AKP iktidara geldiğinden bu yana toplumun ayarı bozuldu. Televizyondaki siyasi tartışmalara bakınca tartışmacıların hukukçu, tarihçi, ekonomist, maliyeci, mühendis, ahretten bilgi veren âlim (!) oldukları sanısına kapılıyorsun!
Bilmedikleri konu yok, uzman havasında, olayın içindeymiş, bire bir yaşamış, görmüş gibi anlatıyorlar. Medya, işin uzmanlarından çok bu şarlatanlara olanak sağlayarak, konuları tartışmalı ve kavgalı hale getirerek, izleyicinin zihnini bulandırarak, izlenim rekoru (reyting) peşinde koşuyor.
Bunları izledikçe öğrendiklerimizden, bildiklerimizden kuşku duyar hale geldik. Bilimsel değer, kavram ve kurallarla oynamak, insanları yanıltmak, doğru olmadığı gibi ahlakide değildir.
Örneğin “Suçu inkâr ediyorlar, suçlamayı kabul etmiyorlar “ diye bir kampanya yürütülüyor. Olayın esası budur, kim suçu kabul ediyor ki bunlar etsin, kendisini ateşe atsın? “Suç mücevher olsa bile kimse el sürmez” demiş atalarımız. Kaldı ki sanığın hukuken “susma hakkı” vardır, kendisini, yakınlarını suçlama sonucu doğuracak anlatım (ifade) vermeye zorlanamaz. Kendisini bile savunmak zorunda değildir. Ancak yaptıklarının suç olmadığına, mücadelelerinin haklı olduğuna inanalar kendilerini savunur.
Savcılık, bir olay olduğu zaman kanıtları toplamak, zanlıları saptamak, hukuka uygun kanıtlarla iddiada bulunup dava açmak durumundadır; yargıç ise bu iddiaların ve kanıtların doğru ve hukuka uygun olup olmadığını incelemek, sanık suçu kabul etse bile olayın faili bulunup bulunmadığını saptamak ve kanıtlarıyla birlikte karar vermek zorundadır.
Bu ülkede kimin suçlu olup olmadığına yargıcın dışında herkes karar verir hale geldi. Cumhurbaşkanından, başbakana, bakanlardan, vali ve emniyet müdürlerine kadar iktidar yanlısı ne kadar zevat varsa, karşıtları hakkında, sabahtan akşama kadar yargılama yapıp hüküm veriyorlar. Kendi yaptıkları, karıştıkları olaylarla, suçlarla ilgili hiç konuşmuyorlar, konuşmak zorunda kalırlarsa da iddiaların “iftira” olduğunu söyleyip geçiyorlar. Bu ülkenin savcısı, yargıcı, mahkemesi var demiyorlar, sürekli konuşuyorlar, ahkâm kesiyorlar. Bununla da yetinmeyip parti teşkilatları ve belediyeler aracılığı ile duruşma salonlarının önlerine mağdurlarla birlikte yandaşları toplayarak, olaydaki sorumluluklarını göz ardı edip, ip sallatıp, “idam” müsameresi yapıyorlar, adaletin bir gün kendilerine de lazım olacağını unutuyorlar!
Suç, “İsnat yeteneğine (anlama, kavrama) sahip bir kişinin kusurlu iradesinin yarattığı icrai (hareketli) veya ihmali (hareketsiz) davranışla meydana getirdiği, yasada yazılı tipe uygun, hukuka aykırı ve yaptırım olarak bir cezanın uygulanmasını gerektiren eylemdir(fiil).
Kusurlu irade, bilerek isteyerek kasti olabileceği gibi, tedbirsiz ve dikkatsiz davranarak taksirlide olabilir.
Suçun tanımı ve yaptırımı ceza yasasında veya ceza hükümlü özel yasalarda belirlenmiştir. Ceza yasasında veya ceza hükmü taşıyan diğer yasa maddelerinde suç olarak tanımlanmış ve yaptırıma bağlanmış, meşru sayılmayan, her eylem suçtur.
Ceza kanununda yer almayan ve yaptırıma bağlanmayan kimi davranışları suç saymak hukuken mümkün değildir. Ahlaki ve dini değerler açısından toplum katmanlarınca hoş karşılanmayan kimi davranışlar suç olarak nitelenemez. Herkesin bildiği gibi zina ceza kanunda suç sayılıyordu, yaptırıma bağlanmıştı, AKP iktidarı döneminde suç olmaktan çıkarıldı, ahlaksızlık sayıldı, boşanma nedeniydi öyle kaldı.
Suçu ve suça uygun cezayı mahkeme belirler. Mahkeme kararı olmadan kimse suçlu ilan edilemez, suçlu sayılamaz. Hakkında dava açılmış, mahkemede yargılanan kişi suçluluğu belirlenmiş hükümlü değil, zanlıdır, sanıktır.
Suçun zamanaşımına uğraması, sanığın mahkûm edilememesi, mahkûm edilse bile cezanın infazının yapılamaması yine yasalarla belirlenmiştir. Ceza kanununda iki tür zaman aşımı vardır. Birincine “dava zamanaşımı”, ikincisine “ceza zamanaşımı” denir.
