“Aristidis Kompleksi” ve Seçimler-Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

İsrailli bir kadın göstericinin taşıdığı bu pankart, Türkiye’nin dünyanın gözünde hangi konuma düşürüldüğünün açık bir kanıtıdır.

“Aristidis Kompleksi”nin ne olduğunu Şevket Süreyya Aydemir’in “Menderes’in Dramı” isimli kitabında okudum. Aydemir, 1946 sonrasında Demokrat Parti’nin iktidar tırmanışı sırasında halkın CHP’ye karşı bu kompleksle hareket etmeye başladığını anlatmak için bu ifadeyi kullanıyor. Aydemir, o günleri şöyle anlatır:

“Ama şu bir gerçektir ki, zaman DP için çalıyordu. Halk Partisi’nin kendi içine kapanışı, halktan gittikçe kopuşu da gerçekti. Gerçi DP o sırada teşkilat olmaktan ziyade henüz bir atmosferdi. Yani havada esen, fakat önüne geleni sürükleyen bir rüzgârdı. Sosyal kaynakları, durumları, fikirleri, görüşleri, inançları, sempati ve antipatileri birbirini tutmayan insanlar, iktidara karşı haklı veya haksız, bir bıkkınlık içindeydiler. Memleket, sanki bir Aristidis kompleksine, gittikçe daha fazla kendini veriyordu.” (Ş. S. Aydemir, Menderes’in Dramı ?, s. 191, Remzi Kitabevi, 1969)

Bu kompleksin ne olduğuna gelince; günümüzden 2500-2600 yıl önce Atina’da Aristidis adında, itibarlı bir yargıç vardır. Aristidis, katıldığı her yargıçlık seçimini kazanmaktadır. Aleyhine söylenen tek bir kötü söz yoktur. Çünkü yargıçlık görevini hakkıyla yapmaktadır. Bu yıllarca böyle sürüp gider… Yine bir seçim günü gelip çatar. Aristidis seçim mahalline giderken onu tanımayan, okuma yazması olmayan bir vatandaş elinde bir midye kabuğuyla yanına yaklaşır ve bu kabuğun içine adaylardan birinin adını yazmasını rica eder. Arisditis vatandaşa sorar:

-Kimin adını yazayım?

Vatandaş,

-Aristidis’i yazma da kimi yazarsan yaz, der.

Aristidis,

-Niçin? Aristidis büyük suçlar mı işledi? Diye sorar.

-Hayır, ama artık bıktık! Hep Aristidis! Artık bu değişmeli!… der.

Aydemir bu bölümü şöyle bitirir:

“Evet, Halk Partisi iktidarı artık yorgundu. Ve halkın çoğunluğunda iktidara karşı bıkkınlık, memleketin havasında, artık bir rüzgâr gibi esiyordu…” (Age, s.192)

Şevket Süreyya Aydemir’in 14 Mayıs 1950 seçimine giderken, CHP iktidarına karşı halkta oluştuğunu ileri sürdüğü Aristidis kompleksi ile 21 yıldır iktidarda olan AKP’nin halk üzerinde yarattığı olumsuz etki “kompleks”in çok ötesindedir. 21 yıl süren uzun bir iktidar elbette ki halkta “bıkkınlık, yorgunluk” oluşturmuştur ama bu iktidar esasen bıkkınlığın, yorgunluğun ötesinde ülkenin ekonomisinde, siyasetinde, güvenliğinde, eğitiminde, kültüründe ve ahlakında çok büyük tahribatlar yapmış, ölçüsüz zararlar vermiştir. AKP, Cumhuriyeti, sınırlı da olsa var olan demokrasiyi, özgürlükleri, hakları ve hukuku tahrip etmiş, ülkeyi büyük sermayeye soydurmuş, halkı kuru ekmeğe muhtaç etmiştir. Kaldı ki, Aristidis dürüst ve ahlak sahibi bir yargıç olduğu halde, uzun süre yargıçlık yaptığı için halkta sadece bıkkınlık yaratmıştır. Oysaki AKP sadece uzun süre iktidarda kalmamış, 21 yıl süren iktidarı döneminde her türlü yolsuzluk, adam kayırmacılık, ahlak dışı davranışlar yapılmış, ülke adeta yangın yerine çevrilmiştir.

Aristidis kompleksine kapılan halkımız, gerçekte ise 14 Mayıs 1950’de DP’yi iktidara getirerek ne hürriyete kavuştu, ne de hakkaniyetli biçimde kalkındı. Menderes bu iktidar değişikliğine “Ak Devrim” dedi ama gerçekleşen aslında bir “karşı-devrim”di. Ülkenin kalkınmasına lokomotiflik yapan devletçilik yerine özel sektörcülüğü esas alan Menderes, planlamanın da “komünist bir ilkeye dayandığını” söylüyordu. Ülkeyi yabancı sermayeye açan ve “küçük Amerika” yapmayı amaçlayan Başbakan, “her mahallede bir milyoner” yetiştirmeyi amaçlamaktaydı. İlk işlerinden biri dinci-gerici kesimlere tavizler vermek olan DP iktidarı, 1952’de Türkiye’nin NATO’ya girmesini sağladı ve emperyalist cephenin lideri ABD ile “ikili antlaşmalar” imzaladı. ABD’ye sayısı belirsiz üsler ve tesisler verilerek Kurtuluş Savaşı’yla kovulan Batı emperyalizminin yeniden ülkeye girişinin kapıları sonuna kadar açıldı. Ve bu uğursuz kapılar, ne MC’ler döneminde ne de 12 Eylül faşist darbesi sonrasında bir daha hiç kapanmadı. Son 21 yıldır, AKP iktidarları döneminde ise kamuoyu önünde bu “dış güçler”e karşıymış gibi yapılarak, ABD emperyalizminin Kuzey Afrika ve Ortadoğu politikalarına fiilen destek verildi. ABD’nin kanlı Irak işgali, Tunus ve Mısır’ın ABD elemanı Müslüman Kardeşlerce kaosa sürüklenmeleri ve bu siyasal İslamcı örgüt tarafından yönetilmelerine, Batılı emperyalistler tarafından Kaddafi’nin katledilerek Libya’nın dağıtılmasına destek verdi. Suriye’nin içsavaşa sürüklenerek bölünmesinde ise Erdoğan yönetimi her türlü katkıyı yaptı. Emperyalizmle yapılan bu işbirlikleri sonucunda ülkemiz, yerinden yurdundan edilen milyonlarca göçmenle de karşı karşıya bırakıldı.

Emperyalizme karşıymış gibi rol yapan AKP iktidarı döneminde ülke topraklarında yeni Amerikan-NATO üsleri de kuruldu. Örneğin Malatya-Kürecik’te kurulan NATO radar üssüyle İran ve diğer bölge ülkeleri gözetim altında tutulmaktadır. Bu üsse milletvekilleri dahi giremedi.

AKP iktidarı, Türkiye’nin tapu senedi Lozan Antlaşmasını bile tartışmalı hale getirmeye, Boğazların güvencesi Montrö Sözleşmesini emperyalistlerin isteği doğrultusunda geçersizleştirmeye kalkışacak kadar ileri gitti. Tek adam rejimi, bütün bu işbirlikçi tavırlar içine girerken sürekli Atatürk’ü, İnönü’yü, CHP’yi, aydın kanaat önderlerini ve solcuları suçlamaktan da geri durmadı, “Keşke Yunan kazansaydı” diyen sapkınları ise baştacı yaptı. Çünkü AKP’nin yönetici kadrolarıyla Fesli Kadirlerin zihniyet dünyaları bir ve beraberlik içindedir. Bu zihniyet, Damat Ferit ve Vahdettin’in İngiliz mandacılığının günümüzdeki tezahürüdür.

14 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimlerine giderken iktidar partisinin kurduğu ittifaka bakınca görünen gerçek, 1950’den sonra iktidar olan tüm sağ partiler ve kurulan sağ ittifaklardan çok daha gerici olduğudur. Cumhur İttifakı adını verdikleri bu ittifak siyaseten DP iktidarından da, MC’lerden de fersah fersah gericidir ve tekelci sermayeye hizmette de onlardan aşağı kalır yanı yoktur. Ülkenin emperyalist sermaye çevreleri ve içerdeki uzantıları tarafından soyulmasını sağlayan AKP iktidarı, halkı büyük bir ekonomik çıkmazla, açlık ve yoksullukla karşı karşıya bıraktı. AKP, MHP, BBP ittifakına yeni katılan YRP ve Hizbullahçı Hüda-Par’la son haline ulaşan Cumhur İttifakı (Vatan Partisi bunların masasının altında mı, üstünde mi tam anlaşılamadı!) seçimleri kazanırsa halk, enflasyon-hayat pahalılığı ve geçim derdi yönünden bugünleri de arar hale gelmekle kalmayacak, ülkemiz Ortaçağ dincisi-gerici faşist bir diktatörlüğün pençesine düşecek. Talibanı aratmayacak olan bu ittifak, tek adamı koltuğunda tutmayı ne ölçüde önüne koyduysa kadınları köleleştirmeyi de en az o kadar benimsemiştir. Kadınları cariyeleştirmeyi kafasına koyan bu gerici ittifaka seçimlerde yol vermek Cumhuriyete, laikliğe, kısıtlı demokrasiye ve özgürlüklere tümden veda etmek anlamına gelir. Herkes bu olası gelişmeye göre tavrını almak zorunda! Ya kısmi demokrasi ve özgürlük tercih edilecek ya da dinci-faşizm!

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir