Bumemleketin çivisi çıkmış, sağcısı da solcusu da, dincisi de laiki de
bir garip olmuş! Kimse burnundan kıl aldırmıyor, dediğim dedik çaldığım düdük havasında!
Sağcısı, Türklük ve Müslümanlık üzerinden geçmişine laf söyletmiyor; solcusu, eşitlik, özgürlük, demokrasi söylemiyle geçmişe demediğini bırakmıyor! Dincisi, her şeyini ahrete bağlamış dünya malından vazgeçmiyor. Laiki, “laiklik dinsizlik değildir” diye ortada dolaşıyor, adam kesen, insan eti yiyen mürteciyi iknaya çalışıyor!
Yoksul halkın vergileriyle okumuş, ahırından, köyünden, kasabasından çıkarılarak eğitilip meslek sahibi yapılmış, devlet ve kamu kurumlarında memur, yönetici, bürokrat olmuş, siyasete girip umur görüp devlet iktidarına el koymuş, dini ve dince kutsal sayılan değerleri kullanarak halkı tutsak almış bir güruh, 624 yıllık Osmanlı hanedanın bütün günahını cumhuriyete ve cumhuriyetin kurucularına yükleyerek, saltanat sürüyor.
Bu güruhun, tarihin hiçbir dönemine, kendilerinden gayrı ülkesini, halkını, insanlığı düşündüğü, yararlı bir iş yaptıkları görülmemiştir. Dini hamaset nutukları atarlarsa da ölümleri bile cennette yer kapmak içindir. İşleri güçleri yalan ve talan. 624 yıllık Osmanlı’yla öykünerek geçmişe sahip çıkıyorlar. İyi de 624 yıllık Osmanlı halk için, insanlık için ne yapmıştır? Bu topluma birkaç muhteşem cami ve köprüden gayrı ne bırakmıştır? Elin adamı kilisesinde hem ibadetini yapmış hem bilimci yetiştirmiş, onca fizikçinin, kimyacının, astrologun, matematikçinin, biyologun Kilise’den yetiştiğini herhalde biliyorlardır. Osmanlı’da ne var, kaç tane fizikçi, kimyacı, matematikçi, biyolog, astrolog yetişmiş? Söyleyebiliyorlar mı? İyi ki Mimar Sinan gibi birkaç usta mimar çıkmışta, dünya harikası camiler, köprüler yapmışta, yüzümüzü güldürüyor. Bu eserlerde İslam inancına aykırı görülmediği için yaptırılmıştır. İyi güzel de bu güruhun kullandığı bilgisayar, yaktığı elektrik, bindiğin otomobil, tren, uçak, aldığı ilaç, yuttuğu hap hep gayrimüslimlerin buluşu değil mi? Bunları kullanırken acaba hiç düşünüyorlar mı, başka ulusların bulduğunu kullanırken, övünürken yüzleri kızarıyor mu? Sorun başkasının bulduğunu kullanmak değil ki, sorun bulabilmek, yapabilmektir.
Bu gün dünyanın dört bir yanından adından söz ettiren Türk bilim adamları varsa, cumhuriyet sayesinde olduğunu ahlaklı her insan bilir. Bunu görmüyorlar mı, bilmiyorlar mı? Üniversiteleri medreselere çevirerek ne yapacaklarını sanıyorlar, imamdan matematikçi, fizikçi, kimyacı, biyolog çıkacağını mı düşünüyorlar? Bu zihniyet akli değil nakli uzman çıkarır ancak, yaratılış teorisinin tutsağı olanlar, evrime inanmıyorlar bilimci olamaz!
Bizim bilim bunların ilim dedikleri Allahın kelamını ezberlemekten, yorumlamaktan ibarettir. Her şeyin kutsal kitapta yazılı olduğunu söylerler. Aya gidemeseler de, uzaya çıkamasalar da kutsal kitaptan bunların işaretinin olduğunu savunurlar. Allahın adını her ağızlarına aldıkça, kutsal kitaptan her söz edişlerinde, mutlaka bir herze karıştırırlar, düşünmek gerek. Bunlar kutsalın arkasına sığınıp kin, nefret kusarlar. Dertleri, bireyi kullaştırmak, üniversiteyi medreseye, okulu camiye dönüştürmektir. İtaat esastır, sorgulama yasaktır.
Siyasi iktidarın başı, meydanlarda, 4+4+4 eğitim anlayışını savunuyor, türbanı okullara, kamuya sokmakla övünüyor, laik bilimsel eğitimi nasıl dinci eğitime dönüştürdüğünü, bilimi eğitim alanından uzaklaştırıp, cumhuriyetin özgür çocuklarını kul yapma peşinde koştuğunu anlatıyor ve buna özgürlük diyor, demokrasi diyor. Bunlara göre her insan dinci olmalı, dinci olursa her şey olur, hâkim olur, savcı olur, doktor olur, siyasetçi olur, asker olur. Laiklik olmadan özgürlük olur mu? İnancın tutsağı olan, bilimsel düşünüp, tartışabilir mi? Bilimsel öğretiyi, evrim teorisini dışlayan hiçbir insan yetişemez, yetişmiş insan olamaz, çünkü diyalektik düşünemez, araştırma, inceleme yapamaz, sağlıklı yorumlayıp, doğru karar veremez, sağlıklı davranamaz.
Ne yazık ki böyle bir zihniyet ülkenin kaderine hâkim olmuştur. Bir başbakan düşünün hoşgörü, sevgi, barış sözcüklerini savaş çağrısına dönüştürüyor. Kitleleri din, mezhep, etnik ayrıma tabi tutarak birbirine kışkırtıyor. Hiç kimsenin geleceğe güveni kalmamıştır. Yargı insanları mutlu etmemektedir. Siyasi iktidara ve yandaşlarına adalet dokunamamaktadır. Hâkimi, savcısı yandaş olmuştur. Türk milleti adına karar verebilmesi cesaret işidir. İktidardan korkan, çekinen yargıç yansızlığını, mahkeme bağımsızlığını yitirmiştir. İktidarla uyumlu oluyum, yerimi, yolumu buluyum anlayışı topluma egemen olmuştur.
Okumuşlar, bir toplumu ileriye taşıyan, topluma örnek olan lokomotiftirler. Bu gün ülkemizde okumuşlar, ülkesinden, halkından daha çok kendini, çıkarını düşünür hale gelmiştir. Eğitim çökmüştür, üniversite susmuştur, meslek kuruluşları etkinliğini yitirmiştir, iktidar ve iktidarın başı, her şeyi tekeline almıştır. Düşünmeyen, tartışmayan, kaderine boyun eğen bir toplum vardır. Bir toplum için bundan daha elim, bundan daha acı, daha vahim ne olabilir?
Her ülkenin tarihi, şanla, şerefle dolu olduğu kadar, acıyla, gözyaşıyla, kıyımlarla da doludur. İnsan evrimleşerek insanlaşır, toplumlar gelişerek çağdaşlaşır. İnsanlaşması gereken insan, çağdaşlaşması gereken toplum, her gün daha geriye gidiyor. Eğitimle, bilimle, sanatla ilişkisi olmayan iktidarın başı, ortamı geriyor, şiddeti körüklüyor, çaresiz kalan, sağlığı bozulan insanlarda cinnet geçiriyor, canına kıyıyor, çoluğunu çocuğunu yok ediyor.
Sorun, geçmişi inkâr etmek, mahkûm etmek değildir; sorun, geçmişte yaşanmış olumsuzlukları günümüzde yaşamamaktır…
Bu günkü değer yargılarıyla geçmişi sorgulamak, sağlıklı sonuç elde etmeye çalışmak boşa bir çabadır. Örneğin adam kalkmış, 15. yüzyılda oğlu Mustafa’yı boğduran Padişah Kanuni’yi Cumhuriyet Savcılığına şikâyet ediyor, unvanının alınmasını istiyor. Cumhuriyet döneminde yaşayıp geçmişin padişahını yargılatmaya kalkmak, sapla samanı karıştırmaktır. Bu işi yalnızca sade yurttaş yapmıyor, ülke yöneten onca liderimsi siyasetçi de yapıyor, geçmişe sövmeyi marifet, bir beceri sanıyor!
Bunlar, cumhuriyet kurulurken nüfusunun 11 milyon olduğunu, mektep medrese ikilemiyle okuryazar oranın %2 dolayında bulunduğunu, ilkel tarım ve hayvancılık dışında bir üretim olmadığını, sanayinin bulunmadığını, ticaretin gelişmediğini, sosyal devlet, demokrasi kavramlarının bilinmediğini muhtemelen biliyorlardır. Bunları bilmezden gelerek, cumhuriyetin eğitimde, sanayide, tarımda, bilim alanında yaptığı köklü dönüşümleri yok saymalarını; cumhuriyete, değerlerine, kurucularına saldırmalarını neye bağlayacağız? Cehalet, vefasızlık, duygusuzluk bunların kanına işlemiş, ikbal ve istikbal hırsı gözlerini karartmış! Bu kadar kin, bu kadar nefret, olacak şey değil!
Ülkede akıl, bilim tatile çıkmış, irtica, iman, itikat üniversitede mesai yapıyor; yalan, dolan, iftira günlük olaylar haline gelmiş, manşetlerden inmiyor. Eskiden “küçük at civcivler yesin” denirdi, şimdi “büyük at hamutuyla götürsünler” deniyor.
Bizler, cumhuriyetin aydınlanmacı ikliminde büyümüş, okullarında, üniversitelerinde laik eğitim görmüş, ülkenin geçmişine saygı geleceğine güven duymuş, halka inanmış kuşaklardık… Bulunduğumuz her yerde, cumhuriyete sahip çıkmayı, laikliği savunmayı, yaşamıyla, tutum ve davranışlarıyla halka örnek olmayı erdemli görev bilirdik. İşçiler sendikalarında, köylüler kooperatiflerinde, esnaflar birliklerinde, meslek sahipleri odalarında, eğitimciler okullarında işini yapıyordu. Birden bire ne olduysa, işçi sarardı, köylü üretimden kopup karardı, eğitimcisi dershaneci oldu, bilimsel laik eğitim dışarı çıktı, dinci(şerii) eğitim başa geçti, üniversite medreseye, hâkim kadıya, profesör müderrise döndü; ülkenin geleceği karardı.
Tarım, hayvancılık öldü, köylü kente göçtü, tek derdi SSK’lı olmak. İşçi sendikasını kaybetti, özel sektörün elinde “bir deri bir kemik” kaldı. Sanayicisi çok uluslu şirketlerin taarruzuna uğramış gözyaşı döküyor, tacir olmuş dışarıyla işbirliği yaparak vurgun peşinde koşuyor; belediyeler ticarethane, siyasetçiler tefeci bezirgân, ne tarihi doku, ne sit alanı, ne çevre duyarlılığı kalmış, kamu malını yağmalayarak köşe dönmek babadan oğla miras!
Cumhuriyetin yasaması, yürütmesi, yargısı rayından çıkmış, laik cumhuriyetin kalelerine girilmiş, orduları dağıtılmış, tarikatı, cemaati ticaret yapıyor, iktidar av peşinde, banka müdürlerinin konutu banka olmuş, rüşvet tahsil ediyor, kamuya tahsisli vakıfla dünyalık yapılıyor!
Yürütmenin başı, yolundan çıkmış, yalanı gerçek gibi sunuyor, “kumpas var, montaj var, tertip var” diyerek suçu örtüyor, cümbür cemaat de “Vallah doğru söylüyor,” diyor.
Bunca manzara karşısında ben de diyorum ki: Memleketin çivisi çıkmış, her şeyi bozulmuş, bunun için mutlaka bir şey yapmalı!
Ne yapmalı?
Önce bu gerici ve zihniyeti bozuk iktidardan kurtulmalı, soyguna, yağmaya, avantaya dur demeli. Sonra bilimsel laik eğitime dönülmeli, kulu kulluktan kurtarıp birey yapmalı, yargıç yargıçlığını, sendika sendikalığını, sanayici sanayiciliğini, tüccar tüccarlığını bilmeli; siyasetçi dürüst olmalı, herkes işini görmeli, çalışan hakkını almalı, çalışmayan cırcır böceği gibi ayazda kalmalı…
Bu olmazsa, aymaz siyasi iktidar ve yöneticilerle birlikte, sonumuz karanlık!
Dilerim yanılırım!
Av. Mehdi Bektaş