Search
Close this search box.

Kuruluşunun 172. Yılında Öğretmen Okulları -Tahsin Doğan

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Öğretmenlik meslek olarak kurumsallaşıncaya kadar, onun görevi önce anne baba, ustalar-kalfalar, daha sonra da uzun yıllar din adamlarınca yürütüldü. Günümüzde de hiç kuşkusuz bu bunların eğitim üzerindeki etkinliği sürmektedir.

Asırlardır ibadethanelerin bünyesinde eğitim veren din adamları, çocuğun tüm ruhsal ve sosyal değerlerini yok eden falakalı bir disiplin anlayışı ve yoğun baskı altında ağırlıklı olarak dini bilgileri ezberlettiriyordu.

Osmanlı’da Medreseler yaygındı, bu kurumlarda bilgin ve alanında ustalaşmış insanlara yer verilmekle birlikte ana kadrosunu din adamlarından oluşturuyordu. Fatih Sultan Mehmet’in çocukların eğitiminde görevlendirilecek kişilerin eğitim programına “tartışma kuralları ve öğretim yöntemi” anlamına gelen “Adab-ı Mubahase ve Usul-i Tedris” dersini koydurması, o dönem içinde ileri bir yaklaşım olarak görülür. Fatih, öğretmen eğitimine ilk defa program temelli bir yaklaşım getirmiştir.

1839 yılında, II. Mahmut çocukların “Rüşt” (erginlik) yaşına kadar okuyabilmeleri için Ortaokul düzeyinde Rüştiyeler açtı. Ancak bu okulların iyi eğitim vermesi için iyi öğretmenlere ihtiyaç vardı. Tanzimat döneminin yarattığı batılılaşma eğilimi de eğitim alanında yenileşme atılımlarını zorunlu kılıyordu.

Bu nedenle Tanzimatçılar, din adamları yoluyla Avrupai eğitim ve öğretimin yapılamayacağı, eğitimin, mesleğin gereklerine göre, yetiştirilecek donanımlı öğretmenler eliyle yürütülebileceği inancındaydılar.

Darül Muallimin

16 Mart 1848 tarihinde Rüştiyelere öğretmen yetiştirmek üzere üç yıl süreli, Rüşdiye’ye yönelik kurulduğundan, önceleri Darül Muallimin-i Rüşdi adını taşıyan ve daha sonra Darül Muallimin olarak bilinen ilk “Öğretmen Okulu” kuruldu. Türkiye de bu tarih öğretmen okullarının kuruluş tarihi olarak kutlanır.

Darülmuallimin (1848), ardından Darülmuallimin-i Sıbyan (1870), Darülmuallimin-i İdadi (1877) ve Darülmuallimin-i Ali (1891) açıldılar. Bu süreçte eğitimin tüm kademelerine yönelik öğretmen yetiştiren okullar açılarak meslekte kısmi de olsa kurumlaşmaya doğru önemli adımlar atıldı.

Sıbyan mektepleri için 1869’da Maarif Nazırı Saffet Paşa tarafından hazırlanan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi de çağdaşlaşmaya yönelik atılan önemli adımlardan biridir. Bu nizamname ile öğretmen adaylarının taşıması gereken özellikler, nasıl seçileceği, okuyacağı dersler ve mezun olduktan sonra görev alacakları alanlar ile yapacakları çalışmalara ışık tutacak ve “mükemmel öğretmen” yetiştirmek için ayrıntılı kurallar vardı.

Fatih’in medreseler için düşündüğü ve uygulattığı “Sıbyan Okulu Öğretmenliği Programı” girişiminin meslek okuluna dönüştürülememesi ve Darülmuallimin-i Sıbyan’ın yaklaşık 300 yıl sonra açılması, gecikmiş bir gelişmedir.

19. Yüzyılın sonuna doğru yapılan düzenlemede de “öğretmenlik mesleğine giriş hakkı yalnızca Darülmuallimin mezunlarına aittir” denilmesi kurumlaşmaya yönelik çalışmaları desteklemektedir.

1869 Nizamnamesinde kız ilkokullarına ve kız rüştiyelerine kadın öğretmen yetiştirmek üzere öngörülen “Darülmuallimat”ın ilki de 26 Nisan 1870’te İstanbul’da açıldı. Bu okul ilk kız öğretmen okulu oldu. Kız rüştiyelerinden mezun olanlar Dârülmuallimât’a sınavsız alınıyor, 5 yıl zorunlu hizmet karşılığı ihtiyacı olan öğrencilere, günümüzdeki öğrenci burs ve kredisi gibi ekonomik destek sağlanıyordu.

Bu dönemde öğretmenlere rehberlik etmek ve denetlemek amacıyla “müfettişlik” kurumu da oluşturuldu.

1913’te Darülmuallimat’ın eğitim süresi 5 yıla çıkarıldı. 1916’da da Dârülmuallimâtlar için hazırlanan nizamnâme ve müfredat programı ile bu okul iptidâî, izhârî ve âlî olmak üzere üç bölüme ayrıldı.

1918’de binalarının yanması üzerine okul, Çapa’daki Derviş Paşa Konağı’na taşınarak yatılı hale getirildi. Bu dönemde Kız Sanayi Okulu da kapatılarak Dârülmuallimât’a katıldı.

Dârülmuallimât’lar diğer büyük illerde de açılarak hızla büyüdü. 1919 yılında Ankara, Adana, Beyrut, Bursa, Edirne, Eskişehir, Halep, İzmir ve Konya da açılan Dârülmuallimatlarla öğrenci sayısı 6000’e ulaştı. Hızla gelişen bu okulların öğretmen ihtiyacını karşılamak üzere Dârülmuammilat-ı Aliye açıldı.

1922’de Maârif Vekâleti’ne bağlanan Dârülmuallimât’a 1924’te Kız Muallim Mektebi adı verildi. Dârülmuallimin okulları süreç içinde bünyesinde ilk, orta ve liselere öğretmen yetiştiren bir yüksekokula dönüşerek Cumhuriyet Dönemi’ne kadar varlığını sürdürdü.

CUMHURİYET DÖNEMİNDE ÖĞRETMEN YETİŞTİREN KURUMLAR


1923’ten Günümüze Öğretmen Yetiştirme Süreci

Cumhuriyetle birlikte Türkiye’de öğretmenlik mesleği yeniden yapılandırılarak daha çağdaş bir gelişim sürecine girmiştir. 1924’te çıkarılan 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretimi Birleştirme Yasası) ve 439 sayılı Orta Tedrisat Muallimleri Kanunu ile hem eğitim sistemine hem de öğretmenlik mesleğine çağdaş bir boyut kazandırılmıştır.

Bu düzenlemenin ardından öğretmen okulları; İlk Öğretmen Okulu, Orta Öğretmen Okulu ve Yüksek Öğretmen Okulu yeniden açılmıştır. Ardından da Türkiye genelinde öğretmen yetiştiren okullar çeşitlenerek çoğalmışlardır.

İlkokullara Öğretmen Yetiştirme

Türkiye’de ilkokullara öğretmen yetiştirmenin kaynağı, Köy Eğitmen Kursları, İlköğretmen Okulları, Köy Enstitüleri, İki Yıllık Eğitim Enstitüleri ve günümüzde de Eğitim Fakülteleri olmuştur. Ancak cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar çok farklı kaynaklardan gelenler ilköğretimde öğretmen olarak görevlendirilmiştir. Eskiden vekil öğretmen, askerliğini öğretmen olarak yapan lise ve yüksekokul mezunları gibi, günümüzde de öğretmen açığı olmasına karşın, 500 bine yakın diplomalı öğretmen atanmayarak açlığa mahkûm edilip, intiharlara sürüklenirken, ucuz iş gücü olarak görülen sözleşmeli öğretmenlerle, öğretmen açığı kapatılmak istenmektedir.

İlköğretmen Okulları

İlköğretmen okulları Darülmuallimin’den beri ilköğretime öğretmen yetiştiren kurumlar olarak işlevini Cumhuriyet döneminde de farklı isimlerle de olsa 1974’e kadar sürdürmüştür.

1923–1924 öğretim yılında Osmanlı’dan donanımsız ve bakımsız olarak devralınan bazı Öğretmen Okulları kapatılarak sayıları 13’e indirilmiş ama daha donanımlı ve kadrolu hale getirilmiştir. Aynı donanımda kız öğretmen okullarının sayıları da yediye indirilerek toplam öğretmen okulu sayısı 20 olmuştur.

Türkiye de okuma yazma oranının düşüklüğü, köylere öğretmen yetiştirme sorununu hep  gündemde tutmuştur. Bu kapsamda 22 Mart 1926 tarih ve 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanun ile “Köy Muallim Mektepleri” açıldı. Bu okullar, ilki Muallim Mektepleri, diğeri Köy Muallim Mektepleri olmak üzere iki bölüm halinde öğretmen yetiştirdi, ancak beklenen verimlilik sağlanamadığından “Köy Muallim Mektepleri” 1932 de kapatıldı.

İlköğretmen Okulları, Köy Enstitülerinin yoğun olarak uygulandığı dönemde de varlığını sürdürmüştür. 1970’de İlköğretmen Okullarının öğretim süresi ilkokul üzerine yedi, ortaokul üzerine dört yıla çıkarılmıştır.

14 Haziran 1973 tarih ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasası ile “bütün öğretmen adaylarının yükseköğrenim görmeleri esası” getirilince ilköğretmen okulları 1973-1974 öğretim yılında öğretmen liseleri olarak varlığını sürdürdü. Öğretmen liselerine tamamen lise eğitim programı uygulandı. Bir süre sonra da “Anadolu Öğretmen Lisesi” adıyla eğitim öğretim yapan bu okullar daha sonra kapatıldılar.

1739 Sayılı Yasayla öğretmenlerin yükseköğrenim görmeleri hükmü getirilince,1974’te İki Yıllık Eğitim Enstitüleri açılmış, öğretmen lisesi mezunlarına devamlarıymış gibi bir bağ kurularak bir süre İki Yıllık Eğitim Enstitülerine girişte avantajlar sağlanmıştır. 1980 askeri darbesine kadar bu okullar eğitim sistemimize öğretmen yetiştirdi. 20 Temmuz 1982’de de enstitüler, eğitim yüksekokulu adıyla üniversiteye bağlandı.

İlköğretmen Okulları

1923–1924 öğretim yılında Osmanlı’dan donanımsız ve bakımsız olarak devralınan öğretmen okullarının bir kısmı kapatılarak sayıları 13’e, Kız ilköğretmen okulları da yediye indirilerek, 20 okulla, ilkokullara öğretmen yetiştirmeye devam edildi.

İlköğretmen Okulları, Köy Enstitüleri’nden önce de sisteme öğretmen yetiştiriyordu. Ancak Köy Enstitüleri açıldıktan sonra, eğitim öğretimde planlama, ders programı ve işleyişte Köy Enstitüleri’nden çok etkilendiler. Zaten Köy Enstitüleri’nin, özgün ve köklü kurumsal etkisi, öğretmen yetiştiren kurumlarda uzun yıllar sürdü, ta ki kendileri de kapatılıncaya dek.

Köy Enstitüleri kapatıldığında, İlköğretmen Okulları’na dönüştürüldü. Bu nedenle de İlköğretmen Okulları ortam, uygulama ve yaklaşımlar bütünlüğü içinde kendiliğinden “Köy Enstitülerini” yaşatma çabasını sürdürdü.

İlköğretimin ikinci kademesi (ortaokul) üzerine 3 yıl eğitim veren İlköğretmen okulları ve ağırlıklı olarak köy ilkokullarından mezun olan öğrencileri alan ilköğretmen okulları, köy veya şehir fark etmeksizin tüm ilkokullara uzun yıllar öğretmen yetiştirdi.

1970 de İlköğretmen okullarının öğretim süresi ilkokul üzerine yedi, ortaokul üzerine dört yıla çıkarıldı. 1973-1974 öğretim yılında öğretmen lisesi, ardından da “Anadolu Öğretmen Lisesi” adıyla varlığını sürdüren bu okullar daha sonra kapatıldılar.

Köy Eğitmen Kursları

Yeterli sayıda öğretmen yetiştiremeyen hükümet 1930 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un öncülüğünde, köyleri okula kavuşturmak için “Köy Eğitmen Kurslarını” devreye soktular.

Okuma yazma bilen, askerliğini yapmış köylü gençlere bir öğretim yılı öğretmenlik mesleğine ve uygulamaya yönelik kurslar verilerek, kurs sonu sınavını başaranlara “eğitmenlik sertifikası” verilmiştir. Bu kursun ilki daha yasa çıkmadan Temmuz 1936 da deneme niteliğinde Eskişehir’in Mahmudiye köyünde açıldı, deneme başarılı olunca da hem yasa çıkarıldı hem de kurslar yaygınlaştırıldı.

24 Nisan 1937 tarihinde  (11 Haziran 1937 tarihini alanlar da )   çıkarılan 3238 sayılı Köy Eğitmenler Kanunu ile sayıları o zaman 40.000’i aşan köylerin nüfusu 400’den az olanlarına, Ziraat Bakanlığı ile iş birliği içinde bir yıl süre ile yetiştirilen eğitmenlerin gönderilmesi en uygun çözüm olarak görüldü. Eğitmenler ilköğretimin ilk üç sınıfında görev aldılar. Daha ilerisi için Köy Öğretmen Okulu mezunları görevlendirildi.

3238 sayılı yasaya göre;

“Nüfusları öğretmen gönderilmesine elverişli olmayan köylerin öğretim ve eğitim işlerini görmek, ziraat işlerinin fenni bir şekilde yapılması için köylülere rehberlik etmek üzere köy eğitmenleri istihdam edilir.”

Eğitim Talimatnamesindeki görev tanımında ise “Eğitmenler köyde hem öğrencilerin hem de yetişkinlerin genel eğitiminde, ayrıca köylüye modern tarım tekniklerinin öğretilmesinde görevlidirler…” deniyordu.

Gene bu Eğitim Talimatnamesinde “eğitmenleri iş başında yetiştirmek ve onların işleyemediği zor konuları işlemek üzere 8-10 eğitmen çalışan köylerden oluşan her eğitim bölgesi için bir gezici başöğretmen görevlendirilir.” diyerek eğitmenlere mesleki rehberlik yapacak önlemlerin de alındığını görmekteyiz.

Bu kursların verildiği yerlerin çoğu daha sonra kurulacak Köy Enstitülerine de temel oluşturmuştur. Çünkü kısmi alt yapısı ve coğrafi konumu uygun olan bu yerlerde Köy Enstitülerinin açılması daha kolay olmuştur.

1946-1947 öğretim yılına kadar bu kurslarda 8675 köy eğitmeni yetiştirildi. Bu eğitmenler 7090 okul açarak, 210.863 okutur duruma geldiler. 1933-1934 yılı öğretim yılında tüm köy okullarında okuyan öğrenci sayısının 313.169 olduğuna bakılırsa bu daha da anlamlı hale gelir. 

Köy Öğretmen Okulları

Osmanlı döneminde de Cumhuriyet döneminde de köye öğretmen göndermede sıkıntı çekiliyordu. Kentlerde büyüyen gençler, öğretmen olunca köye gitmek istemiyorlardı. “Çalıkuşları” fazla çıkmıyordu. Bu nedenle Köy Muallim Mektepleri ve Eğitmen kurslarının ardından, 1937 de kendi içinde farklı bölümleri olan Köy Öğretmen Okulları açılmıştır.

Köy Öğretmen Okullarında üç bölüm vardı;

1-ilkokul kısmı: Okulların bünyesinde yer alan beş sınıflı uygulama okullarıdır.

2-Orta kısım: Tam devreli köy okullarını bitirmiş öğrencilerle Köy Öğretmen Okullarının ilk kısmını tamamlamış öğrenciler alınmaktadır.

3-Öğretmen okulları: Buraya gelen öğrenciler orta kısımda edindikleri mesleki becerilerden birinde uygulama ve staj yaparken aynı zamanda öğretmenlik meslek bilgilerini geliştiriyor ve mezuniyetlerinde köy öğretmeni olarak atanıyorlardı.

Köy Enstitüleri

17 Nisan 1940 tarihinde 3803 Sayılı Yasa ile kuruldu. Daha önce uygulanan eğitmen kursları ve Köy Öğretmen Okullarının yüklenmiş olduğu sorumluluğu biraz daha ileri taşıyarak, Türkiye’nin ilköğretim alanının tüm sorumluluğunu ve çözüm iddiasını da inançla taşıyordu. Köy Enstitülerinin kuruluşunda yer alan kadroların da inancı buydu.

O koşullarda Köy Enstitüsüne yüklenen misyon şuydu;

 “Köy eğitmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek üzere, ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde, Maarif Vekilliğince köy enstitüleri açılır.” Sadece köy öğretmenliği ile yetinmiyor diğer meslek erbabını diyerek, köyün toplu kalkınmasının sorumluluğunu da üstleniyordu. Bu kapsamda ziraat ve diğer zanaatlar da uygulamalı olarak veriliyordu. Temel görev olarak eğitmenlik-öğretmenliğin yanında sağlık memuru ve ebe de yetiştiriyordu. Öğretim süreleri ilkokul üzerine 5 yıldı.

Daha sonra,19.06.1942 tarihinde çıkarılan 4274 sayılı Köy Okulları ve Enstitüleri Yasası da Köy Enstitüsü yasasını tamamlayıcı özelliktedir.

Türkiye’nin öğretmen yetiştirme tarihinde özgün bir yer tutan Köy Enstitülerinin sayısı kısa sürede 21’e ulaştı. 1940-1953 yılları arasında yaklaşık 15 bin öğretmen ve 2000 sağlık elemanı yetiştirerek Genç Cumhuriyetin en önemli ihtiyaçlarını başarıyla karşıladı.

Bu başarıda dönemin Bakanı Hasan Âli Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un katkıları büyüktür. Onlar Türkiye’nin eğitim sorunlarını çözmeye odaklanmışlar, tüm muhalif çıkışlara karşın işlerini başarıyla yapmışlardır.

Köy Enstitüleri özgün eğitimin yanında sağladığı demokratik ve katılımcı bir eğitim ortamı ile genç cumhuriyetin ve demokrasimizin de beşiği olmuştur. Her hafta sonu yapılan toplu eleştiri ve özeleştiri ile özgür, katılımcı ve dayanışmacı bir kuşağın yetişmesine de öncülük etmiştir.

Köy Enstitüleri, karma, bilimsel ve ezbercilikten uzak, gerçek yaşamdan beslenen ve kaynaşan uygulamalı eğitimle, adeta eğitim tarihinde bir çığır açmıştır.

1942-1943 öğretim yılında, Köy Enstitülerine öğretmen, yönetici ve denetim elemanı yetiştirmek amacıyla “Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü” açıldı. Köy Enstitülerine öğretmen, bölge müfettişi, gezici başöğretmen, bölge okul müdürü alanında uzmanlaşmış eğitimciler yetiştiren Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü, gerekçe gösterilmeden Bakanlıkça, 27 Kasım 1947 tarihli bir yazıyla kapatıldı.

Ardından da 1954 yılında birçok siyasi saldırı ve baskıyla karşılaşan Köy Enstitüleri zamanın siyasi iktidarınca kapatıldı. Köy çocuklarının eğitimi yoluyla önemli bir toplumsal görev üstlenen Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla, dünya da örneği olmayan ve zor yaratılan özgün bir “öğretmen yetiştirme” kurumu da yok edildi.

 1954’te eğitim programlar değiştirilerek yeniden düzenlenen Köy Enstitüleri,” ilköğretmen Okulu” adını aldı.

Ilköğretmen okulları

Köy Enstitüleri kapatılmıştı, ancak özgün ve köklü kurumsal etkisini eğitim alanında uzun yıllar korudu, korumaya devam etmektedir. “İlköğretmen Okulları,” ortam, uygulama ve yaklaşımlar bütünlüğü içinde kendiliğinden “Köy Enstitülerini” yaşatma çabasını sürdürüyordu.

3 yıl eğitim veren İlköğretmen okulları, ağırlıklı olarak köy ilkokullarından mezun olan öğrencileri aldı. Lise düzeyinde 3 yıl eğitim veren ilköğretmen Okulları, köy veya şehir fark etmeksizin tüm ilkokullara uzun yıllar öğretmen yetiştirdi.

Ortaokul ve Liselere Öğretmen Yetiştirme

Eğitim Enstitüleri

İlk eğitim enstitüsü Türkçe öğretmeni yetiştirmek amacıyla 1926-27 öğretim yılında Konya’da açılan Orta Öğretmen Okulu (“Orta Öğretmen Yetiştirme ve Eğitim Fakülteleri Muallim Mektebi”) olmuştur.

Bir yıl sonra bu okul Ankara’ya taşınarak adı 1929-1930 öğretim yılında “Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü” olarak değiştirilmiştir.

Ankara’ya taşındıktan sonra, Türkçe bölümüne, Eğitim (Pedagoji), Matematik, Fen bilgisi, Sosyal Bilimler (Tarih-Coğrafya), Resim-iş, Beden Eğitimi, Müzik, Fransızca, İngilizce ve Almanca bölümleri eklenerek eğitim enstitüleri, ortaokul ve liselerde okutulan tüm dersler için branş öğretmenleri yetiştiren ana kaynak haline getirilmiştir.

Daha sonra artan öğretmen açığını kapatmak için 1940’tan başlayarak yurdun çeşitli yerlerinde yeni eğitim enstitüler açılmıştır. Sonra öğretim süreleri 4 yıla çıkarılarak adları, “Yüksek Öğretmen Okulu” olarak değiştirilmiştir.

Eğitim enstitüleri, ilköğretmen okullarında olduğu gibi hep köy enstitülerinin etkisini üzerinde taşımıştır. 1963 Tokat İlköğretmen Okulu 1964 Yozgat İlköğretmen Okulu ve İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde öğrenim gören biri olarak, bu havayı hissetmemek mümkün değildi.  Köy enstitüleri kurulduğunda da var olan eğitim enstitüleri, Türkiye de eğitim sistemine yön veren ve Köy Enstitülerini açan kadroların bilimsel, laik, özgür bir eğitim sistemini topluma özümsetmelerinden kaynaklanmaktadır.

İkinci Dünya Savaşı sonunda başlayan soğuk savaş ve bloklaşma sürecinde bu anlayış ve kadroların izini silme çabaları, yüksek öğretmen okulları ile amacına ulaşmıştır.

Cumhuriyet döneminde ortaokul, kısmen de liselerin öğretmen ihtiyacını uzun yıllar eğitim enstitüleri karşılamıştır. İlk açılışta öğretim süreleri lise ve ilköğretmen okulları üzerine 2 yıl olan eğitim enstitüleri daha sonra, bölümler arası bazı farklılıklar olmakla birlikte1967-68 öğretim yılından sonra bütün bölümlerin öğretim süresi üç yıl olmuştur.

1739 Sayılı Yasanın, Millî Eğitim Bakanlığına verdiği her düzeydeki öğretmenlerin yükseköğrenim yoluyla yetiştirilmesi hükmü gereğince açılan eğitim enstitülerinin sayıları 1976 yılında 50’ye ulaşmıştır.

Eğitim enstitüleri, yüksek öğretmen okullarına dönüştürülünceye kadar, çeşitli branşlarda on binlerce öğretmen yetiştirmiştir. 

Yüksek Öğretmen Okulu

Eğitim Tarihimizdeki İlk Yüksek Öğretmen Okulu 1891 yılında İstanbul’da kurulan “Darülmuallimini Aliye” dir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Millî Eğitim Bakanlığı, elindeki tek yüksek okul olan bu okula, önemli kaynaklar ayırarak desteklemiştir. Bu okul 1954-55 öğretim yılına kadar öğretmen yetiştirme işlevini sürdürmüştür. Ancak hızla artan nüfus ve liselerin öğretmen ihtiyacını karşılamada yetersiz kalmıştır.

Bu nedenle 1959 da Ankara da 1964 yılında da İzmir’de olmak üzere iki yeni yüksek öğretmen okulu açılmıştır. Bu okullara, ilköğretmen okullarının ikinci sınıfından, not ortalaması yüksek olan başarılı öğrenciler alınıyordu. Öğrenci alımı, ders programı ve genel işleyiş olarak eski yüksek öğretmen okulundan farklıydı. Bu nedenle İstanbul’daki eski yüksek öğretmen okulunda da aynı model uygulandı.

Daha sonraki yıllarda MEB yüksek öğretmen okulu öğrencilerini, üniversite giriş sınavları yoluyla almayı kararlaştırdı. Bu uygulama öğrencilerini ağırlıklı olarak köy çocuklarından alan ilköğretmen okullarından öğrenci almayarak, bir anlamda öğretmen okullarını seçen fakir halk çocuklarının da önü kapanmış oldu.

Öğretmen yetiştirmede tarihi bir sorumluluğa sahip bu okul 130 yıl liselere öğretmen yetiştirdikten sonra “çeşitli nedenlerle işlevlerini yerine getiremez olduğu” gerekçesiyle, 1978 yılında kapatılmıştır.

Bu arada Mayıs 1974’te Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Yerleşkesinde Deneme Yüksek Öğretmen Okulu adıyla yeni bir okul kuruldu, ancak yeterli altyapı ve kaynak sağlanamadığı gerekçesiyle 1975 yılında kapatıldı.

Eğitim enstitülerinin Yüksek Öğretmen Okulu adını almasıyla Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü olmak üzere, Atatürk, Bursa, Buca, Diyarbakır, Fatih, Kazım Karabekir, Necati, Selçuk ve Samsun Eğitim Enstitüleri, Yüksek Öğretmen Okulu adını aldılar.

Millî Eğitim Bakanlığı liselere öğretmen yetiştirmeyi uzun yıllar, Yüksek Öğretmen Okulları, Yabancı Diller Yüksek Okulları ve Eğitim Enstitüleri olmak üzere eğitim tarihinde derin izler bırakan üç önemli eğitim kurumu ile yürüttü.

Öğretmen Yetiştirmede Üniversiteler

Eğitim Fakülteleri

Türkiye’de öğretmen yetiştirme görevi bütünüyle Millî Eğitim Bakanlığı’na verilmiş olmasına karşın, üniversitelerimiz başta edebiyat ve fen fakülteleri olmak üzere 1923’ten beri eğitim sistemimize öğretmen vermiştir. Bu durum üniversitelerimize kendiliğinden bir misyon yüklemiştir.

1970’li yıllardan sonra bazı üniversitelerimiz eğitim bölümleri açmış, eski ve yeni öğrencilerine “pedagojik formasyon” programı uygulamaya başlamıştır.

Kimi üniversitelerimiz, İnönü Üniversitesi ve ODTÜ örneğinde olduğu gibi lisans düzeyinde öğretmenlik programları açmıştır.

Ardından da hemen tüm üniversitelerimizde eğitim fakülteleri açılarak öğretmen yetiştirmeye başlanmıştır. Hatta kimi üniversitelerin destek amacıyla öğrencilerini ve mezunları “pedagojik formasyon programlarına” aldıklarını görmekteyiz.

Eğitim fakültelerinin eğitim programları, ders sayısı ve içerik yönünden üniversiteler arası farklılıklar yaşanmaktadır. MEB bu konuda eğitim enstitüsü ve yüksek öğretmen okullarında olduğu gibi eşgüdüm ve standart bir program istek ve eğilimini üniversitelere iletmekle birlikte, durumun aynen devam ettiğini ve bir anlayış birliğinin sağlanamadığını görmekteyiz.

Bugün olduğu gibi, eğitim kurumlarımız, öğretmenlerimiz ve demokratik laik ve bilimsel eğitim isteyen öğretmen örgütlerimiz uzun yıllardır gerici güçlerin saldırıları ve baskılarıyla mücadele etmiştir.

1840’lı yıllarda, rüştiyeleri açtıktan sonra “buralara imamlar değil mesleğinin vecibelerini bilen muallimlerin ders vermesi için muallim mektepleri açalım.” diyen bir zihniyetle, yaklaşık 200 yıl sonra bugün, 2020 yılında, okullara imamları sokalım diyen zihniyet hep çarpışmıştır.

Eğitimi demokratik, laik ve özgür hale getirelim diyen anlayışla, okulları cemaatlere teslim etmek isteyen zihniyet hep çarpışmıştır.

Öğretmenliği, cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi saygın, donanımlı, cazip, maddi ve manevi sıkıntı olmayan, mutluluk içinde ders vermek için sınıfına girsin diyen anlayışla, öğretmeni itibarsızlaştıran, açlığa mahkûm eden, elindeki tüm olanakları kısıtlanan, ders veremez hale getiren ve en ufak demokratik bir talebi şiddet ve baskıyla susturmaya çalışan zihniyet hep çarpışmıştır.

Yaklaşık bir asır önce nitelikli eğitim için donanımlı öğretmen yetiştirme arayışı içinde olan anlayışla Türkiye’nin tüm eğitim sistemini imam hatipleştirmek, yapamadıklarına da imam hatip programı uygulayan zihniyet hep savaşmıştır, savaşacaktır.

Çağdaş dünyanın tüm değerlerini Türkiye’de uygulayarak, öğretmeninin iş güvenliği sağlanmış, güvenli ve donanımlı bir ortamda öğrencileri ile kaynaşmış bir anlayışla on binlerce öğretmenini KHK’ler ile işinden ekmeğinden eden, öğretmenin güvenliği iki dudak arasında olan, öğretmenini ezmekten zevk alan bir zihniyet hep savaşmış, savaşacaktır

Köy enstitülerini ve eğitim anlayışını eğitim sistemimize ve toplumsal değerlerimize yaptığı katkılardan ötürü bayraklaştıran zihniyetle, nerdeyse yüz yıla yakın bir zaman geçmesine karşın köy enstitülerine ve çağdaş eğitim kurumlarına saldıran zihniyet savaşmış ve savaşacaktır.

Okul öncesinden, yükseköğrenime kadar tüm çocuklarımızı kapsayacak donanımlı kamu okullarıyla ücretsiz, nitelikli, çağdaş bir eğitim isteyenlerle, kamu okullarına ayırması gereken bütçeyi de özel okullara peşkeş çeken, eğitim alanını ticarileştiren, eğitim sistemini özel sektör ve cemaatlere bırakan zihniyet hep savaşmıştır, bundan sonra da savaşacaktır.

16 Mart 2020’de, öğretmen okullarımızın kuruluşunun 172. yılını, eğitim sistemimizin ve öğretmenlerimizin getirildiği vahim durumun kaygıları içinde kutladık.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir