EMPERYALİZMİN DEĞİŞEN İTTİFAKLAR STRATEJİSİ
Ve
ORTADOĞU JEOPOLİTİĞİNDE KAYMA
Suriye’de çıkarılan iç savaşa Rusya’nın –neredeyse son anda- müdahale etmesiyle “doğal seyrinden” çıkarılan süreç, ülkemizi de içine alacak şekilde, emperyalizmin bölgesel ittifaklar stratejisini değiştirmek yoluyla duruma müdahele etmek zorunda kaldığı yeni bir aşamaya ulaşmıştır. Son olarak Katar krizi ve ABD Başkanı D. Trump’ın Suudi Arabistan ziyareti vesilesiyle imzalanan devasa silah satışı anlaşmasını, daha önceki “Yeni Bir Güçler Dizilişine Doğru mu?” başlıklı yazıda kısaca tartışmaya çalışmıştık. [1] Emperyalizmin mihrakının özellikle 1970’lerden beri Ortadoğu olduğunu kasıtlı olarak anlamamakta ısrar eden ve bu kanlı paylaşım mücadelesine eklemlenerek “sol” (!) bir siyaset türetmeye çalışan politik hareketlerin “şaşkınlıkları”, şaşkınlık bile asgari bir bilinç düzeyi gerektirdiği için olsa gerek, yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamaktadır. Emperyalizm, bölgede ulus-devlet temelinde örgütlenerek bir hegemonya projesi üreten, böylece bir arada yaşayan halkları belirli bir merkezî pazarın etrafında kenetleyen yönetimleri aşamalı olarak tasfiye etmektedir. Sovyetler Birliği “tehdidinin” ortadan kalkmasının ardından önce komünist partiler ile anti-emperyalist nitelikli devrimci hareketler ideolojik-politik olarak çözülmüş, yine bu kaynaktan beslenen BAAS rejimleri çökertilmiş, emperyalizmin küresel hegemonyasının gerektirdiği bölgesel stratejilerle uyuşmayan hükümetler devrilerek orta büyüklükteki devletlerin kontrol ettiği geniş bir coğrafya tedricen parçalanmıştır. Rusya’nın Suriye’deki duruma askerî müdahalesi, “Büyük Ortadoğu Projesi” olarak bilinen böl-parçala-yönet stratejisine kritik bir zamanda darbe indirmiştir. Ancak güçler eşitsiz olarak dağıldığından emperyalizme direniş bakımından yalnızca “zaman kazandırıcı” bir hamle olmuştur. Rusya ve Çin şu anda Asya-Pasifik başta olmak üzere Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Afrika’da ekonomik-politik-askerî karşı hamleleri yaşama geçirmeye çalışmaktadır.
Ekonomik çelişkiler süreç içerisinde politik ve giderek askerî çatışma biçimlerine dönüşerek siyasetin yoğunlaşmış bir biçimi haline gelir. Bu genel bir kuraldır. Tarih ve coğrafya ise çatışmanın seyrini doğrudan etkiler. Mevcut çelişkilerin gelişmesiyle birlikte savaş dışı çözüm yolunun imkânsızlaşması, Ortadoğu’da “kaçınılmaz bir biçimde” yeni çatışmaları ve savaşları tetikleyecektir. ABD’nin Suudi Arabistan ile petro-dolar üzerinden kurduğu ilişki, doların evrensel para birimi olarak hâkimiyetini devam ettirmek, Mısır ile Birleşik Arap Emirlikleri’ni de sürece dâhil ederek İsrail’e dayanan bir Yemen-İran-Suriye ve kısmen Irak-Türkiye-Rusya karşıtı bir cephe kurmak amacına yöneliktir. Bu bakımdan ABD’nin bölgesel ve küresel stratejisi arasında bir tutarlılık ve bu amaçla yoğunlaştırdığı güçler arasında bir uyum bulunmaktadır. Bunun gayet iyi düşünülmüş ve ABD tarafından finanse edilebilir bir model olduğunu söylemek mümkündür. Buna karşılık Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti, emperyalist tehdit altındaki ülkelerde alternatif bir yardımlaşma ağı örmeye çalışmaktadır.
Daha önceki yazılarda da ifade edildiği gibi Ortadoğu’daki karmaşık ve çatışmalı güç ilişkilerinin kristalize olduğu ülkelerin başında Lübnan gelmektedir. Bölgedeki her büyük değişiklik, tarihsel, coğrafî ve demografik koşulları nedeniyle önce Lübnan’ve Filistin’de belirti vermektedir. Lübnan’ın çevresindeki güçlere aşırı bağımlılığı, etnik ve dinsel anlamda fazlaca parçalanmış olması ve İsrail’e coğrafî yakınlığı onu potansiyel bir cephe ülkesi haline getirmektedir. Bu bakımdan, babası da bir suikast sonucu öldürülen Saad Hariri’nin, Suudi Arabistan’ın yeni bölgesel stratejiye eklemlenmesinin akabinde istifaya zorlanması ve bir hükümet krizi çıkarılmasına şaşırmamak gerekir. Suudi Arabistan aracılığıyla yaşama geçirilen bu hamle, Lübnan’da tam bir hegemonya kurmuş olan İran yanlısı Hizbullah’ın İsrail’e tehdit oluşturmaması için yapılacak bir dizi girişimin ilk adımı olarak okunabilir. İran’ın bölgesel etkisini kırmak için öne İran ile işbirliği yapan gruplar güçsüz düşürülerek yerine İsrail ile işbirliği yapabilecek hareketler desteklenmelidir. Bu bakımdan Barzani referandumunda açılan ve bölgesel bir destek ihtiyacını temsil eden İsrail bayrağı tesadüf olmadığı gibi, Barzanî’nin ABD tarafından “ortada bırakılması” ve “işbirlikçi” ilan edilmesi suretiyle “Rojava modelinin” önünün açılması da tesadüf olarak anlaşılamaz.
D. Trump’ın Vietnam’ı da kapsayan “ironik” gezisiyle aynı anda ABD Donanması’nın 2007’den bu yana üç uçak gemisini buluşturan ilk kapsamlı deniz tatbikatını başlatması açık bir meydan okuma olarak anlaşılmalıdır. ABD 7. Filosu’ndan yapılan açıklamada, USS Ronald Reagan, USS Nimitz ve USS Theodore Roosevelt uçak gemilerinin uluslararası sularda koordineli tatbikat düzenleyeceği belirtilmiştir. Asya-Pasifik’te Hindistan ile Çin’in sistemli olarak artan deniz gücü ve bu güce objektif olarak dayanan Kuzey Kore’nin Japonya’yı tehdidi, ABD’yi bölgeden tecrit edebilecek ölçüde ciddi bir tehlikedir. Eş zamanlı olarak “ABD Ulusal Arşivleri” Vietnam’daki “Uçuş Görevleri” nin görüntü kaydını yayınlayarak tehdidin dozajını yükseltmiştir. Bu kayıtlarda napalm yüklü bombardıman uçakları Vietnam’ı yakıp küle çevirmektedir.
ABD ile Rusya bir yandan gerilimi düşürmek için her fırsatta niyet beyan etmekte diğer yandan birbirinin zayıf noktasını kollamaktadır. NATO’da ABD’nin en yakın müttefiki olan İngiltere, Rusya’nın Karadeniz’de artan etkinliğine karşı Romanya’ya savaş uçakları göndereceğini, savunma bakanı Williamson’un ağzından açıkça ilan etmiştir. NATO, eski Kuzey ve Doğu kanadında art arda tatbikat yaparken ABD ve Rusya karşılıklı olarak orta menzilli nükleer füze anlaşmasından çekilme tehdidi savurmaktadır. ABD Strateji Komutanlığı (STRATCOM) Sözcüsü Brian Maguire, ülkesinin yakın zamanda “Global Thunder” adlı stratejik nükleer kuvvetler tatbikatına başlayacağını, START-3 anlaşması gereğince Rusya’ya bildirdiklerini ilan etmiştir. Rusya, Sovyetler Birliği’nden kalma füze stoklarının yüzde yetmişini modernize ettiğini, yeni bir balistik füze üzerinde başarılı denemeler yaptığını açıklamaktadır. ABD ise askerî amaçlı düşman uydularını ve atmosfer dışına çıkabilen kıtalararası füzeleri yok etmek için girişilen bir dizi uzay projesinin gündemde olduğunu bildirmektedir.
Gelişmekte olan konjönktürle birlikte ABD’nin, NATO’nun Soğuk Savaş konsepti üzerine kurduğu ilişkileri yeniden düzenleyerek, Rusya ve Çin karşıtı bir hegemonya projesine uygun ittifaklara yönelmekte olduğu açıktır. Bu yeni konjönktürde de ülkemizi yönetenlerin tavrı, iktidarlarını yeni uluslararası güç ilişkilerine göre işlevsel kılarak tahkim etmek şeklinde ifade edebileceğimiz geleneksel egemen yönetme pratiğidir. Bunun en somut örneği de Rusya ile yapılan S-400 füze anlaşmasında görülmektedir. NATO’nun, ABD Hava Kuvvetleri Komutanı Tod Walters “S-400 anlaşmasında henüz sona gelinmedi. Daha önce de söylediğimiz gibi Türkiye’de S-400 yok” diyerek aba altından sopa göstermekte, Rusya da bağımlılık ilişkilerini yeniden ve artırarak üretebilmek ve Türkiye’yi NATO’dan koparabilmek amacıyla teknoloji paylaşımına yanaşmamaktadır. Mevcut siyasal iktidar ise çaresizlik içinde NATO’nun Avrupa kanadından SAMP-T füzesi (de) alarak “ittifak” içindeki ayrılıkları körüklemekte ve bundan yararlanmaya çalışmaktadır. Buna karşılık her türlü ittifak politikalarının büyük güçlerin kontrol ettiği küresel bir denge üzerinde gerçekleşmekte olduğunun bilincine varmak gerekir. Almanya’nın ülkemizdeki yeni nesil tank üretiminin omurgasını oluşturan ALTAY modeli için motor vermemesi buna örnektir.
Büyük güçlere eklemlenerek siyaset yapmaya çalışmak ise başlı başına hatalı bir tutumdur. Bu gibi teslimiyetçi tavırlar ülkemizdeki egemen güçler için doğal ve zorunlu bir handikap olsa da toplumsal muhalefet iddiası taşıyan yapılanmalar için affedilmesi zor bir hata anlamına gelmektedir. Eşitsiz ittifak ilişkilerinin aynı zamanda bağımlılık ilişkileri anlamına geldiği unutulmamalıdır. Bunun en somut örneği, ülkemizin 1945 sonrası dâhil olduğu yeni sömürgeci ilişkiler çerçevesinde yaşadığı acı tecrübelerdir. Güç ilişkilerinin yarattığı çatlaklardan sızmak ile bu güçlere “yamanmak” birbirinden çok farklı iki tutumdur. Ülkemiz pratiğinde ne yazık ki bu ikisinin birbirine sıkça karıştırıldığı görülmektedir.
Gelişmekte olan süreçte ortaya çıkacak ittifaklar manzumesinin ülke ve bölge halklarının önüne koyacağı yeni ve ağır sorunların, emperyalizmin burnumuzun dibinde cereyan eden kanlı savaşlarının bilançosu iyice bilince çıkarılarak ve gerçekler halkımıza usanmadan anlatılarak aşılması gerekmektedir.
[1] http://www.anafikir.gen.tr/yeni-bir-gucler-dizilisine-dogru-mu-onur-aydemir/