AB Kıskacında Türkiye-Haluk Başçıl

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

16Aralıkta AKP Hükümeti, AB’nin baskısına boyun eğerek ‘Türkiye üzerinden

Avrupa’ya kaçak giriş yapmış göçmenleri’ geri almayı kabul etti. Geri Kabul Anlaşması resmen imzalandı. Buna göre 2017’den itibaren Türkiye üzerinden, AB sınırlarına giriş yaptığı kanıtlanan yasa dışı göçmenler Türkiye’ye iade edilecekler.

Bu anlaşma aynı zamanda, Türkiye-AB ilişkilerinde ‘Yeni Dünya Düzeni’ doğrultusunda ABD-AB’nin çıkarlarına uygun olarak Türkiye jeopolitiğinin biçimlendirilmesi adımlarından biriydi.  17 Aralıkta yolsuzluk ve rüşvet operasyonları ile bir üst aşamaya sıçrayan ‘AKP Cemaat çatışması’ gölgesinde kalan bu anlaşma üzerinde pek fazla durulamadı. Bu hengâmede Geri Kabul Anlaşması’nın gözlerden uzak tutulan yönlerine değinmek önem taşıyor.

AKP Hükümeti’nin Gezi eylemleri, Suriye, Mısır ve Irak politikası nedeniyle zora girdiği bir dönemde, köşeye sıkışmasını AB’nin iyi değerlendirdiği görülüyor. Kısa ve uzun dönemde önemli sorunlara yol açabilecek ‘Geri Kabul Anlaşması’ Vize Serbestîsi Diyalogu Mutabakat Metni’nin arkasına gizlendi. T.C. vatandaşları ‘ Avrupa’ya vizesiz girecek’ aldatması ile gerçekler çarpıtıldı.

Başbakan Erdoğan, ‘Üç, üç buçuk yıl gibi bir sürede vizesiz Avrupa seyahati başlamış olacak. … Yük olmaya değil yük almaya geliyoruz’ derken, AB Komisyonu’nun iç işlerinden sorumlu üyesi Cecilia Malmström ise ‘Vizesiz Avrupa konusunda bir tarih söylemek için vakit henüz çok erken’ açıklaması ile Erdoğan’ı adeta yalanlıyordu.

Bu anlaşmaya yönelik “sosyalist basın”da (Birgün, soL ve Evrensel’de) yer alan eleştirileri aşağıdaki başlıklarda toplayabiliriz:
•    AKP seçim öncesi, milleti AB’ye vizesiz gireceksiniz diye kandırıp oylarını arttırmayı hesaplıyor.
•    Türkiye AB’nin sınır güvenlik programı Frontex’in sınır bekçisi oluyor.
•    Anlaşmanın en karşı çıkılması gereken yanı insani boyutudur.
•    Bu anlaşma ile birlikte Türkiye göç için “transit ülke“, “sığınmacı kampı“ haline gelebilir.
•    Türkiye’de iş bulabileceğini düşünen yabancı göçmenler AB yerine Türkiye’ye gelmek isteyebilirler ve emek yoğun iş kollarında mültecilerle veya kaçak göçmenler olarak ucuz işgücünü oluşturabilirler. Bu da ülkede yabancı düşmanlığını ortaya çıkarabilir.

Bu eleştirilerin elbette haklılık payı var. Ancak sol siyaset, Geri Kabul Anlaşması’na topluma sunulanın ötesinde daha genel ve stratejik bir açıdan yaklaşılmalı ve ülkemiz yönünden taşıdığı riskleri tüm yönleriyle değerlendirilmelidir.

SSCB’ne karşı oluşturulan Soğuk Savaş stratejisinde; Türkiye’ye, Avrupa’nın savunma sistemi içinde yer verildi. Türkiye yalnızca Trakya, Karadeniz ve Kafkasya’da Sovyet askeri gücüne karşı bir bariyer değil aynı zamanda istihbaratın toplandığı ve çatışma durumunda da Sovyetler Birliği’ndeki hedeflere stratejik saldırıların yürütüleceği bir üs olarak tanımlandı. Bu doğrultuda önce NATO’ya, daha sonra 1963 Ankara Anlaşması’yla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET’ye) üye oldu.  Gümrük Birliği oluşturulmasını öngören 1970 Katma Protokolüyle de AB ‘kulübünün’ üyesi olarak kabul gördü. Kısacası stratejik ortak olarak Batı sistemiyle sadece askeri olarak değil, politik, ekonomik ve kültürel olarak da bütünleşmesi sağlandı.

Soğuk Savaş stratejisinin sonlandırılmasıyla birlikte, ABD ve AB politikalarında önemli değişikler ortaya çıktı. NATO’nun Avrupa ülkeleri üzerindeki etkisi ve meşruluğu da eskiye göre azaldı. Avrupa kendi çıkarları açısından, NATO’dan ayrı, Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (ESDI) oluşturma sürecini başlattı. Türkiye, AB’ye tam üye olmadığı gerekçesiyle, Avrupa Güvenlik ve Savunma sitemine dâhil edilmedi. Çünkü Türkiye’nin ne tam üyeliğine nede Avrupa Güvenlik ve Savunma sitemi içinde de yer almasına ihtiyaç vardı. Açıkçası Sovyetler Birliği’nin gücünü sınırlama mecburiyetinin ortadan kalkmasıyla, Avrupa’nın Türkiye’den stratejik beklentilerinin pek çoğu ortadan kalkmıştı. Bu tablo içinde ABD, AB ve Türkiye arasında ‘ortak düşman’ ve buna yönelik stratejik fikir birliği zayıfladı. Türkiye’nin jeopolitik ortam ve stratejik önceliklerinde de farklı yaklaşımlar ortaya çıktı. ABD ve AB, Türkiye’nin karşı çıkmasına rağmen (geleneksel dış politikasına aykırı olacak şekilde) Türkiye’ye ilişkin jeopolitik değerlendirmeleri ve stratejik öncelikleri Orta Doğu – Kafkaslar merkezli olmak üzere yeniden tanımlandı. Artık Türkiye’nin stratejik öneminin Orta Doğu ve Orta Asya açısından değerlendirildiği bir döneme girilmişti. Türkiye ise, Batı’nın kendine dayattığı yeni jeopolitik yaklaşıma geçmişte savunduğu tezleri güncelleyerek karşı durmaya çalıştı. Batı dünyasındaki yerini muhafaza etmek için Türkiye’nin Doğu – Batı, Kuzey – Güney arasında bir köprü oluşturduğunu bu anlamıyla Batı dünyası içinde stratejik bir konumda bulunduğu (bu anlamda da Batı ile bir bütünsellik içinde olması gerektiği) teziyle dışlanmaya karşı çıktı. Avrupa ise kendi çıkarları açısından Türkiye’nin bir köprü konumuna karşı çıkıyor ve Orta Doğu’dan gelecek risklere karşı, ülkemizi stratejik bir doğal engel, bir bariyer olarak tanımlıyordu. AKP Hükümeti, AB’nin dışında tutulma stratejinin bir parçası olan Geri Kabul Anlaşması’nı imzalayarak, Türkiye’nin daha önceleri karşı çıktığı bariyer olma tanımlanmasını da artık kabul etmiştir. Bu AB hülyalarının da bir nevi sonudur.

ABD-AB ittifakının Orta Doğu’da izlediği (ekonomik-askeri) politikaların sonucu olarak ortaya çıkan göçmenlerin (önce Iraklıların sonra Suriyelilerin) Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşmasından oldukça rahatsız olan AB, gelecekte de İran ve Kafkasya’da ortaya çıkabilecek muhtemel istikrarsızlığın, çatışmaların yol açacağı mülteci akınından da çekinmektedir. Umarız bu anlaşma İran ve Kafkaslara yönelik istikrarsızlaştırma planın bir parçası değildir.

Türkiye oligarşisi ülke savunmasını ve iç güvenliğini Batı ittifakına teslim etmiş olmanın rahatlığını, günümüzde tam anlamıyla yitirmiştir.  Dahası savunması ve iç güvenliği bu ittifakın tehdidi altındadır. Ülkemizin yurtsever, demokrat ve devrimci güçleri ABD ve AB’nin  kendi çıkarları doğrultusunda tanımladıkları Türkiye jeopolitiğini bozmak, bağımsız ve özgür bir Türkiye yaratma göreviyle karşı karşıyadır.

Haluk Başçıl

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir