27 Mayıs Devrim Mi, Darbe Mi? Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Türkiye Barolar Birliği (TBB), 27 Mayıs 1960 ihtilalinin 62.yılında, Darbelerin Karşısında Hukuk Devletinin Yanındayız başlıklı, “Ülkemizin demokratikleşme sürecini kesintiye uğratan ve hukuk devletini askıya alan her türlü darbe ve darbe girişimine karşı demokratik ve laik hukuk devletinden yanında olduğumuzu, her koşulda hukukun üstün ilkeleri ile insan hak ve özgürlüklerini savunacağımızı bir kez daha ilan ederiz”  içerikli bir açıklama yayınladı.

Bu ülkenin sağcısı da solcusu da, meslek örgütü, derneği, sendikası, hareketi, partisi çok garip, birçoğu zaman mekân kavramını, somut şartların somut tahlilini düşünmeden, tarihi, sosyal, siyasal, toplumsal olayları derinliğine irdelemeden, sorgulamadan düz bir mantıkla ele alıyor, basmakalıp düşünceleri yineleyip duruyor. Bu durum en çokta devrim/darbe kavramlarında görülüyor, bir kesim 27 Mayıs ihtilaline devrim derken bir kesim darbe diyor.

TBB, bu açıklamasıyla konuyu yeniden gündeme taşıdı, devrim ile darbe ayrımını dikkate almadan, 27 Mayıs’ın 62. yılında bir açıklama yaparak,  27 Mayıs 1960 İhtilali’ne darbe dedi.

Bir hareketin devrim mi darbe mi olduğunu saptarken, bir hareketin niteliğine, içeriğine, hedefine ve sonuçlarına bakmak gerekmez mi?

Bilinmesi gereken en önemli ölçüt, asker öncülüğünde yapılan her hareket darbe olmaz, sivillerin öncülüğünde yapılan her hareket de devrim değildir. Devrim toplumu ileriye, darbe geriye götürür

Ayrıca devrimlerin ve darbelerin asıl yaratıcısı yöneticiler, yani krallar, sultanlar ve siyasi iktidarlardır. Görevini adalete uygun yapmayan, halkın ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel sorunlarını çözmeyen,  halkı inanç, kültür, ırk ayrımıyla bölen, kamu malını yağmalayan, huzur ve güvenliği sağlayamayan iktidarlar, ya yukarıdan ya da aşağıdan gelen baskılarla yıkılır.

Kaldı ki askersiz ne devrim ne darbe olur, her devrim ve darbe kendi askeri gücünü oluşturur, oluşturamazsa başarısız olur, baş alırım derken başını verir.

1908 Devrimi’nden sonra 1909’da patlak veren gerici 31 Mart darbe girişimi üzerine Selanik ve Edirne’den yola çıkan Hareket Ordusu, İstanbul’a gelerek Boğazı korumakla görevli isyancı Avcı Taburuna bağlı askerlerin komutanlarını tutuklayarak başlattıkları, 1. Orduya bağlı askerlerin katılımıyla büyüyen isyanı ve Taşkışla, Taksim Kışlası, Fatih ve Şehzade Paşa karakollarında süren direnişi bastırmasaydı, II. Abdülhamit’in 33 yıllık istibdadına son verilemez II. Meşrutiyetin yıkılması önlenemezdi. Yine Mondros Mütarekesi ile orduları dağıtılmış, tersanelerine girilmiş, başkenti ve önemli kentleri işgal edilmiş Osmanlı Devletinin son döneminde, BMM’ne bağlı Kuvva-ı Milliye’ye dayalı Türk Ordusu olmasaydı, iç düşmanın ezilemez, dış düşman yenilemez, Kurtuluş Savaşı kazanılarak Cumhuriyetin ilanı sağlanamaz, Türk Devrimi gerçekleşmezdi. Kızıl Ordu olmasaydı Sovyet Devrimi,  Çin Halk Ordusu olmasaydı Çin Devrimi yapılamazdı, o nedenle askerin başını çektiği her eylemi darbe diye nitelemek at izini it izine karıştırmaktır.

Bu karıştırma da en çok 27 Mayıs 1960 ihtilali ile 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri hareketleri ve AKP iktidarın 2002 yılından bu yana yaptıkları karşılaştırılırken yapılmaktadır.  Varlığını 27 Mayıs ihtilaline ve 1961 Anayasası’na borçlu kurumlardan TBB’nin, 27 Mayıs’ı, 12 Mart ve 12 Eylül’le aynı kefeye koyması “darbe” olarak değerlendirmesi şaşırtıcıdır. Şimdiye kadar baroların ve Barolar Birliğinin 27 Mayıs’a darbe dediği ne duyulmuştur ne de görülmüştür.

27 Mayıs ihtilali, ordu içinde aşağıdan yukarıya doğru örgütlenen antiemperyalist radikal devrimci subayların “meşruluğunu yitirmiş bir iktidarı kansız biçimde” devirmesiyle gerçekleşmiştir. Aydınların, üniversitelerin, her sınıf ve meslekten temsilcilerin katılımıyla oluşturulan Kurucu Meclis tarafından hazırlanan 1961 Anayasası halkın yüzde 62’sinin desteğini alarak yürürlüğe girmiştir. Bu anayasa; ülkenin ekonomik, sosyal, siyasal, hukuksal ve kültürel yönden gelişmesini, bilimi esas almış çağdaş demokratik yeni bir düzen kurulmasını hedeflemiştir.  27 Mayıs’ı, 12 Mart 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 müdahalesinden ayıran en büyük özelliği de bu devrimci, ilerici, demokratik, halkçı karakteridir.

27 Mayıs’ın ilerici ve devrimci niteliğini göz ardı edip, 12 Mart ve 12 Eylül gibi gerici faşist nitelikli askeri darbelerle bir tutmak, geçmişi ve yaşananları bilmemektir ya da bilip gerici yaygaralara aymazca teslim olmaktır.

Demokrat Parti iktidarı, 14 Mayıs 1950 tarihli liste usulü bir ilde en çok oyu alan partinin o ildeki tüm milletvekillerini çıkardığı genel milletvekili seçiminde, 487 milletvekilinden geçerli oyların %55 alarak %85’ne denk gelen 416, CHP’nin %39,6 oy alarak  %14’ne denk gelen 69, Millet Partisi’nin %4,6 oy alarak 1, bağımsızların %0,6 oy alarak 1 milletvekili çıkarmasıyla iktidar olmuş, iktidar gücüyle devlet ve kamu olanaklarını kullanarak 1954 seçimlerinde ise oyların %56,6 ini alarak 503 milletvekili ile Mecliste %92,98,  CHP’%34,8 oy 31 milletvekili ile mecliste %5,7, CMP % 4,8 oy 5 milletvekili ile mecliste %1,  bağımsızlar %05 oy 2 milletvekili ile mecliste %05 oranında temsil edilmiştir.

Aşırı temsil gücünden yararlanan DP iktidarı rayından çıkmış, halkı vatancılar halkçılar diye cephelere bölmeye, ülkeyi NATO’ya sokarak ve küçük Amerika yapmaya, Toprak Reformuna karşı çıkmaya,  Halkevlerini, Köy Enstitülerini kapatarak, din duygularını istismar etmeye, “ isterseniz hilafeti getirirsiniz”, “odunu göstersem milletvekili yaparım”, “orduyu çavuşlarla yönetirim” demeye başlamış, Meclis kararı olmadan Kore’ye asker göndererek Mehmetçiğin kanını dökmüş, yargı yetkisine sahip “Tahkikat Komisyonu” kurarak muhalefeti boğmaya, hak ve özgürlükleri yok etmeye, üniversite hocalarını “kara cüppeli” diye aşağılamaya, basını sansürleyip, aydınları ve gazetecileri tutuklatmaya, mahkemeleri kapatıp hâkimleri sürmeye, laik devrimci cumhuriyeti bilimci, halkçı, kamucu, aydınlanmacı, sanayileşmeci yolundan döndürerek kalkınma hedefinden saptırmaya kalkmış DP iktidarını devirmek, “demokratikleşme sürecini kesintiye uğratmak, hukuk devletini askıya almak mı” oluyor?   DP iktidarı döneminde “demokratik hukuk devleti mi var” ki kesintiye uğratılmış, askıya alınmış olsun…

TBB yönetimi ne çabuk unutmuş, 12 Mart muhtıracılarından Orgeneral Memduh Tağmaç’ın, “Toplumsal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı”, 12 Eylül darbecilerinden Kenan Evren’in “1961 Anayasası bol geldi başladık içinde oynamaya” demelerini.

Bir hukuk kuruluşu, 1924, 1961, 1982 Anayasalarını karşılaştırarak, 27 Mayıs 1960 İhtilali ile 12 Mart 1971 Muhtırası ve 12 Eylül 1980 müdahalesinin cumhuriyetin kazanımlarını, ilke ve devrimlerini korumada, hak ve özgürlüklerin geliştirmede, ekonomik, demokratik, sosyal, siyasal, kültürel, hukuk kurumlarını yaşatmada, kalkınmayı sağlamada, işlevlerini ve etkinliklerini sürdürmede katkılarına bakarak devrim ve darbe ikilemini çözebilirdi.

Bilindiği gibi TBB 1969’da kurulmuştur. Anayasal dayanağı da Kamu Kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını düzenleyen 1961 Anayasası’nın 122. maddesidir. Yani TBB, 27 Mayıs İhtilalinin ürünüdür.

27 Mayıs ihtilalinin sonucunda kabul edilen 1961 Anayasası, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1924 Anayasası’nı geliştirerek, çağdaş demokrasinin ilkelerini ve kurumlarını ekleyerek, insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğüne bağlı, yargı bağımsızlığını,  kuvvetler ayrılığını, kalkınmayı esas alan çağdaş bir toplum ve devlet yaratmayı hedeflemiştir:

.TBMM’ni Senato ve Millet Meclisinden oluşturmuştur. (Md.63)

.Kuvvetler (Yasama, yürütme, yargı) ayrımını kabul ederek, çok partili parlamenter

Demokrasiyi benimsemiştir. (Md, 4,5,6,7)

.Yüksek Seçim Kurulu (Md.75),Yüksek Savcılar Kurulu (Md.137), Yüksek Hâkimler

Kurulu (Md. 143), Anayasa Mahkemesi (Md.145) kurmuştur.

.Dernek, Sendika kurma, grev ve toplu sözleşme, sosyal güvenlik ve sağlık hakkını

tanımış ve güvenceye almıştır. (Md.29, 46,47,48,49)

.Düşünce, bilim, sanat ve basın özgürlüğünü, toplantı ve yürüyüş hakkını tanıyarak

düzenlemiştir. (Md.19,20,21,22)

.Üniversitelerin, radyo ve televizyon, haber ajanslarının özerk tarafsız kamu tüzel

kişilikleri olarak devlet tarafından kurulacağı belirtilmiştir. (Md. 120, 121)

.Kalkınma planının hazırlanması ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın kurulması istenmiştir. (Md.129)

Devletin gelişmesi, halkın refahı ve mutluluğu için bu hakları tanıyan, kalkınmayı planlayan kurumları kuran bir harekete nasıl olurda darbe denir?

Askeri darbenin ne olduğunu anlamak için,  12 Mart ve 12 Eylül’e bakmak, ordunun komuta kademesinin emir ve komuta zinciri içerisinde siyasi iktidarı nasıl devirdiğini irdelemek, bununla da kalmayıp, yukarıdan aşağı toplumu baskılayarak hak ve özgürlükleri yok edişini, çağdaş 1961Anayasayını önce budayıp, sonra ortadan kaldırışını, eğitimi, sağlığı özelleştirerek yurttaşı müşteri yapışını, sermayeyi önceleyip emeği dışlayışını, din derslerini zorunlu yaparak, laik eğitimi ve eğitimin birliğini parçalamasını, yüzlerce insanı dağlarda, kırlarda, kentlerde balyoz operasyonlarıyla katletmesini, on binlerce insanı işkenceden geçirmesini, zindanlara tıkmasını, yargılatarak onlarcasının asılmasını, 1982 Anayasası ile kamuculuğu dışlayıp hak ve özgürlükleri kullanılmaz hale getirmesini görmek gerekir…

Unutulmasın ki:

27 Mayıs, yapılanlara bakınca,  üç siyasetçinin asılması dışında, kansız bir devrimdir.

12 Mart ve 12 Eylül, yıktıklarına, yaptıklarına bakınca kanlı darbelerdir.

Bunun ayırdında olmamak cehalet değilse aymazlıktır.

 

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir