Sözlerim, 2024-2025 eğitim yılı başından itibaren uygulamaya konulan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” (TYMM) adlı projeyi hazırlayan, bu projeye siyasi destek veren, bu projeyi uygulayacak olan ve bu projeye taraftar olanlara. Onları “Maarifçiler” olarak adlandırıyorum.
Sayın Maarifçiler, eğitim, insanlığın milyonlarca yıllık bilgi birikiminin gelecek kuşaklara aktarılması etkinliğidir. Bunun yanında eğitim, sadece gelecek kuşaklara tek yönlü bilgi yüklemesi olmayıp, daha önemlisi; onların, aktarılan bilgilere sorgulayıcı yaklaşmalarını, doğaya sorgulayıcı gözlerle bakmalarını, böylece mevcut bilgilere ekleyecekleri yeni bilgiler ile insanlığın bilgi hazinesini zenginleştirmelerini sağlayacak olan ve içlerinde taşıdıkları özgüvenin ve doğru düşünme yollarının (mantığın) da açığa çıkarılması faaliyetidir. Gelecek kuşaklara özgüven ve sağlam bir mantık eğitimi de doğru bir eğitim programı (müfredat) ile gerçekleştirilebilir. Bu bağlamda, acaba uygulamaya koyduğunuz TYMM, doğru bir eğitim programı mıdır?
Çok sayıda bilim insanı ve yazar, farklı açılardan bakarak, pedagojik, hukuki, siyasi vs. yönleriyle ele alıp, bu konu hakkındaki görüşlerini ifade ettiler. Bu yazımda, TYMM’ni felsefi yönden ele alıp, ana çizgileriyle değerlendireceğim.
TYMM’nin felsefesi: dini inanç temelinde eğitim
Sayın Maarifçiler, TYMM’nin temel hedefini ve temel felsefesini ifade eden sözler aradım. Aradığım sözlere Mehmet Kaplan’ın Maarif Davamız adlı sitenizdeki 06 Mayıs 2023 tarihli “Nurettin Topçu ve Maarif Davamız” başlıklı yazısında rastladım. Söz konusu yazısında, Mehmet Kaplan “Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinin kalbi ve ruhu” olarak nitelediği Nurettin Topçu’dan (1909-1975) şu sözleri alıntılamıştır: “İlimden felsefeye, felsefeden sanata ve ahlâka ve nihayet dine yükselmemiz lâzımdır. Böyle adım adım yürüyüş, hasta, hem de şaşkın bir nesli Allah’a götüren yolda yeniden canlandırabilir. Bu iş bir maarif işidir ve bir neslin kurtuluşunu ancak maarifinin yükselmesinde aramak lâzımdır.” Aynı yazıda, Mehmet Kaplan şunları ifade etmiştir: “…İlimler seni hakikate (bilimsel gerçeğe) götürmelidir. Her şeyin bir sureti var. Bir de hakikati vardır… Yazılmış bir mektup gibi düşündüğümüz varlığın manası, ilahi isimlerin yansıma ve tecellileridir ve ‘bilimsel gerçekler’, yani eşyanın hakikati Allah’ın ‘Hak’ ismine işaret eder. Özellikle fen bilimlerinin kaynağı Allah’ın ‘Hâkim’ ve ‘Alîm’ isimleridir…” (https://www.maarifdavamiz.com/nurettin-topcu-ve-maarif-davamiz/)
Nurettin Topçu’nun “İlimden felsefeye, felsefeden sanata ve ahlâka ve nihayet dine yükselmemiz lâzımdır.” biçimindeki sözü ile özet ve özlü olarak ifade edilen görüşü, TYMM metne yansımıştır. İşte “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Dersleri” bölümünden bir örnek: “…Bunun için din ve ahlak öğretiminde olgusal gerçekliğin bilgisini teolojik bilgi ile bütünleştiren ve bunu analitik bir yöntemle çözümleyen anlamlı bir öğrenme süreci tasarlanmıştır.” Bir başka örnek: Köprü Kurma: Öğrencilerin fen bilimleri dersinde öğrendiği tabiat olaylarıyla ilgili (Dünya’nın hem kendi hem de Güneş etrafında dönüşü, mevsimlerin oluşumu, su döngüsü vb.) görseller ve kısa filmler aracılığıyla doğa yasalarına dikkat çekilir. Bu olaylar ile Allah’ın (cc) yaratıcılığı arasında ilişki kurulur…” Görüldüğü üzere, TYMM’deki din derslerinin temel amacı, fen bilimlerinin bulgularını dini inanışla yorumlamak suretiyle iman ile bilimi uzlaştırmak, böylece Tanrı’nın varlığını göstermektir. Buradan da TYMM’nin felsefesinin, varlığı ve kudreti kanıtlanan Tanrı ile sanat ve ahlâkın temellendirilmesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu tespitime dayanarak, uygulamaya koyduğunuz TYMM’yi, dini inanç temelinde bir eğitim programı olarak değerlendiriyorum.
Bu yol ya tanrısızlığa ya da tutarsızlığa çıkar
Sayın Maarifçiler, Nurettin Topçu’nun deyimiyle “ilimden felsefeye yükselme” fikrinin TYMM’deki yansımaları, başta Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd olmak üzere, Meşşailer denilen Aristotelesçi İslâm filozoflarının Tanrı’nın varlığı bilgisine ulaşma yoludur. Tanrı’nın varlığına bilim üzerinden varmayı düşündükleri için, Aristotelesçi İslâm filozoflarının yolunu “dini bilimcilik” olarak adlandırdım. İslâm düşünürü Gazzâli, “filozoflar” olarak adlandırdığı dini bilimcilerin yolunun tanrısızlığa çıktığını söylemiştir. Gazzâli’nin eleştirilerinin satırbaşlarını Hilmi Ziya Ülken’den okuyalım: “…Filozofların nedensellik ilkesi yanlıştır; olayların doğa kanunları dedikleri ilkelere karşıt olarak meydana gelebileceğini inkâr etmeye hakları yoktur. Çünkü bu suretle Allah’ın iradesini inkâr etmiş oluyorlar. Eğer nedensellik ilkesi doğru ise Allah’ın iradesi lüzumsuzdur. Eğer Allah’ın iradesi doğru ise, bu her doğal olayın sırf âdet eseri (vesile olarak) bir sebebin eseri olmasını gerektirir…” (Hilmi Ziya Ülken, İslâm Felsefesi, Cem Yayınevi, İst. 1993, 4. Basım, Sayfa 144-145)
Görüldüğü üzere, Gazzâli’nin filozofların iman ile bilimi uzlaştırma çabalarını eleştirerek, onları Tanrı’yı inkâr yolunda olmakla suçlamıştır. Öyle ya doğaya nedensellik ilkesiyle yaklaştığınızda, yolunuz kaçınılmaz olarak “İlk neden Tanrı’dır” noktasına varmaz mı? Ancak bu noktada kalamazsınız. Çünkü nedensellik ilkesinin zorunlu sonucu olarak, aklınızı “Tanrı’nın nedeni nedir?” sorusundan alıkoyamazsınız. TYMM’nin uygulanması sırasında, öğrenciler, “Hocam, her şeyin bir nedeni varsa, Tanrı’nın nedeni nedir?” diye sorduğunda (ki muhtemelen soracaklardır), bu soruyu, ya “Tanrı’nın nedeni yoktur.” diye cevaplandırarak nedensellik ilkesiyle tutarsızlığa düşersiniz ya da “âlemler kendi kendine var olmuştur” deyip, “maddenin ezeli olduğu fikrine”, yani tanrısızlığa varırsınız. Bu durumda, ilahiyat ile bilimin iç içe olduğu “dini bilimci” TYMM’nin uygulanması sürecinin sonu, beklendiği gibi; evreni ve yaşamı Tanrı inancı ile anlamlandırmış bir nesle değil, beklenenin aksine; tutarsızlığa düşüp aklı karışmış ya da Tanrı inancı zayıflamış bir nesle varabilecektir. Her iki sonucun da tarafınızdan arzu edilmeyeceğini düşünüyorum.
Sonuç olarak…
Sayın Maarifçiler, TYMM’ni uygulamak suretiyle iman ile bilimi uzlaştırarak, Tanrı inancını bilim ile temellendirmekle; bir taraftan bilgili bir nesil yetiştirirken, bir taraftan da Tanrı inancıyla ahlakı temellendirme çabanız sırasında -yukarıda gösterdiğim gibi- din ile bilim arasında tutarsızlığa düşebileceğiniz gibi tanrısızlığa da varabileceksiniz. Böylece TYMM’ni uygulamakta ısrar etmekle, İslâm dinine hizmet edelim, “hasta ve şaşkın bir nesli kurtaralım”, inançlı, bilgili ve ahlâklı bir nesil yetiştirelim derken, tam tersine İslâm dinini zayıflatan bir siyasi-bürokratik-akademik kadro olarak tarihe geçebilirsiniz. Geliniz çocuk ve genç kuşakları, bilim üzerinden giderek Tanrı inancına ulaştırıp oradan sanata ve ahlâka yükseltme -çıkmaz- yolunu terk ediniz. Bu çerçevede TYMM’ni uygulamadan kaldırınız.
Kuşkusuz, toplumumuzun geniş bir kesimi, dini kültür ile yaşamaktadır. Bu nedenle, gerek İslâm dinini akademik disiplin içinde araştırıp incelemek, gerek İslâm dinini ve başka dinleri genç kuşaklara tanıtmak, gerekse dindar insanların dinsel yaşam için ihtiyaç duydukları bilgileri öğretmek ve diğer din hizmetlerini vermek için din eğitimi kurumlarına ihtiyaç vardır. Mevcut imam-hatip okulları ve ilahiyat fakülteleri, toplumumuzun din eğitimi kurumu ihtiyacını fazlasıyla karşılamaktadır. Durum böyleyken, okul öncesinden başlayarak ilk ve orta öğretim kurumlarını birer dini eğitim kurumu haline getirmenin, hele bunu, sonu çıkmaz olan TYMM yolu ile gerçekleştirmeye çalışmanın, ne dinsel ne bilimsel ne de ahlaki eğitime hizmet etmeyeceğini düşünüyorum.