Ana Çizgileriyle Mantık- Mehmet Uysal

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Mantığın temel formu “kıyas”tır. Gerek bireysel akıllarda gerekse toplumsal akılda tek bir mantık yoktur. İnsanın mantık sistemi başlıca; göreceleme ve özdeşleme mantığı olmak üzere, iki ana segmentten oluşur. Göreceleme mantığı da hiçliksel ve varlıksal göreceleme mantığı olmak üzere iki alt segmente ayrılır. Üç mantık segmenti birbirlerine ayrılıklar (çelişkiler) ile bağlıdırlar. Aklın mantık sistemi, segmentlerin çelişkiyle birbirlerine bağlandıkları, bir “çelişkili bütünlük” olarak yapılanmış olup, sistemi aklın duygulanma sistemi harekete geçirir ve sistem segmentler arasındaki çelişkiler ile hareketini sürdürür.

 

Mantık sistemine biraz daha yakından bakalım.

 

“Göreceleme mantığı” olarak adlandırdığımız mantık segmenti, yaygın olarak “diyalektik mantık” olarak bilinir. Bu mantık segmenti, şeyler arasında görecelilik ilişkileri kurarak hareket eder. Akıl kapsamına aldığı şeyleri, ayrılıklarına göre birbirlerine görecelemek suretiyle birbirlerinden  ayırır. Göreceli ayrılıkları, aynı zamanda şeylerin birbirlerine göreceli bağlılığıdır da. Başka bir deyişle, akıl göreceleme mantığı ile şeyleri, birbirleriyle ayrılıkları üzerinden birbirlerine bağlar. Aralarındaki bu çelişkili ilişkide, şeyler birbirleri karşısında, dönüşümlü olarak varlık-hiçlik konumunda olurlar. Söylediklerimizi basit bir örnekle açıklayalım. Evrendeki bütün şeylerin akıl ile birlikte elma, armut ve şeftaliden ibaret olduğunu varsayalım. Akıl gözlerini açar açmaz birşeyler görüyor olması dolayımıyla, herşeyden önce “düşünüyorum” diyerek kendini fark eder. Buna müteakip elma, armut ve şeftaliden başka bir şey(ler) olup olmadığı merakıyla ufkun ötesine bakar. Ufkun ötesinde “hiçlikten” başka “bir şey” olmadığından emin olur ve gördüğü şeyleri kapsamına alarak, dördüne birden “varlık” der. Bu kez dikkatini elma, armut ve şeftaliye yöneltir ve aralarında bazı bakımlardan ayrılık olduğunu görür. Akla, elma, armut ve şeftali arasındaki ayrılıkları görmesini sağlayan şey; içindeki göreceleme mantığıdır.  Ancak, aynı anda üçünü birden ayırt edemez; aralarından birini seçip diğerlerini dışlayarak ayırt eder.  Seçilen şey “var edilen”, dışlanan şey de “hiç edilen”dir. Biz bu işleme “hiç ederek var etme” diyoruz. Psikolojide buna “şekil-zemin ilişkisi” denir. Hiç ederek var etme durumunu, aşağıdaki şekle bakarak deneyimleyebilirsiniz. Bu şekle baktığınızda, hem vazoyu hem de iki insan profilini aynı anda göremez, birisini şekil, diğerini zemin olarak görebilirsiniz. Orada iki ayrı şekil olduğunu bilmenize rağmen, şekiller sürekli yer değiştirir. Başlangıçtaki kişisel seçiminize göre, (önce) vazoyu (veya profilleri) var, profilleri (veya vazoyu) hiç edersiniz. Elma, armut ve şeftaliyi de aynı

şekilde ilişkilendiririz. Örneğin elmayı var ederken, armut ve şeftaliyi hiç; armutu var ederken, elma ve şeftaliyi hiç; şeftaliyi var ederken, elma ve armutu hiç ederiz. Böylece her birisini varlık ve hiçlik (ya da şekil ve zemin) konumuna koymuş oluruz; her birisi hem şekil hem zemin olmuş olur. İşte aklımızın göreceleme mantığı böyle işler.[1]

 

Aklın mantık sistemini, diğer duygularla mantık sistemi arasında köprü olan “merak duygusu” harekete geçirir. Göreceleme mantığının ilk hareketi, aklın varlık ve hiçliği kıyaslayarak, varlığı yani kendisini keşfettiği “hiçliksel göreceleme mantığı”dır. Buna “hiçliksel” dememizin nedeni, varlık-hiçlik kıyaslamasında hiçliğe odaklanıp, hiçliğin peşinde koşarken, “sonsuz düşünme olanağına sahip şey” olarak aklın kendini keşfetmesidir. “Akılcılar” tarafından kullanılan bu mantık, çeşitli düşünürlerce çeşitli biçimlerde kullanılmış olmakla birlikte, esası; mevcut bilgi sistemini oluşturan kavramları, göreceli bağlamları üzerinden geriye doğru çöze çöze, şeyler arasındaki hiçlik ilişkileri üzerinden “mutlak hiçlik”e ve onun göreceli bağlamı olan “mutlak varlık”a ulaşılmasıdır. Akıl, elma, armut ve şeftaliden ibaret evren örneğimizde bu, aklın “düşünüyorum” dediği aşamadır. Göreceleme mantığının bu alt segmenti, felsefe tarihinde “idealist diyalektik” olarak karşımıza çıkar.

 

Aklın kendini keşfetmesi aynı anda hiçliğe göreceli olarak varlığı da keşfetmesidir. Akıl hiçliğe göreceli olarak varlığı keşfettiği anda, bu kez varlığa odaklanıp, içine alarak varlık tiplerini birbirlerine göreceleyerek, aralarındaki ayrılıkları kıyaslayıp birbirine bağlayarak bilgi sistemine yerleştirir.  Başka bir deyişle, bir şey(ler)i başka şey(ler)e göreceli olarak bir şey(ler) yapar. Göreceleme mantığının bu diğer alt segmentini, hiçliğe kıyasla varlığa odaklı olduğu için, “varlıksal göreceleme mantığı” olarak adlandırdık. Hiçliği dışlayıp, varlığa odaklanmakla, hiçliksel ve varlıksal göreceleme mantıkları arasında çelişki doğar.[2] Göreceleme mantığının bu segmenti de “materyalist diyalektik” olarak karşımıza çıkar. Varlıksal göreceleme mantığı, elma, armut ve şeftali örneğinde gösterdiğimiz gibi; varlığın içinde hareket ederken varlık-hiçlik kıyası yaparak ve hep var ederek ilerler. Şeyler kümesi içinden, seçmediği olguları hiç ederken seçtiği olguyu var eder. Böylece bütün olgular, birbirleriyle ayrılıkları üzerinden kıyaslanırken hem varlık hem hiçlik olurlar.  Yukarıdaki şekilde, vazo ile profiller arasında oluşan şekil-zemin ilişkisi, göreceleme mantığının etkinliğinin sonucudur. Göreceleme süreci sonsuza dek sürebilir ve bu süreç içinde bir ayrılıklar/bağlantılar silsilesi ve örgüsü ortaya çıkar. Bu durumda her bir varlık tipinin anlamı diğer bütün tiplerle ayrılıklar üzerinden bağlantılı olduğu için, her bir tipin kesin anlamı oluşamaz. İşte Derrida’nın “kesin anlam asla oluşamaz” dediği durum budur. Ancak akıl, “mutlak doğru bilgi”ye kesin anlama ulaşmak ister. Çünkü yaşam mücadelesinde insanın tutacağı doğru yolu, ancak ve ancak aklının elde edeceği mutlak doğru, kesin bu nedenle güvenilir bilgi aydınlatabilir. İşte o zaman göreceleme mantığına paralel olarak, aklın diğer mantık segmenti; “özdeşleme mantığı” devreye girer.

 

Özdeşleme mantığı, “formel mantık” ya da “klasik mantık” olarak bilinir. Özdeşleme mantığı, kesin ve mutlak doğru bilgiler sağlamayan göreceleme mantığından “kuşkulanarak” onu reddetmek suretiyle işe başlar. Böylece iki mantık segmenti arasında “çelişki” doğar.[3] Ancak özdeşleme mantığı, göreceleme mantığının hareketi sırasında elde edilmiş bilgileri kullanır. Özdeşleme mantığı da kıyas temel formunu kullanarak, bir ayrılıklar sistemi halinde örülmüş tipleri, ayrılıklar bağlantıları içinde beliren kendilerine özgü ayrılıkları üzerinden kendisini gösteren tip-kavramları altına alır.  Akıl, elma, armut ve şeftaliden ibaret evren örneğimizde, aklın, göreceli bağlam içindeki elma, armut ve şeftaliyi ayrı ayrı var etmesi, özdeşleme mantığının hareketiyle gerçekleşir. Yukarıdaki şekilde, vazonun ve profillerin ayrı ayrı görülebilmesi, özdeşleme mantığının etkinliğinin sonucudur. Özdeşleme mantığı, kıyas formunu kullanmayı sürdürerek, tipleri birbirleri ile kıyaslayarak, tümevarım yöntemi ile tür-kavramları, türleri kıyaslayarak cins-kavramları yapar. Bu sürecin en üst basamağı tip-tür-cins kavramları örgüsünden oluşan ve tüm var-olanları içine alan “varlık” kavramıdır. Özdeşleme mantığı varlık kavramını yapmakla tümvarımın en üst basamağına ulaşmış olur. Ancak, bu basamağa ulaştığında, bilgi siteminin doğruluğundan emin olmak için, sistemi tümdengelim yöntemi ile denetler. Tümdengelim işlemininn uygulanması sırasında, tümevarım ile bilgi sistemi kurulurken olgusal ve/veya mantıksal bir yanlışlık yapılıp yapılmadığı araştırılır, yanlışlık varsa giderilerek, sistemin doğruluğu sağlanır. Özdeşleme mantığı böylece işlemini tamamldığında, geriye iki kavram kalır: varlık ve ona kıyasla hiçlik. Varlık kavramının örgüsü içindeki her şey, kendisi olarak tanımlandığı, bir şeyin kendisi ile aynı olması, kuşku götürmez doğru olduğu için, bu kavramlar örgüsü “mutlak doğru” bilgidir. Tarih boyunca, özdeşleme mantığının taşıyıcılarının, elde ettikleri bilgilerin “mutlak doğru” olduğunu öne sürmeleri bundandır.

 

İnsan aklı, özdeşleme mantığının kurduğu ve mutlak doğru olduğunu öne sürdüğü özdeşleme mantığı aşamasında kalamamıştır. Çünkü varlığın göreceli bağlamı olan hiçlik, “kuşkulanma mantığı”nın yolunu açmıştır. Kuşkulanma mantığı, ayrı bir mantık segmenti olmayıp, mantık segmentleri arasındaki çelişkili ilişki ve etkileşimlerdir. Hiçliksel göreceleme mantığı, varlığın hiçliğe göreceli olarak var olduğunu, hiçlik de bilinmedikçe, kesin bilginin oluşmuş sayılamayacağını öne sürerek “mutlak doğru”dan kuşkulanır. Varlıksal göreceleme mantığı da hareketini sürdürerek, hiçliksel görecelemeyi reddedip ufukların ötesine geçerek, yani bilinmişlerden yeni bilineceklere doğru ilerleyip, elma, armut ve şeftaliyi daha yakından inceleyip, bunlara ilaveten, üzüme, kayısıya, portakala vs. uzanıp, yeni ve daha ayrıntılı ayrılıklar tespit ederek, ayrılıklar bağlantısı örgüsünü zenginleştirip, derinleştirir. Böylece elde ettiği yeni bilgileri özdeşleme mantığının önüne koyarak,  mutlak doğru olduğu öne sürülen eski bilgi sisteminin mutlak doğru olmadığını öne sürer. Bu reddedilemez durum karşısında, bu kez özdeşleme mantığı yeniden harekete geçerek, varlıksal göreceleme mantığının elde ettiği yeni bilgiler üzerine, bilgi sistemini yeniden kurar. Yeniden kuşkulanmalar, yeniden hareketlenmeler ve sonuçta bilgi dünyasının derinleşerek genişleyip gitmesi ve aklım hep mutlak doğruyu arayan hareketinin sürekliliği…

 

 Aklın hareketi boyunca mantık sisteminin bütün segmentleri, elde ettikleri bilgileri ve aralarındaki çelişkilerden kaynaklanan karşılıklı kuşkulanmalarını dile-getirirler. Dile getirme sürecinde hareket eden mantığı “aydınlanma mantığı” olarak adlandırıyoruz. Aydınlanma mantığı da ayrı bir mantık segmenti olmayıp, üç mantık segmentinin hareketleri sırasında elde ettikleri bilgiler ile aralarındaki çelişkilerden kaynaklanan karşılıklı kuşkularının tebliğ ve tebellüğ edilerek toplumsallaşması sürecidir. Düşünmenin hep dil aracılığı ile toplumsal bir etkinlik olarak yürütülüyor olmasının sonucu olarak, biyo-akılların mantık segmentleri, kendileri ve aralarındaki çelişkili ilişkiler biçiminde, düşünürlerin, ardıllarının ve taraftarlarının taşıyıcılığında, toplumsal aklın farklı mantık segmentleri olarak tezahür etmiştir. Felsefe tarihindeki düşünürlerin her biri, hiçliksel ve varlıksal göreceleme mantığı ile özdeşleme mantığının taşıyıcılarıdırlar. Aralarındaki çelişkili kuşku ilişkisi de her birisinin farklı mantık segmentlerini dile-getirmelerindendir.  Örneğin, Antik Yunan’da Platon hiçliksel göreceleme mantığının, Demokritos varlıksal göreceleme mantığının, Aristoteles de özdeşleme mantığının taşıyıcılarıdır. Felsefe tarihinin ileri aşamalarında da aynı mantık yapılanması ve çelişkili kuşku ilişkisi devam etmiştir.

 

 

[1] Yakından bildiğimiz; (0, 1) göreceliliğine dayalı aritmetik ve (0, nokta) göreceliliğine dayalı geometriden oluşan matematik, göreceleme mantığıdır. (Bkz. Mehmet Uysal, Matematiğin Temelleri Üzerine Düşünmek, http://www.anafikir.gen.tr/matematigin-temelleri-uzerine-dusunmek-mehmet-uysal/)

[2] Marksist materyalist diyalektiğin, Hegelci idealist diyalektiği reddetmesi, bu çelişkiye işaret eder.

[3] Bunun felsefe tarihinde çok örneği vardır. En tipik örnek Platon-Aristoteles çelişkisinde, Aristoteles’in Platon’u eleştirmesidir. Kant’ın diyalektik mantığı, “yanlış bilgi yolu” sayarak reddetmesi de bundandır.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir