Sahne tekmelenen bir Atatürk büstüyle açılır.
Aniden bir gürültü duyulur. Özgürlük ve Barış (Freedom and Peace) nidaları eşliğinde Atatürk büstü top gibi oynanırken, ABD Merkezî Kuvvetler Komutanlığı’nın Florida Tampa’daki harekât-kontrol merkezinin direktifiyle, Akdeniz’deki ABD uçak gemilerinden kalkan F-15 ve F-22 Raptor uçakları, Özgürlük ve Barış’a destek olmak amacıyla hayalet ordu IŞİD’i bombalamaktadır. Bombalanan mevzilerde de taze kesilmiş başlar vardır, çift kale maç yapılmaktadır.
Sosyalizmi aşmış, Marksizm’e tarizkâr bir bakış fırlatmış aşırı demokratik ve son derece özerk kantonlar, ABD’nin emri, F-15’lerin kavli, 6. Filo’nun inayetiyle, yine ABD’nin Abrams tanklarına karşı kahramanca! bir mücadeleye girişirler. Biz diyelim Stalingrad, siz anlayın Kaliningrad, hızını alamayan desin Hiroşima, öyle bir destan-ı muazzama! Tabi, İngiliz-Fransız işgaline karşı Türklerin yaptığı “emperyalist” (!) savaşa karşı bu, son derece anti-emperyalist bir Kurtuluş Savaşı olmaktadır. Lockheed-Martin şirketinin ürettiği güdümlü füzelerin koruma kalkanı eşliğinde bubi tuzakları kurulmakta, işbu İŞİD çeteleri bubi tuzaklarıyla “dağıtılmaktadır”. Bu bir Rambo filmi değildir, bubi tuzağıdır!
Bir başka sahnedeyiz. Yuvarlak bir masanın etrafında John, James, Gerald konuşuyorlar. Yakın planda John’un yüzündeki tikleri görmekteyiz, bu meyanda uzun ve sıkıntılı bir toplantı olduğu bellidir. Gerald elindeki uzun çubukla haritanın bir orasına bir burasına gitmekte, kimi zaman işbu çubuğu haritaya manalı manalı dokundurarak emsallerinin dikkatini haritadaki bir noktaya celbetmeye çalışmaktadır. Masadaki kıdemli memur James, tam da bu kıdem farkı sebebiyle dalıp dalıp gitmekte, arada bir kendine gelerek Gerald’ı başıyla onaylamakta, sonra tekrar hayallere dalmakta ve akşamki basketbol maçını düşünmektedir.
Gerald: Buradaki X uydumuz mütemadiyen milisleri izliyor olacak, denizden intibak süresi 5 dakika 25 saniye, havadan karaya lazer güdümlü kendine mahsus…
James: Hımm…evet 25 saniye…hmm hoş 26 olsa ne olur şartlara göre değişir.
Gerald: Evet, dediğim gibi buradaki milislerimiz şuraya kadar gerileyince tahmini kayıp 500-700 arası artmış demektir bu durumda otomatik olarak devreye girip müdahale ediyoruz. Bu müdahalemizle 6 zırhlı aracı devreden çıkarıp iki tepeyi düşürsek, ikmal kollarının tahmini uzunluğu….
James: Evet, tahmini uzunluk.. Gerçek uzunluk değil bunlar. Hımm..
John: Psikolojik süreyi iyi ayarlamak zorundayız. Politik pazarlığın temel şartı güçler arasındaki ilişkiyi psikolojik bir gerilme noktasına doğru çekebilmek ve orada tutmaktır. Yoksa müttefikimiz Türkiye ve Barzani ile yapacağımız pazarlıktan bir sonuç almak iyice güçleşir. Kaç kişiye kadar kayıp vereceklerini, savaşın ne kadar uzayacağını iç dinamikleri hesaba katarak çözümlememiz gerekir. Ankara büyükelçiliğimizle sıkı bir ilişki kurmamız gerekiyor. Bunlara dikkat ediyorsunuz değil mi?
James: Diplomasi değil mi..keh keh…hih hii…evet..hımm..
Üçüncü sahne:
Sahnemiz çeşitli sol grupların emperyalizme karşı direniş sloganları atarak Ayn El Arap’a doğru koşmalarıyla ve oradan tekrar Türkiye sınırına doğru koşmalarıyla açılır. Duruma göre panzer, akrep, yılan, kertenkele sahneye dâhil olabilir. Emperyalizme karşı insanlık saflarında mücadele edilirken, mütemadiyen uçak sesleri duyulmakta, sloganlar jetlerin gürültüsüne karışmaktadır. Arada bir bomba patlamakta, rüzgar esmekte, nutuklar söylenmekte, bol miktarda küfür edilmektedir. Emperyalizme karşı Türk bayrağı yakılmakta, emperyalizme karşı ABD’den ağır silah istenmekte, vitrinler yıkılmakta, okullar talan edilmektedir.
“Devletsiz toplumlar tarihsel bir gerkçekliktir”, diye söze giren akademisyenin sesi, uzayda ABD’nin Echelon sistemini yönlendirdiği uyduların birinin frekansına takılır. Aynı uyduyla Florida’daki CENTCOM Ortadoğu ile eşgüdüm sağladığından, şans bu ya, F-15’lerin birinin kulaklığından pilota bu sözler yansır: “Devletsiz toplumlar tarihsel bir gerçekliktir çocuklar, kandaşlık da bir siyasal ilişki biçimi olarak karşımıza….cızz..That’s allright Blackbird, open fire! Open fire!
Son sahnemiz, Costa Gavras’ın “Sıkıyönetim” filmindendir. Bir havalimanı işçisi, uçaktan inen yeni yabancı personele bakmaktadır. Bakışlarında derin bir çaresizlik, derin bir anlam, derin bir umut gizlidir.
Mehmet Kemal Aladağ