EMPERYALİZMİN GÜNCELLİĞİ I
MESELELERİ MESELE ETMEZSENİZ ORTADA MESELE KALMAZ[1]
Geçenlerde bir arkadaşla konuşurken, “emperyalizm emperyalizm, başka bir şey bilmez misin sen” gibi bir tepkiye muhattap oldum. Aslında bu ilk değildi. Daha önce de, “hep amerikan oyunları bunlar demi” ya da “amma da komplocusun birader” gibi tepkilere de maruz kalmışlığım vardır.
Kimi beyinlerin komplo teorilerine yatkınlığı olduğu doğrudur. Bunun kişisel yaşamdaki derin hayal kırıklıkları ve travmalar sonucu gelişen paranoya belirtileriyle ilgisi olduğu da bir gerçektir. Ancak toplumsal olayları açıklarken böyle kişisel, psikolojik verilerden hareket etmenin pek de yerinde olmadığını düşünürüm ben.
Yıllardır emperyalizme karşı olmanın ülkemiz solunda pek de muteber olmadığı açık. Emperyalizm bile bir bakıma “demode” bir kavram olarak görünüyor günümüzde. Bunun yerine “ABD hegemonyası” ya da “karşılıklı bağımlılık” gibi kavramlar/tezler öneriliyor. Hiç unutmam, ismi lazım değil bir hocam, ABD Emperyalizminden söz ettiğimde bana bıyık altından gülmüş, bu ifademi de sanırım cehaletime vermişti. O dönem Muammer Kaddafi yeni öldürülmüş, “Ne yani, bırakalım da diktatörler yerinde mi otursun” gibi bir sözle muhattap olmuştum. Geçmiş gün, ne cevap verdiğimi hatırlamıyorum. Her halükarda ironik bir cevap olduğu kesindir.
Bir başka tavır da emperyalizmden söz edenleri “ulusalcı, milliyetçi” ve dahi “yabancı düşmanı” olarak görmektir. Anti-emperyalistleri yabancı düşmanı, Amerikalı düşmanı, Türk milliyetçisi zanneden çok insanla karşılaştım. Bunların önemli bir bölümü de solcuydu, ya da öyle görüyordu kendini. Hatta bazısı Mahir Çayan’ın, Deniz Gezmiş’in adını da dilinden düşürmüyordu.
Böyle durumlarda, geriye kısa bir dönüşle, dinlediğim türkülerden, okuduğum kitaplardan, tanıdığım insanlardan, kısaca şu sınırlı yaşam deneyimimde aklımın imbiğinden ne geçirdiysem ona bir bakarım. “Emperyalizm içsel bir olgudur”, “Bağımsız Türkiye”, “Stratejik hedefimiz anti-emperyalist, anti-oligarşik devrimdir” şiarları kulaklarımda çınlar. Zaman tüneli beni 6. Filo eylemlerine, Vedat Demircioğlu’na, Taylan Özgür’lere geri götürür.
Başka türlü ihtimaller gözden yitip gidince insan kendini zaman tünellerinde dolaşarak mutlu kılıyor belki de…
Günümüzde ülkemizin içinde bulunduğu güç koşulları yalnızca ülkemizdeki iç hesaplaşmalarla açıklamaya çalışırsanız, kendinizi benim içimde bulduğum zaman tünelinden çok başka tünellerde, ama çok daha karanlık, çıkışsız dehlizlerde bulmanız olasıdır, bunu da belirtmeden geçemeyeceğim.
Örneğin emperyalizme karşı mücadele çizgisini önemsemez, ülkenin bütün siyasetini kendinden menkul bir “otoriterleşme eğilimi” ile, “mazlumlar zalim olur” şiarıyla açıklamaya çalışırsanız, bu parlak laflarla varıp dayanacağınız yer yeni diktatörlerin, yeni zalimlerin çöplüğü olur.
Bir başka örnek; Kürt meselesinin uluslararası bir sorun olduğunu, sorunun içinde sizin sandığınızdan çok daha fazla sayıda bileşen, aktör, unsur, eleman, adına ne derseniz deyin bulunduğunu, mevcut konjonktürün yalnızca ülkemizin politik gel-gitleriyle, iktidar kliklerinin hesaplaşmalarıyla açıklanamayacağını ve üstelik çözülemeyeceğini anlamamışsanız, cephenizi yanlış seçer, fahiş hatalar yaparsınız.
Dün de bugün de ülkemizin yaşadığı çıkmazların çoğunda, büyük sorunların ise tamamında, emperyalizmle bağımlılık ilişkilerinin yarattığı karmaşık dolayım ilişkilerinin belirleyici etkisi bulunmaktadır. Bu temel dinamikle mücadele etmeden Türkiye’nin sorunlarının çözülmesi imkân dâhilinde değildir. Çözdük, çözüyoruz dersiniz, kendinizi eğlersiniz, iki gün sonra Amerika’yı yeniden keşfetmek durumunda kalırsınız…
Sahi, günümüzde ne kadar çoktur sayıları Amerika’yı yeniden keşfedenlerin…
Bana hep söylenir, Onur ne kadar karmaşık konuşuyorsun, yazılarında ne kadar akademik dil kullanıyorsun, anlayana kadar kafamız patlıyor, sıkılıp okumayı bırakıyoruz diye…
Apaçık yazıyorum işte, emperyalizmin adını ağzına bile almayan, siyaseti gündelik mücadelelerinde pragmatik yerlerde konumlandıran, popülizmi dil haline getirenleri ciddiye almıyorum. Ciddiye almıyorum, üstüne üstlük kitlelerin beynini iğfal ettikleri için onları ciddiye almamanın ülkemiz için hayırlı bir iş olduğunu da düşünüyorum.
Bu ülkede emperyalizme karşı tavır alamayan, onun yarattığı politik ilişki biçimlerini yıkmayı, yerine devrimci ve bağımsızlıkçı ilişkileri geçirmeyi hedeflemeyen kişilere/kurumlara/yapılara bırakın solcu, demokrat bile demiyorum.
Bir de…ah şu milliyetçilik meselesi var. Ne kadar ucuz bir argüman, kanlı canlı sahici bir faşizmin geleceği şu koşullarda gerçek faşistlerle uğraşmayı bırakıp kendi gibi düşünmeyen solculara milliyetçi diyerek ortalığı terörize etmek…
Ülkemizde ABD emperyalizminin her türlü ekonomik, siyasal, askerî araçları var. Bu araçlara karşı çıkmak, bağımsızlık içinde bir arada yaşamak isteği, “kendi sorunlarımızı kendimiz çözeriz hem de çok da iyi çözeriz” demek milliyetçilikse eğer, ben bu milliyetçiliği kabul ediyorum. Ama eğer “senin memleket nere, şuraysa bizdensin” demek solculuksa, böyle solculuğu kabul etmiyorum, etmek de istemiyorum.
Ortadoğu gibi şiddetin ve ölümün kol gezdiği bir coğrafyada ABD emperyalizminin sırtından tüfek atanlar, bir İncirlik üssünün pazarlık masasına sürülmesiyle eşekten düşmüş karpuza dönüyor ve hemen o an barış’ı hatırlıyorsa, kimin milliyetçi kimin solcu kimin şucu bucu olduğunu yeniden düşünmenin vakti gelmiş demektir. Bu iğrenç pazarlıkların herhangi bir yanında yer almak solculuk değil, işbirlikçiliktir, bu da böyle biline…
Biz solculuğu özgürlük, eşitlik, kardeşlik, bağımsızlık, yurtseverlik, haksızlığa karşı ortak bir hissiyat olarak öğrendik. Teorisi, ekonomisi, siyaseti sonradan geldi. Bugünkü hemşericilik, etnikçilik, yobazizm, hele solculuk adına yapılırsa, bana öyle ilkel, öyle iğrenç görünüyor ki…
Şunu anlıyorum artık, ABD’nin zaferi solcuların teslimiyetçiliği ve kuyrukçuluğuyla mümkün. Bütün dünyayı böyle teslim almadılar mı zaten…
Jean Cormier’in Che Guevara’sı, Erdal Öz’ün Gülünün Solduğu Akşam’ı, romanıyla şiiriyle yaşantısıyla içerdiği inanılmaz etik tavır ve insanî değerlerinden geçerek, bambaşka bir var oluşun kıyısındaki insanlığın duruşundan etkilenenler, üzgünüz. Bu dünyada size (ya da bize) yer yok. Bu dünya başkalarının dünyası. Ama bizim dünyamız olamaz artık…
Onur Aydemir
[1] İfade S. Demirel’e ait.