Emperyalizmin Güncelliği IV: Onur Aydemir

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

EMPERYALİZMİN GÜNCELLİĞİ IV:

KAVRAM TAHRİFATI

 

Yakın zamanda National Geographic dergisinin Türkiye edisyonunun da yer aldığı internet sitesinde ilgimi çeken bir haberle karşılaştım. Bilimsel bir araştırmayı konu edinen haberin başlığı aynen şöyle: “Martılar Vahşet Dolu bir Avlanma Taktiği Geliştirdi”. Taktik-geliştirmek ifadeleri bana ister istemez bilinçli-kolektif bir çabayı çağrıştırdığı için haberin geri kalanını da aynı merakla okumaya devam ettim ve büsbütün ilginç bir olayla karşılaştığımı anladım. Haberin içeriğinde şöyle deniyordu [1]:

“Namibya’nın deniz kıyısındaki Dorob Ulusal Parkı’nda geçtiğimiz 15 yıl boyunca gözlem yapan bilim insanları, yaklaşık 500 yosun martısı (Larus dominicanus) saldırısında kuşların, yeni doğmuş Kap kürklü fok yavrularının gözlerini çıkarmaya çalıştığını gözlemledi.
Kör fok yavruları diğer foklardan yardım alamıyor ve böylece kuşların saldırılarına çok daha açık hale geliyor. Bunu fark eden martılar da fok yavrularının önce gözlerini çıkarmanın avlanırken işlerini epey kolaylaştırdığını öğrenmiş. Namibya’daki araştırmaya başkanlık eden ve Kanada, Ottawa’daki Carleton Üniversitesi’nde araştırmacı olan Austin Gallagher, “Martıların bu davranışı bizler için vahşet içerse de bilim açısından oldukça yeni bir buluş,” diyor.”

Bu araştırma beni uzun süre düşündürdü. Doğa bilimlerinden doğrudan doğruya toplumsal ilişkiler alanına aktarma yapmak, hepsi de bence önemli sebeplerden dolayı mesafeli yaklaştığım bir tarzdır. Ancak yeri geldiğinde ve bağlantılar doğru kurulduğu sürece kimi örnekler oldukça manidar olabiliyor. Martıların avlanmak için kurbanların gözünü çıkarması ve onları topluluğun geri kalanından tecrit etmesi, tahakkümün ve şiddetin kuruluşunda kritik bir işlev görüyor. Bu yöntemin işe yaradığını tecrübeyle gören martılar ise bunu bir davranış biçimi haline getirerek süreklileştiriyor. Sonunda bunu sonuç alıcı bir avlanma taktiği olarak kullanmaya başlıyorlar.

Kapitalist üretim ilişkilerinin şu ya da bu şekilde koşulladığı biz insanlar için durum çok mu farklı sanki? Mümkün olabilecek en geniş paydada, yaşamını sürdürebilmek için sermaye sahibine kendini kiralamak zorunda bırakılmak paydasında, bir başka ifadeyle bütün diğer çelişkileri üst-belirleyen üretimin toplumsal karakteri ile onu sağlayan araçların belirli ellerde toplanması denkleminde bırakılan insanlar, nasıl oluyor da ortaklaşabilecekleri, yardımlaşabilecekleri onca gerçek sorun, değer, amaç ve yaşam pratiği dururken birbirlerinin boğazını sıkabilecek hale gelebiliyorlar?

Bu sorunun yanıtı biraz da yukarıdaki martı ve fok yavruları örneğinde gizli sanırım. Gözleri kör edilen insanlar, kendilerini karanlık bir evrenin ortasında yapayalnız buluyor. Ortak hareket etme, karşı koyma perspektifi kalmayınca, herkes kendi evreninde avcıya karşı umutsuz, çaresiz, acınası bir çaba içine giriyor. Kaçınılmaz sonuç ise, bilinçli avcıya bilinçsiz bir av olmak biçiminde ortaya çıkıyor.

Bana kalırsa düşünce üreten ve kendisini içinde yaşadığı toplumsallığın bir parçası olarak düşünen her insan için kavramlar, en az yukarıdaki örnekte verilen göz örneğinin niteliği kadar önemlidir. Kavramlar gözlerimizdir, onlarla görürüz. Asgari düzeyde üzerinde uzlaşılmış, berraklaştırılmış kavramlar-kavram kümeleri olmaksızın tutarlı bir akıl yürütmekten söz edilemez. Bu bakımdan kavram üzerinde yapılacak mücadele, aslında ideolojik-politik mücadelenin gerekli koşullarından biridir. Zira kavram aynı zamanda olgunun kuramıdır. Olgunun kendi tarihselliği içinde yüklendiği bütün anlamların sentezini ve günümüzde aldığı nesnelliği doğru saptamadan, onun bir parçası olduğu toplumsal ilişkiler bütününü sağlıklı kavramamız, ondan sonuçlar çıkarmamız ve bilinçli-iradi olarak değiştirmeye çalışmamız söz konusu olamaz.

Bir de martılar var tabi… Günümüz dünyasının en büyük meselelerinden biri, kavramlar üzerinde yapılan mücadelede “martıların” zaferidir. Özellikle dünya çapında yükselen ve kapitalizmin ideolojik-askerî-siyasal “üstünlüğü”nden ayrı olarak ele alınamayacak postmodern düşünsel iklim içerisinde, insanlığın yüzyıllardır entelektüel mirasına eklediği, her biri uzun tarihsel gerilimler ve mücadelelerle yüklü kavramlar yoğun biçimde tahrif edilmektedir. Bu tahrifat, günümüzde emperyalizmin ideolojik hegemonyasını kurması ve dolayısıyla olası karşıt güçlerin üzerinde ortaklaşabilecekleri düşünsel zemini kayganlaştırması bakımından stratejik öneme sahiptir. Toplumcu mücadelenin amaç ve hedeflerinin bulanıklaştırılması, politik program ve planlama yapmanın imkânsız hale getirilmesi, anlamlı bir tarih ve gelecek kavrayışının ortadan kaldırılması ve bu meyanda her türlü ütopyanın ilgası; giderek uygarlık dediğimiz şeyin anlamsızlaştırılarak yerini her türlü sömürü ve çürümenin olağan bir düzen olarak kendini rahatlıkla kabul ettireceği türden karanlık bir çağın alması için bilgi edinme ve doğru düşünmenin yok edilmesi gerekmektedir. Düşünmeyi yok etmek ya da var olandan başka bir düzen tahayyül edebilmenin imkânsızlaştırılması, kavramların iğdiş edilmesiyle mümkündür.

Bu kavramların ne olduğunun ve nasıl tahrif edildiğinin ayrıntılarına ilerleyen yazılarda girmeyi düşünüyorum. Ancak burada birkaç örnek vermekle yetinelim. Bunlardan en önemlisi Devlet’tir. Devlet kavramı üzerindeki “tartışma”, bu konuyu hakkıyla çalışan birkaç ciddi kuramcıyı bir kenara ayırır ve hâkim eğilim üzerinden duruma bakarsak, tam anlamıyla bir faciadır. Siyaset literatürünün belki de en önemli kavramı olan ve bütün siyaset felsefesini kendisi üzerinden okumak mümkün olan Devlet kavramının, dünya üzerindeki neo-liberal karşı saldırı dalgısıyla birlikte tartıştırıldığı düzlem tam anlamıyla bir düşünce sefaletinin bataklığını işaret etmektedir. Kısaca “bütün kötülüklerin anası devlet” şeklinde özetlenebilecek hâkim Avrupa-merkezci eğilimler de buna dahildir. Keza, insan hakları kavramı, uzun bir süredir toplumcu mücadelelerin bir parçası ve değeri olmaktan çıkartılmış, ABD ve “hür dünya” (!) nın tekelinde geri bıraktırılmış ülkelere karşı şiddet ve kaosla sonuçlanan emperyalist yayılma ve tahakkümün bir aracı haline getirilmiştir. Sivil toplum, jakobenizm, hukuk, emperyalizm, milliyetçilik, cumhuriyet, modernite, şovenizm, demokrasi devrim… Hangi birini sayalım? Aynı dili konuşmayan insanları ortak idealler ve değerler temelinde bir araya getirmeniz mümkündür, ama aynı kavramları (ve dolayısıyla aynı idealler ve değerleri) konuşmayan, benzer anlamları paylaşmayan insanları bir araya getirmeniz kesinlikle mümkün değildir.

Günümüzde emperyalizmin kurduğu son derece güçlü ideolojik hegemonyanın altında işleyen maddi güçlere karşı mücadeleyle, onun bizatihi ideolojik-politik düzlemde yürüttüğü savaşın kendisine karşı mücadele birbirinden ayrılmaz, birbirini gerektirir ve varsayar bir bütün olarak kavranmalıdır.

Onur Aydemir

[1]Martılar Vahşet Dolu Bir Avlanma Taktiği Geliştirdi”, National Geographic Türkiye. Erişim Tarihi: 20 Eylül 2015,http://www.nationalgeographic.com.tr/makale/kesfet/martilar-vahset-dolu-bir-avlanma-taktigi-gelistirdi/2554

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir