Yerkabuğunun derin katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi olan depremler, bizimki gibi emperyalizmin geri bıraktırdığı ülkelerde, kentlerin büyük oranlarda zarar görmesine ve daha da önemlisi çok büyük sayıda insanın katline ortam yaratmaktadır. Bu büyük yıkımları ve insan katliamını tetikleyen depremlerse de asıl sorumlusu sömürü ve talan düzenidir. Hele de iktidarda AKP gibi kapkaç düzeninin üstünü Ortaçağ karanlığı ile örten bir parti ve tek adam rejimi varsa, bu kitlesel insan ölümleri, şehirlerin ve köylerin toptan yok olması “kader planının içerisinde olan şeyler” olarak dahi görülebilmektedir.
AKP iktidarı emperyalist ortaklarıyla birlikte sürdürdüğü neo-liberal sömürü ve soygun ekonomisi temelinde planlı şehirleşme anlayışı yerine, “ben yaptım oldu” veya “önce yap sonra kanuna uydur” zihniyetini geçirerek sayıları on binlere ulaşan yurttaşımızın hayatını yok etti. Yüzbinler bedenen ve ruhen yaralandı, milyonlarca insanımız evsiz-barksız kaldı ve bir anda bütün varını-yoğunu kaybetti.
Bir kez daha altını çizelim: Bu büyük felaketin baş sorumlusu “depremdir” dersek önden yanlış şeye karşı cephe kurmuş oluruz. Baş sorumlu, her şeye para ve daha çok kâr diye bakan emperyalist ekonomik sistem, yani güdümlü piyasa ekonomisi, para babalarının doymak bilmez iştahları ve AKP iktidarının bilim ve aklı bir kenara atan eğitim, inşaat, mimari, şehirleşme vb. ile ilgili gerici politikalarıdır.
Yıllardır namuslu, yurtsever bilim insanları ve TMMOB gibi ilerici-devrimci kuruluşlar bu bilinen büyük tehlikeye karşı kamuoyunu, iktidarı ve yerel yöneticileri sürekli uyardılar, ama özellikle merkezi hükümet bu geliyorum diyen felakete karşı hiçbir adım atmadı. Bu adımların atılmamasının nedenleri sadece parasızlık ve cahillik olamaz. İktidar bir tercihle işbaşına geldi: planı ve kamuyu dışladı, plansızlığı, özel sektörü ve özelleştirmeyi esas aldı. Yapı denetiminin özelleştirilmesi, AKP iktidarı döneminde 81 ile yayılarak bugünkü sonuçlar yaratıldı. Özelleştirmelerle kamu arazi ve arsalarını yandaş sermayedarlara talan ettirdiler, imar planlarını beton lobilerine feda ettiler.
Bu günlerde unutulmaması gereken bir gerçek de, emperyalizm ve yerli tekelci sermaye çevrelerinin bunalımlı, toplumun büyük travmalar yaşadığı dönemleri fırsata çevirmekte çok usta oldukları gerçeğidir. Önümüzdeki haftalarda büyük sermaye çevreleri, depremde yıkılan şehirleri yeniden kurmak, havaalanlarını, kara ve demir yollarını ve diğerlerini yine serbest piyasacı anlayışla inşa etmek için harekete geçerler. Uluslararası mali sermaye bir iyi niyet gösterisi(!) olarak derhal kredi musluklarını açar ve böylece bilinen sömürü çarkı, yok edilen bedenler üzerinde bütün hızıyla bir kez daha dönmeye başlar…
Bu büyük yıkımla birlikte ülkemiz, emperyalist-kapitalizmin ekonomik hücumunun yanı sıra siyasal operasyonlarına daha açık hale geldi. Bu zayıf anında iktidardan çeşitli tavizler koparmanın peşine düşeceklerdir. Örneğin Belçika Başbakanı De Croo’nun Maraş depremi sonrasında yaptığı haddini bilmez açıklaması bu olasılığın son örneğidir. Bu Başbakan, depremde evi yıkılan beş milyon Suriyelinin Avrupa’ya gitmelerinin önünü kesmek için Türkiye’ye yerleştirilmelerini isteyebilmektedir: “Ancak AB de aşırı kalabalık. Bu nedenle Türkiye ile iyi anlaşmalar yapılmalı.” Bu “iyi anlaşmalar”ın ne olduğunu Merkel’le yapılan anlaşmalardan hatırlıyoruz!
Emperyalist çevreler Türkiye’nin bu yaralı halinden yararlanmak için her yönden karasinekler gibi saldırıya geçecekler. Depremin asıl artçı şoklarını ekonomik ve politik alanlarda yaşayacağız, asıl zor günler önümüzde. Bu arada büyük sermaye kesimiyle birlikte tarikat ve cemaatler de harekete geçip bu talan pastasından pay almaya çalışacaklardır. Yıkıntılardan depremzedeler çıkarılırken orada hazır kuvvet bekleyen, “biz de buradayız” diyen bu dincilerin siyasal İslamcı sloganlar atmaları, yardım toplama adı altındaki faaliyetleri bu kriz ortamını fırsata çevirme hareketleridir.
Emperyalizm, yerli ortakları ve gerici kesimlerin Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı bu buhranı ekonomik ve siyasal avantaja çevirmeye kalkışmalarına izin vermemek için karşı hamleler geliştirilmeli. Gelecek günlerde bütün halk güçleri, her türlü kötülüğe karşı her zamankinden daha fazla uyanık olmak durumundadır.
Bu büyük depremin halkın çoğu kesimlerinin zihinlerini de önemli ölçüde sarsmakta olduğunu söyleyebiliriz. AKP iktidarının bilimin yerine hurafeyi, aklın yerine dogmayı, planlamacılığın yerine serbest piyasayı geçiren gerici ve soyguncu politikalarının halkın değil, bir avuç zenginin işine yaradığını millet artık her zamankinden daha fazla görmeye başlayacaktır. Sonuçta bu felaket, tek adam rejimini de derinden sarsmıştır ve artık halkta bu iktidarın yerinde oturmaması gerektiği inancı yaygınlaşmaktadır. Bu günlerde iktidar çevrelerinin bu gelişmelerin sancısını yaşamaya başladığını görebiliyoruz.
İlerici-devrimci kesimlerin, bu saatten sonra, politikalarını ve mücadele planlarını bu yeni duruma göre yeniden gözden geçirmeleri ve düzenlemeleri gerekir. Bunu yaparken iktidarın “hepimiz aynı gemideyiz”, “zaman birlik zamanıdır” gibi kurnazca laflarına kulak asılarak siyasetin tatil edilmesi sonucu yaratacak sözler söylenmemeli, aksine daha fazla siyaset yapılmalı, siyasetsizlik yanılsamasına düşülmemeli. Her türlü toplumsal mücadelenin bir siyasal mücadele olduğunu ve bu mücadelenin ikinci plana atılmasının bile egemen sınıfların işine yarayacağını unutmamalıyız.
Bu günlerde “siyasetsizlik” önerisi getirenlere, bu toplumcu yaklaşımın yanı sıra Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Büyük Zafer’den sonra, yanmış-yıkılmış-beş parasız-yarın ne olacağı belli olmayan bir ülke koşullarında, TBMM’nin 10 Ekim 1922 tarihindeki gizli oturumunda söylediği sözlerini hatırlatalım:
“Mantığın emrettiği şudur efendiler: Ordu vazifesini yapmış ve tamamlamıştır. Bundan sonra temini lazım gelen bütün neticeler siyasetle hallolunacaktır.” (kby)
Kaldı ki, Birinci İstiklal Savaşımız başından sonuna bir askeri mücadele olmanın yanı sıra, aynı zamanda, dışa karşı ve içe dönük çok güçlü bir siyasal mücadeledir de.
Bugün emperyalist sermayenin saldırısına fazlasıyla açık halde olan ülkemizin herhangi bir operasyondan ve işbirlikçi AKP iktidarından kurtulabilmesi için yapılması gereken ilk iş, ülke çıkarına olan siyaseti doğru biçimde hayata geçirmektir. Devrimci-demokrat güçler-siyasi partiler, ülke üzerindeki hegemonyasını daha da güçlendirmeyi hedefleyen emperyalistlere ve talancı iç güçlere karşı siyasal mücadeleyi yükseltmelidir. Öteden beri siyasetsizliği benimseyen Türk-İş başta olmak üzere işçi sendikaları, memur sendikaları, diğer kitle ve meslek örgütleri, akademisyenler ve bütün aydınlar, son yıllarda bavul toplayıp açmakla uğraştırılan gençler başta olmak üzere her toplumsal kesim, son depremde büyük bir basiretsizlik gösteren ve uyguladığı politikalarla ülkeye kötülük yapan hükümetin ve Cumhurbaşkanının iktidardan çekilmelerini sağlamak için mücadele başlatmalıdır. Çoğu bir daha seçilemeyecek olan TBMM üyeleri ve muhalefet partileri, ülkenin ve halkın geleceği için gerekli yasal düzenlemeleri yaparak geçici bir seçim hükümetinin kurulmasını sağlamalı ve ülkeyi ivedi bir şekilde genel seçimlere götürmeli. Bu arada hukuka uygun davranacak hâkimlerden oluşacak yeni bir YSK oluşturulmalı ve yasalara göre düzenlenecek bir seçim ortamı yaratılmalıdır.
Bu çok önemli işlerin yanı sıra, “Asrın lideri”nin aferist siyasetinin üstüne gelen “Asrın felaketi”yle perişan olan insanlarımızın acılarının süratle dindirilmesi hızlı şekilde sağlanmalıdır. Maraş merkezli bu son deprem afeti sonrasında yapılması gereken işlerde, başta insan canı kurtarmak olmak üzere, başarısız sınav veren AFAT ve Kızılay gibi kuruluşlara göre çok daha başarılı olan İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Mersin gibi büyük şehir, Tunceli gibi il ve birçok ilçe belediyesinin afet bölgesindeki çalışmalarına gereken katkılar süratle sunulmalı ve bu bölgedeki şehirlerin yeniden inşasında belediyelere ve kamusal kuruluşlara inisiyatif verilmelidir.(1)
Ayrıca bu bölge halkının kendi şehirlerinde ikametlerinin sağlanması için her türlü yaşamsal tedbirlerin alınması esas olmalı. Yoksa deprem felaketine yoğun biçimde uğrayan şehirlerdeki yurttaşlar, çok haklı olarak, batı ve İç Anadolu illerine akın edeceklerdir. Bu da deprem felaketini yaşayan illerin büyük ölçüde boşalmasına neden olacaktır. Bu sakıncalı durumun önüne geçmek için devlet bütün tedbirleri almalı, insanların tüm ihtiyaçlarının karşılanacağı prefabrik barınma ve yaşam alanları kurularak deprem felaketine uğrayanların buralarda barınmaları sağlanmalı.
Ülkemizin emperyalizmin ve işbirlikçilerinin av alanı olmasının önüne geçilmesini isteyenler, deprem bölgesinin boşalmasına ve ülkenin demografik yapısının bozulmasına karşı çıkmalıdır. Deprem bu memleketin her köşesinin bir gerçeğidir. Bu doğa olayıyla birlikte yaşamak zorunda olduğumuzu bilerek hareket edersek, tedbirlerimizi buna göre alırsak bu son felaket gibi durumlarla karşılaşmayız. Deprem koşullarına uygun konut ve şehirleşme planlaması yaparsak, inşaatların kontrollerini doğru şekillerde yerine getirirsek böylesi büyük felaketleri fazla yara almadan atlatabiliriz.
Bilim insanlarımız, mimar ve mühendis odalarının yöneticileri, fazla uzak olmayan bir süre içerisinde, İstanbul’da (Marmara Denizi’nde) yıkıcı bir depremin olacağını sürekli dile getiriyorlar. Onlar bu deprem gerçeğini kafamıza sokarcasına hep anlatıyorlar ama iktidar bu muhtemel felaketi ısrarla görmezden geliyor ve alınması gereken tedbirleri almaya yanaşmıyor. Bunun anlamı, AKP iktidarı için önemli olanın insan canı ve şehirlerin yerle bir olması değil, İstanbul’un rantı, Kanal İstanbul rüyası ve İBB’yi hangi hukuk dışı yollardan nasıl ele geçiririz planlarıdır…
Geliyorum diyen Marmara depremi olmadan önce, en kısa zamanda İstanbul’u ve çevresindeki illeri bu büyük felakete hazırlayacak, en az zararla bu depremi atlatmamızı sağlayacak bir iktidara acilen ihtiyacımız var. Sırf bu sorun bile tek adam rejiminden kurtulmamızı zorunlu kılmaktadır…
(1)Deprem sonrasında hemen yapılması gereken insan kurtarma, organizasyon ve acil yardım işlerinde iktidar kesinlikle sınıfta kalmıştır. Canlı kurtarmada en başarılı sonuçları alan maden işçilerinin, Ordunun ve sağlık elemanlarının vakit geçirilmeden sahaya inmeleri gerekirken bunda geç kalındı ve bu nedenle de çok sayıda insan canından oldu. Sadece bu basiretsiz, hazırlıksız tutumundan dolayı bile iktidar istifa etmeli…
Bu deprem sonrasında ilerici-solcu partiler, kitle ve meslek örgütleri, sendikalar, yardım kuruluşları, çok sayıda gönüllü, ulusal ve başka ülkelerden gelen kurtarma örgütleri can siparene çalışmalar yürüttüler.