşmıştır.
Türk halkı, her türlü kışkırtmaya karşın kavgaya girmemekte, devrimci, laik, demokratik cumhuriyetin yaşamasını, ekonomik, sosyal, kültürel sorunların çözülmesini, huzurlu ve güvenli bir ülke olunmasını istemektedir.
Bunu anlamak için, ayrılıkçı eylemlerden bunalanların doğu illerinden güney ve batı illerine göçmesini, İslam ülkelerinde dincilikten bunalanların laik Türkiye’ye sığınmak için can atması, halkı gayrimüslim olan Avrupa ülkelerine gitmek için ölümü göze almasını, denizlerde telef olmasını düşünmek yeter.
Bir kaç konuya kısaca değinmek isterim:
- Hiçbir ülke tek kimlikli değildir, bütün ülkeler çok kimliklidir. Bunlardan bir kimlik öne çıkar, çoğu kez öne çıkan bu kimlik ulusun ve ülkenin adı, dili de resmi dil olur. Türkiye’de “Türk” adının öne çıkması, ulusun ve devletin adı olması, dilinin resmi dil olarak kullanılması böyle bir durumdur.
Her dil konuşulur, öğretilir ve kullanılır. Bir Ulus devlette birden çok resmi ve eğitim dili olmaz, olamaz. Türkiye’de Türkçe, hem Resmi, hem Ulusal hem de Eğitim ve konuşma dilidir. Türkiye’de konuşulan 46 dil vardır. Hatta yasanın izin verdiği ölçüde yabancı dillerden Almanca, Fransızca, İngilizce, İtalyanca, İspanyolca, Rusça, Çince, Japonca, Hintçe, Yunanca, Farsça, Korece, Arapça, kimi üniversite ve okullarda okutulmakta, hatta bu dillerle eğitim yapan okullar bulunmaktadır. Kürt dili ve edebiyatı içinde Mardin Artuklu, Muş Alpaslan, Zazaca dili ve edebiyatı için Bingöl ve Tunceli Munzur Üniversitelerinde bölüm açılmıştır. Bir etnik dilin resmi ve eğitim dili olması tek başına yetmez, aynı zamanda bilim ve teknik, edebiyat ve kültür alanında işlevsel, evrensel dillerle yarışacak gelişmişlikte olması gerekir.
Türkçe böyle bir dildir. Arapçanın ve Farsçanın etki altına sokulmasına karşın, halkın ve ordunun dili olarak yaşamış, cumhuriyetle birlikte işlenmiş, konuşma, bilim, sanat, edebiyat, müzik ve kültür dili olarak gelişerek evrensel diller arasında yerini almıştır.
Resmi ve öğrenim dili olmadan ulusun birbiriyle kaynaşması, ortak
yararlar için anlaşması mümkün olmaz, olamaz; toplum birbirini anlamayan halklardan ve bireylerden oluşur ki bunu da hiçbir ulus ve devlet kabul etmez.
- Bir etnik dilin resmi, konuşma ve eğitim dili olması, diğerlerinin
konuşulmayacağı, kullanılmayacağı, öğrenilemeyeceği anlamına gelmez. Nitekim İngilizce, Fransızca, Almanca, Japonca, Rusça ve Çince dünya dili olmuş, Türkçe de sınırlarını aşmış birçok ülkede resmi dil olmuş, öğrenilen, konuşulan saygın bir dile dönmüştür. Ekonomi ve bilim çağında, bu dillerin öğrenilmesi bir ihtiyaçtır. Her ülkede konuşulan farklı diller vardır, genellikle resmi dil ile eğitim dili aynıdır. Federal ülkelerde ya da gelişmiş ülkelerin sömürgesiyken bağımsızlığını kazanan ülkelerde, birden fazla resmi ve eğitim dili varsa da, çekişme, çatışma ve kavga kaynağıdır, güven ve huzursuzluktur. Böyle bir durumu hiçbir ulus, halk ve toplum istemez, inatlaşma ve dayatmanın yararı yoktur.
- Türk sözcüğü, kavramsal olarak Anayasal yurttaşlığı ifade eder, etnik
anlamına gelmeyen “siyasal” ve “hukuksal” bir kimliktir. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, “Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk milleti denir.” Bundan ırkçılık çıkarmak, sapla samanı karıştırmaktır, gerçekle bağdaşmaz.
- Birde “Laiklik” ve “Üniterlik” konusu vardır. Bilindiği gibi Türkiye
Cumhuriyeti, İslamcı, çok inançlı, çok dilli, çok kimlikli Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesi topraklarda kurulmuştur. İslam, çok dil ve kimlik yıkılmayı ve parçalanmayı önlememiştir. Osmanlı toprakları üzerinde 22 devlet kurulmuş ki biri de Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar bundan ders çıkarmış, devrimci, laik ve üniter bir devlet kurmuştur. İkinci yüzyılına giren bu cumhuriyet, dinci, gerici, liberal iktidarların ihaneti ile sarsıntı geçirse de ayaktadır. İslam toplumları içinde tek laik, halkıyla bütünleşmiş bir cumhuriyet ve devlettir. Laiklik, dil, üniter yapı ve eğitimle oynamak Kemalist devrime ihanetin ötesinde halkın ve toplumun geleceğini tehlikeye atmak ve karartmaktır.
Bu nedenlerle, “Bağımsız, Ulusal, Üniter, Demokratik, Devrimci, Halkçı, Laik Cumhuriyeti” korumak, hain tuzaklara, ihanetlere karşın yaşatmak, gerici iktidardan kurtulmak, devrimcilerin, yurtseverlerin, ulusalcıların, emekçi halkın boynunun borcudur. 13.09.2025
Av. Mehdi BEKTAŞ




