Latin Amerika’nın Bağımsızlıkçı Damarı-Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Latin Amerika tarihine damga vuran en karakteristik olgu bu kıtanın halklarının sömürgeciliğe, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı yürüttüğü mücadeledir. Bu mücadele zaferler ve yenilgilerle birlikte iki yüzyıldır sürmektedir. Bu tarihi dönemi Latin Amerika’nın “demokratik devrimi” ya da “uluslaşma süreci” şeklinde ele almak gerekir. Latin Amerika’daki bu gelişme ile bizdeki aydınlanma, modernleşme ve ulusal demokratikleşme mücadelesi hemen hemen aynı dönemde başlar ve her iki hareket de Avrupa akılcılığı, aydınlanma hareketi ve Fransız Devrimi’nden yoğun biçimde etkilenirler.

Günümüzde ABD emperyalizminin Venezuela’ya karşı başlattığı darbeci saldırı ve içsavaş kışkırtıcılığına karşı yürütülen direnişi doğru bir biçimde kavrayabilmek için, öncelikle Latin Amerika’da sömürgeciliğe karşı verilen mücadeleyi ve tarihi önderi Simon Bolivar’ın politik düşüncesini, amacını ve mücadelesini anlamak gerekir. Chavez’in anti-emperyalist çizgisini takip eden Maduro’nun mücadelesinin nasıl bir tarihi arka plana sahip olduğunu görmek için de bu anti-sömürgecilik sürecini kavramak durumundayız.

Latin Amerika’nın Sömürgeleştirilmesi

16’ıncı yüzyılda İspanyol ve Portekiz sömürgecileri Güney Amerika’yı bölüştüler. Papalığın aracılık ettiği bu bölüşümde Brezilya Portekiz’e, Latin Amerika’nın diğer bölgeleri İspanya krallığına verildi. Mayalar, Aztekler ve İnkalar gibi yerli uygarlıkları yok eden bu Avrupalı sömürgeciler kendi kültürlerini (dilleri dâhil) ve inançlarını Latin Amerika halklarına dayattılar. Katolik kilisesi de bu kıtada oluşturulan diktatörlüklere ve uygulamalarına destek verdi. (1)

Avrupalı sömürgeciler, Latin Amerika kıyılarında liman ve ticaret merkezleri – şehirleri kurarlarken, iç kısımlarda da Latifundia (2) adı verilen feodal yapılar oluşturdular. Başta altın ve gümüş olmak üzere kıtanın zengin madenlerini yağmalayan sömürgeciler Afrika’dan getirdikleri esirleri köleleştirdiler. Böylece yerliler, Avrupa’dan gelen beyazlar, Afrika’dan zorla getirilen siyahlar ve bunların karışımından Latin Amerika halkları oluştu.

Latin Amerika’da Gelişmeler ve Bağımsızlıkçı Hareketlerin Ortaya Çıkışı

Latin Amerika’daki sömürgecilik gerilerken Venezuela yeni bir çağa doğru ilerliyordu. Bunun böyle olmasının bir nedeni de İspanya’nın Güney Amerika ve Venezuela’da uygulamaya başladığı yeni siyasetti. İspanya İmparatorluğu tahtında oturan Habsburglar döneminde Latin Amerika’daki sömürgeler genellikle uzlaşmayla yönetiliyordu. İspanyol kökenli Güney Amerikalılar (kreoller) yerel hükümetlere ortak ediliyorlardı. Fakat İspanya’da Habsburg’ların yerine Bourbon’lar tahta geçtikten sonra, 1750’den sonraki yıllarda sömürge hükümetleri bu Amerikalılardan arındırıldı. İspanyol Bourbon İmparatorluğu güçlenince uzlaşma siyaseti terk edilerek sömürgeler doğrudan İspanyol görevlilerce (vekilharçlar) yönetilmeye başlandı. Artık zora başvuruluyordu ve kreoller bu durumun farkındaydılar.

Bourbonların uzlaşma siyasetini terk etmeleri kreol seçkinlerini İspanyol sömürgeciliğine karşı yabancılaştırdı ve sonuçta onları bağımsızlaşmaya doğru itti. Kuşaklar önce Güney Amerika’ya göçen bu İspanyol kökenli Amerikalılar uzun yıllardır, kilisede, orduda ve devlette önemli görevler alırlarken artık İspanya doğumlu olanlar bu görevlere getiriliyorlardı. Bu ayrımcılık sadece Venezuela’lıları değil bütün Latin Amerikalıları etkilemekteydi. Bolivar da bu dışlanmadan şikâyetçiydi.

Mutlakiyetçilikle yönetilen bir sömürgede kreol olarak doğan Bolivar, ülkesinin geri kalmışlığının; tarım, ticaret ve sanayi alanlarında Venezuela’lılara yaşatılan sorunların bilincindeydi. Ona göre Venezuela halkı “çivit, tahıl, kahve, şeker kamışı, kakao ve pamuk tarlalarında çalışmaya, ıssız ovalarda sığır yetiştirmeye mecbur bırakılmıştı; onlar ormanda vahşi hayvanları avlamak ve İspanya’nın doymak bilmez açgözlülüğünü tatmin etmek için madenlerde altın aramak zorunda” bırakılıyordu.(3)

1700’lü yıllarda toplamı 800.000 kadar olan Venezuela nüfusunun etnik bileşimi, sosyolojik yapısı çok karmaşıktı. En üstte genel nüfusa oranı binde 18 olan İspanyollar yer alıyordu. İkinci sırada seçkin konumundaki kreollerin toplam nüfusa oranları binde 31’di. Kanaryalılar nüfusun dörtte birini oluşturuyorlardı. Beyaz olmayan kesimler; Pardolar (farklı ırkların karışımı, yoksullar), Siyahlar (köleler, kaçaklar, özgür köleler) ve Kızılderililerden meydana geliyorlardı. Nüfusun yarısını meydana getiren Pardolar; zanaatkârlar, işçiler, çiftçilik, hayvancılık yapanlardan ve zenginlere borçlanıp köle gibi çalışanlardan oluşuyordu. En altta ise nüfusun yüzde 8.75’ini Siyahlar, yüzde 15’ini şehirlerden uzak kırsal kesimlerde yaşamak zorunda olan Kızılderililer oluşturuyorlardı.(4)

Venezuela’da ırk sorunu patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Bu ülkenin yakınlarına kadar ulaşan Fransız Devrimi etkisinin her an Venezuela’ya da sıçrama ihtimali egemen güçleri korkutuyordu. Sömürgeciliğin hüküm sürdüğü her yerde kölelik vardı. Kölelerin huzursuzluğu ve zaman zaman ayaklanmaları bu yeni ihtilalci gelişmeyle birlikte düşünülünce sömürgecilerin ve üst sınıfların büyük bir korku içine düşmeleri normaldi…

Bu korku 1795’te şeker kamışı sanayisinin merkezi olan Coro’da patlak veren bir isyanla gerçeğe dönüştü. 15 bin köle ve pardonun yaşadığı Coro’da çıkan bu isyan Venezuela’da siyahların beyazlara karşı sürüp gidecek ayaklanmalarının başlangıcıydı. Ayaklanmanın başını çeken Jose Leonardo Chirino ve Jose Caridad Gonzalez Fransız Devrimi’nden ve Saint Domingue’de çıkan ırk savaşından etkilenmiş özgür kölelerdi. Köleler ve siyah işçilerden oluşan üçyüz kişinin başlattığı bu ayaklanmayı yapanların talepleri şunlardı: Fransız hukuku, cumhuriyet, kölelerin özgürlüğü ve vergilerin düşürülmesi. İsyancılar büyük çiftlikleri işgal ettiler, konakları yaktılar, toprak sahiplerini öldürdüler ve Coro şehrini ele geçirdiler. Ancak desteksiz ve donanımsız isyan kolaylıkla bastırıldı, harekete katılanların büyük çoğunluğu mahkemeye bile çıkarılmadan öldürüldü. Ulaşılması zor yerlere kaçan köleler ise buralarda küçük komünler kurdular ve bunlar sömürge düzeninin son dönemlerinde beyazlara karşı verilen siyah isyanlarında yer aldılar.

Venezuela’da siyah isyanlarından başka anti-sömürgeci hareketler de ortaya çıktı. Beyaz kreol olan memurluktan gelme iki Venezuelalı Manuel Gual ve Jose Maria Espana’nın amaçları bağımsız bir Venezuela cumhuriyeti kurmak için sömürge hükümetine saldırarak Kuzey Amerika’daki modeli uygulamaktı. Bu iki kişinin mücadeleye kalkışmasının arkasında J. J. Rousseau’yu ve Ansiklopedistleri okumuş, sağlam bir cumhuriyetçi olan İspanyol sürgün Juan Bautista  Picornell vardı. İşçilerin, pardoların, yoksul beyazların, bazı meslek ve küçük toprak sahiplerinin katıldığı bu hareket 1797 yılında ortaya çıkarak “eşitlik ve özgürlük” ve insan hakları talebini dile getirdi. İktidarı ele geçirmeyi amaçlayan bu hareket cumhuriyetçi bir hükümet kurma planı da hazırlamıştı. Programlarında İspanya’nın kısıtladığı serbest ticaretin sağlanması, vergilerin düşürülmesi, Kızılderililerden alınan topluluk vergisi ve köleliğin kaldırılması, Kızılderililere toprak dağıtılması konuları yer almaktaydı. Bu hareket beyazların, Kızılderililerin, melezlerin ve siyahların “Tanrı önünde eşit ve kardeşçe yaşaması”nı amaçlamıştı. Kreol toprak sahiplerinin büyük çoğunluğu bu harekete karşı yetkililerle işbirliği yaptı. İsyancıların liderlerinden Espana yakalandı ve Caracas’ın ana meydanında idam edildi. İdam sırasında sömürgeci sistemin bütün akbabaları meydanda yerlerini almışlardı. İdam anında çanların çalmasının eşliğinde din adamları ayin yapıyorlar, askerler hazır bekliyorlardı. Nicelik olarak bu küçük hareket, eşitlik ve özgürlük tohumlarının ilk kez atılmasını sağladı. Bu durum onu nitelik olarak büyütüyordu. İdam edilen isyancı lider Espana’nın vücudunun parçalarının kazıklara geçirilerek ana yollarda sergilenmesinin nedeni de bu olsa gerek. Kitleleri sindirmeyi amaçlayan bu vahşet de sömürgeciliğe ve daha sonra emperyalizme karşı verilecek mücadeleleri engelleye yetmedi.

***

Hiç şüphesiz Latin Amerika’da patlayan devrimci mücadelelerin esas nedenleri ırk ayrımcılığı-kölelik düzeni ve ezilen kesimlerin yaşamak zorunda bırakıldığı sömürü, talan ve insanlık dışı uygulamalar, baskılardı. Bu kötülüklerin asıl sorumluları olan İspanyol ve Portekizli sömürgeciler Latin Amerika’dan kovulurlarsa ülkeler kurtulacak, halk da özgürleşecekti…

Latin Amerikalı devrimcilerin önünde bu zorlu mücadeleye örnek olabilecek iki örnek vardı: Birincisi, İngiliz egemenliğine son veren Amerikan Devrimi, 1775 – 1783 yılları arasında Büyük Britanya ve Kuzey Amerika’daki 13 koloni arasında geçen bağımsızlık mücadelesidir. Koloniler Amerikan Bağımsızlık Bildirgesini yayınladılar ve Paris Antlaşmasıyla da bağımsızlıklarını kazandılar. İkinci örnek ise 1789’da başlayan Büyük Fransız Devrimiydi.

Latin Amerika ulus devletlerinin düşünsel öncülüğünü Fransız Devrimi yapmıştır. Napolyon’un İspanya ve Portekiz üzerine yürümesinin de bu devletlerin Latin Amerika üzerindeki sömürgeci etkinliklerinin kırılmasında önemli rolü olmuştur. Fransız ordusunun bu hareketi Latin Amerika’daki bağımsızlıkçı hareketleri ateşlemiştir.

İspanyol Amerikası’nın bağımsızlık mücadelesinin üç büyük devinin Venezuela’dan çıkması da bu ülkenin kıtanın kurtuluş mücadelesinin önderliğini hak etmesi sonucunu yarattı. Bunlardan ilki “Öncü” olarak adlandırılan Francisco de Miranda, “Kurtacı” Simon Bolivar ve entelektüel Andres Bello’dur.

Güney Amerika’nın bağımsızlığı düşüncesini ilk savunan ve bu düşüncesi doğrultusunda eyleme geçen kişi olan Miranda (1750-1816) Amerikan Devriminden etkilenerek Avrupalıları Güney Amerika’da verilecek sömürgecilik karşıtı mücadeleye ikna etmeye çalıştı. Fransız devrimine de katılan Miranda Jakobenlerin yenilgisi üzerine (1792) Paris’te hapse atıldı. Hapisten çıktıktan sonra 1800’lü yılların başlarında Fransız Devrimiyle Latin Amerika devrimciliği arasında bağ kuran Simon Bolivar’la birlikte mücadele etti.

(Devamında Simon Bolivar anlatılacak.)

 

(1)Dinler yayılmaya başladıkları toplumların kurulu düzene karşı isyanlarını genellikle desteklerken, parçası oldukları düzenin (bunlar çoğunlukla sömürü ve zorbalık düzenleridir) bekçiliğini yaparlar. Ortaçağın karanlığına tepki olarak ortaya çıkan Protestanlık da insanlığı “tiranların mutlak iktidarına” teslim etmekten geri kalmaz. Luther’in şu ibretlik sözlerini okuyalım: “her zaman, ne kadar adil olursa olsun isyana direnenin yanında, ne kadar adil olursa olsun isyan edenin karşısında olacağım.” Calvin de benzer düşüncelere sahipti: “İnsanlıktan çıkmış bir prens tarafından zalimce incitildiğimizde ya da bir müsrif ya da aç gözlü tarafından soyulduğumuzda ve yağmalandığımızda, tanrıya karşı kendi günahlarımızı hatırlayalım; ki bu musibetler hiç şüphesiz günahlarımızın cezasıdır.”  (Paul N. Siegel, Dünya Dinleri ve İktidar, s.35-36, Yordam Kitap, 2012)

Latin Amerika’da yaygınlaşan Katolikliğin İspanyol sömürgeciliğinin bekçiliğini yaptığını bu kıtada meydana gelen olaylar-olgular ortaya koymaktadır. Bazı din adamlarının istisnai davranışları genel uygulamayı değiştirmez.

18’inci yüzyılın maddeci filozofu ve Fransız Devrimi’nin düşünsel hazırlayıcılarından Holbach “Yeryüzünün bütün dinlerinde” der “ ’orduların Tanrısı’nı, ‘kıskanç bir Tanrı’, ‘intikamcı bir Tanrı’, ‘yakıp yıkan bir Tanrı’, katliamdan zevk alan ve kullarının onun bu zevkine hizmet etmeyi görev bildikleri bir ‘Tanrı’ buluruz… İnsan… sadece din adamlarının hayal ürünü hikayelerinden tanıdığı tanrısının boyunduruğu karşısında eğilmek zorunda olduğuna inanır; o din adamları ki her mutsuz ölümlüyü önyargı zincirine bağladıktan sonra onun efendisi olarak kalırlar ya da onu tanrının yeryüzündeki temsilcisi olan –ve tanrılardan daha az korkunç olmayan- tiranların mutlak iktidarı karşısında savunmasız bırakırlar.”(Siegel, s.29-30)

(2) Latifundia (latifundiya): Kavramsal olarak kökü Roma imparatorluğuna kadar uzanır. Buradaki anlamı; İspanya krallığından Latin Amerika’ya getirilen yerleşimcilere verilen topraklardaki geniş arazi mülkiyeti. Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte feodalizm biçiminden, yavaş yavaş, ihraç edilmek üzere et, hayvan postu ve tahıl üreten kapitalist çiftliklere dönüştüler. Latin Amerika’daki latifundiya topraklarının halka dağıtılmasını savunan devrimciler, bu politikayı iktisadi ve toplumsal gelişmeyi desteklemenin bir aracı olarak gördüler.

(3) John Lynch, Simon Bolivar, s.8, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Temmuz 2017.

(4) Age, s.12

(5)Bolivar, yeni bir hayat kurmak için 1589’da İspanya’dan Venezuela’ya gelen Simon de Bolivar’ın soyundandır.

(6) J. Lynch, Simon Bolivar, s.45.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir