Özgürlük Bilgiden Değil Bilgi Özgürlükten Doğar-Mehmet Uysal

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Cumhuriyet Bilim Teknik’in 18 Şubat 2006 tarihli sayısında yayımlanan “İnsan özgürlüğü tartışması” başlıklı yazısında, Vehbi Hacıkadiroğlu, insan ve hayvan davranışlarını karşılaştırarak, “Bilim, hayvan davranışlarının dış etkiler karşısında otomatik tepkilerden oluştuğunu bildirmektedir. Oysa insanların dış etkiler karşısında nasıl davranacaklarına genellikle kendilerinin karar verdiğini hem kendi deneyimlerimizden hem de başka insanlar üzerindeki gözlemlerimizden biliyoruz.” diyor ve şöyle devam ediyor: “İşte özgürlük bu, dış etkiler karşısında nasıl davranacağına insanın kendisinin karar vermesi anlamına geliyor… Nasıl davranacağına kendi karar veren insan nasıl davranacağında nasıl bir sonuç alacağını bildiği için bunu yapabilmektedir. Demek ki insan, özgürlüğünü bilgisiyle kazanmaktadır.” Kısaca ifade etmek gerekirse, Vehbi Hacıkadiroğlu’na göre, insanı özgür yapan bilgi sahibi olmasıdır ya da özgürlük bilgiden kaynaklanır. Acaba öyle midir? Bu soruyu sormamızın nedeni, “özgürlük bilgiden kaynaklanır” önermesi üzerine yapacağımız muhakemenin bizi “insanın hiç özgür olmadığı ve asla olamayacağı” gibi, söz konusu önermenin tam tersi bir sonuca götürmesidir.

 

Bilgilenme sürekli genişleyerek ve derinleşerek ilerleyen bir süreçtir. Bu sürecin gerisine doğru gittiğimizde, “sıfır bilgi” ya da “mutlak bilgisizlik” noktasına ulaşırız. Bilgi özgürlük demek olduğuna göre, mutlak bilgisizlik mutlak olarak özgür olmama durumu demektir. Bundan da “bir zamanlar insanın özgürlüğü diye bir şey yoktu” sonucu çıkar. Öte yandan, Vehbi Hacıkadiroğlu’na göre, insan bilgilendikçe özgürlük düzeyi yükselir. Demek ki mutlak bilgisizlikten itibaren insan bilgilendikçe özgürleşmiştir. Peki, insanın bilgi düzeyi sürekli genişleyip derinleştiğine göre, bu genişleme ve derinleşmenin ve buna paralel olarak özgürleşmenin bir sınırı var mıdır? Eğer böyle bir sınır varsa, insanın bu sınıra gelmezden önceki durumu özgürlük sayılabilir mi? Eğer insanın bilgilenmesinin sınırı yoksa, (ki aşağıda ortaya koyacağımız gibi insanın bilgilenmesinin sınırı yoktur) insanın özgürlüğü nasıl mümkün olabilecektir? Kısacası, insan hep özgürleşme süreci yaşayacak ama özgürleşme sürecinin sonuna gelmeden “özgür” olarak nitelenemeyecektir. İşte Vehbi Hacıkadiroğlu’nun “özgürlük bilgiden kaynaklanır” önermesinin muhakemesinin bizi götürdüğü “insan özgür değildir” paradoksal sonucu budur.

 

Vehbi Hacıkadiroğlu, aynı yazısında, cezai sorumluluğun insanın bilgi ve buna bağlı olarak özgürlük düzeyine bağlı olması gerektiğini, bilgi ve özgürlük düzeyine bağlı olduğundan, aynı suçu işleyenlerden daha az bilgiye sahip olanların daha az, daha çok bilgiye sahip olanların daha çok cezaya çarptırılmaları gerektiğini, çocuklara ve daha geri kültür düzeyinde yaşayanlara daha az ceza verilmesinin nedeninin bunların daha bilgisiz olmaları olduğunu, hukukun bilgi düzeyi ile temellendirilmesinin adaleti sağlayacağını ileri sürmektedir. Durum böyle olursa, aynı suçu işleyen; birisi zamanın en ileri diğeri de en geri bilgi düzeyinde olan iki kişiden, birincisi en yüksek ikincisi en düşük cezayı alacaktır. Peki, bu insanların bilgi ve özgürlük düzeyleri nasıl ölçülebilecektir? Bilgili olduğu varsayılan birisi suç işlediğinde, “ben aslında bilgisizim, az ceza talep ediyorum” dese aksi nasıl kanıtlanacaktır? Ayrıca böyle bir yaklaşım üzerine kurulu ceza hukuku, çocukların ve cahillerin kötü niyetli bilgililer tarafından suça teşvik edilmesi sonucuna yol açmaz mı?

 

Görüldüğü gibi, Vehbi Hacıkadiroğlu’nun “özgürlük bilgiden kaynaklanır” önermesi bizi “özgürlük yoktur” paradoksal sonucuna götürdüğü gibi, “adaletin temeli bilgiye dayanmalıdır” önermesi de bir sürü hukuk ve adalet sorununa yol açabilecek niteliktedir. Biz konunun hukuk felsefesi yönünü bir tarafa bırakarak, özgürlük felsefesi yönü üzerinde durmak istiyoruz. “Özgürlük bilgiden kaynaklanır” önermesi bizi “insan asla özgür olamaz” sonucuna götürdüğüne göre, acaba özgürlük diye bir şey yok mudur?

 

Özgürlük diye bir şey vardır, ancak yanlış yerlerde; insan-doğa ve insan-insan ilişkileri içinde aranmıştır. Bu ilişkiler içinde özgürlüğü aramak boşuna bir çabadır, oralarda özgürlük bulunamaz, bulunsa bulunsa en fazla “özgürleşme” bulunur ve bulunan şey de bizi “özgür olmama” sonucuna götürür. Çünkü içine doğduğu doğal ve toplumsal ortam, insanın karşısına bir sürü kısıtlamalar ve bu kısıtlamalarla çevrelenmiş sınırlı sayıda davranış olanakları demeti çıkarır. Biz de bu sınırlı davranış olanaklarından birisini seçmenin özgürlük mü yoksa özgürleşme mi olduğunu tartışır dururuz. Yüzyıllardır tartışıp durduğumuza göre, özgürlük diye bir şey de var demektir. Peki, özgürlük diye bir şey varsa, o nerededir?

 

Özgürlüğü içine doğduğumuz doğal ve toplumsal ortamın sınırlı davranış olanakları içinde aramaya gerek yok, çünkü özgürlük bizim içimizdedir. Özgürlük bizim içimizde hep var olagelmiş olup, biz insanların özgürlük diye bir sorunu hiç olmamıştır. Özgürlük aklımızın karakteristiğidir. Bu önermemiz için kullandığımız ve Düşüncenin Düşüncesi adlı kitabımızda geniş olarak ortaya koyduğumuz, çeşitli yazılarımızda da kısaca kullandığımız argümanları aşağıda sıralıyoruz.

 

Akıl canlı yaşamın evrimi sürecinin kör rastlantıları içinde belirmiş olan, duyu organları, sinirler ve beyinden oluşan maddi-biyolojik bir sistemdir.

 

Akıl kendi kendini harekete geçirir. Aklın harekete geçmek için kendisi dışında hiçbir nedene ihtiyacı yoktur, o kendi kendini harekete geçirerek evrene gözlerini açar. Akıl kendi kendini harekete geçirerek evrene gözlerini açtığı andan itibaren de hep hareket halinde olur. Aklın harekete geçtiği anda edindiği ilk bilgi, kendi bilgisidir; akıl her şeyden önce kendi bilincine, kendisinin farkına varır. Görme özürlü birisinin gözleri açıldığında söylediği ilk sözün “görüyorum” olması, işitme özürlü birisinin de kulakları açıldığında ilk söylediği sözün “işitiyorum” olması, aklın her şeyden önce kendini bilmesindendir. Descartes şüphe yöntemini kullanarak, o zamana kadar elde edilmiş bütün bilgileri akıldan çıkardığında, en son kalan ve asla akıldan çıkarılamayan ve doğruluğundan şüphe edilemeyen bilginin “düşünüyor olma” olduğunu söylemişti. Gelmiş geçmiş bütün bilgiler akıldan çıkarıldıktan sonra geriye “düşünüyor olma” bilgisinin kalması da aklın ilk elde ettiği bilginin kendi hareketine dair bilgisi olduğunu gösterir.

 

Aklın hareketinin sınırı yoktur. Akıl yine iyilik ilkesinin etkinliğinin sonucu olarak her şeyi merak eder. Merak, aklı ufuklara götürür. Akıl bununla da yetinmez, ufukların ötesini merak eder. İçindeki merak dürtüsü aklı ufuklardan ufuklara taşıyarak sonsuzluğa yöneltir. Aklın ufuklardan ufuklara oradan sonsuzluğa yönelişinin nedeni iyilik ilkesidir; ola ki ufukların ötesinde de bir şeyler olup bitmektedir ve orada olup bitenler yaşamda kalma bakımından önemli olabilir. Ufuklardan ufuklara oradan sonsuzluğa yönelme hareketi içinde akıl her şeyi; en uzak ve en büyük galaksiden en küçük parçacığa kadar tüm evreni bir kabuk gibi sarabilir ve kabuğun içinde kalan her şeyi sayabilir. Aklın sarma etkinliği “geometri”, sayma etkinliği “aritmetik”, ikisi birlikte “matematik”tir. Aklın geometrik etkinliğinin sınırı yoktur; hiç kimse bize en büyük kürenin çapının kaç milyar ışık yılı olabileceğini, orijininde aklın bulunduğu koordinat eksenlerinin nereye kadar uzanabileceğini söyleyemez. Aklın aritmetik etkinliğinin de sınırı yoktur; hiç kimse bize düşünülebilecek en büyük sayının ne olabileceğini, sıfır ile birin arasının kaça bölünebileceğini asla söyleyemez. Akıl her şeyi sarıp sayabiliyorsa, o uzay-zamanı içine alan, uzay-zaman ötesi bir şeydir. Akıl harekete geçip de ilk olarak kendi bilgisini elde ettikten sonra, ilişki ve etkileşim içinde olduğu her şeyin bilgisini elde eder. Aklın etkinliğinin sınırı olmadığına göre, onun bilgilenmesinin de sınırı yoktur.

 

Aklı, sadece bedenimizin içinde yer alan bir duyu hücreleri ve nöronlar sistemi olarak değil, onu hareket halinde düşünerek, bütün evrende etkiyen bir oluş olarak görmek gerekir. Nasıl ki güneş denince sadece bakınca gündüzleri gökyüzünde gördüğümüz ışıklı ve sıcak nesneyi değil, onun ısı, ışık, radyasyon, kütlesel çekim gücü vs. hareketlerinin yayıldığı ve etkilediği tüm alanı düşünmemiz gerekiyorsa ve güneş bütün bu alan boyunca var ise, akıl da etkinliğinin yayıldığı tüm evren boyunca akıldır, evrenin neresine bakarsak bakalım biz orada etkimekte olan aklı görürüz. İşte aklın bu durumu eski zamanlarda “metafizik” denilen düşünme etkinliğinin konusu olmuştur. Metafizikçi düşünürler, maddi âlemin ötesinde bir mana âlemi bulunduğunu ve evrenin her tarafında etkimekteyken gördükleri aklın, insanın dışında insana yabancı bir mutlak varlık olduğunu düşünmüşlerdir. Aristoteles bu âleme “formlar dünyası” derken, Platon “idealar evreni” demiştir. Metafizik düşüncenin argümanları, dinsel düşüncenin çeşitli dalları tarafından da geniş ölçüde kullanılmıştır.

 

Özetleyip sonuçlandıracak olur isek; eğer kendini harekete geçiriyorsa, her şeyi bir kabuk gibi sarıp kapsama alanı içine alabiliyorsa ve kapsama alanı içindeki her şey üzerinde düşünme etkinliğinde bulunabiliyorsa, böylece uzay-zamanı içine alabiliyorsa, akıl, özgür hem de mutlak olarak özgür demektir. Akıl, “akıl” oluşundan itibaren böyle olduğu için o, hep özgürdü ve özgür kalacaktır. Bu nedenledir ki insanın özgürlük diye bir sorunu hiç olmamıştır.

 

Akıl özgürlüğünü “bilme etkinliği” olarak yaşar. Başka bir deyişle, aklın özgürlüğünün etkinliği bilgilenmedir. Bu nedenle, akıl özgür olduğu için bilgilenebilmektedir.

 

Peki, akıl hep özgürdü ama acaba bunun bilincinde miydi? Akıl hep özgürdü ama özgürlüğünün bilincine zamanla vardı. Felsefe ve özellikle metafizik tarihi aklın özgürlüğünü keşif sürecidir. Toplumsal aklın Antik Yunan felsefesinden Rönesans’a, oradan Descartes’a, Descartes’tan Kant’a uzanan gelişim çizgisi, aklın özgürlüğünün bilincine varma ve özgürlüğünü yaşayarak bilgilerini genişletme ve derinleştirme süreci olarak görünür. “Uzay ve zaman aklımızın gözlükleridir” diyen Kant, insan aklının özgürlüğünü keşif sürecinde “bilinçlenme”ye dönüşüm yaptığı aşamanın düşünürüdür.

 

Yukarıda aklın özgürlüğünü, bilme etkinliği olarak yaşadığını belirttik. Aklın bilgilenme düzeyi yükseldikçe insan bağımsızlaşmıştır. Acaba insan neye bağımlıydı da neyden bağımsızlaştı? İnsan belli bir doğal ve toplumsal yaşam ortamının içine doğar ve yaşamda kalması içine doğduğu doğal ve toplumsal ortamın olanaklarıyla sınırlıdır. Başka bir deyişle insan, yaşamda kalmak bakımından doğal ve toplumsal yaşamın olanaklarına bağımlıdır. Peki, insanın aklı mutlak olarak özgürse, birtakım koşulara nasıl bağımlı olabiliyor? Akıl bir taraftan özgür hareket ediyor ama bir taraftan içinde bulunduğu beden üzerinden doğal ve toplumsal yaşam ortamının koşullarına bağımlı. Kuşkusuz bu durum bir çelişkidir. İşte bu çelişkiden, bağımlılığa göreceli olarak bağımsızlık düşüncesi ve bağımsızlaşma yönündeki davranışlar doğmuştur. Akıl özgürlüğünü yaşayarak bilgilenmiş, bilgilendikçe yaşamda kalmasını sınırlayan, kendisini bağımlı kılan doğal ve toplumsal sınırlamaları, yaşamda kalma olanaklarını genişletmiştir. Yaşamda kalma olanaklarını genişlettikçe insan bağımsızlaşmıştır. Bağımsızlık, aklın özgürlüğünün doğa-insan ve insan-insan ilişkileri içindeki etkinliğidir. İşte Vehbi Hacıkadiroğlu’nun “özgürlük” dediği, ancak bizi “özgürleşme” hatta “özgürleşememe” sonucuna götüren şey, canlı yaşamın evrimi süreci içinde oluşmuş ve aklın karakteristiği olan özgürlüğün, doğa-insan ve insan-insan ilişkileri içindeki; bağımlılığa karşıt olan, bağımsızlaştırıcı etkinliğidir. Kölelik zincirleriyle efendilere bağlanmış Spartacus’ü Roma’ya isyan ettiren, ülkesi yabancı güçlerce işgal edilmiş Mustafa Kemal’e “ya bağımsızlık ya ölüm” dedirten, onların akıllarının özgürlüğünden başka bir şey değildir.

 

İnsanın bağımlılık ilişkilerine karşı bağımsızlık mücadelesi uzun hikâyedir. İnsanın doğa-insan ilişkilerindeki bağımsızlaşma süreci bilim ve teknoloji tarihi kitaplarının, insan-insan ilişkilerindeki bağımsızlaşma süreci ise başta politik-ekonomi tarihi kitapları olmak üzere, toplumsal yaşam tarihi kitaplarının konusudur.

 Mehmet Uysal

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir