Barış Pınarı Harekâtı Hamaset* Gösterisi -Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

“Ülkede Barış Dünyada Barış”, “Zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir” diyen Mustafa Kemal’in sözlerine uyarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerine bağlı kalarak, komşu ülkeler ve güçlü devletlerle iyi ilişkiler kurarak, tarihsel birikimimiz, dünya savaşlarından çıkardığımız derslerle savaşlardan uzak durarak, kendi iç sorunlarımızı çözmeye, yurttaş temelli birliğimizi ve dirliğimizi sağlamaya, bilimin yol göstericiliğinde çağa ayak uydurmaya, güçlü ve saygın bir ülke olmaya çalışırken,  ülkemiz emperyalizmin işbirlikçisi, açgözlü, yalancı, talancı, çıkarcı yöneticilerin eline, ırkçı, dinci politikaların içine düştü, kurtulamıyor. 

Kurtuluş savaşında ve cumhuriyetin kuruluş sürecinde milli devrimcilerin ve halkın karşında, emperyalizmin işbirlikçisi, hilafetçi, saltanatçı gericiler ile gayrı müslim ayrılıkçılar yer alıyordu; şimdi de farklı bir durum yok yine laik, kamucu devrimcilerin ve halkın karşısında, emperyalizmin işbirlikçisi, yağmacı, çıkarcı, dinci gerici, tutucu güçler yer alıyor. 

Bu belayı milletin başına, özel girişimci (liberal), dinci, ırkçı çevreleri kullanan Bayarlı-Menderesli Demokrat Parti iktidarı sardı. Demokrat Parti, ABD ile kol kola girerek Mehmetçiği Kore’de savaşa sürdü. NATO’ya girdi. “Küçük Amerika olacağız” diye yola çıktı, “Odunu göstersem odunu milletvekili yaparım”, “Orduyu çavuşlarla yönetirim”, “İsterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz” diyerek, laik cumhuriyet ve kurumlarına savaş açtı; silah ve uçak fabrikalarını, gemi tersanelerini işlemez duruma getirdi, ABD’nin dünya savaşı artığı silah, uçak ve savaş gemilerini hibe adı altında alarak, donanmanın hareket alanını NATO emrinde Karadeniz’le sınırlı tutarak, Ege ve Doğu Akdeniz’i ABD ve Yunanistan savaş gemilerinin denetimine bıraktı. Ülkenin yer altı yer üstü zenginliklerini yabancıların işletimine açtı. İngilizlerin Kıbrıs’ta üst edinmesine göz yumdu, millet içinde vatancılar halkçılar diye ikilik çıkardı, laikliği istismar ederek ülkenin bilimsel ve teknik gelişimini önledi, ülkeyi emperyalizmin ağına düşürdü, 27 Mayıs ihtilali ile devrildi, ancak yaptıkları kötü işler milletin üstünde kaldı.

İsmet İnönü ve Bülent Ecevit’in halkçı iktidarları döneminde ABD,   Kıbrıs müdahalesini, haşhaş ekimini bahane ederek silah ambargosu ile Türkiye’yi cezalandırmaya kalktı. İsmet İnönü, “Yeni bir dünya kurulur Türkiye orada yerini alır” dedi, Bülent Ecevit, “Haşhaşı Ekeriz Üstleri Sökeriz” diyerek emperyalizme kafa tuttu, “barış harekâtı” ile ansızın Kıbrıs’a çıktı. Emperyalizmin yerli işbirlikçileri tarafından hükümetleri düşürüldü, iktidardan indirildi.

Demokrat Parti zihniyetinin devamı olan liberal, muhafazakâr Adalet Partisi iktidarları döneminde ABD ile ilişkiler sıcaktı, bu dönemde anti-komünizm beslendi faşist saldırılar, katliamlar yoğunlaştı, 12 Mart 1971,  12 Eylül 1980 faşist darbeleriyle ülke açık baskı dönemine sokuldu. Sol ezildi, Amerikancı ırkçı ve dinci hareketlere yol verildi, huzur, güven kalmadı, laik cumhuriyetin tasfiyesi sürecine girildi.    