Dava zamanaşımı, olayın oluşumu tarihinden başlar, dava açılmışsa yargılama sonunda verilen kararın kesinleşmesine veya yargılama yapılsın ve yapılamasın yasada belirlenen sürenin geçmesine kadar geçen süreyi kapsar. Bu sürelerin geçmesi halinde kimseye ceza verilemez, haklarında açılan dava zamanaşımından ortadan kaldırılır,
Ceza zamanaşımı, mahkemece verilen mahkûmiyet hükmünün infazı için belirlenen süreyi kapsar, bu süre içerisinde mahkûm ele geçirilemez, cezası infaz edilemezse, süre geçtikten sonra ele geçse bile cezası infaz edilemez. Cezası kalır, infazı yapılamaz. Bu durumda mahkeme cezanın infazının zamanaşımı nedeniyle yapılmamasına karar verir.
Takipsizlik kararı verilse de dava zamanaşımı içinde yeni kanıt ve bulgu ortaya çıktığında hakkında takipsizlik kararı verilen kişinin sorgulanması ve hakkında dava açılması mümkündür.
17 ve 25 Aralık’ta kasetlerle, görüntülerle ortaya çıkan Reza Zarrab, bakanlar Zafer Çağlayan, Muammer Güler ve bakaracı makaracı Egemen Bağış ile Halkbank Eski Genel Müdürü Süleyman Aslan hakkındaki rüşvet ve yolsuzluk iddialarının araştırılmasının, yargılanmalarının engellenmesinin, soruşturmalarla ilgili takipsizlik kararı verilmesi günümüzün konusudur, AKP iktidarının sorumluluktan kurtulması zordur. AKP iktidarının baskı ve yönlendirmeleriyle alınan bu kararların hukuken bağlayıcılığı olamaz. AKP iktidardan düştüğü zaman herkes görecektir ki kimsenin yaptığı yanına kar kalmayacak, sorumlular yargı önüne çıkacaktır.
Siz kendi yargınızı işletmezseniz, alınan rüşvetin, yapılan yolsuzluğun hesabını hukuken sormazsanız, emperyalizm harekete geçer, rüşvet vereni, alanı, buna yardım yapanı yargılamaya kalkar. Banka müdürüne, bakanına davalar açar, tutuklar.
Siz buna komplo deyin durun, komplo olsa da buna neden olan sizin ülke yargısını tıkayıp soruşturma yürüten savcıları, yargıçları görevden almanız, sürmenizdir.
Bu olayları, görüntüleri FETO terör örgütü ortaya çıkarmıştır iddianız gerçek olsa bile, işlenen suç görmezlikten gelinemez. Bir suçun işlendiğinin yasadışı bir örgüt tarafından ortaya çıkarılması, suçu suç olmaktan çıkaramaz. Yargının önünü açın, olayların doğru olup olmadığını ve sorumluları belirlensin, yoksa bu tartışma bitmez sürer.
Sorun, olaya karışanların yargılanıp yargılanmamasından öte ülkemizin içine düşürüldüğü durumdur.
Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde kurulan onurlu ve gururlu Türkiye Cumhuriyeti’nin gücünü ve güvenirliğini, izlediğiniz iç ve dış politikalarla çürütüp yok ettiniz, bundan sonra ne yapsanız yapın nafiledir. ABD’ye değil ayada gitseniz, uzaya da çıksanız sorumluluktan kurtulamazsınız.
Zamanaşımı da çare olmaz, belki bir af çıkarırsanız kurtulursunuz; o zamanda sizlerle birlikte şimdiye kadar suçladığınız, haklarında idam verilmesini istediğiniz eski ortaklarınız yeni karşıtlarınız da kurtulur; işiniz daha da zorlaşır.
Bir yol daha vardır, o da ceza kanunu yeniden yazmak, hırsızlığı, yolsuzluğu, rüşveti, suç olmaktan çıkarmaktır. Bunu da yapamazsınız, yapmaya kalktığınız an toplum nazarında bitersiniz.
Aslına bakarsanız böyle ceza kanunu olmaz, bir fille birden çok madde ihlal edilmiş olsa bile en ağrına göre ceza tayin etmek gerekir. Buna fikri içtima deniliyordu, kalktı. Ne öyle çok sayıda ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis, yüzlerce yıl hapis cezası istemek?
Bir insanın yaşamıyla kıyaslanamayacak ceza istemi ve hükmü, caydırıcı olmaktan çok suç işlemeye teşvik edici gibi görünüyor. İnsanın hayata bağlanma olanağı elinden alınırsa, kendi vicdanıyla hesaplaşması, muhasebe yapması da ortadan kalkar. Yargının görevi suçluyu yok etmek değil, ıslah edip topluma kazandırmaktır.
12 Mart, 12 Eylül neyle anılıyor, Türk devrimine ihanet ve işkence ve zulümle! Bu dönem de aynı, tek fark var, Türk Devrimine ihanet edenlerin iktidar savaşı ve Amerikancı şeriatçı darbe girişimi!
Suç oluşumunda, elbette ekonomik, sosyal ve siyasal düzen gözardı edilemez, ancak çağdışı iktidarın katkısı da yabana atılamaz. Mevla bu ülkeyi cehaletten, hırslarını, kinlerini, çıkarlarını aklının önüne koyanlardan, ahrete iman edip dünya malına tamah eden ikiyüzlü cahillerden korusun.