Halk neyi oylayacak?-İbrahim Ö. Kaboğlu

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu, 16 Nisan’da referanduma sunulan Tek adamcı Anayasa değişikliği hakkındaki görüşlerini “Halk neyi oylayacak?” başlığıyla dört yazı halinde Birgün gazetesinde yayınladı. Kaboğlu’nun bu yazılarını dikkatinize sunuyoruz:

 

Halk neyi oylayacak?

İBRAHİM Ö. KABOĞLU

02.03.2017

Anayasa değişikliği 16 Nisan’da kabul edilirse tarihimizin en büyük siyasal ve anayasal kırılmasına yol açacak. Bu nedenle, içeriği, çelişkileri ve yaratacağı tehlikeler göz önüne serilmeli

Anayasa değişikliği Kanunu, eğer 16 Nisan’da yüzde 50+1 oy alarak kabul edilirse, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş dahil, tarihimizin en büyük siyasal ve anayasal kırılmasına yol açacak. Bu nedenle, bu metnin içeriği, çelişkileri ve yaratacağı tehlikeler gözler önüne serilmeli; daha çok bir yazı dizisi şeklinde (2010 Anayasa değişikliği için bkz.: (…) Halk Neyi Oylayacak? , İmge 2010).

Şu soru ile başlanılabilir: Bu denli kökten değişikliğin gerekçesi ne?

Bir buçuk sayfalık ‘genel gerekçe’ hangi nedenleri öne çıkarmakta ve bunlar, ‘büyük kırılma’ için haklılaştırıcı olabilir mi? Beş başlık altında özetlenebilir:

‘TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ’ gerekçesi:

Anayasalar toplum tarafından devleti hukukla sınırlamak için hazırlanan metinlerdir. Türkiye’de tam tersine, vesayetçi zihniyete sahip elitlerce, devleti sınırlamak için değil, toplumu hizaya sokmak için hazırlanan metinlerdir.

Soru 1: Devlet için, hak ve özgürlükleri koruma ve geliştirme yükümlülüğü öngören önceki anayasalar, ne tür bir ‘toplum mühendisliği’ projesi idi?

Soru 2: Gündemdeki metin, ‘devleti hukukla sınırlamak için’ ne tür mekanizmalar öngörüyor?

‘VESAYETÇİ ANAYASA’ gerekçesi:

  1. 1961 ve 1982 Anayasaları, ‘milli iradeye, milli iradeyi kontrol eden’ bir ‘vesayet’ sistemi oluşturmuş; ‘seçimle oluşan iktidarı bölmek ve zayıflatmak düşüncesiyle hareket etmişlerdir.’

Saptama 1: Anayasa Mahkemesi, bir vesayet organı değil, Anayasa’nın üstünlüğünü sağlayan bir yargı mercii.

Saptama 2: ‘Hukukla sınırlamak’, iktidarı bölmeyi gerekli kılar; bu da erkler ayrılığı ile sağlanır.

  1. “1961 Anayasası döneminde yasama kuvveti zayıflatılmış, yürütme iktidarı da çift başlılık ve az yetki ile çalışamaz hale gelmiştir.”

Saptama 1: 1961’de TBMM, yasama yetki tekeline sahip olup, 1971 değişikliğine kadar KHK bile yoktur.

Saptama 2: İki başlı yürütme, parlamenter rejimlerin ortak özelliği olup, her birinin görev ve yetkisi Anayasa’da belirlenmiştir.

III. “15 Temmuz 2016’da millet iradesiyle oluşan iktidarı hazmedemeyen vesayetçi anlayış, başka bir kisve ile başını kaldırmış.”

Soru: 15 Temmuz darbecileri, Anayasa’nın hangi vesayetçi kurumu ile devlete sızdı? Bunun nedeni, Anayasa’nın âmir hükümlerini sürekli ihlal değil mi? Anayasa, cemaatlere, ‘neyi vermeyi’ emrediyordu?

‘CUMHURBAŞKANININ KÖKENİ’ gerekçesi:

“1980’lerin sonunda bürokratik Cumhurbaşkanı yerine demokratik siyasetten gelen bir Cumhurbaşkanının seçilmesi, vesayetçi tasarımı bozmuştur”; parlamentonun seçtiği sembolik yetkileri olan ‘bürokrat’ cumhurbaşkanından milletin doğrudan seçtiği ‘siyasetçi’ cumhurbaşkanı profiline geçiş, “Hükümet sistemini bütüncül bir yaklaşımla ele almayı engelleyen sosyal ve siyasi şartlar ve gelişmeler, sonuçta bir sistem karmaşasına yol açmıştır”.

Çelişki: Siyasetten gelmiyorsa vesayetçi, seçimle geliyorsa Anayasa üstünde görülen Cumhurbaşkanı anlayışı ile gündeme getirilmeyen ‘tarafsız statüsü ve hukuka saygı yükümlüğü’ arasındaki çelişki açık.

‘HÜKÜMET SİSTEMİ VE SAYISI’ gerekçesi:

“1961’de oluşturulan mevcut hükümet sisteminin Türkiye’de bir türlü istikrar üretemediği görülmüştür. 1983’ten günümüze kadar geçen 33 yılda 21 hükümet kurulmuş”.

Nicelik ve nitelik çelişkisi: 21 hükümetten 7’sinin AK Parti hükümeti olduğu unutuluyor, tek parti çoğunluğuna rağmen; daha önemlisi, sayı ile yapılan iş karıştırılarak nitelikli yönetim gereği göz ardı ediliyor.

‘TÜRKİYE’NİN DENEYİMİ VE DÜNYA PRATİKLERİ’ gerekçesi:

TBMM “dengelerinin hükümet kurma ve hükümet düşürmede etkili olduğu bir sistem yerine; yasamanın ve yürütmenin ayrı ayrı ve doğrudan millet tarafından seçildiği bir sistemin benimsenmesinin ülkemizin şartları ve ihtiyaçlarına daha uygun olduğu anlaşılmıştır”. Sunulan model, “Türkiye’nin sistem tecrübesi ve dünya hükümet sistemi pratikleri gözetilerek geliştirilmiş rasyonel bir modeldir.”

Açık olan; denge ve denetim düzeneğinden duyulan rahatsızlık ve bundan hareketle çizilen kara tablonun AK Parti dönemini de kapsıyor olması.

Belirsiz olan ise; hangi ‘dünya hükümet sistemi pratikleri’nin gözetilmiş olduğu.

SONUÇ: Yaklaşık iki yüz yıllık siyasal ve anayasal deneyimin üstüne sünger çeken bir düzenlemenin gerekçesi olabilir mi bunlar? Bu bir ‘anayasa gerekçesi’ değil, siyasal slogan şeklinde iç tutarlılığı olmayan ve bilgi yanlışlarını da içeren sığ bir metin…

 

Yasama yetkisi kimin: 600 kişi mi, bir kişi mi? (Halk neyi oylayacak?-2)

09.03.2017

“Yasama yetkisi Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir. Bu yetki devredilemez” (1982 Any., md.7)

TBMM’nin görev ve yetkileri, “kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulu’nu ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kurulu’na belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek; bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek; “(md.87).

Görüldüğü üzere, ‘devredilemezlik’ ilkesinin tek istisnası, yetki kanunu ile çıkarılan KHK olup, bu da devretme anlamına gelmemekte.

Buna karşılık, 16 Nisan’da oylanacak 6771 sayılı kanun, 7. Maddeye dokunmadığı halde, TBMM için yasama yetkisinin genelliği ilkesini ortadan kaldırıyor ve bu yetkiyi tek kişiye devrediyor.

TBMM’nin yasama yetkisi

Üye sayısı 550’den 600’e çıkarılan TBMM’nin denetim yetkisi, ‘Meclis araştırması, genel görüşme, Meclis soruşturması ve yazılı soru yoluyla bilgi edinme’ ile sınırlı tutulduğu halde; kural koymak şeklindeki yasama yetkisi ise şöyle belirlenmiştir: “Kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; bütçe ve kesin hesap kanun tekliflerinin görüşmek ve kabul etmek” (md.5).

Bu çerçeve kurala rağmen, 6771 sayılı yasa, TBMM’nin yetki kanununa gerek olmadan Cumhurbaşkanına genel bir normatif yetki alanı tanınmıştır.

Cumhurbaşkanının yasama yetkisi

Cumhurbaşkanı’na ‘kararname’ adı altında genel kural koyma yetkisi veren hüküm şudur (md.10/son):

“Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”

Bu genel yetki, md. 7’ye açıkça aykırılık oluşturmakta.

Buna karşılık, şu iki kayıt da belirtilmeli: “Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz; Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.”

Soru: Anayasa, sınırlı sayıda maddede doğrudan kanuna yollama yaptığına göre, “kanunla düzenlenir” kaydı olmayan her alanda, CB kararnamesi çıkarılabilecek mi? Kanunla düzenleme kaydı, yukarıdaki genel yetki alanında da geçerli olacak mı?

Belirsizlik: Kanunda açıkça düzenlenen konular, ‘münhasır kanun düzenlemesi’ çerçevesinde çıkarılan yasalar mı, yoksa bunların dışında yürürlükteki yasalar alanına mı ilişkin?

CB kararnameleri özgürlükleri düzenleyebilir mi?

“Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez.”

Buradaki yanlış şu: “İkinci kısmın birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri” deniyor. Oysa, birinci bölümde ‘temel haklar’ yer almıyor; ‘genel hükümler’ yer alıyor.

Yanıtlanması gereken soru ise şu: Sosyal ve iktisadi haklar alanında kanunla düzenlenmesi gereken alanlar kararnameyle düzenlenebilecek mi?

Öte yandan, hak ve özgürlüklere ilişkin kötü ve özensiz yazılmış olsa da, belirlenen bu çerçeveye rağmen, Bakanlıkların düzenlenmesi üzerine tanınan genel yetki, hak ve özgürlükler alanını etkileyici sonuçlar doğuracak.

Kaldı ki, OHAL KHK’leri de, CB tarafından tek başına çıkarılacak ve bugün olduğu gibi, bütün hak ve özgürlükleri yok edici sonuçlar doğurabilecek.

Yarışan yetkiler ve çatışma alanları

1)“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”

Hangi Cumhurbaşkanlığı kararnamesi? Konu ve alanı Anayasa’da açıkça sayılan mı, yoksa genel olarak belirtilen mi?

2)“Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır.”

CB kararnamesi ile ‘kanunlarda farklı hükümler’ kaydı, TBMM’nin aynı konuda kanun çıkarması, hangi yasalar için geçerli olacak? ‘Bakanlıkların kurulması, (…)’, CB’ye Anayasaca tanınmış olan norm koyma yetkisi olduğuna göre, ‘aynı konu’ ve ‘farklı hükümler’, bu alanda geçerli olacak mı?

Farklı hükümleri kim saptayacak? Daha önemlisi, CB tarafından atanan yöneticiler, CB’nin çıkardığı kararnameler yerine yasaları uygulama cesaretini kimden alacak?

3) “Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulabilir.”

TBMM’ye ait bu genel yetki, CB’ye de eşit biçimde tanındığına göre, düzenlemeyle ilgi çatışmaları hangi organ çözecek?

4) Geri gönderme yetkisi: Kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne geri göndermesi durumunda, ‘geri gönderilen kanunda’ TBMM ‘üye tamsayısının salt çoğunluk’ kaydı aranıyor. TBMM, bir yasayı 151 oy ile kabul edebilecek; ama eğer CB geri gönderirse, 301 oy ile kabul etmek zorunda.

Sonuç olarak; 6671 sy. Kanun, yasama yetkisini, 600 kişiden oluşacak TBMM’den daha çok bir kişilik bir makama devrettiğinden, madde 7’ye açıkça aykırı olan bir metin olup, 16 Nisan’da kabul edilmesi durumunda, ciddi yetki çatışmalarının ötesinde devlet yönetimindeki kaosun da habercisi.

 

Hükümet – hukuk ve ahlak… (Halk neyi oylayacak?-3)

16.03.2017

“Fiili durum” deyimi pek tutmuştu, özellikle Cumhurbaşkanı seçimini izleyen dönemde. Bu kavramın kullanılmasına karşı çıkanlara göre fiili durum, “anayasal darbe” demekti. D. Bahçeli, 16 Ekim 2016 günkü çıkışı “Anayasa dışı yönetime son” şeklinde olumlu bir okunuşa açık olsa da, Türkiye’yi, “Anayasa’dan arındırılmış bir Cumhuriyet”e dönüştürme yolunda sacayağı işlevi gördü.

Anayasa’dan arındırılmış cumhuriyet

Anayasasızlaştırma mimarı: 10 Ağustos 2014 seçimi ardından Anayasa, açık bir biçimde ihlal edilmeye başlandı. En somut göstergesi; “parlamenter rejim bekleme odasına alındı” beyanı. Oysa, Anayasa’nın bağlayıcılık özelliğinde herhangi bir değişiklik yoktu.

Hükümet ayağı: Mayıs 2016’da görevden alınan Davutoğlu yerine B. Yıldırım’ın getirilmesi, anayasasızlaştırma sürecinin hükümet ayağını oluşturdu.

Sacayağı: TBMM’de temsil edilen en küçük parti lideri 16 Ekim günü, “CB’nin söylem, işlem ve eylemleri anayasa dışı olup, bu duruma son vermek gerekir” dedi.

Bu sözlerin AK Parti çevrelerinde okunması, CB’nin beklentisi doğrultusunda bir Anayasa değişikliği çalışmasına başlanması şeklinde oldu.

Anayasa değişikliği de, usul yönünden ve içinde bulunulan koşullar bakımından, geniş anlamında, anayasa dışı yol ve yöntemlerle kotarıldı.

OHAL yönetimi, hem Anayasa değişikliği için kullanıldı; hem de demokratik muhalif çevreleri tasfiye için. Yok hükmündeki Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK), olağanüstü hal ilanı ile ilgili olmayan alanlarda, muhtemelen “yeni anayasal düzen”e zemin oluşturmak amacıyla kullanıldı.

İşte Başbakan’ın itirafı: “Kurunun yanında yaş da yanıyor olabilir… Hatalı işlem olabilir… Önümüze gelen binlerce listeyi kontrol edip doğru yanlış yapıldığını bilemeyiz… Ancak bunlar olduktan sonra haberlerde çıkıyor, ondan sonra haberimiz oluyor. Haksızlıklar varsa düzelecek. Akademik çevrelerde bu şikayetler geliyor… Kamuoyundaki etkilere göre önlem alıyoruz” (Sedat Ergin, Hürriyet, 23 Şubat).

Bu itiraf, CB başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’nun KHK adı altında yaptığı işlemlerin Anayasa ve hukuk dışılığının açık göstergesi. Anlamı ise şu: KHK altına biz imza attık; ama işlemi başkaları (bürokratlar) yaptı.

Anayasal bilgilenme mi, bilgi kirliliği mi?

Başbakan ve Hükümet üyeleri, hemen bütün mesailerini, “kişi-parti-bürokrasi” yönetim ve hakimiyeti ereğinde, “anayasal düzeni” kaldırmak için harcamakta. Haliyle, ülke yönetimine ayıracak zamanları kalmıyor.

Hak-hukuk ihlalleri, yaşam hakkı, onlar için ikincil; hele muhalif olarak gördükleri çevrelerin tasfiyesi, onlar için bir öğünç kaynağı.

Ne var ki, Anayasa, mesailerinin ilk sırasında yer alsa da, “anayasal bilgi kirliliği”nin kaynağı da kendileri.

Mesela, TBMM’ye ait yasama yetkilerinin önemli bir kısmı bir kişiye devredilecek. Buna karşılık, yürütme görev ve yetkisine sahip kişi, bu sıfatı nedeniyle hiçbir biçimde Meclis önünde sorumlu olmayacağı gibi, yasama yetkisi de kullanabilecek. Bu vb. değişiklikler halktan sürekli saklanmıyor mu?

Anayasal emri yerine getirmeyen ve anayasal yasaklara aykırı davranan Hükümet üyeleri, ihlallerde “sınır” tanımıyor. İşte yasa ve yasak; üstelik kendilerinin koyduğu: “Yurt dışı seçmenler, milletvekili genel seçimi, Cumhurbaşkanı seçimi ve halkoylamasında oy verebilirler. Yurt dışında ve yurt dışı temsilciliklerde seçim propagandası yapılamaz” (5749 sy. Ve 13/3//2008 sy.lı K. md. 94/A)

Anayasal düzenleme ve gerekçelerinden değil, “anayasa değişikliğinin erdemleri!” üzerine yurt dışında yaşayan seçmenlere yönelik faaliyetleri engellenen vekillerin durumu ve söylemleri nasıl anlamlandırılabilir?

“Sana yapılmasını istemediğin şeyi…”

“Hayır” diyenleri, teröristler ile aynı safa koymakta yarışan vekiller, kendilerine yabancı bir ülkede yasak gelince, seyahat, ifade ve toplanma özgürlüklerinin erdemlerini hatırladı.

Oysa kendileri, “yargısız infaz” yoluyla binlerce kişiyi sokağa atarak bütün özlük haklarını ellerinden almakla yetinmedi; onların yurt dışına çıkma hakkını da ellerinden aldıkları için, ülke dışında çalışma hak ve özgürlüğünden de yoksun kıldılar. Gazeteciler, seçilmişler ve öğretim üyeleri için hapishaneleri yeterli görmeyip, ülkeyi de hapishaneye çevirdiler.

Avrupa Üniversitelerinde görev yapan veya oradan davet alan öğretim üyelerine, “göndermem” diyen Hükümet üyelerine bazı Avrupa Devletleri, “gelemezsiniz” diyor şimdi…

İçeride, kurunun yanında yaşı yakmaya devam eden Hükümet’in dışarıda karşılaştığı engellerin tek olumlu tarafı, ifade özgürlüğü ve önemini, seyahat özgürlüğünü, hak arama yollarının gerekliliğini ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi yolunu hatırlamasına vesile olması…

 

Halk neyi oylayacak? -4: TBMM’nin yetki kayıplarını oylayacak

23.03.2017

16 Nisan oylamasında ‘Evet’ ve ‘Hayır’, TBMM açısından ne anlama geliyor?

1. Halk ve temsilcileri: 6771 sayılı Kanun, ‘Evet’ oyu alırsa, Meclis’in görev süresi yeniden 4’ten 5 yıla çıkarılacak. 1961 Anayasası’nın 4 yıl olarak öngördüğü milletvekili seçim süresini 1982 Anayasası, halk ve onu temsil eden Meclis arasına mesafe koymak için 5 yıla çıkarmıştı. Bu düzenleme, 1982 metnini yazanların, ‘daha az demokrasi’ iradesini yansıtıyor olmakla birlikte, siyasal yaşamın gerçeklerine uymuyordu. Bu nedenle, TBMM, hep erken seçim kararı aldı. 2007 değişikliği vesilesiyle TBMM seçim süresinin 5 yıldan 4 yıla indirilmesi, hem gerçekçi hem de demokratik bir adım oldu. Şimdi, yeniden beş yıla dönüş, atılan demokratik adımın ve halkın kazanılmış hakkının geri alınması anlamına gelmekte.

2. Yasa ve yasama: Yasalar ve yasama (yasayıcı), herkes için uyulması zorunlu kurallar ve bunu koyan organ. Anayasa değişikliği ile, TBMM’nin genel-kişilik dışı ve soyut kural koyma yetkisi, belli alanlar ile sınırlı tutuluyor: Anayasa’nın kanunlara yollama yaptığı konular. Buna karşılık, Anayasa değişikliğine göre, devletin yapılanmasına ilişkin düzenlemeler, Cumhurbaşkanı kararnamesi ile yapılacak. Bu konuları TBMM, görüşme ve müzakere konusu yapamayacak. Haliyle, TBMM’nin asli ve genel yetkiyi kaybetmesi söz konusu.

3. Yasama ve yürütme: Yasama, yetkilerini tek kişilik yürütme organına (Anayasa’ya aykırı biçimde) devretmesinin yanı sıra, yürütmenin sorumluluğu üzerinde denetim yetkisini de kaybediyor. Bu yetki, Meclis araştırması, genel görüşme, Meclis soruşturması ve yazılı soru ile sınırlı.

4. Cezai sorumluluk: TBMM, Cumhurbaşkanı (suç işlediğine), CB yardımcıları ve bakanların görevleriyle ilgili (suç işlediğine dair) iddiaları, 301 milletvekilinin imzası olmadan (görevleri sona erdikten sonra bile) gündemine alamayacak.

5. Yetki kanunu kaldırılıyor: TBMM, artık, ‘kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verme’ yetkisine sahip olmayacak. ‘Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi’ veren TBMM’nin bu yetkisi, tek kişilik yürütme için geçerli olmayacak.

6. Sosyal, iktisadi ve kültürel haklar için de yetki kanunu yok: Yetki kanunu olmadan Cumhurbaşkanı, Anayasa’nın 2. Kısmının 3. Bölümünde yer alan hak ve özgürlükleri düzenleyebilecek.

7. OHAL Kararnamesi: Olağanüstü hal döneminde Cumhurbaşkanı’nın tek başına kullanacağı kararname (OHAL KHK gibi) yetkisi için de TBMM’nin yetki kanunu gerekmeyecek.

8. Geri gönderme: “Türkiye Büyük Millet Meclisi, geri gönderilen kanunu aynen kabul ederse, kanun Cumhurbaşkanınca yayımlanır;” (1982 Any., md.89/3). 6771 sy. K’ye göre, “Kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne geri gönderir.” Geri gönderilen kanun için TBMM ‘üye tamsayısının salt çoğunluk’ kaydı arandığı için, TBMM, bir yasayı 151 oy ile kabul edebilecek; ama eğer Cumhurbaşkanı geri gönderirse, TBMM, bu kez onu 301 oy ile kabul etmek zorunda.

9. Cumhurbaşkanına vekâlet: TBMM Başkanı Cumhurbaşkanlığına vekâlet edemeyecek. Böylece Cumhuriyeti, seçimle gelmemiş ve atama yoluyla belirlenen bir bürokrat temsil edebilecek.

10. Başbakan ve bakanlar: Başbakanlık kaldırılacağı için TBMM’den başbakan çıkmayacak; bakan ve CB yardımcılarının hepsi TBMM dışından atanabilecek.

11. Seçimleri yenileme yetkisi zor: Yürürlükteki Anayasa’ya göre TBMM, 139 milletvekili ile seçimlerin yenilenmesine karar verebilir; buna karşılık, Cumhurbaşkanı’nın seçimleri yenilemesi çok sıkı koşullara bağlı. 6771 sy. Kanun ise, TBMM’nin kendini yenilemesi için 3/5 gibi yüksek bir çoğunluk öngördüğü halde, Cumhurbaşkanı’nın TBMM’yi feshinde herhangi bir koşul öngörülmüyor.

12. Asli ve genel yetki: Değinilen ve başkaca düzenlemeler ile TBMM, yasama işlevine içkin, asli ve genel yetkili bir organ olmaktan çıkacak; norm koyma tekeli elinden alındığı için, hukuk devletinin temel gereği olarak kuralı koyan ve onu uygulayan organ ayrımı da büyük ölçüde zedelenmiş olacaktır.

Sonuç olarak, 16 Nisan günü oylanacak olan şu: Sayısı 550’den 600’e çıkartılan TBMM’nin 1876-1909-1921-1924-1961 ve 1982 ekseninde genellikle artan ve kurumsallaşan yetkilerinin kaldırılmasına ‘evet’ mi, ‘hayır’ mı?

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir