Sicili Bozuk Dinci İktidar Yargıdan Kurtulamaz-Av. Mehdi Bektaş

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

         Emperyalizme karşı bağımsızlık, dinciliğe karşı laiklik, faşizme karşı eşitlik, özgürlük, demokrasi mücadelesi veren devrimcileri etkisizleştirmek, toplumsal muhalefeti sindirmek,  toplumsal gelişmeyi önlemek için, 12 Mart 1971’de “toplumsal uyanış ekonomik gelişmeyi geçti” diyen, 9 Mart’ta Kemalist devrimci subayları tasfiye ettiren ordunun komuta kademesi, Demirel hükümetine “toplumsal huzurun sağlanmasını” ve  “partiler üstü bir hükümet kurulmasını” isteyen bir muhtıra verir ve istifa ettirir.

CHP’den ayrılan Prof. Dr. Nihat Erim’in başkanlığında, 5 Adalet Partisi (AP), 3 Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 1 Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP), 1 Milli Birlik Komitesi (MBK) üyesi ile 14 teknokratın yer aldığı, “teknokrat ya da reform hükümeti” adıyla anılan hükümet kurulur.

27 Mayıs 1960 devrim hareketi gibi reform yapacağı sanılan hükümete ilericilerden destek çıkar, ancak faşist niteliği kısa sürede anlaşılır.“1961 Anayasası için bu bir hukuk anıdır” diyen Nihat Erim, “”1961 Anayasası Türkiye için lüks” demeye başlar.

26 Nisan 1971’de Ankara, İstanbul, İzmir, Adana ve Diyarbakır illerinde sıkıyönetim ilan edilir, “Makabline şamil (geçmişe dönük)” ceza kanunları çıkarılacağı söylenerek, toplumsal mücadelenin öncülerini, aydınları, gazetecileri, üniversite hocaları gözaltına alınmaya başlanır, işkenceli sorgulamalarla toplu tutuklamalar olur. Sol partilere baskınlar yapılır, dernekler kapatılır, demokratik kitle örgütlerinin faaliyetleri durdurulur, basın yayın kısıtlanır, sansür devreye sokulur, TİP, TÖS, DİSK yöneticileri hakkında davalar açılır, tutuklanıp cezaevine tıkılır.

İşin özünün değiştiğini anlayan teknokrat bakanlardan 11’i hükümetten istifa eder, “balyoz” yanlısı yeni isimler eklenerek hükümet devam eder.

Faşist uygulamalara karşı devrimci hareketler mücadeleye geçer, çatışmalar yaşanır, THKP-C’lİ Mahir Çayan ve dokuz yoldaşı 30 Mart 1972’de Kızıldere’de katledilir, THKO’LU Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan 6 Mayıs 1972’de Ankara’da asılır, TKP-ML kurucusu İbrahim Kaypakkaya 18 Mayıs 1973’te Diyarbakır emniyetinde işkencede öldürülür, onlarca yurtsever kırlarda, kentlerde vurulur, öldürülür.

Bu faşist zulüm karşısında halk, türkülerle, şarkılarla yiğitlerine ağıtlar yakar, “…Erim Erim Eriyesin Sürüm Sürüm Sürünesin. Haktan gelmiş idi inan. Yesin seni yılan çayan…” (Mahsuni) diyerek “Ah” eder.

14 Ekim 1973 Genel Seçim yapılır. Halk, “Bağımsızlık”, “Halk İktidarı”, “Kahrolsun Faşizm”, “Su kullananın Toprak İşleyenin”, “Haşhaşı Ekeriz Üstleri Sökeriz”, “12 Mart mağdurlarına af”  diyen Bülent Ecevit liderliğindeki CHP’ye yönelir, %33.3oy oranıyla birinci parti yapar.

Ecevit’in başkanlığında MSP ile kurulan sol ağırlıklı hükümetin girişimiyle 1974 affı çıkarılır, MSP’nin muhalefeti ile devrimciler af dışı bırakılır, CHP’nin başvurusuyla Anayasa Mahkemesi sınırlamayı kaldırır, devrimciler cezaevinden çıkar. Hızlı bir örgütlenme süreci başlar, işçiler sendikalarına, öğrenciler derneklerine kavuşur, DİSK, Dev-Genç, Töb-Der yeniden toplumsal mücadele alanlarındadır, siyasi dergiler, gazeteler yayına başlar. Sol ağırlıklı Ecevit hükümetini ve toplumsal gelişmeyi içine sindiremeyen muhafazakâr sağ ve “Hıra Dağı Kadar Müslüman Tanrı Dağı Kadar Türk” olduğunu iddia eden ırkçılar harekete geçirilir, düşünce ve inanç ayrılığı ileri sürülerek halka saldırırlar, huzuru bozarlar, sağcı MC hükümeti kurulur, halka saldırılar artarak sürer. Ecevit 1977 seçiminde oyunu daha da arttırır(%41,4) ama tek başına iktidar olacak kadar çoğunluk elde edemez. II. MC kurulur ama çok geçmeden bu hükümet çatlar ve yıkılır. Ecevit AP’den istifa eden milletvekillerin desteği ile hükümeti kurar ama faşist saldırılar artık kitlesel katliamlara dönüşmüştür. Faşist güçler, 24 Aralık 1978’de Maraş Katliamıyla iç savaşı tetiklemeye kalkarlar.

Sıkıyönetim ilanına karşın huzurun sağlanamaması, Milliyetçi Cephe hükümetleri döneminde iş çığırından çıkması karşısında, devrimcilerin halkı örgütleyerek faşist işgal ve katliamlara karşı direnmesi ile faşizm akıttığı kan deryasında boğulmaya başlar, imdadına Kenan Evren’in başını çektiği faşist cunta yetişir.

12 Eylül 1980’de yönetime el koyan faşist cunta, önce Türkeş’i saklandığı yerden teslime zorlar, sonra da kanka olur.

Sola ve devrimcilere karşı sürek avı başlar, binlerce insan işkenceden geçirilir, tutuklanır, sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanır, idam, ağır cezalar verilir, onlarca devrimci, devrimci – ülkücü dengelemesi adına birkaç da ülkücü asılır.

1961 Anayasası yürürlükten kaldırılır. Prof. Orhan Aldıkaçtı’nın başında bulunduğu kurulca hazırlanan, Danışma Meclisi ve 12 Eylül darbecilerinin oluşturduğu Milli Güvenlik Kurulu’nca benimsenen 1982 Anayasası halkoyuna sunulur, kabul edilir, Kenan Evren Anayasa oylamasıyla birlikte cumhurbaşkanı olur.

1983’te seçimler yapılır, Ecevit, Demirel, Erbakan, Türkeş’in siyaseten yasaklı olmaları ve partilerinin kapatılmış bulunması nedeniyle meydanı boş bulan emperyalizmin has adamı Turgut Özal’ın kurduğu Anavatan Partisi seçimi kazanır. Özal hükümeti kurar, başbakan olur; dört eğilimi birleştirerek huzur sağladığını savunurken, PKK 15 Ağustos 1984’te Siirt’in Eruh, Hakkâri’nin Şemdinli ilçelerindeki jandarma karakollarına silahlı baskın düzenler, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı kalkışma denemeleri yapar, “düşük yoğunluklu” iç savaş ülkenin gündemine oturur.

“Üç beş çapulcu” dedikleri ayrılıkçı Kürt hareketi eylemlerini kırsaldan kentlere doğru kaydırırken, Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak ordusu, 2 Ağustos 1990’de kendi toprağımız dediği Kuveyt’e girer. Bunu bahane eden ABD, 16-17 Ocak 1991 gecesi, “Çöl fırtınası” adını verdiği Irak’ı işgal harekâtını hava akınlarıyla başlatır.

Kenan Evrenin süresinin dolması ile cumhurbaşkanı olan Turgut Özal, Atatürk’ün vasiyeti olduğu söylenen “Kerkük ve Musul’u” almak adına, “1 koyup 3 alacağım”, diyerek ABD’nin Irak’ı işgaline ortak olmaya kalkar. Genel Kurmay başkanı Necip Torumtay’ın, “Bu maceraya TBMM kararı olmadan orduyu sokmam” diyerek tavır alması ve istifa etmesiyle hevesi kursağında kalır.

ABD, “Kürtleri koruyorum” diyerek, Amerikan, İngiliz, Fransız birliklerinden bir Çekiç Güç oluşturur. Irak’ın kuzeyinde 36 enlemden Türkiye sınırına kadar olan bölgeyi uçuşa yasak bölge ilan eder, uçuşlara kapatır.

Ayrılıkçı hareket bu bölgede 20’yi aşkın kamp kurar. Turgut Özal cumhurbaşkanlığını sürdürürken Doğru Yol Partisi (DYP) Genel Başkanı Demirel başbakan, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) Genel Başkanı Erdal İnönü başbakan yardımcısıdır, “düşük yoğunluklu” savaş bütün hızıyla sürer. Turgut Özal 17 Nisan 1993’te kalp krizi geçirecek yaşama veda eder, SHP’nin desteği ile Süleyman Demirel cumhurbaşkanı olur, başbakan Tansu Çiller’dir, 3 Temmuz 1993’te Sivas’ta Madımak otelinde şeriatçılar, ülkenin yüz akı 35 yazar, çizer, ozanımızı ve semahçı gençlerimizi yakar.

17 Şubat 1994’te Kürt Sorununa çözüm bulmak için Irak’a gitmek için helikoptere binen Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis, uçak aksamıyla oynanarak düşürülür, öldürülür. Suikastı Kürt sorunun çözülmesini istemeyen ABD’nin yaptığı savlanır.

Türk Silahlı Kuvvetleri,  Irak’taki PKK kamplarını dağıtarak iç huzuru sağlamak adına 19/20 Mart 1995 gecesi sınır ötesi “Çelik” harekâtını başlatır, bunu 1996’da “Tokat”, 1997 “de “Çekiç”, “Şafak” harekâtları izler. Bu süreçte Tansu Çiller, MSP lideri Necmettin Erbakan, Anavatan Partisi Genel Başkan Mesut Yılmaz, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Bülent Ecevit başbakanlık koltuğunda oturur.

Anayasa mahkemesince laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu saptanarak kapatılan MSP’nin yerine kurulan Fazilet Partisi’nden ayrılan Abdullah Gül, Recep Tayip Erdoğan ve arkadaşları, Adalet Kalkınma Partisi’ni (AKP) kurar. Ecevit’in başbakanlığı döneminde, Başbakan yardımcısı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin dayatmasıyla erken genel seçim kararı alınır. AKP 2002 genel seçimine katılır, adaletsiz seçim sistemi sonucu seçimi kazanarak Mecliste çoğunluğu sağlar. Bu arada Demirel’in süresinin dolması nedeniyle partilerin ortak kararıyla Ahmet Necdet Sezer cumhurbaşkanı olmuştur,  hükümeti kurma görevini Abdullah Gül’e verir.

12 Eylül darbecileri, İslamcılara pek dokunmazlar, koruyarak kollayarak siyasette tutunmalarına, tarikat ve cemaatlerin serpilip gelişmesine yol açarlar. Demirel’le başlayan, Özal’la büyüyen, Erbakan’la yerel yönetimlere giren, başta FETÖ olmak üzere, tarikat ve cemaatler,  AKP’nin iktidara yerleşmesiyle hızla siyasallaşarak devlet yönetimine yayılır, adalete, diyanete, maliyeye, eğitime, kültüre, sağlığa, tarıma, sanayiye, kamu kurum ve kuruluşlarına el atar; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerini çiğnemeye, laikliği yok etmeye, Türkiye Cumhuriyeti’ni tarihten silmeye kalkarlar, yolsuzluk, hırsızlık batağına bulaşarak Yeni Osmanlıcılık gibi ham hayalin peşinde koşarlar.

Bu ham hayalin peşinde koşan Erdoğan yönetiminde AKP iktidarı, ülkeyi ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel yönden batağa sürükler, emperyalizmin emrinde oyuncak haline gelir. Diyarbakır’ı yıldız yapacağız diyerek, açılım sevdasıyla çadır mahkemeleri kurdurur, ayrılıkçı hareketle gizli görüşmeler yapar, mutabakat imzalar, valiyi, kaymakamı, askeri, polisi durdurur, ayrılıkçı hareketin eylemlerini yaygınlaştırmasına, tüneller kazıp silah depolamasına, mahkemeleri kurup yargılama yapmasına yol açar.

Bunlar yetmezmiş gibi, ABD’nin Irak’ı işgal girişimine destek olmaya, TBMM’nden tezkere çıkararak 60 bin ABD askerinin ülke toprağına yerleşmesine niyetlenir. CHP’nin ve Genel Başkanı Deniz Baykal’ın etkin muhalefeti ile tezkere meclisçe reddedilir, amacına ulaşamaz.

ABD’nin Suriye’yi parçalama girişimine ortak olur, “Esad’a” “Eset” diyerek tavır alır, ihvancılara destek vererek Şam’daki Emevi Camii’nde namaz kılmaya kalkar, radikal İslamcı örgütleri eğitip donatarak Suriye İç Savaşı’nda taraf olur. İsrail başkanına “Wan Minüt” çekerek İslam’ın lideri havasında halife olmayı düşler; Müslüman Kardeşlere destek vererek Mısır’la, Suudi Arabistan’la, Birleşik Arap Emirlikleriyle arayı açar. Libya’da emperyalist saldırganlığa gemi göndererek katılır, Kaddafi’nin vahşice öldürülmesinin nedeni olur. Barzani Peşmergelerinin ülke topraklarından kuzey Suriye topraklarına geçmesine izin vererek bölgenin demografik yapısının bozulmasına, Arap ve Türkmenlerin yerlerini yurtlarından çıkarılmasına, Suriye’de dinci ve ayrılıkçı hareketlerin serpilip gelişmesine, kantonlar kurmasına, ABD’nin Kerkük’ten Lazkiye’ye uzanan bir koridor açma planının aleti olur.

3 milyonu aşkın Suriyelinin ülkeye gelmesinin, Türk ordusunun zorunlu olarak Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı harekâtlarını yapmak zorunda kalmasının, yüzlerce vatan evladının Suriye topraklarında şehit olmasının sorumlusu kuşkusuz AKP iktidarıdır.  

Akdeniz’de “münhasır ekonomik bölge” ilanı geç kalınmış olumlu bir adım ise de Libya’daki iç savaşa taraf olmak, radikal dinci militanları silahlandırıp göndermek, İdlip’te 8 askerin yaşamını yitirdiği son olayla Rusya ve Suriye ile savaşın eşiğine gelmek kötüdür. Dinci ve ayrılıkçı çetelere karşı ülkesini savunan Suriye Ordusu’na rejimin güçleri demek, karşıtlarını desteklemek cehalet değilse, aymazlıktır.

Ülkenin başına sardıkları bu kadar bela yetmezmiş gibi, kara, deniz, hava kuvvetlerini Milli Savunma Bakanlığı’na, Jandarmayı İçişleri Bakanlığı’na bağlayarak, hiyerarşik yapıyı bozarak, bir üst aşamaya yükselmenin yaş, hizmet sürelerini kısaltarak, komuta kademesini boşaltarak, askeri liseleri kapatarak, yandaşlara kadro açmanın, emir komuta düzenini bozmanın, kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırarak, dinsel eğitimi temel eğitim yaparak, okullarda “öğrenci andını” okutmayarak, “tarafsızlık” yemini çiğnenerek, iktidarı tutup muhalefete çatarak, yargı üzerinde baskı kurup suç takibini önleyerek nereye varacaklardır?

Varmak istedikleri yerin neresi olduğunu, irticai faaliyetleri nedeniyle emekli edilmiş Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi’yi danışman olarak kullanmalarından, SADAT aracılığı ile ihvancılara eğitim verdirmelerinden, Anayasanın değiştirilmesi dahi önerilemeyecek hükümlerini ihlal eden Şeriat Anayasası hazırlatmalarından anlamak zor değildir.

Libya’da Suriye’de ihvancılara destek vermek, ABD ile Rusya arasında zikzak siyaseti yapmak, çevrede dost ülke bırakmamaktır. Kanal İstanbul dayatması ile Montrö Antlaşması’nı ihlale kalkmak tarih bilmemek, kurtuluş savaşını anlamamaktır. Deprem, çığ faciası gibi afetlerle beceriksizlikleri, yeteneksizlikleri ortaya çıkmıştır. Ülkenin kaynaklarının hoyratça tüketilmesi, stratejik kurumlarının haraç mezat satılması, Kızılay gibi saygınlığı olan bir kuruluşun rüşvet alış verişinde aracı olarak kullanılması görmezlikten gelinecek, hoş görülecek bir durum mudur?

Yapılanların tamamı suçtur. Kimsenin suç işleme özgürlüğü yoktur. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı verilen ucube sistemde, yargının ürkek ve çekingen davranmasını sonsuza kadar böyle gideceği sanılmamalıdır. Türkiye’de yağlı mermer üzerinde yağlı güreş yapılır, hem yer yağlı hem de güreşçiler. Kimin ayağının ne zaman kayacağını kimse bilemez. 17-25 Aralık rüşvet, soygun olayını para kasalarını yurttaş bilmiyordu, iktidar ortağı Fetullah çetesi ortaya çıkardı. Rüşveti, hırsızlığı, yolsuzluğu, “Paraları sıfırlama” çabası sürerken, ortağı FETÖ’nün 15 Temmuz 2015 darbe girişimi oldu.  Bu darbe girişimin Mısır’da Mursi’nin devrilmesinden dersler çıkararak, Erol Olçok ve Hakan Fidan’ın faaliyetleriyle Türk ordusuna, yargıya çekilen operasyonlarla darbe girişimine nasıl ortam hazırlandığı, darbe girişimini nasıl lehe çevirdikleri sosyal medyada konuşuluyor. Zamanla bu iş daha da netleşecek, mağdurluk propagandası yapanların nasıl laik cumhuriyete kastettikleri ortaya çıkacaktır.

Darbenin siyası ayağının bir ucu ABD’ye, diğer ucu AKP içine uzanır. Fetullah Gülen’le ilgili önce hükümetin sonra devletin başı olan Tayip Erdoğan’ın, AKP kurucusu olan başbakan yardımcılı, meclis başkanlığı yapan Bülent Arıc’ın,  Adalet Bakanlığı yapan Bekir Bozdağ’ın, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, Sanayi Teknoloji Bakanı Mustafa Varanak’ın, Çalışma ve Sosyal Güvenlik bakanlığı yapan Faruk Çelik’in, Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’in ve daha nicelerinin Fetullah Gülen’e övgüleri sosyal medyayı sallıyor. Bu övgüler, söylenen sözler yok mu sayılacak. Bu konuşmalar 17-25 Aralık tarihili “paraların sıfırlanmasna” kadar yoktu da sonra mı çıktı? Bunlar ve yaşanmışlıklar sorgulandığı zaman işin ucunun AKP’ye, yönetim kadrolarına, kamu kurum ve kuruluş yöneticilerine uzanacağı kuşkusuzdur. Orduda, poliste, bakanlıklarda, belediyelerde Fetocu varda AKP içinde, bakanlarda, milletvekillerinde mi yok. Bunlar araştırılmadan, açık ve net olarak ortaya çıkarılmadan kimseyi inandıramazlar.

Bu olaylardan ve işlenen suçlardan AKP’nin, AKP iktidarının ve liderinin kendilerini kurtarma şansı olanaksızdır. Önce halk AKP’yi iktidardan indirecek, kuvvetler ayrılığını esas alan düzenlemeler yapılacak, bağımsızlaşarak tarafsızlaşan yargı yakalarına yapışacaktır.

Sicili bozuk bu iktidar, yandaşlarıyla, görevini yapmayan ya da hukuk dışı eylemleri görmezden gelen kurum, kuruluş yöneticileriyle, sorumlularıyla birlikte yargı önünde hesap verecektir. Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulan laik cumhuriyet, her türlü tahribe karşın yaşadığı sürece bu akıbetten kurtulamazlar. Kurtulmalarının yolu belki bir af olabilir, ancak af çıkarabilmek içinde Anayasanın 87. maddesine göre TBMM üye tam sayısının (600 üye) en az beşte üçünün ( 360 üyenin) olumlu oy kullanması gerekir ki bu sayıyı meclisteki üye tablosuna göre, millet ittifakında yer alan partili milletvekillerin katkısı olmadan tutturmaları ve affı çıkarmaları zordur.

                                                                                                          Av. Mehdi BEKTAŞ

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir