KORONAVİRÜS DERSLERİ:
DÜNYA TOPLUMU YA DA İNSANLIK ORGANİZMASI
Nispeten kısa denilebilecek bir süre içinde bütün dünyayı saran, görülmemiş derecede bulaşkan koronavirüs, üzerimize kâbus gibi çökmüş durumda. Geçmiş yüzyılların veba ve İspanyol gribi salgınlarıyla kıyaslanan, yol açtığı Covid 19 hastalığından yaşamını yitiren insan sayısı hızla artan bu virüs ile baş edebilmek için hükümetler olağanüstü önlemler almaktadır. Yer yer salgın hız kesip yavaşlayıp, kontrol altına alınsa da koronavirüsün ileride nasıl davranacağı tam olarak kestirilememekte, bu nedenle tedirginlik sürmekte; yaşamların normale döndürülmesinde hükümetlere ve insanlara ürkeklik hâkim olmaktadır. Bunların yanında, şimdi bütün kulaklar, aşı araştırma laboratuvarlarından gelecek müjdeli seslere odaklanmış bulunaktadır.
Koronavirüs, ortaya çıkıp yayılmasından itibaren giderek artan ölçüde yıkımlara neden olmuştur. Virüsün kuşkusuz en önemli yıkımı, çok sayıda can almasıdır. Bunun yanında, virüsün yayılmasını frenlemek için uygulanan sosyal mesafe, karantina, sokağa çıkamama vb. önlemler nedeniyle, başta turizm, eğlence ve ulaşım sektörlerinde olmak üzere, ekonomilerde de dünya çapında önemli yıkımlara yol açmıştır ki telafisi birkaç yılı alacak gibi görünmektedir.
Devletler, bir taraftan virüsle baş etmek için sağlık sistemlerini seferber etmek, vatandaşlarının önlemlere uymasını sağlamak, bir taraftan da ekonominin çarklarını asgaride de olsa çalışır durumda tutmak için yoğun çaba harcarken, bilim ve düşünce insanları da yüz yılda bir gelebilecek böyle bir salgın sonrasında dünyada insan ilişkilerinin, günlük yaşamın, ekonominin, siyasetin, eğitimin vs. nasıl bir hal alacağına ilişkin görüşlerini açıklıyorlar. Geleceğe ilişkin epeyce farklı kestirimlerde bulunuyorlarsa da hepsinin ortak noktası, “hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı” yönünde. Koronavirüs sonrasına kafa yormayı, böylesine görülmemiş bir salgının, toplumsal yaşamda yol açabileceği köklü değişikliklere ilişkin fikir jimnastiği olması bakımından yararlı buluyoruz. Ancak, bu salgının, insanlık boyutunda çok köklü değişikliklere yol açması için, insan ilişkilerindeki alışkanlıkları, günlük yaşamı, ekonominin işleyişini vs. kökten değiştirerek, salgın öncesi yaşama geri dönme umudunu ortadan kaldıracak şekilde etkinliğini sürdürmesi gerekir. Biliyoruz ki bilim insanları Covid 19 hastalığının tedavisinde etkin bir ilaç ve koruyucu aşı elde etmek için harıl harıl çalışıyorlar. Yapılan açıklamalar, aşı çalışmalarının beş, altı ay içinde sonuçlanabileceğini, 2020 Eylül ayından itibaren aşının uygulanmaya başlanacağını gösteriyor. Bu durumda, en geç bir yıl içinde, korona virüsün insanlık için bir tehdit olmaktan çıkacağı anlaşılmaktadır. Aşının ve ilacın çok uzak olmayan bir gelecekte bulunma olasılığı nedeniyle, salgının yol açtığı korkuya, insan ilişkilerine getirdiği görülmemiş kısıtlamalara ve ekonomiye vurduğu darbeye rağmen, insanların, bütün bunların gelip geçici olduğu, yaşam tarzlarının kaldığı yerden devam edeceği beklentisi içinde olduklarını, bu nedenle yeni yaşam anlayışı ve yaşam tarzı arayışı içinde olmadıklarını; bir an önce bu beladan kurtulup, salgın öncesindeki yaşam tarzlarına dönme arzusu içinde olduklarını düşünüyorum. Bu nedenle, daha bugünden “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diye başlayan kestirimler yapmak için vakit henüz erkendir. Bununla birlikte, salgının dünya çapındaki yaygınlığının ve yıkımının belirginleştirip, görünür kıldığı bazı hususlar var ki bunları “koronavirüs dersleri” olarak adlandırdım. Koronavirüsün verdiği ilk ders, “insanlık” denilen organizmayı belirginleştirip, görünür kılmasıdır.
Koronavirüsün görülmemiş hızdaki ve kolay bulaşkanlığı ile Çin’den Rusya’ya, Japonya’dan Amerika’ya, Hindistan’dan Avrupa’ya, Afrika’ya sıçrayarak, birkaç ayda bütün dünyayı sarması, bize insan ilişkilerinin hızlandırılmış bir görüntüsünü ya da uzak plan bir çekimini gösterdi adeta. Koronavirüsün kolay bulaşıp yayılmasının gösterdiği; insan ilişkilerinin hızlandırılmış hareketi ya da uzak plan çekimi, onun tek bir organizma görüntüsünü gözler önüne serdi. Böylece Wuhan’daki insan ile New York’taki, Londra’daki insan ile Cape Town’daki, Mekke’deki insan ile İstanbul’daki, Moskova’daki insan ile Milano’daki insan arasında sürekli ve istikrarlı bağlar olduğunu gördük. Çoğumuz sanıyorduk ki toplumsal aidiyetimiz, mensubu olduğumuz uluslar ile sınırlıydı. Kornavirüsün, insanlar arasındaki bağlantı yollarında, insandan insana geçerek, hastalık ve zaman zaman da ölüm izleri bırakarak hızla yol alması, bizim toplumsal aidiyetimizin, ulus toplumun çok ötesinde olduğu, ulus gibi sınırlı aidiyetlerden öteye, “dünya toplumu” adlı insan ilişkileri sistemine ait olduğumuzu gösterdi. Koronavirüsü hızla yayılmakla, insan ilişkilerinin ne kadar hızlı gelişip, ne kadar yoğunlaştığını, küresel toplumsal dokularının ne kadar sıkılaştığını, böylece dünyanın ne kadar “küçüldüğünü”, bu nedenle onu “dünya toplumu” olarak adlandırmanın yerinde olacağını gözler önüne serdi.
Dünya toplumunun bağ dokuları ilk bakışta doğal değil de kültürel gibi görünür. Başka türlü anlatmak gerekirse; dünya toplumu, insanlar arasındaki, ekonomik, siyasi, turistik vb. ilişkiler sonucunda ve bu ilişkileri sağlayan yol, ulaşım ve haberleşme araçları vb. fiziki olanaklar ile oluşmuştur. Ancak dünya toplumunun zemininde, biyolojik bağlar vardır. Her birimiz birer gen kolonisiyiz. Genlerimizi anne-babalarımızdan aldık; onlar da anne-babalarından aldılar… Bu nedenle her birimiz anne-babalarımız üzerinden, geçmişteki milyarlarca insana bağlıyız. Bedenlerimizde yüzbinlerce yıl boyunca insandan insana geçerek bize aktarılmış olan genler taşımaktayız. Muhakkak bizimle aynı genleri, dünyanın öbür ucundaki başka insanlar da taşıyor ve bu nedenle onlarla kan bağımız var. Ortak biyolojik mirasın murisleri olduğumuz için, biz insanlar arasında kültürel bağlardan önce biyolojik bağlar var. Bu biyolojik bağların oluşturduğu yapıyı da “insanlık organizması” olarak adlandırıyoruz.
Aramızdaki biyolojik bağlar nedeniyle, bizler insanlık organizmasının unsurlarıyız. İnsanlık organizmasını oluşturan her bir insan bir “yaşam birimi”dir. Fillerden maymunlara, hamsilerden balinalara, ayrık otlarından sekoya ağaçlarına, bakterilerden kuşlara kadar, her bir canlı, yaşam birimdir. Canlı yaşam, yaşam birimleri halinde taşınıp yaşanır ve yaşam birimlerinden yeni yaşam birimlerinin oluşması suretiyle kalıtılır. Bu çerçevede her bir insan, her birimiz de birer yaşam birimiyiz. Bu nedenle, insanlık organizması her biri birer yaşam birimi olan biz insanlar tarafından taşınıp, kalıtılır. Canlı yaşamın yaşam birimleri halinde yaşanıp kalıtılıyor olması, bizde birbirimizden yalıtılmış olduğumuz, dilersek kimseyle bağımız olmadan, bir başımıza yaşayabileceğimiz, “her koyunun kendi bacağından asılacağı”, “gemisini kurtaranın kaptan olduğu” sanısına yol açar çoğu zaman. İşte koronavirüs salgını, birbirine biyolojik ve kültürel bağlarla bağlı insan organizmasını bütün canlılığı ile görünür kılmakla, yaşam birimlerinin her birinin kendilerine özgü yaşamları olmakla birlikte, hiçbirisinin diğerleriyle bağını kopararak yaşayamayacağını, “her koyunun başka koyunların bacağından da asılabileceğini”, hiçbir kaptanın gemisini tek başına kurtaramayacağını, çünkü herkesin insanlık organizması denilen gemide bulunduğunu göstermiştir. Bize göre, koronavirüsün verdiği en önemli ders budur: Hepimize insanlık organizması denilen canlının bir “hücresi” olduğumuzu göstermek; önce yarasalar organizmasından insanlık organizmasına bulaşarak; oradan insanlık organizmasının bağ-yolları üzerinden yaşam birimlerine bulaşarak; oradan da yaşam birimlerinin bedenlerinin iç bağ-yolları üzerinden ağız, burun, boğaz hücrelerine ve nihayet solunum hücrelerine bulaşıp, oraya yerleşip çoğalarak…
Koronavirüs, dünya toplumunu ve onun arkaplanındaki insanlık organizmasını görünür kılma dersine bağlı olarak bir ders daha verdi bizlere: Ulus toplumların da doğal ya da biyolojik değil, tamamen kültürel olduğu dersi. Çünkü ilk bakışta daha çok ırk temeline dayandıkları için, ulusların bağ dokularının biyolojik olduğu, bu nedenle ulus-toplumların kültürel değil, doğal olduğu sanılır. Her ne kadar biyoloji bilimi, hangi ırktan olursa olsun, bütün insanların biyolojik yapılanmalarının aynı olduğu, bu nedenle ırk ayrımının doğal bir nedeni olmadığını göstermiştir. Ancak koronavirüsün hangi ırktan, ulustan, dinden, sınıftan olursa olsun herkese bulaşabilmesi ve bulaştığı insanlarda aynı semptomlara yol açması, ulus toplumların doğal olmadığını, doğal olanın insanlık organizması ve bu organizma temelinde şekillenen “dünya toplumu” olduğunu göstermiştir.
Kornavirüsün gösterdiği gibi, doğal olan, insanlık organizması ve buna dayanan dünya toplumudur. Ancak dünya siyaseti, birbirleriyle “ulusal çıkar” üzerinden çekişen, çatışan, irili ufaklı ulus-toplum devletler üzerine kuruludur. Dünya siyasetinin ulus-toplum/devletler halindeki parçalı yapılanması, insanlığın bütüncül doğal yapılanmasına aykırıdır. Bu aykırılık, insanlık organizasyonunun tümünü etkileyip ilgilendiren sorunlarda, ortak bir siyasi iradenin olmayışı nedeniyle, sorunun giderilmesi için yeterli etkinlikte mücadele edilememesi gibi sakıncalar ortaya çıkarmıştır. Yaşamın akışı, bu sakıncaları ortaya çıkardıkça, kurulan uluslararası örgütler ile aykırılık giderilmeye çalışılmıştır. Ancak, esas olan ulus-toplum/devlet yapılanması olduğu, bu nedenle uluslararası örgütlerin kararlarının bağlayıcılığı olmadığı için, uluslararası örgütler, sakıncaların giderilmesinde yeterli olamamışlardır. Söz konusu sakıncaların sayısız örneğini burada sayıp dökmeyi gerekli görmüyoruz. Parçalı ulus-toplum/devlet yapılanmasının sakıncaları, koronavirüs salgını sırasında bariz olarak görülmüştür. Koronavirüs salgını sırasında, her devletin kendine özgü bir yöntem benimsemesi, zaman zaman birbirlerini suçlamaları, yer yer birbirlerinin ayaklarına çelme takmaları, bilgi, yöntem ve deneyim paylaşımını aksatmaları, gerek koronavirüsün yayılmasını önlemede, gerekse yol açtığı hastalığın etkin tedavisinde zaafa yol açmıştır.
Sonuç olarak, yol açtığı küresel sağlık sorunu yanında, neden olduğu ekonomik sorunlar ve günlük yaşantılarımıza getirdiği kısıtlamalar nedeniyle, koronavirüs salgını insanlığı derinden etkilemiştir ve daha ne kadar süreyle etkileyeceği kestirilememektedir. Dileğimiz, yol açtığı hastalığın etkin tedavisinde kullanılacak ilaçların ve koruyucu aşının bir an önce bulunarak, insanlığın gündeminden düşmesidir. Koronavirüsün yaptığı bunca tahribatın bir tesellisi olacaksa o da doğal insanlık organizmasını ve bu temelde şekillenen dünya toplumunu ve buna aykırı olan ulus-toplum/devleti çarpıcı olarak gözler önüne serip, görünür kılarak, insanlığı, bütüncül dünya siyasetinin ya da “dünya devleti”nin nasıl mümkün olabileceği üzerine düşünüp, kafa yormaya sevk etmiş olmasıdır.