 12 Eylül faşist darbesi sonrası iktidara gelen, dinci, ümmetçi Anavatan Partisi’nin iktidarı döneminde Turgut Özal, ABD’nin Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgalini bahane ederek açtığı 1. Körfez Savaşı’na, “Bir koyup üç alacağız” diyerek TBMM kararı olmadan orduyu Irak’a sokarak ortak olmaya kalktı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay’ın, “TBMM’nin kararı olmadan orduyu Irak’a sokamam, bu maceraya Türk Silahlı kuvvetlerini bulaştırmam” diyerek diretmesi, sonunda istifa etmesiyle Özal’ın hevesi kursağında kaldı. ABD, Mısır, Suriye, Suudi Arabistan gibi 8 Arap ülkesinin yer aldığı 33 ülkeyi yanına alarak Irak’a saldırdı, “Çöl Fırtınası” hareketiyle Irak ordusunu dağıttı, kuzeyde “uçuşa yasak bölge” ilan etti, Türkiye’ye komşu oldu. “Kürtleri Saddam’dan koruyorum” adı altında kontrolsüz bir alan yarattı, ayrılıkçı Kürt örgütlerine yol verdi. 1 Ekim 1992’de, NATO Kararlılık Tatbikatı sırasında Türk Muavenet gemisini Saratoga’ta adlı savaş gemilerinden attıkları iki güdümlü füze (torpido)  ile vurarak 5 askeri şehit etti, ”yanlışlık oldu” diyerek Türk ordusuna gözdağı verdi.  

ABD, 11 Eylül 2002’de ikiz kulelere yapılan terör saldırısından sorumlu tuttuğu Afganistan’a girdi, sonra da Irak’a yöneldi, Saddam’ın ülkeyi terk etmesini istedi, aksi takdirde Irak’ı işgal edeceğini duyurdu. Türk hükümetinden de askerlerinin Türkiye topraklarından Irak’a geçmesine izin verilmesini istedi. 2002 yılında iktidara gelen AKP iktidarı,  ABD’ye yaranmak için, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için Hükümet’e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi” hazırladı. 1 Mart 2003 tarihinde CHP lideri Deniz Baykal’ın başını çektiği muhalefet tezkereye karşı çıktı, yüze yakın iktidar partisi milletvekilinin destek vermesiyle TBMM’nce reddedildi.

ABD, İngiltere’nin de içinde yer aldığı koalisyon güçleriyle birlikte Irak’a saldırdı, Saddam’ı devirdi, BAAS Partisini kapattı, geçici bir yönetim kurdurarak bir Anayasa hazırlattı. Irak’ı Şii Arap, Sünni Arap ve Kürt bölgesi olarak üçe böldürdü. Türkmenleri Kürt bölgesinin içinde bıraktı. Cumhurbaşkanı Kürtlerden, Meclis Başkanı Sünni Araplardan, Başbakanı Şii Araplar arasından seçilmesini kabul ettirdi, Kürt bölgesine özerklik verdirerek Barzani’yi bölge başkanı yaptırdı. Irak’ın servetlerine el koyarak, Kürtleri, Arapları, Türkmenleri, Şiileri, Sünnileri birbirlerinin canını alacak kargaşa içinde bıraktı. Afganistan, Irak hala bu kargaşanın acısını yaşıyor, her gün onlarca insan kukla yönetimler, canlı bomba ve şiddet saldırıları altında can veriyor. 

Türkiye’de gerici, muhafazakâr, liberal iktidarlar, Türk devrimine karşı olduklarından silahlı kuvvetlerin 27 Mayıs gibi bir ihtilal yapmasından, yargının partilerini kapatıp yöneticilerini içeri tıkmasından pek korkarlar. Bunun için yargının ve ordunun etkinliğini kırmak için elinden geleni yaparlar. Nitekim Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanı Recep Tayip Erdoğan liderliğindeki AKP ile iş ortağı Fettullah çetesi bunu başardı. Önce 2010 Anayasa değişiklik referandumuyla Anayasa Mahkemesi’nin ve HSYK’nın kuruluş yapısını ve işleyişini değiştirdi, yargıyı kontrol altına aldı.

ABD’de bu durumdan yararlanarak, Tayip Erdoğan’ın savcısıyım dediği “Ergenekon kumpas davaları” ile denizci, havacı, karacı birçok Kemalist yurtsever subayı tasfiye ettirdi. Böylece hem tezkerenin reddinin intikamını aldı, hem de orduyu itibarsızlaştırdı. Bununla da yetinmedi, sürekli zikzak siyaseti yapan, Osmanlıcılık ve halifelik hayali kuran, İslam dünyasına lider olmaya kalkan, AKP liderini ve iktidarını devirerek, emperyalizme gönülden bağlı bir Türk ordusu ve devlet yönetimi oluşturmak için harekete geçti, 15 Haziran 2015 tarihinde, gündüz vakti, Fettullahçı Çete’ye darbe yaptırmaya kalktı. Genelkurmay başkanını ve bazı üst düzey komutanları derdest ettirdi. TBMM’ni,  Özel Kuvvetleri ve Emniyeti bombalayan darbecilere karşı, Türk ordusunun Kemalist yurtsever subayların öncülüğünde karşı koyması, 1.Ordunun denetiminde Marmaris’ten İstanbul’a gelen Recep Tayip Erdoğan’ın medyanın desteği ile halka seslenmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın camilerden sık sık sala okutarak halkı sokağa çağırması, siyasi partilerin ve toplumsal muhalefetin karşı çıkmasıyla darbe önlendi. 

Amerikancı darbeyi atlatan AKP iktidarı, 2017 referandumu ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçti, bakanları memur yaptı, parlamentoyu etkisizleştirdi, kuvvetler ayrılığı ilkesini rafa kaldırdı, demokrasiyi ve kurallarını hiçe saydı, yerleşmiş teamülleri yok etti, sorumsuz, denetimsiz, hesap vermeyen, israfa dayalı bir devlet yönetimi yarattı.

Anayasa Mahkemesi, “yetki kanunu” kapsamında çıkan kararnameleri denetleyemem; YSK, seçimlerde cumhurbaşkanın eylem ve işlemlerini sınırlayamam, zamansız, ölçüsüz propaganda yapmasını engelleyemem diyerek, her türlü yetkiye sahip, sorumsuz ve denetimsiz bir cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi yaratılmasına yol verdiler. 

Cumhurbaşkanı, hem devletin, hem ordunun, hem partinin başkanı olarak ülkeyi yönetiyor. Herkes susuyor o konuşuyor. İstediği her yasa meclisten tıkır tıkır çıkıyor, çıkmasını zor gördüğü düzenlemeleri kanun hükmünde kararnamelerle rahatça yapıyor. Kara, deniz, hava kuvvetlerini Milli Savunma Bakanlığına, jandarmayı İçişleri Bakanlığı’na bağladı; 500 bin kişilik ordu mevcudunu 75 bine indirdi, askerliği “para ver kurtul” durumuna getirdi, polis sayısı ordunun subay ve asker sayısını aştı.

Cumhurbaşkanıyla uyumlu bir meclis çoğunluğu, uyumlu bir yargı, uyumlu bir ordu, polis yönetimi oluştu. Cumhurbaşkanı sürekli konuşuyor, orduya kumanda ediyor. Suriye topraklarına yapılan Barış Pınarı Harekâtı hakkındaki tüm bilgileri, ayrıntıları, etkisiz hale getirilenleri, ölenleri, şehitleri basına, medyaya o açıklıyor.  

 Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı olması, Kürt kökenli yurttaşlarımızın oyunu almak için Diyarbakır Meydanı’nda APO’nun mektubunu okutup gösteri yapması, açılım adı altında çadır mahkemeleri kurdurması, ayrılıkçı harekete karşı ordunun, polisin operasyonunu engellemesi, ayrılıkçı örgütle gizli görüşmeler ve mutabakat yapması girişimleri yok gibi şahinleşmesi, ezmekten, kesmekten söz etmesi hamasettir.

Yarattıkları kargaşa ortamında, “vatan, millet“ kavramlarına sığınması, ağızlarına almadıkları Atatürk’ü yüceltmeleri, genel merkeze posterlerini asmaları sevgiden değil mecburiyettendir.

Bunlar hep böyledir, ortalık rahatken ülkenin kurucularına saldırmayı, halkın dini duygularını istismar etmeyi, cumhuriyetin kazanımlarını küçümsemeyi, küçültmeyi ve çürütmeyi iş edinirler, sıkışınca herkesten önce inançlı, laik Atatürkçü olurlar.

“Ağustos ayı zafer ayı”, “Bir gece ansızın gelebiliriz” diye, Suriye devletini parçalamaya, Esat yönetimini devirmeye dönük, cihatçı güçlere dayanan politikaları iflas ettiğini, bir yandan ABD, bir yanan Rusya ve İran’ın kıskacına soktuğunu örtemezler. Rusya’nın onayını almadan, ABD’yi memnun etmeden bu halleriyle hareket yapmaları olanaksız hale geldi. Bu operasyonu yapmak için uzun süredir hazırlanıyoruz diyor, hâlbuki Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı operasyonlarını gerçekleştiren, ülke içinde ayrılıkçı hareketi etkisiz hale getiren ordu, güvenlik güçleri, bu operasyona zaten hazır. Buradaki hazırlık,  Rusya’dan onay, ABD’den izin, Suriye’nin sessizliğidir.  

 Kasım 1978’de kurulan PKK’nın (Partiye Karkeran Kürdistan=Kürdistan İşçi Partisi) 15 Ağustos 1984 Eruh, Şemdinli Jandarma Karakollarına baskını yaparak silahlı mücadeleyi başlatmasından sonra, siyasilerin üç beş çapulcudan oluşuyor diye küçümsediği hareket, çatışmaları bütün bölgeye yaymış, sonunda ordu sınır ötesi harekete başlamıştır. Kuzey Irak’a Mart 1995’te “Çelik”, Haziran 1996’da “Tokat”, Ocak 1997’de  “Çekiç”, Eylül 1997’de “Şafak”, Ekim 2007’de “Güneş” harekâtlarını yapmıştır.

ABD’nin İsrail, Suudi Arabistan, AKP iktidarının katkılarıyla Suriye’yi parçalamaya, devletçik kurmaya,  Kuzey Irak’tan Akdeniz’e bir koridor açma kalkması, Rusya ve İran’ın karşı çıkması, Suriye’ye yardım etmeleriyle akamete uğradı.

Aymaz AKP iktidarı, kamuoyunun baskısı, ordunun tehlikeyi görmesi sonucu Ağustos 2016’da Fırat Kalkanı, 20 Ocak 2018’de Zeytin Dalı, şimdi de Barış Pınarı harekâtını yaptırmak zorunda kaldı. 

Her harekât sonrası “terör örgütünü” bitirdik denilmesine karşın, ayrılıkçı örgüt faaliyetleri artarak sürdürmüş, muhtemel ki bundan sonrada sürdürecektir. Çünkü bunu baskıyla, şiddetle sonlandırmak zordur. Bu işin bu noktaya gelmesinin birinci sorumlusu baskıyı, zulmü olağanlaştıran 12 Eylül, ikincisi ABD ile kol kola giren basiretsiz, siyasi fayda sağlamayı iş edinen siyasi iktidarlar, üçüncü ortak tarihi, coğrafyayı görmezden gelen, emperyalizmle iş tutmayı içine sindiren ayrılıkçı örgüttür.

Öncelikle bir gerçek kesinlikle bilinmelidir ki Türklerle, Kürtlerin tarihi, coğrafyası ortaktır, kader birliği vardır. Bu halkları birbirinden ayırmaya kalkışmak, suyu tersinden akıtmaya çalışmaktır ve boşa bir çabadır.

Kürtlerin dilini, kültürünü yaşamasına engel olmak aymazlıktır, bunu gerekçe göstererek düşmanlık yaratmak körlüktür. Özgürlük ve demokrasi talebi, bir ülkenin fiziki yapısını parçalama, siyasi yapısını dağıtma amaçlı olamaz.  Bu tür talepler insani ve sosyal amaçlıdır, yurttaş temellidir. Bir insanın dilini konuşması, kültürünü yaşaması, bu amaçla örgütlenmesi, etkinlikte bulunması en doğal hakkıdır. Bu hak ülkenin bölünmesi, halkın ayrıştırılması için kullanılamaz, bunu hiçbir rejim kabul etmez, hiçbir toplum izin vermez, ortada acı, gözyaşından başka bir şey olmaz… Çünkü toplumda huzur ve güvenlik kalmaz. 

ABD Afganistan’ı vuruyor, Irak’ı parçaladı, Suriye’yi parçalama çalışıyor, buna cihatçı örgütleri silahlandırarak ortak olmak komşu bir devletin yapacağı iş değildir. AKP iktidarı Suriye yönetimi ile ilişki kurmalı, Suriye’yi parçalama girişiminden vazgeçmelidir. Suriye büyük devletlerin çatışma alanına dönmüştür, Rusya ve Suriye İdlip’teki cihatçı örgütleri hedef alarak kuzeye, Türkiye sınırına doğru ilerlemektedir. Türkiye ve Suriye’nin ortak sınırı birlikte koruması en mantıklı, en akılcı olanıdır.

Barış Pınarı harekâtına Rusya kerhen onay, ABD sınırlı yol vermiş, Suriye sessizlikle karşılamıştır. Herkes uzun vadeli çıkar hesabı yapmaktadır. Şimdiden Türkiye’yi işgalci olarak hedefe almaktadır, dünyada yalnızlaştırmaya çalışmaktadır. Ayrılıkçı hareketi etkisiz hale getirmenin yolu, tankla, topla yok etmekten değil Suriye’nin doğal sınırlarını korumasına yardımcı olmaktan geçmektedir.

 Hesapsız AKP iktidarı, ABD’nin dümen suyunda Türk Silahlı kuvvetlerini Ortadoğu’nun bataklığına sokmuş, ne yapacağını bilmez durumda çabalıyor, vatan, millet hamasetiyle işi yürütmeye çalışıyor. Bundan bir şey çıkmaz, Türkiye kaybettiği gibi AKP’de kaybeder. İç politikada Kıbrıs Barış Harekâtı’nı yapan Ecevit iktidarı dışında kazanan olmamıştır, çünkü Kıbrıs Barış harekâtını yaratan Türkiye değil, Yunanistan ve Rumlardır. O nedenle halktan büyük destek görmüştür. Barış Pınarı harekâtını yapılmak zorunda kalınışının baş sorumlusu siyasi iktidardır, izlediği hamaset politikalarıdır. Bunu halk biliyor, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı harekâtlarına rağmen iktidarı cezalandırmış, İstanbul, Ankara, Antalya, Adana, Mersin gibi büyük illerinin yerel yönetimini iktidardan almış muhalefete vermiştir.    

İkide bir savaşı destekliyor musun, karşı mısın diye sorular soruluyor. Mustafa Kemal’in söyleyişiyle, “İstiyorsan Sulhu Salah Hazır Ol Cenge”. Savaşı desteklemek ya da karşı olmak işi çözmüyor. Asıl olan savaş çıkarmamaktır. Savaşa karşı olmak insan olmanın gereğidir ve “mecbur kalmadıkça savaş cinayettir”. Savaş, insanlığın en acımasız düşmanıdır, acı, gözyaşıdır. Bunu isteyenlerin insanlığından şüphe etmek gerekir. Yapacak başka bir iş kalmamışsa, savaşmaktan kaçınamazsın.

Savaşsız, sömürüsüz bir ülke ve dünya özlemiyle, emperyalizmin oyununa gelmeden gönül birliği içinde kardeşçe yaşamalıyız. İktidar da, ayrılıkçı örgüt de aklını başına almalı. İktidar, Suriye devleti ile acilen ilişki kurmalı, “milli ordu” adını verdikleri cihatçı ÖSO’yu desteklemekten vazgeçmeli, etnik yapıların özgürce dilini, kültürünü yaşamasına olanak tanımalı; ayrılıkçı örgüt Türkiye’yi parçalama, halkı birbirine düşürme ve şiddete başvurma anlayışından uzak durmalı; yoksa ülkemiz, halkımız bu anlamsız savaştan ağır zararlar görmeye, kayıplar vermeye devam edecektir.

Arap coğrafyasında çatışan, şehit olan, etkisiz hale getirilen Anadolu’nun yoksul emekçi halkının çocuklarıdır. Yeter artık, gençlere, çocuklara, ülkemize kıymayalım Efendiler!

*Hamaset: Yiğitlik, kahramanlık.                                              

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

One Response

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir