Search
Close this search box.

Affedilmez Yanılgılar-Mehmet Kemal Aladağ

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Ergenekon davası sonuna kadar siyasi bir davaydı. Bir başka ifadeyle, Ergenekon,

AKP iktidarının ve onun bir parçası olduğu geniş emperyalist ilişkiler ağını oluşturan güçlerin çıkarlarını bütün bir halkın çıkarları gibi sunarak kendi ideolojik hegemonyasını kurmakta kullandığı bir tutamaktı.

Affedilmez Yanılgılar

Bu kısa yazının konusunu, Ergenekon davası özelinde, bilhassa sol içinde yaşanılan kafa karışıklığı ve farklı tavır alışlar üzerine birkaç saptama ve hatırlatma oluşturacaktır.

5 Ağustos 2013 tarihinde, kamuoyunda “Ergenekon” olarak bilinen ve mevcut siyasal iktidar yapısıyla bir şekilde uzlaş(a)mayan subaylar, yazarlar, gazeteciler, bilim insanları ve siyasetçilerden oluşan karmakarışık kesimlerin yargılandığı davanın karar duruşması gerçekleşti. Her türlü hukuk faciasının yaşandığı; adil yargılanma hakkının ayaklar altına alındığı, savunmanın engellendiği,

masumiyet karinesinin iptal edildiği, bırakın herhangi bir hukuk devletini, en kanlı zorbalık rejimlerinde bile eşine az rastlanacak keyfiliklerin birbirini izlediği bir yargılama sürecinin akabinde olabilecek tek şey oldu, sanıklara ceza yağdırılarak dava “hitama” erdi!

Ergenekon davası sonuna kadar siyasi bir davaydı. Bir başka ifadeyle, Ergenekon, AKP iktidarının ve onun bir parçası olduğu geniş emperyalist ilişkiler ağını oluşturan güçlerin çıkarlarını bütün bir halkın çıkarları gibi sunarak kendi ideolojik hegemonyasını kurmakta kullandığı bir tutamaktı. Varlık nedenini dayandırdığı sözde “sivilleşme, demokratikleşme, askeri “vesayetin” kaldırılması” vb. demagojisinin temel direğini de bu dava oluşturdu. Dolayısıyla, Ergenekon Davasına karşı çıkmak, AKP iktidarını bölgesel projeleriyle uyumlu bir tercih olarak gündeme getiren emperyalizmin politikalarına karşı çıkmanın bir halkası olarak görülmeliydi. Dahası, iktidarın meşruiyetinin nasıl bir yutturmaca üzerinden kurulduğunun teşhir edilmesi, ideolojik hegemonyanın kurulmasının engellenmesi; demokrasi, hukuk gibi evrensel değerlerin hegemonik söylemin bir parçası haline getirilerek istismar edilmesinin önüne geçilmesi ve bu kavramlara gerçek içeriğinin kazandırılmasının ancak halkın bağımsız demokratik mücadelesiyle mümkün olacağının anlatılması için yürütülecek bir muhalefet hareketinin izleyeceği temel politik hattın ortaya çıkarılması şeklinde ele alınmalıydı.

Ancak, bırakalım sürecin bu şekilde okunmasını, bırakalım muhalefet hattını filan, hükmün açıklandığı 5 Ağustos tarihinde bile, hala “Silivri bizi ilgilendirmez”, “Bizim hâkim sınıflar arasındaki hesaplaşmayla bir ilgimiz yok”, “Biz sınıf siyaseti yapıyoruz” gibi tekerlemelerle, ya da “Yaa, gördünüz mü, Kürtler yıllardır nelerle uğraşıyor” (!) türünden ne işe yaradığı bilinmeyen abuk sabuk laflarla ortaya çıkıldı. Birincisi, sınıf siyaseti yapıyorsanız bile hâkim sınıflar arasındaki güç dengesi sizi ilgilendirir. Hatta öncelikle sizi ilgilendirir. İkincisi, sistemin kendi siyasal meşruiyetini dayandırdığı bir davaya karşı çıkmak, yargılananların kişiliğinden bağımsız olarak, başlı başına politik bir tutumdur. Zira yukarıda da değindiğimiz gibi, mevcut siyasal iktidar, tasfiye ettiği kesimlerden bağımsız olarak kendi ideolojik hegemonyasını bizatihi bu tasfiye sürecinin üzerine bina etmektedir. Üçüncüsü, KCK davalarında hukuktan, demokrasiden, insan haklarından söz eden kesimlerin Ergenekon davasında suspus olmaları tam anlamıyla bir politik ahlaksızlık örneğidir. Mustafa Balbay’ın da bir Büşra Ersanlı kadar adil yargılanma hakkını talep etmeye ve bu demokratik talebinde de halkı yanında bulmaya hakkı vardır. Demokrasiden ve hukuktan söz edenlerin bu en açık olayda bile çifte standart geliştirmesi, bu kesimlerin sahici demokrat olmadıklarını ve olsa olsa bir demokrasi retoriği üzerinden kendi siyasal hedeflerine varmaya çabaladıklarını gösterir ki bu kesimlerin de her türlü alçaklığı mazur görebilecek bir kafa yapısına sahip olduklarını teşhir eder. Siz, düşmanınız bile olsa adil yargılanma hakkını talep etmeden sahici demokrat olamazsınız ki devrimcilik nerede kalmış. Dördüncüsü, hukuk devletine sahip çıkmak cumhuriyetin ve aydınlanmanın kazanımlarına sahip çıkmak anlamına gelir. Hukuk devletine sahip çıkılmadan bağımsızlığa, demokrasiye, özgürlüğe, sosyalizme sahip çıkılamaz.

Bir başka yanlışlık da, artık çiğnenmekten tadı kaçmış bir sakız gibi Natocu generallerin, darbecilerin, postalcıların vb.. yargılandığı, bu kesimlere sahip çıkmanın devrimcilikle bağdaşmayacağını iddia etmektir. Bu gibi basit laflarla ortaya çıkmak, eğer kötü niyet değilse olsa olsa zihinsel bir tembelliğin sonucudur. İçerideki subaylar Natocu olduklarından değil, esas olarak Soğuk Savaş konseptinin sona ermesiyle birlikte Nato’nun teröre karşı savaş misyonuna şüpheyle yaklaştıkları ve ABD hegemonyasına karşı yeni bölgesel stratejiler geliştirmeye çalıştıkları, yeni ittifak arayışlarına girdikleri için oradadır. Birazcık araştırma bile bunu anlamaya yeter.

İyi de, insanın sabır sınırlarını zorlayan bu düşünce hamlığı nedir? Geniş demokrat çevrelerle devrimcilerin ilişkisini koparmaktan başka işe yaramayan, dahası emperyalizmin dünya politikalarıyla ülkemizdeki sorunların bağlantısını kuramayan bu kafa yapısı nereden ileri geliyor? Bunları da başka değerlendirmelerimizde genişçe ele almalı ve tartışmalıyız.

Mehmet Kemal Aladağ

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir