Anayasa Değişikliğine Hayır Demek Faşizme Hayır Demektir-Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Türkiye’nin gerek ekonomik, siyasi, gerekse de askeri yönden emperyalizme olan bağımlılığı, iktidarın tepesindekilerin kürsü şovlarına, “üst akıl” retoriklerine rağmen zayıflamamaktadır. Aksine özellikle ekonomideki kötü gidiş, dış borçların büyüklüğü, dış ticarette verilen açık, sıcak paraya bağımlılık, üretim ekonomisinin gelişmemesi vb. özde emperyalist hegemonyanın güç kazanmasını sağlamaktadır. Suriye, Irak, Kıbrıs politikalarında büyük güçlerin etkisi altında kalınması nedeniyle yapılan yanlışlar, açılım sürecinin açtığı yaralar, FETÖ’yle yapılan ortaklıklar vb. ülkemizi emperyalist baskılara ve uzantısı örgütlerin saldırılarına açık hale getirmiştir/getirmektedir. Bütün bu sorunları ve başkalarını kullanarak oluşturulan dış kuşatmaya karşın AKP iktidarını sürdürmek adına içeride de toplumu bölmekte, fay hatlarını derinleştirmektedir. Bu son derece tehlikeli işi sistemi daha da gericileştirecek, faşistleştirecek girişimler peşinde koşarak yapmaktadır. Emperyalizme bağımlılığı arttıracak olan bu girişimlerle son yüz-yüz elli yıldır elde edilen tüm ilerici kazanımlar yok edilmekte. İktidar ne pahasına olursa olsun yapmaya uğraştığı Anayasa değişikliği ile bu kötü gidişe benzin döküyor. Anayasada yapılmak istenen değişiklikler ülkeyi Abdülhamit devrinden de geriye götürecek bir karşı-devrim hareketidir. Cumhuriyeti yok etmekle kalmayıp sonuçta yeni bir halifelik düzeni kurmayı amaçlayan bu girişimin FETÖ’nün darbe kalkışmasıyla yapmaya çalıştığından farklı bir yanı yoktur.

AKP’nin gerçekleştirmeye çalıştığı aslında yeni bir şey değildir. Anayasa değişikliğiyle yapılmaya çalışılan bu gericileştirme-faşisleştirme hareketi yüz elli yıldır süren iki çizgi (gerici-ilerici) mücadelesinin yeniden ateşlenmesidir. Bir yanda emperyalizmle kökten bağımlı Cumhuriyeti yok etmeye azmetmiş AKP, MHP, iktidar yanlısı sermaye, medya ve militanlaşan gerici kuruluşlar -yeşil bayraklı, sarıklı, cübbeli cemaatler yer almakta. Toplumun lümpenleşmiş çevrelerinden de destek alan bu kesimin baskın ideolojisi Sünniliktir. Diğer tarafta akılcılığı, bilimselliği, aydınlanmayı benimseyen orta sol kitleler ve onların siyasi partisi olma konusunda tereddüt içinde olan CHP, laikliği benimseyen merkez sağın-klasik liberallerin ve sermayenin bir kısmı,  sınırlı sayıda medya ve bazı kitle örgütleri.

Bu gerici kalkışmaya karşı en fazla tepkiyi göstermesi, Cumhuriyetçi-aydınlanmacı cephenin önünde yer alması gereken işçi sendikaları, üniversite gençliği, solcu kitle örgütleri ve partiler ise bu gerici-faşist gelişme karşısında adeta efsunlanmışlar gibi. Bu kuruluşların birçoğu geçtiğimiz yıllarda ilerici cepheyi terk ederek ve hatta onurlu geçmişlerini inkâr ederek AB’ci, etnikçi, Soroscu politikaların peşine takıldılar. Bu kuruluşlar ve çevreler ülkemizde uzun ve zorlu mücadelelerle yaratılan ilerici-devrimci ırmağın dışına düştüler, ülke gerçekliğine ve halka yabancılaştılar.

Bu son süreçte ilerici kesimin motoru olması gereken, en azından ideolojik önderlik yapması gereken solcular-sosyalistler durumun vahametinin yeterince farkında değiller ki ciddi bir faaliyet içinde görünmüyorlar. Oysaki günümüzde 1970’lerdeki MC iktidarlarının yapmaya çalıştıklarından daha az tehlikeli olmayan bir durumla karşı karşıyayız. Çünkü 1970’lerde Cumhuriyeti, laikliği ve diğer yaşamsal alanları bugün olduğu şekilde kaybetmek gibi bir sorunumuz yoktu. Ya da Cumhuriyet değerlerini elden kaçırma ihtimali bu günkü kadar yakıcı değildi.

Günümüzde Cumhuriyeti yıkan, devleti ele geçiren dinci-faşist ideolojinin mensupları emperyalizmin ılımlı İslamcılık politikasını orta çağcı gericiliğe dönüştürerek Batıda yükselen yeni sağcılıkla uzlaşmakta bir sorun yaşamayacaklar. Türkiye’de bu dinci-faşist politikayı destekleyecek geçmişi yüz yıl (hatta daha fazla) öncesine dayanan gerici bir kalabalık da hep oldu. 15 yıldır iktidarın beslediği, örgütlediği bu gerici-tutucu kesim, emperyalizmin son yıllarda izlediği Ortadoğu ve Yeni Türkiye politikalarının ülkemizdeki uygulayıcısı AKP’nin yönlendiriciliği altında Cumhuriyete karşı daha da militanlaşmış ve pervasızlaşmışlardır.

Anayasa değişikliğinden sonra Türkiye, Sünnici ideolojiye ve bu militan tabana dayanılarak bugüne değin hiç olmadığı ölçüde gericileştirilecek ve faşistleştirilecektir. İlericiler, devrimciler bu değişikliğe bütün güçleriyle, her koşulda ve her ortamda karşı çıkmak zorundadırlar. Bugün, emperyalistlerin 2000’lerden beri parçalamak istedikleri ülkemizi ve kurmak istedikleri “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” projesine karşı Ulusal Kurtuluşçu Cumhuriyeti savunma zamanıdır. Demokratik Devrime ve Sosyalizme giden yol bu uğrak noktasından geçmektedir. Cumhuriyet değerleri için verilecek mücadeleyi küçümseyerek ancak pasifizm ve karşı-devrime teslimiyet örgütlenir.

***

Bu arada işbirlikçi AKP ve hangi odağın yönlendirdiği bilinen MHP yönetimi ile “Milli Seferberlik Hükümeti” kurmayı savunan görüşlere de rastlıyoruz. Bunu savunmak reformizm bile değil, düpedüz gericiliğe teslim olmaktadır. Amerika’nın kurdurduğu, tek başına iktidarda olan bir partinin hükümetini yıkarak öneri sahipleriyle ortak hükümet kuracağını düşünmek akla ziyan bir durum değilse nedir? Gerçeklikten çıkardıkları politikaya bakar mısınız?! Bazı iflah olmaz siyasilerin bu tür saçmalıklarına yıllardır alıştık da bir kısım gencin ve tümenler- kolordular yönetmiş emekli generallerin abese kaçan bu düşünceleri savunmaları anlaşılır gibi değil…

***

Bu dönemde bir gerçeğin altını daha çizmek gerekir: Anayasa değişikliğine karşı çıkan ilericiler-devrimciler, ebetteki en geniş tabana sahip CHP’nin çevresindeki boşlukları doldurmak adına Hayır kampanyasında yer almayacaklardır. Bu kampanya sürecinde devrimcilerin önemli bir görevleri daha var, o da Hayır kampanyasına devrimci bir öz taşımak suretiyle etkinliklerini güçlendirmektir. Bu mücadele Anayasa değişikliğine Hayır’la sınırlı olmamalı, mevcut Anayasayı savunmanın ötesine geçmeli, Cumhuriyet değerlerini, laikliği savunmanın yanı sıra uluslaşma sürecinin – demokratik devrimin ve sosyalizmin propagandası da yapılmalı. İşçi sınıfı, köylüler ve diğer ezilen sınıflarla bu kapsayıcılıkta ilişkiler kurulmalı.

İşçi sınıfının, köylülüğün, diğer sömürülen kesimlerin temel sorunları ve bu sorunların nedenleri Anayasa değişikliğine karşı yürütülecek çalışmalar sırasında öne çıkarılırsa bu kesimleri yıllardır oy ambarı gibi kullanan AKP’nin oyunu bir ölçüde bozulabilir. Fakir insanları dinle, kömürle, sağlık sorunlarını kullanarak ve başka rüşvetlerle tavlayan AKP’yle aynı metotlarla mücadele etmek çok güç. Solcular bu son karşı-devrim hareketinin, tek adamlık rejiminin halkta yarattığı şüphe ortamında ülkede 15 yıldır yaşananları politikleştirerek anlatabilirlerse mesafe alabilirler. Bu kurulmak istenen yeni diktatörlük döneminin baskıcı, gerici, faşist ve daha çok talancı-sömürücü iç yüzünü halka kavratma fırsatını iyi değerlendirebiliriz. Bu anayasa değişikliğine evet denildiği takdirde halkın oy’unun önemini kaybedeceğini, milli iradenin yerini tek kişinin iradesinin alacağını, ülkeyi bölecek, Ortadoğu’da yeni savaşlara yol açacak bir halifelik sistemine doğru gidileceğini, hak aramanın artık mümkün olmayacağını, sürekli olağanüstü halle yönetileceğimizi, tepeden verilenle yetinmek zorunda kalınacağını, yurttaşlığın yerini ümmetin alacağını halka kavratmak gerekir.

CHP ve yakınındaki güçlerin işçi sınıfı ve diğer emekçiler içinde başarılı olmaları ihtimali zayıf görünmektedir. HDP takipçilerinin ise emekçileri, solcuları etkilemeleri artık mümkün değil. Emekçileri ve ezilenleri ancak gerçek devrimci güçler-kişiler ve örgütler etkileyebilir. Ekonomik sorunların, krizin yakıp kavurduğu bu kesimlerle en iyi ve doğru bağı ancak devrimciler kurabilir. Çünkü son 20-25 yıldır ne CHP, ne etnikçi partiler, ne de bunların dümen suyunda olan liberalleşmiş solcular Türkiye işçi sınıfını ve müttefiklerini örgütleyebildiler. Konjonktüre bağlı olarak kalıcı olmayan etkileşimler yarattıkları oldu ama sonuçta sıcak ve güçlü bağlar kurmakta başarılı olamadılar. Avrupa solunun etkisindeki partilerin de bu konuda başarı elde etmeleri ihtimal dışı. Çünkü bizim toplumumuz belki de hiç bugünkü kadar emperyalizme karşı olmadı. Onların savundukları liberal eğilimli fikirlerin Batı kaynaklı, Batı yanlısı olduğunu emekçi halkımız bilmektedir. Bu bakımdan CHP’nin de Batılı devletlerle iyi ilişkiler geliştirme çabası içinde görünmesi bu parti açısından da ciddi bir handikap oluşturmaktadır. AKP’nin de gerçek durumun aksine Batı karşıtı görüntüsü yaratarak mesafe almaya çalıştığını unutmayalım.

Devrimci mücadelede olması gerektiği gibi örgütlü olmayan ya da dağınık durumda olan devrimciler, Anayasa referandumu sürecinde ortaya koyacakları doğru fikirler ve politikalarla Hayır cephesine destek olurlarken kitleler üzerinde de olumlu bir etki yaratabilirler, devrimci damarın canlanmasına kan verebilirler. Herkesin yapabileceği bir şey vardır.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

2 Responses

  1. İki çizgi mücadelesi yüzyıldır sürüyor. 15 yıldır Cumhuriyete yaptıkları saldırılar durmadı, durmayacak. Kelile ve Dimne’deki şu söz iktidarın tepesindekilerin Cumhuriyete olan kinlerini anlatır gibi: “Her yangını söndürmek mümkündür; ateş su ile, zehir panzehir ile, hüzün sabır ile, aşk ayrılık ile söner. Fakat kin ateşi asla sönmez.”
    Referandumda bunların “kin ateşleri”nin ülkeyi yakmasına izin vermeyelim…

  2. Aşağıdaki parağrafın son kelimesi yanlış değilmi? “yer alacaklardır” diye bitmesi gerekmezmi?
    “Bu dönemde bir gerçeğin altını daha çizmek gerekir: Anayasa değişikliğine karşı çıkan ilericiler-devrimciler, ebetteki en geniş tabana sahip CHP’nin çevresindeki boşlukları doldurmak adına Hayır kampanyasında yer almayacaklardır.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir