Ön Asya’da Demokratik Bölgesel Birlik ve Türkiye’nin Önemi- Haluk Başçıl

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Toplumcu yurtsever anlayışa sahip olabilecek bir Türkiye, tüm bölge insanını (açık-gizli) işgalci güçlere karşı bir araya getirme ve politik, ekonomik-sosyal ve kültürel bir birlik (demokratik bölgesel birlik) oluşturma potansiyeline sahip tek ülkedir.

Pew Research Center toplumsal olaylar, demografik eğilimler,  medya ve sosyal bilimler üzerine yaptığı analizlerle tanınıyor. ABD içinde ve dışında (dünyanın dört bir yanında) kamuoyu yoklamaları yapıyor. Washington merkezli bu düşünce kuruluşu ABD yönetimine veriler sağlıyor.

2019 Aralık ayında Ön-Asya ve Kuzey Afrika’daki Müslüman ülkelerde toplumun ABD’ne yönelik duygularını ve düşüncelerini araştırdı. Ocak 2020’de açıklanan araştırma sonuçları, siyaset ile ilgilenen tüm toplumcu yurtseverler içinde de önemli bulgular içeriyor.

Kuzey Afrika ve Ön Asya ülkelerinde Anti Amerikancılık

Pew her yıl ülkelerde ABD’ne yönelik olumlu-olumsuz duyguları ve düşünceleri araştırıyor. Sonuçları tablo halinde, kısa bilgi ile birlikte yayınlıyor. İçinde yer aldığımız coğrafyada yaptığı ve yayınladığı araştırmalar, Türkiye, Mısır, Ürdün, Lübnan, Tunus, Pakistan ve Filistin olmak üzere yedi ülkeyi kapsıyor. Son araştırmasında sadece Türkiye, Lübnan ve Tunus verilerine yer verdi.

Pew ne yazık ki:

  • Bölgede yer alan tüm ülkelerde yürüttüğü araştırma sonuçlarını açıklamıyor. İran Körfez ülkelerine ait verileri ise hiç yayınlamadı.
  • İsrail’i dışarıda tutarsak bölgemizdeki bu yedi ülkenin yıllık verileri düzenli bir şekilde yayınlanmıyor.
  • Etnik ve mezhepler kimliklerin ve sosyal kategorilerin eğilimlerini de açıklamıyor.

Dolayısıyla tüm bölge ülkelerinin ABD’ne yönelik duygu ve düşünceleri hakkında ayrıntılı verilere sahip değiliz. Ama bu sınırlı veriler dahi yeterince yol gösterici.

Aşağıdaki tablo 2000 – 2019 arasında Büyük Orta-doğu Projesinde (BOP’ta) yer alan bazı ülkelerde ABD hakkında olumlu görüş bildirenleri gösteriyor.

  • 2000 yılındaki araştırma sonuçlarına göre, Türkiye’nin % 53’ü, Pakistan’nın %23’ü ABD hakkında olumlu düşünceye sahip.
  • Mısır’a ait ilk veri 2006’da yayınlanmış ve ABD’ye olumlu bakanların oranı %30.
  • Filistin’de ilk araştırma yılı 2007 olarak görülüyor. ABD’ye olumlu bakan insanların oranı % 13.
  • Bölge ülkelerinden İsrail’de, ABD’ye olumlu bakanların oranı 2003 yılında %78 iken,16 yıl sonra, 2019 yılına gelindiğinde %83’e yükseldiği (5 puan arttığı) görülüyor.

Pew’in araştırmaları, son yirmi yılda ABD politikalarını olumlu bulanların oranı İsrail’de artarken, diğer ülkelerde düşüyor.

Yirmi yıl önce, 2000 yılında, ülkemizde ABD politikalarını olumlayanların oranı %52. Aralık 2019’da ise bu oran 32 puan azalarak  %20’ye düşüyor. Türkiye’de ABD duyulan güven 2007’de en alt noktaya ulaşıyor: %9.  Günümüzde ise ABD’ye sempatiyle bakanların oranı sadece %20. ABD emperyalizminin Türkiye’nin altını oyduğu, bölge ülkelerini kan deryasına soktuğu, bu konjonktürde ABD’yi güvenilir bulanların oranı sadece ve sadece %2![1]

1960’lı yıllarda devrimci gençleri, “Amerikan Gönüllülerine”, 6. Filoya, Amerikan ve NATO üslerine, Haşhaş ekiminin ABD’ce yasaklatılmasına, emperyalist sömürüye karşı mücadele ettiler. Ülkemizde “küçük Amerika olma” rüyası görenlerin, ABD’ye sempatiyle bakanların oranının tavan yaptığı dönemde, ideolojik ve politik düzlemde emperyalizmi doğru bir şekilde yerli yerine oturttular. Bu mücadeleyi başarıyla yürüttüler. M. Kemal Atatürk’ün, Mahirlerin, Denizlerin anti-emperyalist mücadelesini, günümüzde kimler sürdürecek?

Özellikle son 20 yılda, emperyalizmi:

  • Ülke içindeki işbirlikçileri ve kurumları göz ardı edenlerin,
  • Uluslararası tekellerin ülke içindeki uzantısı işveren çevreleri “milli” olarak değerlendirenlerin,
  • ABD-AB’ı sadece dışsal olgu olarak görenlerin,

Vatan Partisi (Aydınlık çizgisi) ya da kendisini “ulusalcı” olarak tanımlayan çevrelerin antiemperyalist mücadeleyi yürütemedikleri, sıklıkla savruldukları görüldü.

Bölgemizin Açmazı: “İslami Direniş”

Ön Asya (Orta doğu) insanı tarih boyunca yabancı işgale (ister doğudan gelen Moğol istilasına, ister Batıdan gelen Haçlılara)  karşı durdu. Bu direnişte İslam topraklarını savunma önemli bir yer tuttu. Dini ideoloji Ortaçağa damgasını vurmuştu, bu çağın devletlerinde ve toplumsal düzeninde dinin önemi büyüktü. Yürütülen savaşlar, işgaller ve bunlara karşı halkın ya da devletin direnişinde de din önemli bir işleve sahipti. Ulus devletlerin ortaya çıktığı modern tarihsel dönemde hem işgaller hem de işgallere direniş, milliyetçi, ulusal karaktere büründü. Ulusal kurtuluş mücadelesinde, millici güçler bir önceki dönemden kalan dini inanç ve kültürden yararlandılar.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Batının emperyalist ülkelerinin, İngiliz, Fransız, İtalyan işgaline ve işbirlikçi Yunan istilasına karşı verdiğimiz kurtuluş savaşı millici bir muhtevada yürüdü. Bağımsız – laik Türkiye Cumhuriyeti bu zeminde ortaya çıktı.

İkinci Dünya Savaşı ertesinde, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan yaklaşık 40 yıl sonra, ön Asya ve Kuzey Afrika ülkelerinde: Cezayir, Tunus, Mısır, Suriye, Irak, İran’da emperyalist Batı sömürgecilerine karşı verilen ulusal kurtuluş mücadeleleri de millici (dini de bağrında barındıran) bir muhtevada yürüdü. Sol-Arap milliyetçiliği, BAAS patisi bayrağı altında toplanan Arapların ulusal kurtuluş mücadeleleri sonrasında bağımsız laik ulus devletler kuruldu. Bu dönemde emperyalizmin ön Asya’da ileri karakolu misyonunu üslenen Türkiye, laik bağımsız Arap devletlerinin karşısında yer aldı. Emperyalist ülkelerin yanında yer alan Türkiye sıkı dostluk ve uyum temelinde, bölgenin ve bu ülkelerde yaşayan halkın çıkarlarını savunacak bağımsız bölgesel birlikten uzak durdu.

Türkiye’nin içine sürüklendiği bağımlılık tuzağına, bağımsız Arap ulus devletleri de düştü:

  • Bir süre sonra yeniden emperyalist ülkelerin egemenliği altına girdiler. Devrimleri, uluslaşma süreçleri, Türkiye’de olduğu gibi rotasından saptı.
  • Yeni sömürge ülkelere dönüştüler.
  • İktidarlar yolsuzluk, rüşvet, adam kayırmacılığı batağına saplandı.
  • Kurulan yeni sistem giderek yozlaştı.
  • Halkın desteğini yitiren iktidarlar giderek otoriterleşti. Otoriteleşme halkın iktidara yönelik tepkilerini daha da arttırdı.

Emperyalizmin neo liberal aşamasında, işbirlikçi “laik-milliyetçi” iktidarlar bir avuç çıkarcı ile birlikte kamu varlıklarını ve hizmetlerini yağmalattılar. Serbest pazar sopasıyla, zengini daha da zengin dar gelirlileri ve yoksulları ise fakirleştirdiler.

SSCB’nin yıkıldığı, sol siyasetin ideoloji ve politik etkisini ve cazibesini yitirdiği bölgemizde İslam yeniden ön plana çıktı ya da çıkarıldı:

  • Filistin’de uluslar arası desteğe ve sempatiye sahip laik FKÖ’nün, devrimci FHKC’nin yerini HAMAS, İslami Cihat gibi İslamcı örgütler aldı.
  • Türkiye’de kendisini Müslüman Kardeşler ile özleştiren AKP, Mısır, Tunus ve Filistin’de Müslüman Kardeşler örgütü işbirlikçi çürümüş sol-milliyetçi -laik yönetimleri devirerek iktidara geldiler.
  • Radikal İslami örgütler (Taliban, El Kaide, IŞİD, Hizbullah vb.), Kafkaslardan Afganistan’a, Cezayir’den Arap yarımadasına, Kuzey ve Orta Afrika’da, Güneydoğu Asya’da Müslüman ahalinin yaşadığı bölgelerde silahlı ve bombalı saldırılarıyla kan akıttılar.

 “Medeniyetler Çatışması” şeklinde sunulan, Hristiyan-Yahudi ve Müslüman toplumu karşı karşıya getiren, çatıştıran politikalarla Müslümanlar ötekileştirildi. Farklı inanca sahip topluluklar arasında din dışı alanlarda oluşmuş tarihsel bağlar ve dayanışma zayıfladı. Tüm bölge ülkeleri bir bütün olarak kaybederken, kazanan İsrail oldu.

Tüm bu karmaşa ortamında ön Asya’da işgalci ABD’ye karşı “Direniş Cephesi”ni kuran ve yürüten, İran önderliğindeki Şii hareketi oldu. Lübnan ve Suriye’de Hizbullah, Irak’ta farklı Şii milis örgütleri, Yemen’de Şii Husi milisleri yabancı işgalcilere ve onların işbirlikçilerine karşı Direniş Cephesinde yer aldılar. Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve Irak Şii Hasdi Şabi milisleri komutanı El Mühendis’in ABD askerleri tarafından öldürülmesi, Irak meclisinin yabancı askeri güçlerin ülke topraklarını terk etmesine dönük kararı, İran’ın misillemelerinin yeni bir dönemin kapısı açıp açmayacağını göreceğiz. İşgalci güçlerin bölge ülkelerinden çıkarılmasına yönelik girişimleri, bir pazarlık aracı olmanın ötesinde bir boyuta ulaşması bölgede olumlu gelişmelerin de yolunu açabilir. Ancak Şii eksenli bu girişim ne bölgede ülkeler-farklı inanç grupları ve mezhepler arasında birliği sağlayabilir ne de tüm Müslümanları Şii bayrağı altında toplayabilir. Günümüzde İran – Şii ekseninde yürüyecek ön Asya’daki direniş:

  • Tarihsel-dini ve kültürel yapısı,
  • Anti-Amerikan tepkiyi bir çatışma ve uzlaşma aracı olarak kullanma özelliği,
  • Anti-Amerikancılık ile emperyalizm ilişkisini doğru kurmaması, emperyalist sömürüye-yağmaya karşı mücadelede doğru ve tutarlı ideolojik-politik bilinçten uzak olması,

 nedeniyle tüm bölgeyi kapsayan kararlı ve uzun erimli bir direnişe önderlik yapamaz. 

Türkiye’nin Önemi

Tarih boyunca Türkiye, ön Asya’nın önemli bir bileşeni oldu. Bunun bilincinde olan M. Kemal’in, İngiliz-Fransız emperyalist ordularının işgali ettiği İstanbul’un, Anadolu’nun, Irak ve Suriye’nin kurtuluşuna bütünsel  baktı. O, işgalci yabancı devletlerin Anadolu’ya, Suriye’ye ve Irak’a, yani Türk’e, Arap’a düşman olduğunu söyledi. İngiliz-Fransız emperyalizmine karşı birlik oluşturulmasını arzu etti. Eski Osmanlı topraklarını yeniden elde etme gibi bir düşüncesi olmadı. Onları kurtarmak gibi maceraya da girişmedi. Birlikte kurtuluşun her bir ülkeye, dolayısıyla bölgeye getireceği yararları düşündü. Türkler, Suriyeliler ve Iraklılar arasında sıkı bir dostluğun ve uyum siyasetinin önemini sürekli vurguladı.

M. Kemal’in önderliğindeki Kuvvay-ı Milliye güçlerinin yabancı işgal güçlerine karşı savaşımı, ne yazık Irak ve Suriye’deki insanları harekete geçirmedi, geçiremedi. Emperyalist işgalcilerin Türkiye’den kovulması, bağımsız-laik Cumhuriyetin kurulması ve girişilen devrimci atılımlar, bölgemizdeki ülkelere örnek oldu.

Bu olumlu örnek ikinci Dünya Savaşı sonrasında meyvesini verdi. Bölgemizde Irak, Suriye, Mısır, Cezayir, Tunus, İran ve Hindistan …gibi laik-bağımsız cumhuriyetlere model oldu.

ABD emperyalizminin önderliğinde bölgemize yönelik emperyalist saldırı, Müslümanları birbirine kırdırma girişimleriyle, askeri işgallerle, “cihatçı paralı milislerle” yürütüldü. Yaşadığımız coğrafyada tüm ülkeler, Türküyle, Kürdiyle, Arabıyla, Acemiyle perişan edildi. Milyonlarca kişi evinden, barkından, topraklarından oldu. Milyonlar yaşamını yitirdi. Devletler çökertildi. Yaşanan tüm felaketlerin yaratıcısı ABD’ye karşı, oluşan nefret ve tepki, Pew araştırma verilerinin çok daha ötesindedir. Ön Asya insanları ülkelerinde ve bölgede “binicisini bekleyen at” gibi, önlerine düşüp yol gösterecek güvenir liderler beklemektedir.

ABD emperyalizmi bölgemizde yaptıklarıyla yetinmemektedir. Asya’ya giriş kapısı İran kilidini kırmak, buradan da Orta Asya’ya ulaşmak, yıkımı ve ölümleri oraya da taşımak arzusundadır. Orta Asya bölgesini, Türki Cumhuriyetleri Suriye ve Irak’a dönüştürmek, “Avrasya’yı Balkanlaştırmak” [2] istemektedir. “Etnik kazan” olarak tanımladığı bölgede (İran, Türkiye, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Azerbaycan, Afganistan) yaşayan 300 milyondan fazla insanı birbirine kırdırmayı, kaos yaratmayı düşünmektedir.

Türkiye’nin bölgemizde yaşadığımız felaketten tek başına çıkabilmesi oldukça zor. Bölgedeki hedef ülkelerin: Irak ve Suriye’nin yakılıp, yıkılması, yabancı işgal altına sokulması, Türkiye’nin sürekli tehdit edilmesi, önceki dönemlerde gerçekleştirilemeyen bölgesel birliğe de zemin oluşturuyor. Irak, Suriye ve İran başta olmak üzere içinde bulunduğumuz coğrafyanın insanlarını, Türkü, Kürdü, Arabı, Acemi, bir araya getirme potansiyeline sahip tek ülke Türkiyedir. Toplumcu yurtsever anlayışa sahip olabilecek bir Türkiye, tüm bölge insanını (açık-gizli) işgalci güçlere karşı bir araya getirme ve politik, ekonomik-sosyal ve kültürel bir birlik (demokratik bölgesel birlik) oluşturma potansiyeline sahip tek ülkedir.

Ancak,

  • Bölgemizde BOP doğrultusunda Müslüman ahaliyi mezhepler ya da ılımlı-radikal İslam ayrımı temelinde birbirine kırdıran bir politikanın işbirlikçisi,
  • “BOP Eşbaşkanlığı” ve “Medeniyetler İttifakı Başkanlığı” görevleriyle emperyalizmin suç ortağı,
  • NATO, ABD’yi Türkiye’nin ve İslam aleminin dostu gören, gençlik dönemlerini emperyalist güç odaklarının güdümündeki (Komünizmle Mücadele Derneklerinde, Yeşil Kuşak) yapılanmalarında geçiren bir siyasi heyetin örgütü,

olan AKP iktidarı bunu gerçekleştiremez. Tabi ki onun yerine Batı emperyalizmi ile anlaşarak, onların inayetiyle iktidara gelecek bir başka parti de.

[1]  U.S. is seen as a top ally in many countries – but others view it as a threat, https://www.pewresearch.org/fact-tank/2019/12/05/u-s-is-seen-as-a-top-ally-in-many-countries-but-others-view-it-as-a-threat/, 5 Ocak 2020  

[2] Büyük Santraç Tahtası, Brzezinski, İnkilab Kitabevi,2010, sf 175 Avrasya Balkanları

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir