Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra sağcısının, solcusunun, okuryazarının CHP’ye ilgisi artıkça arttı, medya günlerdir CHP’yi konuştu, hala konuşuyor; sol partiler, sol hareketler CHP’ye yüklendikçe yüklendi, hala yükleniyor! Solun kendi durumuna bakmadan CHP’yle bu kadar uğraşmasına bir anlam veremiyorum, sonrada niye uğraşmasınlar ki diyorum; öyle ya emperyalizme karşı savaşarak bağımsız bir devlet kuran, cumhuriyeti ilan eden, ümmetten millete dönüşümü sağlayan, aydınlanmanın yolunu açan, çok partili sisteme geçen, kalkınmayı, sanayileşmeyi başlatan, laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinin temellerini atan, halka dayanan, Türk Devrimini gerçekleştiren, seksen yıldır ayakta kalan, doğal olarak dostundan çok düşmanı olan bir partiye ilgi göstermeyecekler de kime ilgi gösterecekler? Malum ya “meyveli ağacı taşlarlar.”
Çok partili sisteme geçildikten sonra, dini değerleri siyasette kullanan dinci/sağ partiler karşısında seçimlerde CHP pek başarılı olamıyor, ne yaparsa yapsın tabanını mutlu edecek sonuçlar alamıyor, bu nedenle olsa gerek ara sıra ilkelerinden sapıyor; dine saygılı olduğu algısını yaratarak, emekten, özgürlükten, eşitlikten söz ederek başarılı olmaya, halkın desteğini almaya çalışıyor.
Aşk kasetiyle vurulan Baykal’ın yerine “Gandi” benzetmesiyle gelen Kılıçtaroğlu’nun, halkın ilk kez doğrudan cumhurbaşkanı seçeceği bir seçimde MHP ile birlikte çatı aday belirlemesi, parti tabanını, parti içi ve dışı muhalefeti harekete geçirdi, partinin felsefesine ve ilkelerine aykırı aday belirlendi diye ayağa kaldırdı. Seçim yenilgisinden sonra ise başkandan ve çevresinden hesap soracağız diyenler çoğaldı, kurultay istedi. Kılıçtaroğlu’da, “Buyurun işte meydan” dedi.
Kısa zaman aralığında ve dar bir salonda toplantı yapılıyor eleştirileri altında toplanan kurultayda, Yalova milletvekili Muharrem İnce başkanlığa adaylığını koydu, Kılıçtaroğlu’na rakip oldu. Partide Grup Başkan Vekilliği de yapan İnce’yi Deniz Baykal ile Önder Sav’ın öne sürdüğü, Parti Meclisi aday listesi oluştururken de Önder Sav’ın Deniz Baykal ekibine mesafeli durduğu söylendi, dile düştü.
Kurultayda, kurultayın toplanmasının nedeni olan çatı aday pek konuşulmadı, 2015’te yapılacak genel seçim üzerinde hiç durulmadı, karşılıklı efelik yapıldı, milletvekili olma düşüyle yatıp kalkanların parti organlarına seçilme savaşı yaşandı. Muharrem İnce, “Genel başkanda cesaret yok, başbakan olacağım bile diyemiyor, ben partiyi iktidara taşıyacağım, başbakan olacağım” dedi ve yer yerinden oynadı; Kılıçtaroğlu, “Ben Dersim’li Kemal’im, Devrimci Kemal’im” diye söze başladı, “içki masalarında ahkâm kesenlere partiyi bırakmayacağım, kimsenin gözünün yaşına bakmayacağım, kanal kanal dolaşarak partiyi çekiştiren partililerin ipini çekeceğim.” tehdidiyle birlikte, “Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’na konan çekinceleri kaldıracağım” deyince, “Başbakan Kemal” sloganlarıyla dakikalarca alkışlandı.
Parti organlarına seçim yapıldı, 1181 delege oy kullandı, 26’sı geçersiz sayıldı, 944 delegenin önerdiği Kılıçtaroğlu’na 740 oy, 177delegenin önerdiği İnce’ye 415 oy çıktı; milletvekili olmayı düşleyen 424 partili Parti Meclisine girmek için yarıştı, Kemal Kılıçtaroğlu’nun 60 kişilik anahtar listesi üç eksikle seçimi kazandı, Muharrem İnce’nin listesinden bir, bağımsızlardan iki kişi PM’ ye girebildi.
Seçim sonuçları üzerinden Kemal Kılıçtaroğlu’na yönelik eleştiriler daha da arttı, “Dersimli Kemal’im” diyerek Tunceli adını yok saydığı, geçmişle yüzleşiriz adı altında derebeyliği sahiplendiği, “İçki masası” sözleriyle “iki ayyaş” diyen baş imamla aynı çizgiye düştüğü, Mustafa Kemal’e “Kefere Kemal diyen ve mikro Laz milliyetçiliği yapan Bekaroğlu’nu” partiye taşımakla hem laikliğe hem de Atatürk ve İnönü’ye karşı tavır aldığı, açılıma destek vererek Türk kimliğini ve Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü tartışmaya açtığını, CHP’yi tarihsel yolundan çıkararak AKP ve HDP’den oluşan açılımcı partiler savına kattığı savlanır oldu.
Kemal Kılıçtaroğlu’nun anahtar listesinden Parti Meclisi’ne seçilenlerin adlarına bakıldığında, Kemalist, solcu, devrimci, Türk, Kürt, Alevi, Sünni, İslamcı olarak nitelenen her renkten, her cinsten, her boydan insanın olduğu görülür; bu adlara bakarak CHP’yi çeşitli yönlerden eleştirmek olanaklıdır.
CHP yönetiminin parti ilkelerini çiğnediğini, partiyi öldürüp bittirdiğini kim söylüyor? Bunların parti organlarına seçilemeyen parti içi muhalefet, muhalefetle bağlantılı parti tabanı, CHP ile uğraşmayı iş edinmiş medya bülbülleri, toplumsal muhalefet odakları, CHP tabanına oynayan kimi sol partiler, CHP’yi hasım gören parti ve çevreler olduğunu herkes görüyor. Bunlar savlarını cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarına dayandırıyorlar, 15.milyon seçmenin sandığa gitmediğini, 5 milyon CHP seçmeninin çatı adaya oy vermediğini ileri sürerek, Kılıçtaroğlu’nu ve çevresini çarmıha geriyorlar.
Yaz mevsimi nedeniyle önemli bir seçmenin tatil bölgesinde, köyünde, kasabasında olduğunu herkes biliyor. Seçim ilkbaharda ya da sonbaharda olsaydı seçime katılım bu kadar düşük olur muydu, sanmıyorum. Hangi seçim olursa olsun yüzde yüz katılım diye bir durum yoktur, olduğu da görülmemiştir. Ülkemizde %80 dolaylarındaki katılımın normal olduğu söylenir, bu seçimde katılım %73 dolaylarında gerçekleşmiştir, katılımın düşüklüğü hem mevsimsel hem de protesto kaynaklı olmalı. CHP seçmeninin 5.milyonun sandığa gitmediği savı da tahmindir, CHP’nin güçlü görüldüğü kıyı kentlerinde, tatil bölgelerinde katılımın yüksek olması bu savı zayıflatmaktadır.
CHP liderinin sağdan da oy alırsak seçimi kazanabiliriz düşüncesinin faciayla sonuçlanması, bazı kesimleri haklı çıkarmış olabilir; ancak bu kesimlerin istediği gibi aday çıkarılsaydı seçim sonuçları ne olurdu? Seçim kazanılırdı diyebiliyorlar mı, ellerinde bu konuda veri var mı, sanmıyorum. Niyetle gerçeği karıştırmamak doğru bir yöntem değildir.
Bütün ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de seçmen görünümü (profil) muhafazakârdır, düzen yanlısıdır. Bunda, kuşkusuz sağ iktidarların izlediği liberal, serbest piyasacı, gemisini kurtaran kaptan misali politikaların, insanı ahrete bağlayan eğilim ve yönelimlerin katkısı vardır. Camilerinde günde beş vakit ibadet yanında siyaset yapılan bir ülkede, değişik sonuçlar beklemek ve düşünmek iyimserlikten öte değildir.
Olası sonuçları düşünerek, buna göre ilişkiler geliştirmek ve ittifaklar kurmak siyasetin doğasında vardır. Her işbirliğinin mutlak başarı sağlayacağının da bir garantisi yoktur. Onca hukuksuzluk, yalan, talan, soygun iddialarına karşın AKP adayının seçimi kazanması ve bunun tek sorumlusunun CHP ve yönetimini görülmesi ve gösterilmesi, çatı adayın arkasında duran diğer siyasi partilerin aklanması, toplumsal muhalefetin ve sol partilerin zikzaklı duruşunun görülmemesi, en basit tanımıyla kolaycılıktır, sorumluluktan kaçıştır.
Bu sonuçların, bugünün değil geçmiş yılların olumsuz birikiminin sonucu olduğunu herkes biliyor. Bilmeyenler biraz düşünürlerse bunu bulur. 27 Mayıs 1960 devriminin yarattığı özgürlük ortamında kurulan Türkiye İşçi Partisi (TİP), Sosyalist Devrim/Milli Demokratik Devrim tartışmalarıyla ayrıştı, mücadelede kırlar esas alınsın ya da kentler esas alınsın diyenler silaha sarıldı, hem kırlarda hem kentlerde 12 Mart Faşizmi tarafından vuruldu. Bu yaşanmışlıklardan ders çıkararak yola devam eden yeni siyasi oluşumlar, kitleselleşen devrimci hareketler 12 Eylül faşizmiyle karşılaştılar, ağır bedeller ödediler. 12 Eylül’den sonra yeniden oluşan sosyalist yapılar, devrimci hareketlerin onca emek vermesine karşın hala bocaladıkları, değişen ülke ve dünya koşullarında, örgütlenmede ve kitleselleşmede zorlandıkları görülüyor.
Devrimci sosyalist solun ve hareketlerin yaşadıkları sorunların benzerini CHP’de yaşadı, yaşamaya devam ediyor. Kemalizm/Demokratik Sol/Sosyal Demokrasi ayrışmasıyla CHP’den kopmalar oldu, 12 Eylül’ün yarattığı ortamda SHP örgütlenmesi, Sosyal Demokrasi adı altında her türden ve her boydan insanın CHP’ye çöreklenmesinin yolunu açtı, CHP’yi köklerinden kopardı, değer yargılarını örseledi, hırsızlığın, yolsuzluğun yolunu açtı. Hırsızlıkları, yolsuzlukları ayyuka çıkmış bir sürü siyasi cambazın CHP’de güç olmaya kalkması, taban bulması, “CHP’liler seninle gurur duyuyor” denilmesi, şaşırtıcı değil mi? Bu gün CHP’de yaşananlar, CHP’yi tarihi köküne ve özüne döndürerek temiz sayfa açmak isteyenlerle SHP’lileştirmek isteyenler arasındaki mücadeleden başka bir şey değildir. SHP’lileşmek, CHP’nin yozlaşmasıdır, bundan bir şey çıkmaz, siyasi parti olunmaz, ancak şirket olunur.
Kemal Kılıçtaroğlu ve çevresinin, CHP’yi siyasi örgü mü yapacak ya da SHP’lileştirip şirkete mi dönüştürecek belli değildir, dışarıdan bakınca örgüt görünüyor, ama yansıması ticari şirket. CHP’nin geçmişiyle, idealleriyle uğraşan pek görünmüyor, kişisel ikbal ve istikbal için kavga hiç bitmiyor. Partide bir yerlere gelerek kişisel hırslarını tatmin etmek hastalık halini almıştır, ideolojik mücadelenin yerini kişisel hırs ve çıkar mücadelesi almıştır. SHP demek, solda ve sağda başarı bulamayanların, etnikçilerin, mezhepçilerin partiye girmesi, boy atmasıdır, CHP’yi özünden ve kökünden koparması demektir. 12 Eylül’ün yarattığı karmaşadan yararlanarak, Erdal İnönü’nün başkanlığında kurulan Sosyal Demokrat Halkçı Parti’ye (SHP) girenlerin birçoğu, CHP’nin köküyle, özüyle bağı olmayan soldan sağdan karışmış insanlardı. Bunlar, sosyal demokrasi diyerek neoliberal görüşleri partiye taşıdı, Kemalizm’le sosyal demokrasiyi aynılaştırmaya çalışarak, partiyi bitirdi.
CHP’yi yeniden siyaset sahnesine çıkaranlar, hizipçiliğin girdabına kapıldılar, sosyal demokrasinin evrensel değerlerini CHP’ye yamamaya kalktılar, muhafazakâr insanları partiye çekeceğiz diye çarşafa rozet taktılar, batıdaki sosyal demokrat partilere özenip dumanlı merdivenlerden indiler, bir kaset vurgunuyla da tepe taklak yuvarlanıp düştüler. Hiç bir şey olmamış gibi, işin özünü bırakıp biçimiyle uğraşarak, tırmanmaya çalışıyorlar, ancak yerini kaybeden yolunu da kaybediyor!
CHP, anti-emperyalist mücadelesi içinde doğmuş, dış ve gerici iç düşmanla boğuşmuş, bağımsızlıkçı, özgürlükçü, eşitlikçi bir siyasi partidir. İlkelerini cumhuriyetçilik, milliyetçilik, devrimcilik, halkçılık, devletçilik ve laiklik olarak saptamış, hem parti tüzüğüne hem Anayasa’ya koymuştur ki bu ilkeler Türk Devriminin ilkeleridir.
CHP’nin tarihi geçmişini ve ilkelerini görmezden gelenler, emperyalizme şirin görünerek, uyum sağlayarak iktidara gelmeye kalkanlar, ilkeleri yeniden yorumlayacağız diyenler, etnikçiliği, mezhepçiliği, ayrılıkçılığı partiye sokanlar, bütünlükçü yapıyı bozanlar, çırpındıkça batıyorlar. Kürt sorunu çözeyim derler Dersim sorunu çıkar; Rum sorunu çözeyim derler mübadele sorunu çıkar; Ermeni sorunu çözeyim derler tehcir sorunu çıkar.
Osmanlı imparatorluğundan 25 devlet doğmuş, yalnızca Türkiye Cumhuriyeti hedef tahtasına konmuş. Bir imparatorluğun küllerinden doğan bir ülkede, tarihsel sorunlar biter mi? Bu sorunlar bu anlayışla çözülemez, çünkü her sorun yeni sorunlar üretir. Sorunları çözerim diyenlerde yeni sorunlarla karşısında çaresiz kalır, AKP iktidara geldiğinden beri bunun sıkıntısını yaşıyor.
Sorunların çözümü, bağımsız, laik, demokratik bir ülke olmak, hukukun üstünlüğünü esas alan, emeğe ve üretime dayanan, özgürlükçü, eşitlikçi bir düzen kurmakla olanaklıdır.
Böyle bir ülkede kimsenin dinine, mezhebine, diline, kültürüne, inancına karışılmaz, kimsenin de ülkenin bölünmesine, halkın ayrışmasına, çatışmasına yol açacak dayatmasına izin verilmez, verilemez.
İyi niyetle izin verilsin diyenler, izin vermeye kalkanlar, acı sonla yüz yüze kalmaktan kurtulamaz. Emperyalizmin gazına gelerek, ödünler vererek sorunları çözmeye kalkanlara Irak ve Suriye’de yaşananlar ders olsun! Saddam Hüseyin’e, Hafız Esat ve oğlu Beşar Esat’ı hedef tahtasına koyanlar, Irak’ta ve Suriye’de katledilen milyonların vebalini taşıyorlar. Bu ülkelerin demokratikleşip özgürleşmesi için çaba gösterme yerine, bölüp, parçalamaya kalkanlar, Arap, Kürt (Ezidi), Türkmen kanını akıtıp dökmenin sorumlularıdır.
Ülkemizde ve bölgemizde olan bu sorunların emperyalist güçlere dayanarak öyle kolay çözülemeyeceğini Irak ve Suriye’de yaşananlar göstermektedir. Kaldı ki tarihimiz öyle hikâye bir tarih değildir, acı ve gözyaşıyla, ağır bedeller ödenerek yazılmıştır. Halkımız, “cehennemin yolu iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir” der ve gitmeye kalkanlara da “vah vah” eder (!)
CHP, bu engin tarihi deneyiminden yaralanmayarak, ilkelerine ve değerlerine sahip çıkmayarak, neoliberalizmin batağına saplanarak, ne yapmak istiyor, anlamak mümkün değil. Bu kafayla giderlerse daha çok hayal kırıklığı yaratıp, nal toplarlar.
Eninde sonunda “su akar kendi yolunu bulur”, bizim için asıl sorun CHP’den öte solun durumudur. Aynı kulvarda yürüyen onlarca parti, onlarca hareket, onlarca grup, ne olacak bu işin sonu? CHP’yi eleştirenler, birazda kendi durumlarına baksa daha iyi olmaz mı?
Anımsamıyorum biri demişti, “Umudun bitmeden ömrün bitsin” diye.
Bitmeyen umutlarımızla, bağımsızlık, eşitlik, özgürlük ve emeğin iktidarı için mücadeleye devam demekten başka yol yok.
Av. Mehdi Bektaş