Search
Close this search box.

Bir Slogan Bir Kitaba Bedeldir – Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Oligarşi içinde emperyalizm bizzat yer aldığı için devrimci mücadelenin sadece sınıfsal planda yürütülmesi söz konusu olamazdı. Verilecek mücadelenin ulusal ve sınıfsal planda yürütülmesi bir zorunluluktu.

TDK Sözlüğünde İngilizce kökenli olduğu belirtilen slogan sözcüğünün anlamı; “kısa ve çarpıcı propaganda sözü” şeklinde ifade edilmiş, ancak bu tanımın sloganın anlam ve işlevini tam olarak anlattığını sanmıyorum. Yıllar içinde dilimimize ve toplumsal yaşamımıza yerleşen bu sözcüğü daha anlamlı şekilde tanımlamak gerekir. Şu şekilde olabilir mi? “Kısa, çarpıcı ve açık anlatımlı düşünce, görev ya da istem, istek sözü.” Slogan bir düşünceyi, görevi, isteği ve/veya talebi ifade etmeli. Doğal olarak, sloganı atanların kendilerini anlatma, propaganda ve hedefi psikolojik olarak etkileme amaçları vardır. Büyük ve coşkun kitlelerin bu çarpıcı sözü tekrarlamaları halinde elbette ki karşıdakiler üzerinde psikolojik bir etki yaratma gücü büyür.  İsteğin, talebin yerine getirilmesi için bu yöntem oldukça etkilidir. Devrimci direnişçiler, sloganla iktidarı veya diğer muhataplarını etkilemeyi, taleplerinin yerine getirmesini sağlamayı amaçlarlar. İşçiler, sloganlarla fabrika patronuna isteklerini duyururlar, kamuoyu yaratmayı amaçlarlar. Doğru düşünülmüş, hedefi vuran, kitlelerin güncel baş sorununu yalın bir şekilde ifade edebilen slogan sonucun alınmasında etkili olur.

19 Mart darbe girişimine karşı direnişe geçen gençler ve diğer halk kesimleri, sokaklara – meydanlara çıkarak, AKP iktidarının siyasi ve polisiye baskılarını, hukuksuzluklarını, adaletsizliklerini ve yarattığı ekonomik sorunları protesto eden sloganları, iktidarın her türlü şiddetine karşın günlerce bıkmadan, usanmadan haykırdılar.

Bu dönemde bu sloganların en fazla öne çıkanları birlik, mücadele, hak-hukuk içerikli olanlarıdır. Bu arada iki sloganın hem Gezi eylemlerinde hem de 19 Mart direnişinde öne çıkması tesadüf olamaz. Bunlar “Hükümet İstifa” ve “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganlarıdır. “Hükümet İstifa” sloganı kitleler tarafından “Tayyip İstifa” şekline dönüştürülerek daha somut ve gerçekçi bir hale getirildi. “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganını ise gösterilere katılanların çok büyük bir kısmı haykırmaktan geri durmamaktadır. Halk kitleleri bu sloganla, laikliği hemen hemen yok edip dini siyaset haline getiren, devlet kurumlarını siyasal dincilere teslim ederek ülkeyi adım adım teokrasiye götüren, tarikat ve cemaatleri büyük servet sahibi yapan AKP iktidarına karşı Cumhuriyeti, laikliği, bilimsel eğitimi – öğretimi, medeni hakları ve hukuku savunuyorlar. Bu sloganla, emperyalizme karşı verilen Ulusal Kurtuluş Savaşı’na, tam bağımsızlığa, halkçılığa, ulusal kalkınmacı ekonomiye ve aynı zamanda ABD emperyalizmine, 6. Filo’ya, NATO’ya ve bu savaş örgütünün ülkemizdeki gizli-açık uzantılarına karşı yürütülen mücadelenin simgelerine vurgu yapıldığı da unutulmamalı.

19 Mart direnişinin başlamasından önce (Ocak sonu ya da Şubat başında) İmamoğlu’nun kendisine yönelik soruşturmalar üzerine sosyal medya hesabından paylaştığı Bertolt Brecht’in “Halkın Ekmeği” adlı eserinde yer alan “Ya Hep Beraber Ya Da Hiç Birimiz” adlı şiirinden ilham alınarak yaratılan “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya da hiç birimiz” sloganı da bu dönemin adeta alametifarikası oldu.  Bu slogan, yukarıdaki fotoğrafta da görüldüğü gibi, yıllardır devrimciler tarafından kullanılmaktadır. Bu arada “Hak Hukuk Adalet” ve “Direne Direne Kazanacağız” gibi sloganlar da, 19 Mart direniş eylemlerinde geniş kitlelerin duygu ve düşüncelerini ifade eden başlıca şiarlar oldular.

 

“Oligarşi, İktidarda Bir Avuç Zorba”

1970’ler Türkiye’sinde hâkim sınıfların ve onun iktidarının niteliğini ortaya koyan, mücadelenin önüne hedef koyan vurucu bir sloganı atmaya başlamıştık; “Oligarşi, iktidarda bir avuç zorba.” Bu slogan, Devrimci Gençlik hareketinin 1970’lerde savunduğu devrimci görüşlerin ana fikrini ifade etme özelliğine sahip olduğu gibi o dönemdeki MC iktidarının arkasındaki gücün kim olduğunu da açığa çıkarıyordu. Bu slogan, ilk kez 1 Mayıs 1976’da, İstanbul’da yapılan 1 Mayıs yürüyüş ve mitingi sırasında AYÖD (Ankara Yüksek Öğrenim Derneği) saflarında atılmaya ve pankart olarak taşınmaya başlanmıştı.

DİSK, 1 Mayıs’ı İşçi sınıfının “birlik, mücadele, dayanışma” günü olarak kutlamaya, ilk kez, 1 Mayıs 1976’da başlamıştı. Biz de Devrimci Gençlik hareketi olarak bu mitinge katılma kararı almıştık. Mitingde hem içerik hem de biçimsel olarak etkili bir sloganla yer almak istiyorduk.  İktidardaki MC hükümetinin faşist baskıları, saldırıları ve ekonomik krizin yarattığı ağır sorunlar bu hükümetin arkasındaki gerçek iktidarı, oligarşinin iktidarını gizliyordu. Ülkedeki bu asıl iktidarı kitlelerin gözü önüne sermek gerekiyordu. İşte bunun için oligarşiyi sadece kavramsal olarak değil içerik olarak da açıklayacak bir slogana ihtiyaç vardı. Bu amaçla birçok olasılık üzerinde düşündük ve sonuçta bu slogan üzerinde karara vardık, “Oligarşi, iktidarda bir avuç zorba”.

Bu sloganı seçerken nelere dikkat etmiştik? Mahir Çayan, “Devrimde Sınıfların Mevzilenmesi” başlıklı yazısında formülasyonların nitelik belirleyici olduklarını yazdıktan sonra şöyle der: “Marksist formüller, belli bir tahlilin birkaç kelime ile soyutlanmalarıdır. Ve bu birkaç kelimelik soyutlama, bütün bir stratejik görüşü ifade eder.” Marksist formüllerle ilgili olan Mahir Çayan’ın bu görüşü sloganların belirlenmesiyle ilgili de yol gösterici olabilirdi. Bu yeni slogan ülkeyle ilgili yaptığımız sınıfsal tahlili ve savunduğumuz devrim anlayışını kısaca ifade etme kapasitesine sahipti.

O yıllarda, ülkemizdeki baş çelişkinin oligarşi ile halkımız arasında olduğunu savunuyorduk. Düşüncemize göre emperyalizm, egemen sınıflar ittifakı olan oligarşi içinde bizzat yer almaktaydı ve emperyalizm 2. yeniden paylaşım savaşı öncesinde olduğu gibi sadece dışsal bir olgu değil aynı zamanda içsel bir olgu haline gelmişti. Emperyalist üretim ilişkilerinin ülkenin en uzak yerlerine kadar nüfuz etmiş olması ve “yerli” tekelci sermayenin kendi iç dinamiği ile değil emperyalist sermayenin kucağında gelişmiş olması bu durumu (emperyalizmin içsel olgu olması)  yaratmıştı. Artık ülkede önceden etkin olan zayıf feodal güçlerin yerini, emperyalizmin de içinde bulunduğu oligarşik devlet yapısı almıştı. Bu yapının içinde emperyalist sermayeye bağımlı olarak gelişen tekelci sermaye de önemli bir etkinliğe sahipti. Emperyalizmin en önemli saldırı örgütü NATO’nun önemli bir üyesi olan Türkiye üzerinde kurulan emperyalist hegemonya, artık sadece ekonomik değil, politik, ideolojik (kültürel) ve askeri alanlarda da mevcuttu. CIA, Pentagon gibi ABD’nin istihbarat ve askeri örgütlerinin yanı sıra ideolojik-kültürel özellikli kuruluşları da Türkiye üzerinde kurulan emperyalist hegemonyanın işlevsel araçlarıydılar. Bu ilişkiyi emperyalizmin “gizli işgali” olarak nitelendirmek doğru bir tanımlamaydı. Bu nedenle “yerli” hâkim sınıflarla, ABD emperyalizmini birbirinden belirgin şekilde ayırmak mümkün değildi.

Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım, Mahir Çayan’ın Kesintisiz Devrim II-III’de de ortaya koyduğu bu görüşler devrim anlayışımızın temel dayanağını oluşturmaktaydı. Oligarşi içinde emperyalizm bizzat yer aldığı için devrimci mücadelenin sadece sınıfsal planda yürütülmesi söz konusu olamazdı. Verilecek mücadelenin ulusal ve sınıfsal planda yürütülmesi bir zorunluluktu. Bu savaşa Amerikan güçlerinin doğrudan müdahalesi oluncaya kadar mücadelenin ağır basan yanı sınıfsaldı. Devrim güçleri karşı-devrim karşısında galebe çalmaya başlayınca ABD güçlerinin doğrudan savaşa dahil olması –Vietnam’da olduğu gibi- kaçınılmazdı. Bu durumda savaşın belirleyici yanı ulusal nitelikte olacaktı.

Bu özet söz konusu sloganın ortaya atılmasının altındaki teorik ve siyasi nedenlerdi. Burada bir talep veya istek yoktu, kitlelere hedef gösterilmekteydi. Ülkenin ve halkın baş düşmanı belirleniyor ve hedef olarak gösteriliyordu.

Bunları bugün, bu mücadele günlerinde anlatmamın nedeni; 19 Mart darbe girişimi sonrasında gelişen kitlesel mücadelenin nedenlerini, içeriğini kavrayan, ülkenin ve halkın karşı karşıya olduğu sorunları açıklayan ve çözüm yollarını işaret eden sloganlarla ifade edilmesinin önemini vurgulamak içindir. Bugünlerde de ülkemizin ve halkımızın baş çelişkisi, emperyalizmin içinde bizzat yer aldığı oligarşik yapı ve onun yarattığı ekonomik, politik, hukuksal vd. sorunlardır. Halka yaşatılan bütün hukuksuzlukların, adaletsizliklerin, eşitsizliklerin, sömürü ve zulmün baş sorumlusu bu oligarşik yapı ve onun siyasal iktidarıdır. Bu yapıda 1970’lere göre bazı değişiklikler olmuştur, çünkü hem emperyalizmde hem de ülkedeki sermaye kesiminde biçimsel değişiklikler, gelişmeler meydana gelmiştir.

Dünya 21. yüzyıla girerken ve sonrasında, neo-liberal politikaların da etkisiyle, başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerde bazı sektörlerde devasa tekellerin doğmasına ve gelişmelerine tanık olundu. Bilim ve teknoloji alanlarındaki gelişmeler, 4. endüstri devrimiyle birlikte bu süreç daha da hızlandı. Bu sonucu yaratan nedenlerden birisi de emperyalizmin yarı- sömürge ülkelerin yer altı ve yer üstü değerlerini yoğun biçimde talan etmesi ve soyulacak pazar olarak kullanmasıdır. Ülkemiz de bu emperyalist saldırıdan payına düşeni fazlasıyla almıştır, halkımız bugün dünden daha da yoksuldur ve her gün daha da derinleşen geçim sorunu yaşamaktadır. 23 yıldır iktidarda olan AKP yönetimi, emperyalizmin içerdeki ortaklarıyla birlikte bu soygunun, sömürünün parçasıdır, siyasal aparatıdır. Ancak bu gerçeği halkın bütününün anlaması hemen mümkün olmuyor. Gerçekliğin bilince yansıması bir zaman alıyor, bu iş gecikmeli oluyor. 19 Mart darbe girişiminden sonra yükselen kitle eylemleri geniş halk kesimlerinin bu bilince ermesini, uyanışını hızlandıracaktır. İşte bu noktada gerçekleri yalın ve vurucu biçimlerde açıklayan sloganlar da işe yarayacaktır.

 

 

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir