Seçime Doğru…Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Tevfik Fikret, 19 Ocak 1912’de yazdığı “Doksan Beş’e Doğru” isimli tarihsel ve sosyo-politik içerikli etkileyici şiirini sanki bugünler için de kaleme almış.

Cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yılında, tek bir kişinin çıkıp TBMM’ni yenileme adı altında feshetmeye ve üstüne üstlük Anayasa’nın açık hükmüne rağmen üçüncü kez Cumhurbaşkanlığına aday olmaya kalkışacağı anlaşılıyor. Anayasayı çiğnemeyi alışkanlık haline getiren bu tek kişilik iktidarın ne Tevfik Fikret’le ne de onun eleştirdiği İttihat ve Terakki’yle bir yakınlığı vardır. Çünkü büyük bir aydınlanmacı ve yurtsever olan Tevfik Fikret II. Abdülhamit’i ve yönetim şeklini çok sert biçimlerde eleştirmiş, İttihat ve Terakki ise bu padişahı tahtından indirmiştir. Bilindiği gibi II. Abdülhamit, bugün iktidarda olan AKP yönetimi ve gerici çevreler tarafından kutsanan bir padişahtır. 1878’de Meclis-i Mebusan’ı dağıtıp, Kanun-u Esasi’yi rafa kaldırarak, ülkeyi 33 yıl keyfine göre yöneten, saltanatı döneminde 1.5 milyon kilometre kare toprak kaybeden, alacaklı devletlerin dayatmasıyla Düyun-u Umumiye ve Reji İdaresi’nin kurulmasına boyun eğen, Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı emperyalizminin yarı-sömürgesi haline getirilmesinde büyük sorumluluğu olan II. Abdülhamit, dinci kesimlerin hâlâ hanlarıdır, sultanlarıdır. Tevfik Fikret bu istibdat dönemine karşı mücadele vermiş bir aydın olarak, Abdülhamit döneminde yapılan hukuk tanımaz uygulamaların benzerini, 1908 Devriminin gerçekleştirilmesinde en etkin güç olan İttihat ve Terakki yönetiminin de yapmasını içine sindiremez ve “Doksan Beş’e Doğru” isimli şiiriyle buna isyan eder.

Fikret’in bu güzel ve vurucu şiiri yazmasına neden olan tarihsel süreç kısaca şöyle gelişir:

1876’dan beri hükümdarlığını sürdüren II. Abdülhamit’in istibdat yönetimine karşı, 23 Temmuz 1908’de ayaklanma başlatan İttihat ve Terakki, Manastır’da hürriyet ilan etti. Bu gelişmenin yaygınlaşmasından korkan Abdülhamit, aynı günün gecesinde, Kanun-u Esasi’nin yeniden yürürlüğe konulması anlamına gelen Meclis-i Vükelâ mazbatasını onayladı. Bunun anlamı, II. Meşrutiyet’in resmen ilanıydı.

  1. Meşrutiyet’in ilanı, bir “saray darbesi” değildi, reformist burjuvazinin desteklediği sivil-asker aydın kesimin oluşturduğu örgütlü bir muhalefet hareketiyle yaratılan ve geniş bir toplumsal tabana dayanan bir “ulusal ayaklanma” sonucunda gerçekleşen bir hareketti. Uzun yıllar içinde oluşan ve kısa sürede sonuç alınan bu devrimci hareket karşısında Abdülhamit esnek bir tutum takındığı için tahtta kalabildi.

Ancak başta Abdülhamit olmak üzere, eski düzende serpilen komprador burjuvazi, “mektepli” subaylara karşı olan “alaylı” subaylar, Medrese öğrencileri ve eski dönemin yönetim kademelerinde yer almış bürokratlar bu devrimden memnun değillerdi.

Bu ortam içerisinde II. Abdülhamit’in kışkırtması, İngiliz Elçiliği, Prens Sabahattin ve Ahrar Fırkası’nın desteğiyle II. Meşrutiyet’e karşı “31 Mart” 1325 (miladi tarihle, 13 Nisan 1909) gerici ayaklanması patlak verdi. Bu “irticai” ayaklanma üzerine Selanik’teki Hareket Ordusu İstanbul’a yürüdü ve ayaklanma bastırılarak 27 Nisan 1909’da Abdülhamit tahttan indirildi. Bu gelişmeden sonra, 1909 Ağustosunda Kanuni Esasi’de Meclis-i Mebusanın yetkilerini arttıran ama Padişahın yetkilerini sınırlandıran değişiklikler yapıldı.

Söz konusu dönemin en önemli siyasi unsuru olan İttihat ve Terakki, 1908-1909 yıllarında iktidarı doğrudan ele almamış onu denetlemekle yetinmişti. “Bu kuruluş, 1909-1912 arasında ‘iktidar partisi’ diye tanınmakla birlikte yine iktidarda değildi; ‘hükümet’ olmamıştı ya da olamamıştı. Ama hem denetimi daha sıkılaştırmış hem de iktidara tırmanmaya başlamıştı.” (Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, s. 198, YKY, 34. Baskı)

İttihat ve Terakki içinde birbirinden farklı görüşler taşıyan kişiler ve gruplar yer almaktaydı. Bunlar arasından başlıca iki kanat önemlidir; birincisi, Cemiyetin iktidar üzerinde etkin olmasından sonra komprador çevrelerle uzlaşma yolunu seçen ve hemen sonra Alman emperyalizminin etkisi altına giren kesimdir. İkinci kanat ise yurtsever-radikal eğilimler içinde olan ve Cemiyet’in politikalarına, yönetme şekline muhalif olanlardır. Bu ikinci çevre Birinci Paylaşım Savaşı sonrasında emperyalist işgale karşı kurulacak olan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin nüvelerini oluşturacaktır.

Bu yıllarda, 31 Mart karşı-devrimini bastıran Hareket Ordusu’nun komutanı Mahmut Şevket Paşa’nın İstanbul Sıkıyönetim Komutanı olması ve Abdülhamit’in yerine geçirilen V. Mehmet’in uysal kişiliği İttihat ve Terakki’nin iktidarı ele geçirme ve ülkenin siyasal hayatını denetim altına alma sürecini kolaylaştırıyordu. Bu örgütün hâkim kanadının siyaset yapma anlayışında muhalifler üzerinde baskı kurmak da vardı. Yarattığı bu baskı ortamının da etkisiyle saygınlığını yitirmeye başlaması ve hükümetin başarısızlığı nedeniyle İttihat ve Terakki’nin karşısında yer alan güçler, özellikle Prens Sabahattin çevresi (liberaller) ve dinciler-irticacılar yok olmak yerine güç kazanmaya başladı. Hürriyet ve İtilaf Fırkası bu koşullarda kuruldu (21 Kasım 1911). Bu karşı-devrimci fırka daha kuruluşunda 70 kadar milletvekiline sahipti. Kendi içindeki ve dışındaki muhalefetin güç kazanması üzerine İttihat ve Terakki bunlara karşı sert tedbirler almakta gecikmedi. Bu arada 1908 Devriminden sonra gelişen işçi eylemlerine karşı da baskıcı hareketler yapmaktan geri durulmadı.

Bu sertlik politikalarının da etkisiyle İttihat ve Terakki Meclis-i Mebusan üzerindeki etkisini kaybetmeye başladı ve bunun üzerine parlamentonun feshini denemek istedi. Fakat kendi eseri olan Anayasadaki 1909 değişikliği bu feshi zorlaştırıyordu. “Engeli aşmak için fesih mekanizmasının 1876’daki biçimine geri dönülmesini planladı.” (Age, s. 199)

Ancak İttihat ve Terakki’nin bu planını Meclis sürekli engelliyordu. Bu engellemeleri aşmak için çeşitli manevralar yapan İttihat ve Terakki en sonunda 18 Ocak 1912’de Meclisin feshine karar verilmesini sağladı. Abdülhamit istibdadına karşı yürütülen mücadelenin en belirleyici unsuru olan İttihat ve Terakki’nin 1909’da yapılan değişiklikle çok zorlaştırdığı Padişah’ın Meclisi fesih yetkisini tekrar geri getirmesini protesto etmek için Tevfik Fikret,Doksan Beş’e Doğru” isimli şiirini bu karardan bir gün sonra yazdı. 1878’de Meclis-i Mebusan üyelerinin II. Abdülhamit’in dış politikasına ve özelliklede Osmanlı-Rus Savaşı’na yönelik eleştirileri üzerine Padişah, bu meclisi 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyete kadar tatil etmişti. 31 Mart gerici kalkışmasının bastırılmasının ardından Kanun-i Esasi’de yapılan değişiklikle (1909) Padişahın Meclisi fesih yetkisi kısıtlanmışken, üç yıl sonra İttihat ve Terakki’nin bu yetkiyi tekrar iade etmek istemesi Tevfik Fikret gibi bir devrimci aydınlanmacıyı çileden çıkardı. İşte Dosan Beş’e Doğru şiirini bu ortamda yazdı. Doksan Beş’ten kastedilen, miladi takvimdeki 1878’in hicri takvimdeki karşılığı olan 1295’tir. Fikret şiirinde, 1912’deki bu gelişmeler üzerine, II. Abdülhamit’in Kanunu Esasi’yi rafa kaldırdığı yıl olan miladi 1878’e (hicri 1295’e) geri mi dönüyoruz demek istemektedir. Fikret’in bu şiirdeki ruh hali bir hayal kırıklığının üstünde yükselen bir isyan, bir öfke halidir…

DOKSAN BEŞ’E DOĞRU

Bir devr-i şeâmet: yine çiğnendi yeminler;

Çiğnendi, yazık, milletin ümmid-i bülendi!

Kanun diye topraklara sürtündü cebinler;

Kanun diye, kanun diye kanun tepelendi…

Beyhude figanlar yine, beyhude eninler!

Eyvah! Otuz üç yıl o zehir giryeleriyle,

Hüsranları, buhranları, ehvâli, melali,

Âmâl ü devâhîsi ve sulh u seferiyle

Bir sel gibi akmış, mütevekkil, mütehâli…

Yazsın bunu tarih-i iber hatt-ı zeriyle!

Ey bir dem-i rüya gibi geçmiş kara günler,

Bir lahza edin seyr-i cahîminizi tekrar;

Dönsün bize mazi, o derin nazra-yi muğber…

Heyhat! Otuz üç yıl, otuz üç yıl bütün ekdar;

Heyhat!.. Ne bir ders, ne bir fikr-i mukarrer!

Silmez fakat elvahını tarih-i muanit;

Doksan Beş’i aç: Gölgesi bir tac-ı harîsin

Saklar mütelaşi, mütereddit, mütemerrit

Evza’-ı şeb-engîzini bir bûm-ı habisin;

Hâlâ o vesavis, o desayis, o mefasit.

Hâlâ o şebin zeyl-i temadisi bu ızlam;

Hâlâ o cehalet, o tecahül ve o techil;

Hâlâ vatanın hissesi bir tûde-yi âlâm;

Hâlâ düşünen başlara hep lâtme-yi tenkil

Hâlâ sırıtan dişlere hep lokma-yı in’am.

Hâlâ tarafiyyet, hasebiyyet, nesebiyyet;

Hâlâ “Bu senindir, bu benim!” kısmeti cari;

Hâlâ gazap altında hakikatle hamiyyet…

Hep dünkü terennüm, sayıdan, saygıdan ârî;

Son nağmesi yalnız: Yaşasın sevgili millet!

Millet yaşamaz, hakka tahassürle solurken

Sussun diye vicdanına yumruklar inerse;

Millet yaşamaz, Meclis’i müstahkar olurken

İğfal ile, tehdit ile titrer ve sinerse;

Millet yaşamaz ma’şer-i millet boğulurken!

Kanun diyoruz; nerde o mescûd-ı muhayyel?

Düşman diyoruz; nerde bu? Hariçte mi, biz mi?

Hürriyetimiz var, diyoruz, şanlı, mübeccel.

Düşman bize kanun mu, ya hürriyetimiz mi?

Bir hamlede biz bunları kahr ettik en evvel.

Bir hamle-i mahmûm-ı tagallüple değiştik

Hürriyeti şahsiyyete, kanunu gurura;

Heyhat! Otuz üç yıl geri düştük ve bu mühlik

Yoldan şu nedametli ve gafletli mürura

Bî-şüphe o humma-yı cünun oldu muharrik.

Ey millete bir sille olan darbe-i münker

Ey hürmet-i kanunu tepen saadme-yi bîdâd

Milliyeti, kanunu mukaddes tanıyan her yâdın

Vicdan seni lanetle, mezelletle eder yâdın.

Düşsün sana – meyyal-i tahakküm, -eğilen ser

Kopsun seni – bir hak diye – alkışlayan eller!

***

Bugünkü dilimize Ceyhun Atıf Kansu’nun düzenlemesi:

DOKSAN BEŞE DOĞRU

Bir uğursuz dönem gene: Gene çiğnendi nice andlar;

Çiğnendi, yazık, ulusun yüce umudu!

Yasa diye topraklara sürtüldü alınlar;

Yasa diye, yasa diye, yasalar tepelendi…

Boş yere çığrı çığlık, boşuna bu inilti!

Vah olsun! Otuz üç yıl o ağulu ağlayışlarla,

Yitikler, bunalımlar, korkular, üzünçlerle,

Dilekleri belâları ve de barışı utkusuyle

Bir sel gibi akmış, boyun eğik, boşu boşuna…

Yazsın bunu altın yazısıyle öğretici tarih!

Ey bir düş demi gibi geçmiş kara günler,

O kara yangın gidişinizi bir an yineleyin de;

Dönsün bize geçmiş, o derin ve de küskün bakış…

Yazık ki! Otuz üç yıl, otuz üç yıl tüm acılar;

Yazık ki! Ne bir şey öğretmiş, ne bir düşünce!

Silmez ama yazdıklarını inatçı tarih;

Doksan beşi aç: Gölgesi bir taç delisinin

Saklar ivecen, çekingen, direngen

Bir kötü baykuşun karanlık gece işlerini

Hep o kuruntular, o oyun düzen, o bozguncu kargaşa.

Hep o gecenin sürgit benzeridir bu karanlık;

Hep o kara bilisizlik, o bilmezlik, bilmez saymak herkesi;

Hep o bir yığın üzünç vatanın payı;

Hep o, düşünen başlara tepeleyici tokat,

Hep o, sırıtan dişlere hep susturucu lokma!

Hep o, yan tutma, soydan soptan yana olma;

Hep o, “Bu şenindir, bu benim!” ortaklığı ayakta;

Hep o, öfke ezer gerçekle yurtseverliği…

Hep dünkü türküler, sayıdan, saygıdan boşanmış;

Son nağmesi yalnız: Yaşasın sevgili ulus!

Yaşamaz ulus, hakkı özleyip solurken,

Sussun diye vicdanına yumruklar inerse;

Ulus yaşamaz, horlanırken Kurultay

Aldatılıp, korkutulup titrer ve sinerse;

Ulus yaşamaz, ulusun toplum özü boğulurken!

Yasa diyoruz; nerde o secde edilesi düşsel varlık?

Düşman diyoruz: Nerde bu? Dışarda mı, biz mi?

Özgürlüğümüz var, diyoruz, şanlı, yüce;

Yasa mıdır bize düşman, yoksa özgürlük mü?

Bir atılışta biz bunları yok ettik en önce.

Gözü dönmüş zorbalığın atılımıyle değiştik

Özgürlüğü kişisel güce, yasayı benlik duygusuna;

Yazık ki! Otuz üç yıl geri düştük ve bu sakıncalı

Yoldan şu pişmanlık dolu, uyur uyanmaz geçide

Kuşku yok o delilik ateşi itti bizi.

Ey ulusa atılan o yadsınası tokat!

Ey yasalara saygıyı tepen o zalim çarpıntı!

Ulusun varlığını, yasayı kutsal tanıyan her anış

Vicdan seni kargıyıp, alçaltarak anar…

Düşsün sana -zorbalığa yatkın- eğilen baş,

Kopsun seni -bir hak diye- alkışlayan eller!

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir