21 Eylül 2014 tarihinde, Birgün gazetesinde, Rusya’da istihbarat örgütleri üzerine çalışmalarıyla tanındığı belirtilen bağımsız gazeteci Irina Borogan ile Onur Erem’in yaptığı röportaj yayınlandı. Bu röportaj ile ilgili iki konuda itirazımız var. Bu itirazın nedeni, Birgün gazetesini çoğunlukla demokrat-devrimci insanlar okuduğu için bu iki konuda okuyucuların dikkatlerini çekmek istememizdir.
Birinci itiraz konumuz: Bu röportajda Irina Borogan, bir soru üzerine, “Rusya Batı bloğundaki ülkeler gibi demokrasi geleneği olan bir ülke değil” diyor. Burada bizi ilgilendiren, Rusya’daki sosyalizm dönemi tamamen demokrasi dışı ilan edilirken, emperyalist ülkelerin demokrasi geleneği olan ülkeler şeklinde sunulmasıdır. Bu yaklaşım tamamen yanlış ve yanıltıcıdır. Emperyalizm demokrasi ile çelişen, onu dışlayan bir kavramdır. Emperyalizm burjuva anlamdaki demokrasiyi de yok eder. Bu nedenle “Batı Blok”unu demokrasi geleneği olan ülkelerin meydana getirdiği bir blok olarak görmek külliyen yanlıştır. Kendi halkını, işçisini sömüren, yabancı ülkeleri, başka ulusları sömürgeleştiren, sömürgeleştirdiği bu ülkelerden elde ettiği aşırı karın bir kısmını kendi ülkesindeki işçi örgütlerinin kaymak tabakasına dağıtarak ayaklarını sağlamlaştırmaya çalışan bir sistemde demokrasinin ne işi olabilir?
Öyle anlaşılıyor ki, Batı Blok’u “demokrasi geleneği”ni yıllarca başka ülkeleri ve halkları sömürerek, baskı altında tutarak ve hatta savaşlar yaparak oluşturmuş! Bu emperyalist Blok, son yıllarda da Ukrayna gibi ülkelerde yaptırdıkları “renkli devrimler”le ve Libya gibi ülkeleri de zorla işgal ederek buralarda da “demokrasi geleneği”nin gereğini yapmış oluyor!
İkinci itiraz konumuz ise, Şanghay İşbirliği Örgütü’yle ilgili yapılan değerlendirme hakkında. Gazetenin bu konuyla ilgili attığı ara başlık “ŞİÖ’nün getirdiği tek şey özgürlüklerin kısıtlanması” şeklinde. Bu dikkat çekici ara başlıktan sonra röportajı yapan Onur Erdem’in sorusu şöyle:“Rusya’nın Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) üyeliği günlük hayatınızı nasıl etkiliyor? İnsanlar bu örgüt nedeniyle üzerlerinde daha fazla baskı hissediyor mu?”
Bu soruya karşılık Rus gazetecinin cevabı sorunun maksadına uygun.
“Evet. Örneğin Rusya’da ‘ayrılıkçılık’ bir suç tanımı değildi. ŞİÖ anlaşmaları ayrılıkçılığı bir suç olarak tanımladığı için Rusya da iç hukukunu bu anlaşmalara göre değiştirdi. İki yıldır ayrılıkçılık bir suç.
Ayrıca ŞİÖ üyesi ülkeler birbirleriyle istihbarat paylaşımı yapıyor. Diğer ŞİÖ üyesi ülkelerdeki siyasi suçluları iade ediyor. Örneğin eskiden Çin’den kaçıp Rusya’ya sığınan muhalifler olurdu, ŞİÖ ile birlikte Rusya tüm muhalifleri Çin’e iade etti. Türkiye’nin ŞİÖ üyeliği de Türkiye halkına daha az özgürlükten başka bir şey getirmeyecektir.” (Abç)
ŞİÖ’yü savunmak bize düşmez. Ama bu cevabın Türkiye ile ilgili kısmı bizi de ilgilendirir. Rus gazeteci diyor ki; “Türkiye’nin ŞİÖ üyeliği de Türkiye halkına daha az özgürlükten başka bir şey getirmeyecektir.”
Bu durumda biz de şu soruları sorma hakkını kendimizde görüyoruz: Türkiye NATO’da ya da Batı Blok’unda olduğu için çok mu özgür? Türkiye’deki sistemin özünü oluşturan yeni ya da yarı-sömürgecilik’i ve bu durumun sonucu olan sömürge tipi faşizm’i bu ülkeye hangi kuruluş yerleştirdi? Bu ülkeye kontr-gerilla düzenini NATO kurmadı mı? Türkiye halkının yaşamak zorunda kaldığı açık faşizm dönemleri bu “demokrat Batı Bloğu” ve onun soğuk savaş örgütü NATO tarafından organize edilmedi mi? Bu Batı emperyalizmi ve kuruluşları, Türkiye’ye sömürü, talan ve soygun özgürlüğünden başka hangi özgürlükleri getirdi? Halkımıza yıllarca yaşatılan baskı ve zulüm bu demokrat Batının yönlendirmesi olmadan yapılabilir mi? Uygulamaya soktukları Neoliberal politikalarla ülkeyi büyük bir borç yükünün altına sokan, özelleştirmelerle insanları sokağa atan, gençleri işsiz bırakan, ülkeyi sıcak ve kara para cenneti haline getiren bu sisteme itiraz edenleri hapse atan bu talan ve yalan düzeninin neresinde özgürlük var?
Batı emperyalizminin Doğu halkları üzerindeki hegemonyasının kırılması işçileri, köylüleri, demokratları, devrimcileri neden rahatsız etsin? Yoksul Doğu toplumları Batı emperyalizminin tahakkümünden kurtulunca neden daha az özgür olsunlar? Emperyalizmi demokrasi ve özgürlükle birlikte anma işini ancak kafası iyice karışmış liberal solcular yapar.
Birgün gazetesi, ilerici-devrimci gençlerin kafasının karıştırılmasına araç olmamalıdır. Okuyucularını, emperyalist ülkelerde demokrasi varmış gibi gösteren kapitalizm yanlısı düşüncelerin etkisi altına alabilecek yazı veya röportajla karşı karşıya bırakmamalıdır.
***
Lenin, 15 Nisan 1919’da, “III. Enternasyonal Ve Tarihteki Yeri” başlıklı yazısında, emperyalizm döneminin daha başlarında bile burjuva demokrasisinin ne anlama geldiğini açıklıkla ortaya koyar. Lenin’in proletarya demokrasisi ile son yıllarda tekrar “ululanma”ya başlanan burjuva demokrasinin uzlaştırılması faaliyetlerine karşı nasıl yaklaştığına bakalım ve ders çıkarmaya çalışalım.
“Müflis II. Enternasyonal şimdi ölüyor ve canlı canlı çürüyor… Kautsky gibi en önemli manevi liderleri, genel ‘demokrasi’ ya da daha aptalca, daha kabaca ‘saf demokrasi’ olarak niteledikleri burjuva demokrasisini ululuyorlar.” (Lenin, Seçme Eserler, Cilt:10, S.52, İnter Yayınları)
Burjuva demokrasisini “gerçek demokrasi” olarak görenler emperyalizm döneminde hep var oldular. Ama özellikle 1990’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasından, “sosyalizm bitti” çığlıklarının yükselmeye başlamasından sonra, emperyalizmin en gerici politikalarından neo-liberalizmin uygulandığı bu dönemde birçok “solcu”nun da “genel demokrasi” ya da “saf demokrasi” yalanının yeni biçimlerini allayıp pullayıp toplumun önüne sunduklarına tanık olduk. Sovyetlerin dağılmasıyla burjuva demokrasisi nitelik sıçraması mı yaptı, esası mı değişti? Evet, bir değişiklik oldu, emperyalizm Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte daha da saldırganlaştı ve gericileşti. Dünya halklarını daha da acımasızca sömürmeye, soymaya ve ülkeleri dağıtıp-parçalamaya başladı.
Lenin yazısının devamında, “Burjuva demokrasisinin miadı dolmuştur…” diyor.
Lenin, burjuva demokrasisinin “miadı dolmuştur” derken, kapitalizmin başlangıcında “ilerici” bir rol oynadığı, emperyalizm döneminde ise burjuva demokrasisinin tamamen gericileştiği ve bu anlamda miadının dolduğunu ifade ediyor ve burjuva demokrasisinin anlamını açmaya devam ediyor:
“En demokratik burjuva cumhuriyeti, sermayenin emekçileri ezmesi için bir makine, sermayenin politik iktidarının bir aleti, burjuvazinin diktatörlüğünden başka bir şey asla değildi ve olamazdı. Demokratik burjuva cumhuriyeti çoğunluk için iktidar vaat ediyor, ilan ediyordu, fakat toprak ve arazi üzerinde ve diğer üretim araçları üzerinde özel mülkiyet sürdüğü müddetçe bunu asla gerçekleştiremezdi.” (Age, s.52-53)
Toprak, arazi, fabrika vb üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet gittikçe daha fazla tekelleşerek sürdü ve günümüzde bir avuç en büyük zengin neredeyse dünyanın çok büyük bir kısmını ele geçirdi. Böyle bir dünyada demokrasi ve özgürlük olur mu? İşte Lenin’in cevabı:
“Burjuva demokratik cumhuriyette ‘özgürlük’ gerçekte zenginler için özgürlüktü.” (Age, s.53)
Bugün bizdeki özgürlük de zenginler için vardır. Özellikle de ABD işbirlikçisi gerici iktidarın tepesindekiler ve yakın çevresindeki zenginler için özgürlük var. İşte NATO’cu özgürlük böyle bir özgürlüktür.
Peki, NATO’cu özgürlüğün propagandasını yapanlara sayfalarını açan “sol” gazetelere ne demeli?
Şu günlerde Ortadoğu’ya kimlerin ne amaçla “özgürlük” getirmeye çalıştıklarını görelim ve her alanda ona göre tavır alalım…
Mehmet Ali Yılmaz