An Gelir Brzezinski Ölür- Onur Aydemir

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

 

Polonya kökenli ABD’li stratejist Zbigniew Kazimierz Brzezinski 89 yaşında öldü. Hürriyet gazetesi’nin internet sitesinin verdiği habere şöyleydi [1];

 

“Brzezinski, 1958 yılında ABD vatandaşı oldu, 1959’da New York’a taşınarak Columbia Üniversitesinde ders vermeye başladı. Brzezinski, 1960’taki ABD başkanlık seçimlerinde John F. Kennedy’nin kampanya danışmanlığını yürüttü. 1975’te Carter’ın dış politika danışmanı olan Brzezinski, 1977-1981 yılları arasında Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanlığını yaptı, 1981 yılında da Başkan Carter tarafından kendisine Başkanlık Özgürlük Madalyası takdim edildi.  1987-1988 yılları eski Başkan Ronald Reagan yönetiminin Harp Komisyonu üyeliği yapan Brzezinski, daha sonra George H.W. Bush’un başkanlığını destekleyerek, Ulusal Güvenlik Konseyi -Savunma Departmanı Komisyonu ve Dış İstihbarat Danışma Kurulu üyeliği yaptı. Siyasetten ayrıldıktan sonra, Johns Hopkins Üniversitesinde uluslararası ilişkiler konusunda ders veren Brzezinski, en son, çeşitli uluslararası kuruluşlara danışmanlık yapıyordu.”

 

Brzezinski’nin yaşamındaki köşe taşlarını gösteren bu kısa özgeçmiş elbette ki gerçek yaşamın görünen yüzünün ancak küçük bir parçasını yansıtabilir. Bilinen deyimle, “buzdağının görünen küçük kısmını”, hatta onun da uzaktan görümünü… Gerçekte ise Brzezinski, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD), George Kennan ve Henry Kissinger ile birlikte gelmiş geçmiş en önemli stratejistlerinden biriydi, belki de birincisiydi. 1970’li yıllardan itibaren ABD hegemonyasını genişletmek, Sovyetler Birliği’ni (SSCB) tecrit ederek çökertmek ve üçüncü dünya ülkelerinde ulusal bağımsızlık özlemiyle gelişen demokratik halk devrimlerini bastırmak olarak sıralayabileceğimiz bir dizi önemli müdahalenin mimarlarından biri oldu. Bu “çalışmalarının” meyvesini Sovyetler Birliği’ni dağıtıp Soğuk Savaşı sona erdirerek aldı. Ancak emperyalizmin sürekli kriz ve savaşı dayatan politikaları günümüzde de ülkemizi ve bölgemizi tehdit etmeye devam ediyor.

 

ABD hegemonyasının kurulması, emperyalizmin yaşamsal çıkarlarının gerektirdiği küresel stratejinin farklı araçlarla uygulanabilmesi, birbirinden ayrı olarak ele alınamayacak bir dizi müdahaleyi zorunlu kılmıştır. Zira dünya hammadde kaynakları ve pazarlarının büyük bölümünün İkinci Dünya Savaşı sonrası emperyalizmin denetiminden çıkmaya başlaması metropol ülkelerde kriz dinamiklerini tetiklemiştir. Bunu tek başına Sovyetler Birliği’nin ve Varşova Paktı ülkelerinin yarattığı basıncın bir sonucu olarak görmek eksik ve yanlıştır. Nükleer güç dengesi ve Avrupa kıtasında Sovyetler’in konvansiyonel askerî üstünlüğü elbette ki bir dizi kurumsal-yapısal düzenlemeyi zorunlu kılarak çatışmaların dünya savaşına dönüşmeden denetim altına alınmasına ve dolaylı yöntemlerin ön plana çıkmasına yol açmıştır. Ancak bundan daha önemlisi, bu çatlaktan yararlanan üçüncü dünya ülkelerinin emperyalizme ve müttefiklerine karşı bağımsızlıkçı ve demokratik taleplerle ortaya çıkmaları olmuştur. Güneydoğu Asya, Latin Amerika, Ortadoğu ve Avrupa’da halklar, birbiri ardına emperyalist baskı ve tahakküme karşı harekete geçmiştir. Çin, Vietnam, Laos, Küba, Nikaragua, Endonezya, Mısır, İran gibi ülkeler geniş halk hareketlerine sahne olmuştur. Fransa, Almanya, İtalya gibi Avrupa ülkelerinde öğrenci olayları baş göstermiştir. Paris 68, bu sürecin sembolü haline gelmiştir. Vietnam savaşı ile başlayan çığır, kapitalizmin merkez ülkesi ABD’de de büyük protestolara yol açmıştır.

 

 

1970’lerin başından itibaren emperyalizm tarafından girişilen karşı saldırı dalgası bu müdahale sürecinin en önemli araçlarını yaratmıştır. ABD emperyalizmi ekonomik, siyasal ve askerî bakımdan çok yönlü bir program yürütmüştür. NATO ve diğer askeri yardımlaşma kuruluşları eliyle örgütlenen kanlı askerî darbeler bunun politik açıdan en görünür olan örnekleridir. Uruguay, Arjantin, Şili, Türkiye gibi ülkelerde emperyalizm doğrudan doğruya halk hareketlerini müttefikleri aracılığıyla silahla ezmek yoluna gitmiştir. Endonezya’da bir milyona yakın insan mafya adı verilen kontrgerilla örgütlenmeleri aracılığıyla yok edilmiştir. Şili’de Augusto Pinochet liderliğindeki askeri darbe sonucunda sosyalist-bağımsızlıkçı Salvador Allende hükümeti devrilmiş, ülke “Chigago Boys’un” laboratuarına dönüştürülerek neo-liberal ekonomi programının ilk örneklerinden biri haline gelmiştir. Brzezinski’nin de aktif rol aldığı Ronald Reagan döneminde Sovyetler Birliği’nin askerî harcamalarını artırmak amacıyla yürütülen Yıldız Savaşları füze projesi başarıyla barış ve diyalog söylemlerinin ardına gizlenmiştir. ABD Sovyetler Birliği’ni nükleer başlıkların azaltılması için dünya genelinde yürüttüğü güçlü bir propagandayla zorlamış, görüşmelerden, Kızıl Ordu’nun bütün ayak sürümelerine rağmen, yalnızca Sovyetler’in üstün durumda olduğu kategorideki füzelerin (OKA tipi) azaltılması sonucu çıkmıştır. Bu süreçte, SSCB’nin üç Başkanı -özellikle “vidaların sıkılması” gerektiğini düşünen Andropov- “tuhaf biçimde” ardı ardına ölmüş, yerine tasfiyeci Gorbaçov kliği getirilmiştir. Çernobil nükleer santral kazasına, bugün başka bir ülkede olsa milyonlarca kişinin yaşamını yitireceği bir olaya sosyalizmin çirkin yüzü, korkunç bir trajedi havası verilmiş, bu konuda uygulanan acil durum prosedürü sayesinde olaya 6 saat içinde yüz bin kişilik bir kuvvetle müdahale edildiği, bütün yaralıların Moskova’da “konuda uzmanlaşmış bir hastanede” 24 saat içinde tedavi altına alındığı gibi ancak sosyalist bir ülkede olabilecek hizmetler göz ardı edilmiştir. Bunlar da emperyalizmin ideolojik hegemonyasını nasıl kurmaya başladığını gösteren önemli verilerdir. Ekonomik planda,  IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla dayatılan sözde reçeteler, kamunun yatırımlardan çekilmesi, dış ticaretin liberalizasyonu, mevcut kamu yatırımlarının tasfiyesi gibi uygulamaları beraberinde getirmiş, bu uygulamalar İngiltere gibi gelişmiş bir kapitalist ülkede bile büyük tepki yaratmış, ülkemizde ise 12 Eylül’ün zoruyla uygulanabilmiştir. Siyasal-kültürel planda gericilik açıkça desteklenmiş, metropol ülkelerde girişimcilik-özgürlük anolojisi yapılarak tüketim kültürü ve sınıf atlamacılık muteber değerler olarak ön plana çıkarılmış, az gelişmiş ülkelerde ise bağımsızlıkçı-demokratik halk hareketlerine karşı dinci-gerici yapılanmalar aktif olarak desteklenmiştir.

 

Kuşkusuz Brzezinski’nin içinde bulunduğu ekibin en önemli müdahalelerinden biri de bu konuda olmuştur. Ülkemizi de içine alan yeşil kuşak projesi sözü edilen dönemin bir alamet-i farikasıdır. Sovyetler Birliği Afganistan’ı işgal etmesi için uzun süre provoke edilmiştir. Düzenli ordu, her açıdan gerilla savaşına uygun bu bölgede uzun süre çetin bir mücadeleye zorlanmış, petrodolarlar ile açılan gerici “eğitim kurumlarında” yetiştirilen fanatikler, ellerine Stinger füzeleri tutuşturularak Sovyetler’e karşı savaşa sokulmuştur. Bugün ABD’nin sıkça telaffuz ettiği dinci terörizm o dönemde bir ABD stratejisi idi, ironik olarak Sovyetler dağıldıktan sonra ihtiyaç duyulan yeni düşman kılığında sahneye sürüldü. George H.W. Bush Soğuk Savaş’ın henüz sona erdiği günlerde dinci radikalizm tehdidini telaffuz ettiğinde pek ciddiye alan olmadı ama günümüzde bu “konsept” her açıdan olgunlaşmış ve NATO’nun varlık sebebi haline gelmiştir. Beklendiği gibi Afganistan savaşı Sovyetler Birliği’ni ekonomik-politik ve psikolojik planda tüketerek Gorbaçov yönetiminin siyasi meşruiyetini sağlayan dayanaklardan biri oldu ve Doğu Avrupa’dan çekilişin gerekçesini hazırladı. Brzezinski ayrıca George H. W. Bush’un aktif bir destekçisiydi ve iki kutuplu dünyanın perdesini kapatan Körfez Savaşı, müstakbel turuncu devrimlerin desteklenmesi gibi büyük sonuçlar veren politikaları yaşama geçirmesi konusunda onu cesaretlendirdi.

 

Zbigniew Brzezinski, bağımlı durumdaki ülkelerde mevcut hegemonik bloğun bozulması konusunda geliştirdiği stratejileri, özellikle Orta Asya ülkelerini doğrudan doğruya işaret ederek, Büyük Satranç Tahtası [2]adlı kitabında açıklamıştır. Bir ülkede krizin temel dinamiğini mevcut ekonomik durum ile siyasal iktidar arasındaki uyuşmazlığın oluşturduğunu çok iyi kavrayan Brzezinski, bu stratejiyi gözeten günümüzdeki ABD politikalarının da mimarlarından biriydi. Bu politikaların ülkemizde ve bölgemizde yol açtığı sonuçları  yaşayarak görüyoruz. An gelmiş, Brzezinski ölmüştür ancak emperyalist sistem bir yeniden yapılanma sürecinin şafağında yoluna yeni Brzezinski’ler ile devam edecektir. Ta ki geniş halk kitlelerinin politik yaşamın doğrudan öznesi haline geleceği zamana kadar…

 

[1] http://www.hurriyet.com.tr/abdnin-yerini-turkiye-alir-diyen-unlu-stratejist-oldu-40471373 [Erişim: 27.05.2017, 15:56]

[2] Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası, İstanbul: İnkılap Yayınları, 2005.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir