Search
Close this search box.

Altılı Masa’nın Derinindeki Demokrasi Dinamiği-Mehmet Uysal

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

İki büyük insanın sözleri ile başlamak istiyorum. İlki J. J. Rousseau’dan. İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı adlı kitabındaki şöyle der: “Bir ülkede, bir kişi bile kanunların üstündeyse, orada demokrasiden söz edilemez.” İkincisi de Atatürk’ten. Nutuk’un başlarında şöyle der: “Beliren ulusal savaşın tek amacı, yurdu yabancı işgalinden kurtarmak olduğu halde, bu savaşın, başarıya ulaştıkça, ulusal iradeye dayalı yönetimin bütün ilkelerini ve biçimini evre evre bugünkü döneme kadar gerçekleştirmesi, doğal ve kaçınılmaz bir tarih süreci idi. Bu kaçınılmaz tarih sürecini, geleneksel alışkanlığiyle, hemen sezinleyen padişah hanedanı, ilk andan başlayarak, ulusal savaşın amansız bir düşmanı oldu. Bu kaçınılmaz tarih akışını, ilk anda ben de gördüm ve sezinledim.”

Bir Kişi Bile Kanunların Üstündeyse…

Rousseau’nun sözü, bir demokrasinin olmazsa olmaz koşulunu, demokratik bir toplumun temel kurucu ilkesini ifade etmektedir. O da “bağımsız ve eşit birey ilkesi”dir. Demokratik toplum, bireylerin iradesinin başka birey ya da toplumların iradesine bağımlı olmadığı, bunun sonucu olarak bireylerin hukuken eşit olduğu toplumdur. Bağımsız ve eşit birey öyle bir ilkedir ki istisnası yoktur; bir toplumdaki istisnasız herkesin bağımsızlığını ve eşitliğini gerektirir. Rousseau’nun dediği gibi, herkes bir kişiye bağımlı da olsa veya bir kişi herkese bağımlı da olsa sonuç aynıdır: anti-demokrasi. Bu nedenle bağımsız ve eşit birey ilkesi, demokratik bir topluma, demokratik-olmayan toplumlardan ayırt edici özelliğini verir. Öte yandan, bu ilkenin pratikteki derinliği, demokratik toplumların demokratikliğinin derecesini de belirler. Bağımsız ve eşit birey ilkesinin toplumsal pratikteki yaygınlık ve derinliğine göre, toplumlar şekli-eksik demokrasilerden tam demokrasiye doğru derecelenirler.

Bu derecelendirmede, Türkiye ne yazık ki şekli-eksik demokrasi kategorisinde yer almaktadır. Şeklen ulus iradesiyle yapılmış bir anayasa ve yasalar, Türkiye’ye demokrasi görünümü vermektedir. Ancak hukuken sorumsuz bir cumhurbaşkanına olağanüstü geniş yetkiler verilmesi ve meclis yetkilerinin kısıtlanmasının sonucu olarak, devletin temel kuruluşu ve işleyişinde demokrasi aleyhine oluşan dengesizlikler nedeniyle, Rousseau’nun andığım sözüne çok uyan ve “tek adam rejimi” olarak adlandırılan anti-demokratik bir siyasi yapı ve işleyiş ortaya çıkmıştır. Bu yapı ve işleyişin olumsuz sonuçları, kötü ekonomi yönetiminden keyfi yargı kararlarına, kamu kaynaklarının hoyratça harcanmasından her türlü demokratik gösteriye şiddetle müdahale edilmesine, ayyuka çıkmış yolsuzluklara kadar hayatın her alanında ortaya çıkıp tarifsiz acılara ve maddi zararlara yol açmaktadır. “Altılı Masa” olarak bilinen; birbirinden çok farklı siyasetlerin bir araya gelip çalıştıkları siyasi oluşuma vücut veren ve bu oluşumun sürekliliğini sağlayan da “tek adam rejimi” olarak adlandırılan ve olumsuz sonuçları her geçen gün ağırlaşan anti-demokratik yapı ve işleyişe ilk seçimlerde son vererek “güçlendirilmiş parlamenter sistemi” kurarak demokrasiyi geri getirme iradesidir. Demek oluyor ki toplumda tek adam anti-demokratik rejimine karşı oluşan bağımsız ve eşit birey demokratik refleksi, Altılı Masa olarak ete kemiğe bürünmüştür. 03 Mart’ta ortaya çıkan krizin aşılmasını sağlayanın da Altılı Masa’ya vücut vererek içine sinmiş olan bağımsız ve eşit birey refleksi olduğunu düşünüyorum. Toplumda çok yaygın olan bu demokratik refleks, kuşkusuz sadece Altılı Masa partilerinde tezahür etmemekte, ilaveten AKP ve küçük ortakları dışındaki bütün siyasi partiler tarafından da taşınmaktadır. Bu nedenle bana göre Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça, tüm tek adam rejimi karşıtı siyasetler giderek birbirine daha çok yaklaşarak, çok güçlü bir “demokrasi cephesi” haline geleceklerdir.

Peki, tek adam rejimine karşıtlıkta birleşen ancak birbirinden çok farklı çizgide siyasetlerden oluşan demokrasi cephesi, demokrasiyi kurabilecek mi? Bu soruyla Atatürk’ten alıntıladığım söze geliyorum.

Demokrasi Kaçınılmaz Tarih Süreci…

Mademki gerek Altılı Masa’ya gerekse ona ilaveten seçime doğru güçlenerek genişlemesi beklenen demokrasi cephesine bağımsız ve eşit birey demokratik refleksi vücut ve hareket verecektir, öyleyse seçimlerin kazanılmasından sonra cepheye sinmiş olan demokrasi refleksinin etkinliğini sürdürmesi “kaçınılmaz bir tarih süreci” olacaktır. Bu refleks, Türkiye’nin üstüne 21 yıl boyunca lök gibi oturmuş ve seçimler sonrasında da akıllardan hiç çıkmayacak olan tek adam anti-demokratik rejiminin tekrar hortlamasının bütün yollarını tıkama çabalarıyla beslenerek Türkiye’nin adım adım demokrasiyi yeniden inşa etmesi yolunda ilerlemesinin yolunu açık tutacaktır. Bu yolda demokratlık ufuklarının sınırına gelenler tıknefes olarak yola devam edemeyecekler; demokratikleşme, demokratik vizyonlarını geniş tutabilen siyasetlerin ve onların önderlerinin öncülüğünde doludizgin gelişecektir.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir