Ekim Devrimi’ne Giden Yol III- Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Evet, biz de günümüzün mücadeleci gençliğine güveniyoruz. Bir basit çıkışı süratle

muazzam bir devrimci mücadeleye dönüştürme yeteneğine sahip olduğunu ispat eden bu devrimci gençliğe güveniyoruz ve inanıyoruz.

Devrimci yolunuz (yolumuz) açık olsun…

Ekim Devrimi’ne Giden Yol -III- Mehmet Ali Yılmaz

III. BÖLÜM

1905 Rus Devrimi

Bu bölümde 1905 Rus devrimini ve günümüze yansımalarını inceleyeceğiz. 1905 devrimini farklı boyutlarıyla incelememizin nedeni; içinde yaşamakta olduğumuz 31 Mayıs halk direnişini daha iyi kavramak ve bu mücadeleyi doğru bir yere oturtmaya çalışmaktır. Elbette ki bugün içinden geçmekte olduğumuz süreç, 1905 Rus devriminden de, ülkemizde yaşadığımız 1968-80 devrimci sürecinden de farklıdır. Bu farkı görmek ve bugünü doğru yorumlayabilmek için tarihi bilmek gereklidir ama yeterli değildir. Tarih bilgisinin bilinç haline dönüştürülmesiyle ancak yeterlilik ihtiyacının giderilmesi yönünde gelişme kaydedilir. Bu da somut toplumsal ve siyasal olayların teorize edilmesi sürecinin, soyutlanmasının doğru yapılmasına bağlıdır.

Bu kısa açıklamadan sonra asıl konumuza dönelim.

Ekim Devrimi’ne giden yolu tarihsel akışı içinde izlemeye başlamadan önce; Kautsky’nin devrimci çizgiyi takip ettiği dönemde, 1902 yılında, Rus proletaryasının devrimci mücadelesinin, Batı Avrupa için örnek teşkil edeceğine inandığı görüşlerine yer vererek bu bölüme başlamamızın yararlı olacağını düşünüyoruz. Kautsky, İskra’da yazdığı “Slavlar ve Devrim” başlıklı yazısında şu görüşleri ortaya koyuyordu:

“Bugün [1848’den farklı olarak, Lenin’in notu] Slavların yalnızca devrimci halklar safına katıldıklarını değil, aynı zamanda, devrimci fikir ve eylemin ağırlık merkezinin gittikçe Slavlara doğru yer değiştirdiğini düşünebiliriz. Devrimin merkezi, Batıdan Doğuya doğru kaymaktadır… Batıdan bunca devrimci girişkenlik edinmiş olan Rusya, belki şimdi, artık bu Batı için bir devrimci enerji kaynağı olmak yolundadır… Rus devrim hareketi, belki de saflarımıza yayılmaya başlayan o küçük-burjuva uyuşukluğunu ve küçük siyasetçiliği defetmek için yararlanabileceğimiz en güçlü araç olacaktır; bu devrimci hareket, savaşa susamışlığımızı ve büyük ülkülerimize tutkulu bağlılığımızı yeniden alevlendirecektir.”  (Aktaran Lenin, “Sol” Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, s.9-10,Sol y.)

Kaustky bu makalesinde, devrimin Doğuya doğru kaymakta olduğu tespitinin yanı sıra; “Rusya için gericiliğin ve mutlakıyetin kalesi, artık Batı Avrupa olmaktadır” değerlendirmesini de yapmaktadır. Bu değerlendirme ile yazar, 20. Yüzyılın başından itibaren, Batı emperyalizminin ilerici-devrimci gelişmelerin önünde engel oluşturacağına gönderme yapıyor.

Devrimci Kaustky’nin yaptığı şu tespit Rus Devrimini ilgilendirdiği kadar, daha az olmamak kaydıyla, daha sonraki devrim mücadelelerini de ilgilendiriyordu: “Eğer Rus devrimcileri, hem çara karşı, hem de onun müttefiki Avrupa sermayesine karşı aynı zamanda savaşmak zorunda kalmasalardı, çarın hakkından gelirlerdi. Umalım ki, Rus devrimcileri, bu sefer her iki düşmanı da yenebilsinler ve yeni ‘Kutsal İttifak’ daha öncekilerden çabuk yıkılsın…” (Age, s.10)

Kautsky’nin henüz sosyal şoven olmadan önce,20.yüzyılın başında, ortaya koyduğu bu isabetli görüşleri bugünlerde yaşamakta olduğumuz 31 Mayıs Halk Hareketi süreciyle ilişkilendirdiğimiz zaman şöyle bir gerçeklikle karşılaşırız: Günümüzde Batı’da “devrimci enerji kaynağı” olabilecek bir hareket bulunmamaktadır. Bugün dünyanın devrimci enerji kaynakları Latin Amerika, Afrika ve Asya’dadır. Bizde ise bu devrimci enerji 1908’den beri zaman zaman yükselir ve sonra geri çekilir. En son 1980 yenilgisinden on yıl sonra Zonguldak işçi direnişi şeklinde yükselişe geçti ve o tarihten beri 31 Mayıs halk hareketine kadar önemli bir yükseliş gösteremedi. Bugünkü hareket ise daha şimdiden dünyanın birçok yeri gibi Batıyı da etkilemeye başladı. Bizde çıkan bir devrimci hareketlenme bu düzeyde ilk kez Batıyı etkilemektedir.

Kautsky’nin bir sonraki paragrafta Rus devrimi için söylediklerinin bir başka boyutta bundan sonra bölgemizde gerçekleşmesi ise gönlümüzden geçendir. Türkiye halkı 31 Mayıs çıkışının devamını getirebilirse ve Suriye halkının emperyalist saldırıya karşı direnişi başarıya ulaşırsa emperyalizmin bu bölgeden ayağının kesilmesi yönünde tayin edici bir gelişme kaydedilmiş olacaktır. Böyle bir sonucun bütün dünya halklarının mücadelesine olduğu gibi Batılı emekçilerin mücadelesine de olumlu yönde etki yapacağı açıktır.

 Rus-Japon Savaşı’nın Önemi

1904-1905 Rus-Japon savaşında Çarlık ordusunun gösterdiği başarısızlık bu rejimin çürüdüğünün açık bir göstergesiydi. Bu savaş, ayrıca emekçi sınıfların iktisadi durumlarını daha da ağırlaştırmış ve halkın düzene karşı hoşnutsuzluğunu körüklemişti. Zinovyev’in bu savaşın sonuçlarıyla ilgili değerlendirmesini okuyalım:

“Rus-Japon savaşı,1904 yılının en önemli olayıydı. 1905 devrimini tetiklemek gibi bir sonucu olmuştur ki, bu devrim de olmasıydı 1917 devriminin gerçekleşmesi mümkün değildi.” (G. Zinovyey, Rusya Komünist Partisi Tarihi, S.129, Mızrak Y. 2012.)

Bu arada Bakü işçilerinin Aralık 1904’te gerçekleştirdikleri genel grevin devrimci güçlerin yolunun açılmasında önemli bir etken olduğunu da belirtelim.

Devrime Giden Yolun Belli Başlı Aşamaları

Bu aşamaları Lenin’in ayrımını esas alarak şu şekilde ele alabiliriz:

1-Devrimin hazırlanış yılları: 1903-1905.

Lenin bu dönemden söz ederken, her yerde büyük fırtınanın yaklaşmakta olduğunun hissedildiğini ortaya koyar ve şu düşünceleri de ilave eder:

“Toplumun bütün sınıfları kaynaşma ve hazırlık içindeydi. Yurtdışında siyasal sürgündekilerin basını, devrimin bütün temel sorunlarının teorik yönlerini tartışıyordu. Üç temel sınıfın, başlıca üç siyasal akımın temsilcileri- liberal-burjuva akım, küçük-burjuva demokrat akım… ve devrimci proleter akım- program ve taktik konularda amansız bir savaşım vererek, ilerdeki açık sınıf savaşımını bekliyorlar ve ona hazırlanıyorlardı… Daha açık ve tam olarak ifade edersek: gerçekte sınıf eğilimleri olan ideolojik ve siyasal eğilimler, basın organlarının, partilerin, hiziplerin, grupların savaşımında billurlaşmaktaydı; sınıflar, önlerindeki savaşlar için gereksinme duydukları ideolojik ve siyasal silahı örste döverek yaratmaktaydılar.” (Lenin, age, s.15-16)

2-Devrim yılları: 1905-1907.

Rusya’da 1905’ten 1907’ye kadar süren devrim hareketi, emperyalizm dönemindeki ilk devrim olması bakımından önemlidir. Bu devrimin hem burjuva hem de proleter nitelikte olduğunu ve 17-19. Yüzyıllardaki burjuva devrimlerinden esastan farklı özelliklere sahip bulunduğunu bu yazının ilk bölümünde anlatmıştık.

Lenin, bu dönemde bütün sınıfların “kendi kimlikleriyle” meydana çıktıklarını ve “bütün program ve taktik görüşler”in kitlelerin eylemleriyle sınandığını belirtir. Çünkü 20. Yüzyılın başlarında Rusya’da işçi sınıfı, yalnızca bir sınıf olarak ortaya çıkmakla kalmamış, aynı zamanda büyük bir sınıf mücadelesi tecrübesi kazanmış, kendi partisinin çok önemli deneyler kazanmasını sağlamış ve ülkesinin en ileri ve en iyi örgütlenmiş siyasi gücü olarak öne çıkmıştı. Burjuvazi ise işçi hareketinin gittikçe güçlenmesinden korkarak büyük toprak sahipleri ve çarlık yönetimiyle işbirliği içine girmiş ama bu arada köylüler burjuvazinin etki alanından çıkarak proletaryanın müttefiki olmaya yönelmişti.

Bu dönem, Ekim Devrimi’nin hazırlanmasında rol oynayan çok hayati üç yıldır. Bu gerçeğin altını Lenin şu sözlerle çizer:

“Eğer Rus proletaryası, 1905’ten 1907’ye değin, üç yıl boyunca büyük sınıf savaşlarına girişmiş ve devrimci enerjisini göstermiş olmasaydı, ikinci devrim bu kadar çabuk olmazdı; şu anlamda ki ilk evresi birkaç gün içinde tamamlanamazdı. Birinci devrim (1905), toprağı adamakıllı hazırladı, yüzlerce yıllık ön yargıların kökünü kazıdı, milyonlarca işçi ve on milyonlarca köylüyü siyasal yaşam ve siyasal savaşıma soktu,…” (Lenin, Ekim Devrimi Dosyası, s.27-28, Sol Y.)

1905 öncesindeki on yılda toplam 430 bin işçi grevlere katılmıştı. Devrimin başladığı 1905’in Ocak ayında Lenin’in belirttiğine göre, politik grevcilerin sayısı 13.000’di. “Aralıkta azamiye ulaşıldı- 370.000 salt politik grevci, sadece bir tek ayda!”

Öte yandan devrimin başlangıcı olarak kabul edilen 9 Ocak katliamı, Batılı kapitalist ülkelerin ilerici aydınları ve işçileri arasında Rus işçilerine yönelik büyük bir dayanışma rüzgârının esmesine de neden olmuştu.

Asya’nın öbür ucunda Rus-Japon savaşı Çarlık aleyhinde gelişirken, Rusya’nın birçok bölgesinde grev dalgası yayılıyordu. Bu arada, Nisan 1905’te, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisi’nin Üçüncü Kongresi Londra’da yapıldı. N.K.Krupskaya, Bolşevikler Londra’da kongrelerini yaparlarken Menşeviklerin de Cenevre’de kongrelerini topladıklarını yazar. (N.K.Krupskaya, Lenin’den Anılar 1, S.145, Odak Y.)

Bu iki toplantı sonucunda ortaya çıkan kararlar, Bolşeviklerle Menşeviklerin hem teorik, hem de pratik-taktik açılardan çok derin ayrılıklar içinde olduklarını ortaya koyuyordu. Bolşevikler, Üçüncü Kongrede devrimin demokratik burjuva özelliğine vurgu yapmakla birlikte; devrimin başarıya ulaşmasının biricik koşulunun işçi sınıfı önderliğinde kurulacak işçi-köylü ittifakının gerçekleştirilmesini ve çarlıkla işbirliği içinde olan liberal burjuvazinin yalnızlaştırılması gerektiğini savunuyorlardı. Üçüncü Kongre partiye ve işçi sınıfına düşen başlıca görevin kitlesel siyasi grevleri ayaklanma haline dönüştürmek olduğunu tespit etti ve bu ayaklanmayı teknik ve örgütsel yönden hazırlamanın zorunluluğunu ortaya koydu. Menşevikler ise işçi sınıfının önderliğini ve işçi-köylü ittifakını reddetmişlerdi. Menşevikler, devrimde liberal burjuvazinin önderliğini esas alıyorlar ve devrimden bazı reformist gelişmeler beklentisi içindeydiler.

Henri Lefebvre, III. Kongrede Bolşeviklerin benimsedikleri Lenin’in ortaya attığı politikanın ana hatlarını, Menşeviklerin politikalarını ve farklarını şöyle açıklar:

“…Demokratik burjuva devriminin tam bir zafer sağlaması, genişlemesi, derinleşmesi için işçi sınıfının faal müdahalesi ve demokratik burjuva devriminin proletarya devrimi şekline dönüşümü gerekir, şeklindeki Leninist çizgiyi kongre onaylamıştır. (Bu, ‘kesintisiz ihtilal’ teorisidir ki, bunu ‘sürekli ihtilalden’ dikkatle ayırt etmek gerekir, oysa başlangıçta ikisi karışır gibi görünmüştür). Menşevikler ise, proletaryanın liberal burjuvaziyi desteklemesini, onun Rusya’yı ekonomik yönden geliştirmesine yardım etmesini istiyorlardı, ta ki nicelik ve nitelik olarak büyüyen proletarya halkın çoğunluğu haline gelsin ve demokratik bir şekilde işlerin yönetimini eline geçirsin.”(H.Lefebvre, V.İ.Lenin Hayatı ve Filozofik Ekonomik Politik Düşüncesi, S.117-118, Yalçın Y. 3. Baskı.)

Lenin, Üçüncü Kongre’de alınan kararların teorik anlamını, Bolşeviklerin devrimdeki stratejik planını ve taktiklerini Ağustos 1905’te yazdığı “Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği” adlı kitabında açıklar. Bu kitapta ortaya attığı fikirlerin temellerini ise “Ne Yapmalı” ve “Bir Adım İleri, İki Adım Geri”de bulabiliriz. Bu eserlerinde yaptığı Menşevizm ve ekonomizm eleştirisini, II. Enternasyonal’in eleştirisi şeklinde genişleterek sürdürür. Lenin bu eleştirisinde II. Enternasyonal’in işçi hareketini Liberal burjuva hareketinin peşine taktığını söyler. Politik bir güç olarak zamanı geçmiş olan Liberalizmin emperyalizm çağında oportünistlerce yeniden sahneye sürülmesini eleştirir. Gerçekte ise, Rusya’da olduğu gibi, burjuva demokratik devriminin başarılmamış olduğu ülkelerde proletaryanın belirleyici bir konumda olması gerekir. Bu devrim esas bakımdan sosyalist olmamakla birlikte, bu devrimin önderi proletarya olmalıdır. Burjuva demokratlarının peşinden edilgen olarak gitmek yerine devrimi aktif olarak desteklemeli, ileriye doğru itmelidir. Lenin, proletaryanın o anda bile köylü kitleleriyle bir ittifak kurarak burjuvaziyi aşmasını ve onları politik yönden yalnız başlarına bırakmasının gerekliliğinin altını çizer. Böylece işçi sınıfı devrimci yürüyüşüne devam edecektir. (H. Lefebvre, age, s.118)

Leninist Devrim Teorisinin Kökleri

Bu teori emperyalizm çağının görüşü olmakla birlikte, bunun tohumlarını Marx ve özellikle de Engels’de bulabiliriz. Leninist kesintisiz devrim teorisinin kökleri, Engels’in 1894’de İtalyan Turati’ye yazdığı mektupta açıklıkla yer alır. Engels bu mektubunda, İtalya’da “Ulusal kurtuluş sırasında ve sonrasında iktidar olan burjuvazi, utkusunu ne tamamlayabiliyor, ne de tamamlamak istiyor. Ne feodalizmin kalıntılarını yıktı, ne ulusal üretimi modern kapitalist modele göre yeniden düzenledi” dedikten sonra “Kapitalist rejimin göreli ve geçici yararlarını ülkeye paylaştırmak gücünden yoksun olduğu gibi, o sistemin bütün yük ve zararlarını ülkenin sırtına yıktı” diyerek burjuvazinin ne demokratik devrimi tamamladığını ne de tamamlamak istediğinin altını çizerek proletaryaya devrimde öncülük için kapı aralamaktadır. (K. Marx F. Engels, Seçme Yazışmalar 2, S.299-300, Sol Y.)

Engels bu görüşlerini daha da açmak için Marx’a başvurarak şöyle yazar:

“…Öyle bir durum ki, tam Marx’ın dediği gibi: ‘Bizler, kıta Avrupası’nın batısının tüm geri kalanı gibi, yalnızca kapitalist üretimin gelişmesinin değil, ama bu gelişmenin tamamlanmamış olmasının da acısını çekiyoruz. Modern kötülüklerin yanısıra, dünün mirası olan bir sürü kötülüklerin; çok eski üretim biçimlerinin alttan alta hala sürüp gitmelerinden doğan ve bunların kaçınılmaz olarak beraberlerinde getirdikleri çağdışı toplumsal ve siyasal ilişkilerin altında eziliyoruz. Yalnızca yaşayanlardan değil, ölülerden de acı çekiyoruz. Le mort saisit le vif!’*”   *[Ölüm yaşayanı yakalar.ç]     ( K. Marx F. Engels, Seçme Yazışmalar 2, S.300, Sol Y.)

İtalya’da durumun bunalıma doğru gittiğini gören Engels, sosyalist partinin çok genç ve ekonomik durum nedeniyle, sosyalizmin hemen zafer kazanmasını beklemenin çok zayıf bir ihtimal olduğunu da belirtir ve “sınıf-dışı unsurlar” olarak adlandırdığı, çoğunluğu oluşturan ve “küçük-burjuvaziyle proletarya arasında yalpalayan” kitle hakkında şunları söyler:

 “İşte her zaman ekonomik yıkımla karşı karşıya kalan ve umutsuzluğa itilen bu sınıf, yalnızca bu sınıf devrimci hareketin hem çoğu savaşçılarını hem önderlerini ortaya çıkarabilecektir. Toprağın parçalanması ve cahillikleri nedeniyle herhangi bir etkin inisiyatif göstermesi engellenen ama yine de güçlü ve kendisinden vazgeçilemez bir müttefik olacak olan köylüler bu hareketi destekleyeceklerdir” demektedir.(K. Marx-F. Engels, Seçme Yazışmalar 2, s.300-301, sol y.)

Bu toplumsal kesitle ilgili Engels’in düşüncelerine başvurmamızın nedeni, günümüzde Türkiye’de toprağından kopmuş, şehire gelmiş ama iş bulamamış ya da geçici işlerde çalışan çok geniş bir kesimin bulunmasıdır. İşçi diyemeyeceğimiz bu kesimin önemli bir kısmının AKP gericiliği tarafından kontrol edildiği bir gerçek. Bu kesimden gelen bir kısım insanın karanlık ilişkiler içine girmesi de mümkün. Hayatın tokadını yemiş, sistemle yoğun çelişkisi olan bu insanların 31 Mayıs halk hareketi gibi eylemler içinde eğitilerek devrime kazanılması mümkündür ve esasen bu gibi ortamlarda onların kazanılması daha uygun olacaktır. Bugünlerdeki gibi kitlesel eylemlilikler ve ortamlar bu ezilen kesimlerin olumlu yönde etkilenmesini sağlayabilir. Çünkü gerici ideolojilerle uyutulmuş bu kesimler, pratik içinde sınıfsal çelişkileri daha net görme şansını yakalayabilirler. Bu yöndeki gelişmelerin aynı zamanda işbirlikçi-gerici cephenin tabanını daraltacağını da unutmayalım.

Konumuzu tartışmaya devam edelim.

Engels’in 1894’de İtalya’da cumhuriyetçilerin iktidara gelmesi olasılığı hakkında söyledikleri, devrim sürecinde sosyalistlerin takınması gereken tavır konusunda çok öğreticidir. Demokratik hakların kazanılması bakımından cumhuriyetçilerin iktidara gelmesini önemsemektedir. Okuyucularımız bu satırları dikkatle okuyarak içinden geçtiğimiz bu günlerde ve gelecekte iktidara karşı takınılacak tavrın nasıl olması gerektiğini bir kez daha düşünebilirler.

“Çözülmekte olan küçük-burjuvazinin ve köylülerin utkusu, öyleyse, ‘yeniden toparlanmış’ cumhuriyetçilerden oluşan bir hükümet kurulmasına götürebilir. Bu bize genel oy hakkı ve daha geniş bir hareket özgürlüğü (basın, toplanma, dernekleşme, polis tarafından izlenmenin önlenmesi, vb.) verecektir-bunlar hafife alınmaması gereken yeni silahlardır.

“ … Bu da en azından şimdilik özgürlüğümüzü ve hareket alanımızı çok geniş ölçüde arttıracaktır. Ve burjuva cumhuriyet,[Marx’ın dediği gibi] proletarya ile burjuvazi arasındaki savaşımın sonuca bağlanabileceği tek siyasal biçimdir; bunun Avrupa’da olabilecek yansımaları için bir şey söylemenin gereği yok.” (Marx-Engels, Seçme Yazışmalar 2, S.302, Sol Y.)

Engels devamla güncellenebilecek, bugünlerde yaşamakta olduğumuz olaylarla bağlantısı kurulabilecek şu tespitleri yapar:

“Bu nedenle, şimdiki hareketin utkusu, bizi daha güçlü yapmaya, daha lehimize bir ortam oluşturmaya mahkumdur. Öyleyse bir kenarda durursak, ‘anılan’ partiler karşısında kendimizi yalnızca olumsuz eleştiriyle sınırlarsak en büyük hatayı yapmış oluruz. Onlarla olumlu biçimde işbirliği yapmak durumunda kalacağımız an gelebilir. Kim bilir bu an ne zaman gelecek?” (Marx-Engels, Seçme Yazışmalar 2, S.302, Sol Y.)

Lenin’in de çok önemsediği Engels’in İtalyan reformistlerinin (daha sonraki) lideri FilippoTurati’ye yazdığı “demokratik devrimle sosyalist devrimi birbirine karıştırmaya karşı uyardığı” bu mektupta cumhuriyetçilerle sosyalistlerin devrim sürecindeki muhtemel ilişkilerin ve yaşayabilecekleri sorunların altını çizer.

Engels’in aşamalı devrim konusunda yazdığı bu önemli mektup ve Marx’ın iki aşamalı devrim sorununa bakışı hakkında Lenin’in düşüncesi şöyledir:

“İtalya’da önümüzdeki devrim-diye yazıyordu Engels 1894 yılında İtalya’daki politik durum vesilesiyle-bir sosyalist devrim değil, küçük-burjuva demokratik bir devrim olacaktır. ‘Iskra’ ‘Vperyod’u, Engels tarafından ileri sürülen ilkeden sapmakla suçluyordu. Bu suçlama haklı değildi, çünkü ‘Vperyod’…, 19. Yüzyıldaki devrimlerde üç temel güç arasındaki farka ilişkin Marx’ın teorisinin doğruluğunu umumiyet itibariyle kabul ediyordu. Bu teoriye göre eski toplumsal düzene, otokrasiye, feodalizme ve serfliğe şu güçler karşı çıkmaktadır: 1) liberal büyük burjuvazi; 2) radikal küçük-burjuvazi; 3) proletarya. Birincisi sadece meşruti monarşi, ikincisi demokratik cumhuriyet için, üçüncüsü sosyalist devrim için mücadele eder. Tam demokratik devrim için küçük-burjuva mücadeleyle, sosyalist devrim için proleter mücadeleyi birbirine karıştırmak, sosyalistleri politik iflasa sürükleyebilir. Marx’ın bu uyarısı tamamen doğrudur…” (Lenin, Seçme Eserler, C.3, S.487-488, İnter Y.)

“Radikal küçük-burjuvazi” harekete geçip “demokratik cumhuriyet”ini kurmaya kalkışırsa elbette ki proletarya ilkesel olarak buna kayıtsız kalmaz, kalamaz. Ama Engels, kapitalizmin en üst aşaması olarak emperyalizmin ortaya çıkmaya çalıştığı bir dönemde yazdığı bu mektupta küçük-burjuvazinin demokratik cumhuriyet için ayağa kalkması konusunda işçi sınıfının dikkatli olmasını ve başka bir sınıfın devrimi için kendini harcatmaması gerektiğini de belirtir. Fakat Engels görüşlerini bu ikazla sınırlamaz ve hareketin ulusal nitelikte ve düzeyde olması halinde işçi sınıfının o mücadeleye katılması gerektiğinin altını önemle çizer. Aslında bu tez, emperyalizm döneminde işçi sınıfının demokratik devrimde önderliği ele geçirmesinin gerekliliğine kapı açmak anlamına da gelmektedir.

“Ama bunun tersine, hareket gerçekten ulusal ise, bizim insanlarımız onlardan öyle bir istemde bulunulmaksızın o harekete katılacaklardır, ve söylemeye gerek bile yok, böyle bir harekete katılacağız. Ama böyle bir durumda bizim bağımsız bir parti olarak katıldığımız, radikallerle ve cumhuriyetçilerle o an için ittifak yaptığımız, ama onlardan tamamıyla farklı olduğumuz açık-seçik bilinmeli ve bunu biz olanca gücümüzle ilan etmeliyiz; utku kazanılması durumunda, savaşımın sonucu hakkında herhangi bir yanılsamaya kapılmadığımızı ilan etmeliyiz; bu sonucun, bizi tatmin etmek bir yana, bizim için kazanılmış bir başka aşama, daha ileri fetihler için yeni bir harekat üssü demek olduğunu ilan etmeliyiz; utkunun ilk gününde yollarımızın ayrılacağını belirtmeliyiz; o günden itibaren bizim, hükümete karşı yeni muhalefeti oluşturacağımızı, gerici değil ilerici olan, o ana kadar kazanılan alanın ötesine geçen, yeni fetihler için ilerleyen aşırı sol muhalefet oluşturacağımızı ilan etmeliyiz.” (Marx-Engels, age, S.303)

Küçük-burjuvazi ve cumhuriyetçilerle birlikte zafer kazanılması halinde devrimci proletarya elbette ki bununla yetinmeyecektir. Kazanılan aşamanın yani demokratik devrimin kazanılması halinin yeni ve “daha ileri fetihler için yeni bir harekat üssü” anlamına geldiğini bilmeli ve açıkça ilan etmelidir.  Yeni fethedeceğimiz kalenin proletarya devriminin gerçekleştirilmesi olduğu apaçık. Proletarya devrimini gerçekleştirmek ana amacımızdır. Bu amaca ulaşmak için demokratik devrim aşamasında küçük-burjuva radikalleri ve cumhuriyetçilerle birlikte olabileceğimiz de açık. “Olabilirlik” hali harekete önderlik sorunuyla ilgilidir. Küçük-burjuvazi ile aydınlar ittifakının devrimini desteklemek için bu girişimin proletarya devrimine doğru evriltilmesi olasılığının güçlü olması gerekir. Bu gelişme de ancak esasını işçi sınıfı ile köylülüğün oluşturduğu ittifakın harekete önderlik etmesiyle mümkündür. Çünkü Devrimci proletarya demokratik devrimin gerçekleştirilmesi aşamasında; bu kesimler(Küçük burjuvazi ve çevresindekiler) istediği için değil proletarya devrimine ulaşmak için işçi sınıfı savaşın içinde yer alır ve işçi sınıfı kitleler üzerinde ideolojik önderliğinin hegemonyasını kurduğu ölçüde asıl hedefine doğru gidişi garantiye alabilir. Demokratik devrimin proletarya devrimine doğru ilerlemesinin yolu işçi sınıfının ideolojik önderliğini sağlamasından geçer. Bu gerekli şarttır.

…  …

 Emperyalizm çağında, hele de bugünkü gibi emperyal kıskacın içten ve dıştan yoğunlaştığı bir dönemde proletaryanın birlikte mücadele yürüteceği kesimlere önderlik yapabilmesi geniş kesimleri harekete geçirecek özelliklere sahip politikaları üretmesine ve geliştirebilmesine bağlıdır. İdeolojik renk bu politikalarla ve bu politikalar doğrultusunda yapılan eylem içinde verilmelidir. Bu günkü dünya ve bölge koşullarında işçi sınıfı ideolojisini doğrudan ve pratikten kopuk biçimde öne sürerek işe başlamak yapıcı olmayan sonuçlar yaratabilir. Çünkü emperyalizm ve içteki uzantılarının ideolojik ve kültürel etkileri eskisine göre çok daha yoğunlaşmış, saldırı çok yönlü ve karmaşık biçimler almış ve kitlelerin beyinlerini fethetme yolunda çok ileri gitmişler ve gitmektedirler. Emperyalizmin yarattığı beyin buzlanmasının çözülmesi devrimci mücadele için oldukça önemlidir ve bu gerici dondurulmuşluğu ancak zamanı doğru okuyarak geliştirilen devrimci politika ve bu politikaya uygun mücadele anlayışıyla yok etmek mümkün olabilir. Bunun pratikteki yolu da mücadele içine giren ve girebilecek kesimlerle işçi sınıfının ve devrimcilerin birlikte direnişler içinde bulunmaları, aynı pratik ortamları birlikte örgütlemeleri ile yaratılabilir. Bilhassa karşı devrimci iletişimin çok güçlü olduğu günümüzde propaganda ve ajitasyon çalışmaları ancak ortak mücadele içinde yapılırsa daha etkili olabilir. Küçük-burjuva kesimlerle ve aydın demokratlarla ortak mücadele alanları, ortamları yaratılarak onlarla temas kurmanın yolları bulunursa (ki bugünlerde bu olanak mevcuttur) demokratik devrimi örgütleyerek sürdürecek yeni bir önderliğin ortaya çıkarılması da mümkündür. 31 Mayıs halk hareketi içinden çıkacak yeni ve kapsayıcı bir önderlik Türkiye’nin kurtuluşu için önemli bir adım olabilir.

Bugünler, devrimi isteyenlerin yıllar içinde içine çekildikleri kalın ve kasvetli kabuğu kırmaları ve saplantılı yanlışlar içinde bocalayanların o yanlışlardan kendilerini kurtarmaları için çok uygun ortamlar sunmaktadır. Mevcutlar 31 Mayıs hareketinin sunduğu bu ortamdan yararlanmayı değil, bu ortamı geliştirmeyi, büyütmeyi ve yeni ile bütünleşerek onun içinde yer almayı esas almalıdır. Dönüştürme iddiası ile yola çıkmak, dışında kalma sonucunu içinde taşımaktadır ve dışına düşmek yüksek ihtimaldir.

Bağımsızlıkçı gerçek demokrasinin kurulması, “tam demokratik devrim” sürecinin başarıya ulaştırılmasıyla mümkündür. Bağımsızlıkçı ve gerçek demokrasinin kurulabilmesi için emperyalizm ile işbirliği içinde olan dinci-faşistlerin yenilgiye uğratılmaları en öncelikli meseledir. Emperyalizmden bağımsızlığı elde etmek için bu gerici güruhun hegemonyasının kırılması gerekir. Bu iki zararlının da yenilgisi sağlanmadan tam bağımsızlık ve gerçek demokrasi kurulamaz. Bu gerici ittifakı yenilgiye uğratabilmek için sorunu Ortadoğu kapsamında ve ideolojik-kültürel boyutunu ihmal etmeden ele almak gerekir. İçeriden üretilecek çözüm belirleyicidir ama kapsayıcı olursa. Bu çözüm için klasik işçi-köylü ittifakı yetmez. Bu temelin üzerine en geniş aydın, küçük-burjuva kesimleri ve kenar mahallelerdeki işsizleri de oturtmak gerekir. Devrimciler en geniş ittifakın gerçekleşebilmesi için dayatmacı olmayan halkçı-devrimci bir siyaset izlemelidir. Kesintisiz devrimin ilk aşamasında anti-emperyalist, anti-gerici, anti-faşist; “tam bağımsızlıkçı, tam demokratik ve tam laik” bir devrim çizgisi esas alınmalıdır. Bu aşamaya içinden geçtiğimiz bu dönemde “laiklik” kavramını da yerleştirmemiz hem siyaseten hem de ittifaklar politikası açısından gereklidir.

Sorunu Ortadoğu düzleminde düşününce ve içeride devrimci cephenin genişlemesi ve daha da önemlisi ilkesel olarak devrimin karakteri ve kapsamı yönünden ele alınca laiklik kavramına olan ihtiyaç ortaya çıkar. Ülkemizde dinci gericiliğin emperyalizm tarafından beslendiği, desteklenerek iktidarda tutulduğu ve devleti Amerikan Sünniciliğine göre dönüştürdüğü bir dönemde laiklik demokrasi için vazgeçilemez bir unsur durumundadır. Bu koşullarda demokratik devrim en baştan laiklikle beslenmek zorundadır.

31 Mayıs halk hareketiyle birlikte Türkiye yepyeni bir devrimci sürece girmiştir. Bu süreç eski kalıplarla okunamaz. Bu hareketin asli unsurlarını, nedenlerini ve amacını göz ardı eden, yine kendi “doğrularını” okuyacak sol en fazla eski yatağında giderek küçülecek bir derecik olarak akmaya devam eder. Bu yeni gelişme ile birlikte, büyük bir nehir içinde akmayı düşünen sol ise kendini yenilemek, eski ezberlerini bozmak zorundadır. O eski politikaların artık geride kaldığını herkes görmeli ve buna göre yeni yürüyüşe katılmalıdır.

Bu süreçte de elbette ki proletaryanın ideolojik öncülüğü için mücadele yürütülecektir ama politikalar, sloganlar, mücadele çizgisi ve mücadele arkadaşları yeni duruma göre gözden geçirilmek zorundadır.

***

Lenin, devrimin hem devrimcileri hem de halk kitlelerini eğiteceğine özel vurgu yapar ve asıl sorunun sosyalistlerin devrime ideolojik-politik bir katkı sağlayıp sağlayamayacakları (buna önderlik yapabilme kapasitesinin olup olmadığı da diyebiliriz) olduğunu belirtir. Demokratik Burjuva Devriminde partinin burjuvazinin kararsızlığını ve ikiyüzlülüğünü etkisizleştirebilmesi için, devrimci ideolojiden ve proletarya ile oluşturulacak bağdan yararlanmasının öneminin altını çizer:

“Devrimin bizi ve halk yığınlarını eğiteceğinden kuşku yoktur. Ama militan bir siyasal partinin şimdi karşı karşıya olduğu sorun, bizim, devrime herhangi bir şey öğretip öğretmeyeceğimiz sorunudur. Devrime bir proleter damgası vurabilmek için, devrimi, sözle değil, gerçekte kesin bir başarıya ulaştırmak için, demokrat burjuvazinin kararsızlığını, iki yüzlülüğünü ve ihanetini etkisiz hale getirebilmek için, sosyal-demokrat öğretimizin doğruluğundan, sonuna kadar devrimci olan tek sınıf ile, proletarya ile olan bağımızdan yararlanabilecek miyiz?” (V.İ.Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği, S.8-9, Sol Y.)

Lenin, “Bütün çabalarımızı bu amaca yöneltmeliyiz” diyerek yaptığı belirlemenin önemine vurgu yapıyor ve başarıya giden yolu tarif etmeye devam ediyor:

“Başarımız, bir yandan siyasal durumu doğru değerlendirmemize, taktik sloganlarımızın doğru olarak saptanmasına ve öte yandan da, işçi yığınlarının gerçek savaşımcı gücünün bu sloganları desteklemesine bağlıdır. Partimizin bütün örgütlerinin ve bütün gruplarının, tüm düzenli günlük çalışmaları,  propaganda, ajitasyon ve örgütlendirme çalışmaları, yığınlarla bağların sağlamlaştırılmasına ve genişletilmesine yönelmiştir. Bu çalışma her zaman gereklidir, ama devrim saati gelip çaldı mı, her zamankinden daha az yeterli sayılmalıdır…” (Lenin, age, s.9)

Gerçekten devrim diye derdi olanlar için derslerle dolu olan bu tespitleri, günümüz toplumsal-siyasal koşullarında yaşanılan sorunları çözümlemede anahtar olarak değerlendirmesini bilenler ancak mücadeleyi kazanma yolunda ilerleyeceklerdir. Güçlü bir partiye sahip olmalarına karşın Lenin, partinin bütün gücünü yığınlarla bağların sağlamlaştırılması ve genişletilmesine harcamasını istemektedir. Bilhassa devrimin yükselişe geçtiği dönemlerde bu çalışmaya daha fazla önem verilmesini isterken, siyasal durumun doğru değerlendirilmesini yani doğru politikalar tespitini, şiarların doğru saptanmasını ve işçi yığınlarının gerçek savaşımcı gücünün bu sloganları desteklemesinin önemine vurgu yapmaktadır.

Esasen başarı için öne sürülen bu önermeler bugün, günümüzün koşulları esas alınmak şartıyla, öncelikle güncel sorunlara cevap olacak politikalar üretildiği takdirde bir anlam ifade eder. Başarı için öncelikle doğru siyasal değerlendirmenin gerekli olduğunu, bu değerlendirmeye göre tespit edilecek ana stratejiye uygun taktik sloganların doğru bir biçimde tespitinin gerekliliğini ve işçi sınıfının gerçek mücadeleci kesimlerinin ve geniş kitlelerin bu sloganları desteklemesinin önemini kim inkâr edebilir? Bu devrimci tespitler, ayni zamanda, geniş kesimlerle siyasal bağların kurulmasının önemini anlamayanların, gelip geçici moda akımlar ve politikalar peşinde koşanların, sistemin çizdiği çerçevenin içinde siyaset ve taktik üretenlerin çıkmazlarını da ortaya koymaktadır.

1905 Yılı İşçi ve Köylü Hareketleriyle Geçti

1905 yılı devrimci işçi ve köylü hareketleriyle çalkalandı. 1905 yılı 1 Mayıs’ında Petersburg’da, Moskova’da ve başka birçok şehirde grevler yapıldı. Haziran’da, Lodz şehri işçileri çarlık güçleriyle üç gün fabrikalarda dövüştüler. Ivanova-Voznesenks’te yetmiş bin dokuma işçisi 72 gün süren grev yaptı. Emekçiler üzerinde devrim lehine olumlu etki yapan bu grev sırasında işçiler ilk İşçi Temsilciler Konseyini (Sovyet) kurdular.

Köylü hareketi ise Şubat 1905’te; Orel, Kursk, Çernigof, Voronej, Tiflis ve Saratof eyaletlerinde büyük toprak sahiplerine karşı kitlesel isyanlar şeklinde gelişti. Mart ayında ise Baltık bölgesinde tarım işçilerinin grevleri ortaya çıktı. 1905 ilkbaharında ve yazında Ukrayna’da, Orta Volga boylarında ve Beyaz Rusya’da çeşitli halk hareketleri meydana geldi. Köylüler birçok yerde kurulu düzene karşı çeşitli şekillerde itirazlarını yükseltiler. Çok yüksek toprak icarlarının indirilmesini isteyen köylüler, büyük toprak sahiplerinin çiftliklerini yakıp yıkıyorlar, vergileri ödemek istemiyorlardı. 1905 Eylülüne kadar 1638 ayaklanma meydana geldi. Bu devrimci köylü hareketleri sonucunda ilk köylü siyasi örgütü olan Rus Köylü Birliği kuruldu.

Bu dönemde ordu ve donanmada silahlı ayaklanmalar da ortaya çıktı. Haziran’da Karadeniz donanmasında Potemkin zırhlısında ayaklanma çıktı. Birçok zaafına rağmen bu ayaklanma devrim açısından tarihsel öneme sahipti çünkü, ilk kez bir zırhlı devrim saflarına katılmıştı.

Devrimin büyümesinden korkan çarlık yönetimi, 6 Ağustos 1905 tarihinde Devlet Danışma Meclisi (Duma)’nin kurulduğunu açıkladı. İktidar bu manevra ile devrimi zayıflatacağını düşünmüştü. Ancak Bolşevikler bu meclisi boykot ederek kurulan tuzağı boşa çıkardılar. Çünkü, bu dönemde devrim hareketi gittikçe büyümekteydi ve bu koşullarda Duma’ya katılmak halk kitlelerinin çarlığa karşı yükselen mücadelesinin gerilemesine neden olurdu. Bu durum karşısında Duma toplanamadı ve Lenin’in belirttiği gibi, “Devrim kasırgası bu meclisi sürükleyip götürdü.”

23 Ağustos 1905’te Japonya ile yapılan anlaşma ile çarlık bu ülkeye bazı tavizler vermeyi kabul etmişti. Savaşta Japonya karşısında Rusya’nın yenilgiye uğraması sonuçta halkın çarlık yönetimine karşı nefretinin daha da artmasına neden oldu.

1905 sonbaharında devrim neredeyse bütün Rusya’yı sardı. 7 Ekim’de Moskova’da başlayan demir yolu grevi kısa sürede bütün ülkeye yayıldı. Sanayi, ticaret ve PTT işçileri de greve gittiler. Ekim ayında greve giden işçi sayısı iki milyonu aşıyordu. İşçilerin en temel sloganları; çarlık rejimini devirerek demokratik bir cumhuriyet kurmaktı.

Çarlık yönetimi devrimci mücadelenin baskısı sonucunda, 17 Ekim 1905’te, siyasi özgürlükleri tanıyacağını ve bir Devlet Yasama Meclisi (Duma) toplayacağını ilan etmek zorunda kalıyordu. Böylece işçi sınıfı, hem kendisi hem de bütün halk için, kısa süreliğine de olsa, o zamana kadar bilinmeyen söz, basın ve sendika özgürlüğünü kazanıyordu.

Çar özgürlüklerle ilgili kararnameyi yayınladıktan sonra Bolşevikler, çarlık yönetiminin bu bildiriyi yeni kuvvet toplamak için zaman kazanmak amacıyla yayınladığını açıkladılar. Çarlık devrimci mücadeleyi ezmek için monarşist Kara-yüzler çetelerini kurmaya başladı ve bu gerici katiller çok geçmeden devrimcileri, ilerici aydınları ve Yahudileri katletmeye başladılar. Devrim hareketi geliştikçe, karşı devrim cephesi daha acımasız oluyor ve daha fazla silahlanıyordu.

Bu arada liberal burjuvalar ve Menşevikler, devrimci hareketi sadece Parlamento mücadelesine dönüştürmeye çalışıyorlardı. Bolşevikler ise silahlı ayaklanmayı savunuyorlar ve buna hazırlık yapıyorlardı. İşçi savaş birlikleri kurarak bunları eğitiyorlar ve silahlandırmaya çalışıyorlardı. 17 Ekim 1905’ten sonra, devrimci hareket daha da yükselirken; o zamana kadar görülmedik düzeyde kitlesel örgütlenmeler de kuruluyordu. İşçi Temsilcileri Sovyetleri yıl sonuna kadar Moskova, Kiev, Sivastopol, Bakü dahil birçok yerde kuruldu. Petersburg Sovyet’inin ilk toplantısı 13 Ekim’de yapıldı. Öncelikleri birer grev yönetim organizması olan bu meclisler devrim sırasında kitlelerin yönlendirilmesinin çekirdekleri olmayı amaçlıyorlardı. Halk yönetiminin tohumları olmayı hedefleyen bu Sovyetler; Moskova, Çita ve Novorosisk gibi şehirlerde silahlı ayaklanmanın birer nüvesi olarak da iş gördüler.

Lenin’in 1917 başında, 1905 devrimi hakkında yaptığı değerlendirmede, bu örgütlenme hakkındaki düşüncesi şu şekildeydi:

“Mücadelenin ateşi içinde ilginç bir kitle örgütü yaratıldı: ünlü İşçi Temsilcileri Konseyleri, her fabrikadan işçi temsilcilerinin meclisleri. Ve bu İşçi Temsilcileri Konseyleri Rusya’nın birçok kentinde gitgide bir Geçici Devrimci Hükümet rolünü, ayaklanmanın organları ve yöneticileri rolünü üstlendiler. Asker ve Bahriyeli Temsilcileri Konseyleri kurma ve bunları İşçi Temsilcileri Konseyleriyle birleştirme girişimlerinde bulunuldu.

Rusya’nın bazı kentleri, hükümet erkinin görevden alındığı ve İşçi Temsilcileri Konseyinin gerçekten yeni devlet gücü olarak işlev gördüğü o günlerde, çeşitli yerel ve küçük ‘Cumhuriyetler’ dönemini yaşadı. Ne yazık ki bunlar çok kısa dönemler ve çok güçsüz, çok yalıtık ‘zaferler’di.” (Lenin, Seçme Eserler, C.3,S.24, İnter Y.)

Lenin’in düşüncesine göre, bu konseyler, genel ayaklanmayı hazırlama ve yönetme işini üstlenmesi gereken başlıca organizasyonlardı. Devrim yerine uzlaşmayı seçen kuruluşlar ise bu meclisleri, bir yandan işçilerin çıkarlarını korurken diğer yandan kapitalistlerle işçiler arasında hakem kurulu gibi hareket etmesi gereken örgütlenmeler haline sokmak istiyorlardı. Bu reformist çevreler Sovyetleri devrimci iktidarın nüveleri olarak görmek istemiyorlar ve bu kuruluşların silahlı halk ayaklanmasının kurmay heyetleri durumuna yükselmelerine karşı çıkıyorlardı. Ama onların engellemelerine rağmen bu meclisler Petersburg ve Moskova gibi şehirlerde kendi devrimci inisiyatifleriyle yerel bültenlerini yayınlamaya başlayarak basın özgürlüğünü fiilen hayata geçirmeye başlamışlardı.

Bu dönemde yarı gizli bir hayat sürdüren Bolşevikler, günlük gazeteleri Novaya Jizn (Yeni Hayat)’ı legal olarak yayınlayarak basın özgürlüğünü ele geçirdiler. “Rusya tarihinde ilk kez, devrimci gazeteler Petersburg ve öteki kentlerde serbestçe çıktı. Tek başına Petersburg’da, 50-100 bin baskı yapan üç günlük sosyal-demokrat gazete vardı.” (Lenin, Seçme Eserler, C.3, S.24, İnter Y.)

Burada üzerinde durulması gereken önemli nokta; Rusya’nın bazı kentlerinde hükümetin görevine son verilerek İşçi Temsilcileri Konseyinin yerel hükümetler olarak görev yapmaya başlamalarıdır. Bu girişimler her ne kadar güçsüz ve kısa ömürlü de olsalar gelecekteki işçi iktidarının küçük ama önemli denemeleri olarak tarihe geçtiler.

Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisi’nin 3. Kongresinde ortaya attığı temel şiarlardan biri de sekiz saatlik işgününü zorla yerleştirmekti. İşçilerin haklı taleplerinden biri olan bu parola, kitlelerin devrimci girişimlerini her yere yayarak işçilerin doğrudan ayaklanmaya kalkışmalarını sağlamak için ortaya atılmış taktiksel öneme sahip vasıtalardan biriydi. 29 Ekim 1905 tarihinde, Petersburg İşçi Temsilcileri Konseyi sekiz saatlik işgününü fabrikalarda uygulamaya karar verdi. Artık Lenin’in dediği gibi “Proletarya hareketin ta başında yürüyordu.” Lenin devamla devrimin yolunu net bir şekilde çiziyordu. “Önüne sekiz saatlik işgününü devrimci yoldan elde etme görevini koymuştu. O günlerde Petersburg proletaryasının savaş şiarı şuydu: ‘Sekiz saatlik işgünü ve silah!’ Çünkü gittikçe artan sayıda işçi için, devrimin kaderini ancak silahlı mücadelenin belirleyebileceği ve belirleyeceği açıktı.” (Lenin, age, S.24)

1905 Kasımında sığındığı İsviçre’den Rusya’ya dönen Lenin, ayaklanmayı hazırlayan Bolşeviklerin başına geçti. Bu sıcak günlerde devrimin kitle temelini genişletmeyi ve güçlendirmeyi esas almış olan Lenin, bu durumun gerçekleşebilmesi için devrimi köylere yaymaya çalışıyordu. Köylülerin büyük toprak sahiplerine karşı giriştiği mücadele, işçilerin devrimci mücadelesiyle gittikçe daha fazla kucaklaşıyordu. 1905 yılının Ekim-Aralık aylarında meydana gelen köylü ayaklanmaları hakkında Lenin’in düşüncesi şöyledir:

“Köylü hareketi 1905 güzünde daha büyük boyutlara ulaştı. Tüm ülkedeki kazaların üçte birinden fazlasında o dönemde ‘köylü huzursuzlukları’ ve doğrudan köylü isyanları kaydedildi. Köylüler yaklaşık iki bin çiftliği yakıp, soylu haydutların halktan çaldıkları yiyecek maddelerini aralarında paylaştılar.

Ne yazık ki bu çok adamakıllı bir çalışma değildi! Ne yazık ki köylüler o günlerde soylu çiftliklerinin sadece onbeşte birini, yani feodal büyük toprak mülkiyeti rezaletini Rus toprağının yüzünden tamamen silmek için yok etmeleri gerekenin sadece onbeşte birini yok ettiler. Ne yazık ki köylüler de çok parçalanmış, çok dağınık ve çok az saldırganca davrandılar, ve devrimin yenilgisinin temel nedenlerinden biri buydu.” (Lenin, age, S.24-25)

Bu arada Rus işçilerinin ve köylülerinin devrimci eylemleri çarlık ordusunda ve donanmasında derin bir etki uyandırmıştı. Petersburg’da, Kronstat’ta, Kiev’de, Harkof’da, Bakü’de, Aşkabat’ta, Vladivosk’ta, Taşkent’te, kara ve deniz askerleri arasında birçok olay, kalkışma meydana geldi. En önemlisi de Sivastopol’da meydana gelendi. Burada 11-15 Kasım tarihlerinde beş gün isyan sürdü. Bu dağınık eylemler çarlığa bağlı kalan birliklerce bastırıldılar.

Lenin’in 1905 devriminin yenilgisinin nedenlerinden biri olarak köylü hareketlerinin yetersizliğini göstermesi bu kesim ile işçi sınıfının ittifakına verdiği önemi ortaya koyar. Lenin, emperyalizm çağında burjuvazinin devrimin başına geçebilecek özelliklerini yitirdiğini, proletarya ile var olan çelişkisinin 1789, 1848 ve 1871’den daha derin olduğunu ve bu nedenle proletarya devriminden daha fazla korkar hale geldiğini ve kendisini gericiliğin kucağına atarak burjuva devrimini yarı yolda bıraktığını ifade eder. Bu arada Batılı tekelci kapitalistlerin de proletaryadan korktukları için Çarı desteklediklerini ifade etmeliyiz.

Bu devrim döneminde Rusya’nın ezilen halkları içinde kurtuluş hareketlerinin de yükselmeye başladığını da belirtmeliyiz. O dönemde Rusya nüfusunun yarıdan fazlasının (yüzde 57) ulusal baskı altında olduğunu Lenin ifade etmektedir. Örneğin o yıllarda Rusya’daki Müslümanların sayısı onlarca milyonu buluyordu ve bu Müslümanlar devrim döneminde büyük bir hızla Müslümanlar Birliğini örgütlediler.

Rusya’da gelişen 1905 işçi hareketiyle bağlantılı olarak ulusal kurtuluş hareketinin nasıl geliştiğini anlamak için Lenin’in verdiği Polonya örneğinde(Polonya o dönemde Rus hegemonyası altındadır) Ortaokul öğrencilerinin taleplerine bakmak ilginçtir:

“1-Bütün ortaokullar İşçi Temsilcileri Sovyetine bağlansın; 2-okul salonlarında öğrenci ve işçiler ortak toplantı yapabilsin; 3-yakında kurulacak proleter cumhuriyete aidiyetin göstermek için liselerde kırmızı gömlek giyilsin”…(Lenin, age, s.25)

Bu arada Karl Kaustky’nin 1902 yılında ortaya attığı görüş 1905 Rus devriminde doğrulanıyordu. Kaustky “Sosyal Devrim” hakkındaki yazısında şöyle diyordu:

“… Gelecek devrim… hükümete karşı ani bir ayaklanmadan çok, uzun süreli bir içsavaşa benzeyecektir…”

Lenin yukarıda adı geçen makalesinde Kaustky’in bu tespitini doğrular ve “Öyle de oldu!” der. (Lenin, age, s.25)

Bu “uzun süreli içsavaş” tespiti sürgit düz bir süreç olarak değil de kesintili ama zaman zaman alevlenen, zaman zaman da küllenen ama, alttan alta hep canlı kalan bir süreç olarak ele alınırsa, günümüzde de üzerinde durulması gereken bir olgu olarak ele alınabilir. 31 Mayıs halk hareketinin geleceğine de bu gözle bakılabilir.

1905 devriminin zirvesi Moskova’daki Aralık ayaklanmasıdır. Moskova Sovyeti’nin çağrısı ile başlatılan genel grevin ayaklanmaya dönüşmesi şeklinde gelişen bu hareket 400 sanayi kuruluşunda yüz bin işçinin grev ilanı ile meydana geldi.9 Aralık günü işçilerle çarlık ordusunun askerleri arasında barikat savaşları başladı. Bu ayaklanmada Sayıları sekiz binden fazla olmayan örgütlü ama silah yönünden zayıf olan işçiler dokuz gün çarlık hükümetine karşı Moskova sokaklarında direndi. Moskova’daki askeri birliklere güvenmeyen çarlık Petersburg’tan getirdiği askerlere ayaklanmayı bastırttı. Burjuvazi, her zaman yaptığı gibi, bu önemli ayaklanmayı “yapay” bir şey olarak yaftalayıp alaya almaya çalışmaktan geri durmadı.

Bu ayaklanmanın en önemli zaafları; işçilerin genel bir mücadele planlarının olmaması ve mücadeleyi tek elden yönetecek merkezlerinin yedekli olarak bulunmamasıydı. Nitekim Moskova Bolşevik komitesi üyeleri yakalanınca eylem bundan büyük zarar gördü. Bir diğer zaaf ise hareketin başında kararsızlık içinde olan askerleri ayaklanmacıların kendi saflarına çekme konusunda gereken iradeyi ortaya koyamamış olmalarıdır.

1905 sonunda Rusya’nın birçok yerinde silahlı işçi ayaklanmaları meydana geldi. Ama bu hareketlerin tamamı teşkilatlanmadan yoksundu, ne aralarında bir bağ vardı ne de eşzamanlı hareket ediyorlardı. Mücadele eden grupların savaşçıları sayıca azdı ve iyi bir şekilde silahlanmış değillerdi. Bildikleri tek mücadele şekli savunma taktiği olan işçilerin mücadeleye ilk katılan bölümleri yorulduktan sonra başka işçiler isyana destek vermeye başlamıştı ve bu durum topyekun saldırıya kalkışmalarını engelliyordu. Ayrıca eylemciler tereddüt içindeki askerleri yanlarına çekme konusunda kararlı davranamamışlardı. Diğer yandan bazı Sovyetlerin ve grev komitelerinin yönetimini ele geçirmiş olan Menşevikler ve Sosyal-Devrimciler oportünist taktikler güttükleri için isyan hareketinin başarısızlığında rol oynadılar. Menşevikler, devrimi geliştirmek yerine uzlaştırıcı taktikler geliştirerek hareketi baltalamışlardır. Köylülerin harekete katılmasına karşı çıkmakla kalmamışlar, işçiler arasında ayrılık tohumları saçarak işçi sınıfının mücadele üzerinde hakimiyet kurmasına engel olmuşlardır.

Köylülerin devrim içindeki zaaflarına gelince, onların mücadeleleri kendiliğinden ve dağınıktı. Üzerinde Sosyal-Devrimcilerin etkisi fazla olan Köylüler, büyük toprak sahiplerine karşı savaştıkları halde çarlığa karşı çıkmakta tereddüt gösteriyorlar ve toprağı bu şekilde elde edebileceklerini sanıyorlardı. Daha çok köylülerden oluşan ordunun tavrını belirleyen de bu anlayış oldu. Bu nedenle ordu devrim hareketine çoğunlukla katılmamış ve isyanı bastırmada etkili olmuştur. Bütün bu olumsuzluklar, Moskova ayaklanmasının, diğer bölge ve alanlardaki hareketlerin ezilmesinde rol oynadı.

Aralık ayaklanmasının bastırılmasıyla devrim çizgisinde gerileme başlar. Proletarya bundan sonra da devrimin geri gidişini tersine çevirmeye kalkışmışsa da başarılı olamaz.

1906 ilkbaharında ve yazında köylü hareketi yükselişe geçer, orduda ve donanmada yine karışıklıklar olur ama 1905’teki seviyesine ulaşamaz.

Bu arada Batılı emperyalistler de devrimin Avrupa’ya sıçramasından korktukları için bunun ezilmesinde çarlığa yardım etmişlerdir. Mesela 1906 yılında Fransız bankaları çar hükümetine 843 milyon ruble borç vermiştir.(A. Fadeyef, E. Çerminski, G. Golikof; Sovyetler Birliğinde Sosyalizmin Kuruluşu, s.71, 1966, Payel Yayınevi)

1905 Rus devriminin tarihsel açıdan önemine gelince; coğrafi bakımdan hem bir Asya hem de Avrupa ülkesi olan Rusya’da ortaya çıkan bu devrim, Avrupa’nın en geri ve en büyük ülkesini derin uykusundan uyandırmakla kalmamış; önderliği ele geçiren proletaryanın mücadelesi ile yepyeni bir halk yaratılmıştır. Devrim yılları, işçiler ve köylüler için daha önce eşi görülmedik bir şekilde çok değerli pratik-siyasi eğitim dönemi olmuştur. Çarlığın “sınıflar üstü” görüntüsü kırılmış ve liberal burjuvazinin halk üzerindeki etkinliği zayıflatılmıştır. Bu devrimin en önemli sonuçlarından biri de, işçi-köylü ittifakının kurulması yönünde çok esaslı gelişmelerin sağlanması ve bunun kadar önemli olan diğer bir sonuç ise devrimin işçi sınıfına halk hareketinin öncülüğünü kazandırmış olmasıdır. Bu sonuç, emperyalizm çağında işçi sınıfının demokratik devrime öncülük edeceğini açıkça ortaya koymuştur. Bu dönemde ortaya çıkan Sovyetler ile işçi sınıfı yeni devrimci yönetimin tohumlarını savurmaya başlamış ve 1917 devriminin temelini atmıştır.

Bununla da kalmamış, Rus devrimi Asya’yı da harekete geçirmiştir. “Türkiye, İran ve Çin’deki devrimler, 1905 yılındaki muazzam ayaklanışın derin izler bıraktığını ve yüzlerce ve yüzlerce milyon insanın ilerlemesindeki etkilerinin silinmez olduğunu kanıtlamaktadır.” (Lenin, age, s.27)

Lenin’in Türk devrimi olarak kastettiği hareket 1908 devrimidir. Lenin 1917 yılının başında Zürih’te yaptığı bu konuşmada Avrupa’da proleter devrimlerinin ortaya çıkacağını ifade eder ve bu devrimlerde gençliğe olan güvenini ortaya koyar.

“Biz yaşlılar belki gelecekteki devrimin bu tayin edici savaşlarını göremeyeceğiz. Fakat ben, İsviçre’de ve bütün dünyada sosyalist hareket içinde böylesine mükemmel biçimde çalışan gençliğin, gelecek proleter devrimde sadece savaşmak değil, aynı zamanda zafer kazanmak mutluluğunu da yaşayacağına olan umudumu büyük bir güvenle ifade edebileceğime inanıyorum” (Lenin, age, s.29)

Evet, biz de günümüzün mücadeleci gençliğine güveniyoruz. Bir basit çıkışı süratle muazzam bir devrimci mücadeleye dönüştürme yeteneğine sahip olduğunu ispat eden bu devrimci gençliğe güveniyoruz ve inanıyoruz.

Devrimci yolunuz (yolumuz) açık olsun…

Mehmet Ali Yılmaz

 

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir