Rusya, İran ve Türkiye devlet başkanlarının Soçi’de yaptıkları görüşmelerin ortaya çıkardığı önemli bir sonuç; Türkiye’nin hiç vakit kaybetmeden Suriye merkezi yönetimiyle iki ülke için de can alıcı konularda görüşmeleri başlatmasıdır. Akdeniz’in doğusunda son gelinen tarihi periyottaki gelişmeler ve gerçekler, Türkiye’yi Suriye ile ama’sız, fakat’sız doğrudan görüşmeye ve dahası anlaşmaya yönlendirmektedir.
Bölge üzerinde stratejik hesaplar yapan ABD-İsrail cephesinin son Barzani hamlesinin yenilgiyle sonuçlanmasına rağmen emperyalist güçler boş durmuyorlar. Kontrol ettikleri Körfez ülkelerini düşman olarak gördükleri İran’a karşı hareketlendirmeye çalışırlarken, Suudi Arabistan’ın içine dönük girişilen operasyonla da bu ülkeden beklentilerini büyütmek istedikleri anlaşılıyor. Suudi Arabistan’ı önümüzdeki dönemde yapmayı planladıkları Ortadoğu operasyonlarının önemli bir odak noktası haline getirebilmek için yeni hesaplarına uygun bir konuma getirmeye çalışıyorlar.
İsrail Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot’un geçen hafta Suudi Arabistan’ın ‘İlaf’ gazetesiyle yaptığı röportaj yeni plan için beklentilerini ortaya koymaktadır. Suudi Arabistan ile İsrail arasında birçok ortak çıkar olduğunu savunan Eisenkot, “ABD Başkanı Donald Trump’ın liderliği altında bölgede yeni bir uluslararası ittifak kurma fırsatı bulunuyor.” diyerek bölgede ABD-İsrail-Suudi Arabistan ve bunlara yedeklenen başka devlet ve örgütlerle birlikte bir “Ortadoğu NATO”su kurmak gerektiğini ifade etmektedir. İsrail Genelkurmay Başkanı bu yeni uluslararası ittifakın öncelikli hedefini; “İran tehdidini bertaraf etmek için büyük ve kapsamlı bir stratejik planı hayata geçirmeye ihtiyacımız var” açıklamasıyla ortaya koyuyor.
26 Kasım 2017’de Suudi Arabistan’ın liderliğinde ABD’nin kurdurduğu, 40 Müslüman ülkenin oluşturduğu Terörizmle Mücadele İslam Askeri Koalisyonu’nun ilk yüksek seviyeli toplantısı Suudi başkenti Riyad’da gerçekleştirildi. 2015 yılında oluşturulan bu koalisyon bugüne kadar bu çapta bir toplantı düzenlememişti. Savunma bakanları düzeyinde gerçekleştirilen toplantının açış konuşmasını ise son zamanlarda sahneye sürülen lider adayı Suudi Veliaht Prensi ve Savunma Bakanı Muhammed bin Selman’ın yapması da dikkat çekici. İran’ın dışlandığı, Katar’ın katılmadığı bu toplantıya AKP hükümeti Savunma Bakanıyla katılarak, hala ABD-Suudi ortaklığından kopmadığını gösterdi.
Öte yandan Başbakan Binali Yıldırım’ın 26 Kasım 2017’de İngiltere’ye giderken söylediği sözleri okuyunca da AKP iktidarının ABD’yle ilişkilerine (ABD’ye olan bağımlılık ilişkilerine demek daha doğru olur) verdiği önemi bir kez daha görmekteyiz. Başbakan, “(Trump) Söz verdiğine göre değerlendirecek bir konu yok. Bu ortaklığı (ABD-PYD ortaklığı) sona erdirmelerini, gerçek ortakları ve müttefiklerine (yani Türkiye’ye) geri dönmelerini bekliyoruz” diyerek nasıl bir ruh hali içinde olduklarına tanık olmaktayız.
ABD-İsrail cephesinin İran’ı etkisizleştirerek Irak ve Suriye’yi istedikleri şekilde bölebileceklerini, bu ülkelerin topraklarında yeni devletçikler kurdurabileceklerini düşünüyorlar. Referandum operasyonunda başarısızlığa uğradıkları Kuzey Irak’taki Barzani devletini ve Suriye’nin kuzeyinde oluşturmayı amaçladıkları PYD devletini de kurdurabilmek için öncelikle İran’ı durdurmaya ve Türkiye’nin yanlarından uzaklaşmasını önlemeye çalışıyorlar. Hariri’yi istifa ettirerek Lübnan’ı da kargaşaya ve içsavaşa sürüklemek istemelerinin altında yatan nedenlerden en önemlisi de Hizbullah üzerinde etkin olan İran’ın bölge üzerindeki gücünü kırma istekleridir.
Bu operasyonun ikinci hedefi ise Türkiye’dir. Türkiye’yi öteden beri yapmak istedikleri gibi etnik ve mezhepsel farklılıklardan yararlanarak kargaşaya sokmaya, içsavaşa sürüklemeye ve sonuçta bölmeye çalıştıkları yeni bir gelişme değil. İnişli-çıkışlı seyretse de bu büyük stratejiden vaz geçtikleri söylenemez.
Türkiye’nin son zamanlarda içine girmeye çalıştığı komşu ülkelere yaklaşma tavrının önün kesilmesinin anlamı ülke üzerindeki ABD hegemonyasının güçlendirilmesidir. Türkiye’nin emperyalist planın içine dahil edilmesi demek, büyük stratejinin zorlamalar dahil her yolu kullanarak hayata geçirilmesi anlamına gelir. ABD’nin Suriye’de kurduğu üslerin ve YPG’ye verdiği tonlarca silahın bu plan için de kullanılacağı çok açık. Ayrıca Trump’ın telefonla görüştüğü Erdoğan’a bundan sonra YPG’ye silah vermeyeceklerine dair söylediği sözün daha önce verdikleri dört bin tır dolusu silah ve mühimmatı geri toplayacakları anlamına gelmediği de bir gerçek. Kaldı ki Trump’ın verdiği bu sözün hiçbir kıymet-i harbiyesinin olmadığı da iki gün sonra Pentagon’un yaptığı açıklamayla ortaya çıktı. 27 Kasım 2017 tarihinde Pentagon sözcülerinden Pahon, “IŞİD’i yenmemiz ve IŞİD’in geri dönmesini önleyecek istikrar çabalarıyla ilgili Kürt ortaklarımıza sağlanan askeri desteğe ilişkin olması beklenen düzenlemeleri gözde geçiriyoruz” diyerek Trump’ın Erdoğan’la yaptığı görüşmede verdiği sözleri boşluğa düşürdü.
Öte yandan Putin’in ABD’nin yoğun desteği ve yönlendirmesiyle Suriye’nin kuzeyinde geniş bir alanı kontrol eden PYD ile Suriye yönetimini uzlaştırmak istediği anlaşılıyor. İran, Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana olduğu için bu konuda daha dikkatli bir politika izlemeye çalışıyor. Şam yönetiminin ise esasta PYD ve Suriye’deki başka örgütlerle iktidarını paylaşmaktan yana olmadığı biliniyor. Ancak Esad yönetimi Rusya’nın ısrarı ve İran’ın desteğinin zayıflamasıyla bu örgütlere çeşitli tavizler vermek zorunda kalabilir. İşte muhtemel gelişmeler bu noktaya gelmeden Türkiye, ABD’ye rağmen ve hatta görüşmeler yaptığı Rusya’yı beklemeden devreye girmeli ve Suriye yönetimine ülke bütünlüğünü sağlaması konusunda açık bir biçimde destek vermeli. Ankara, Suriye’nin birliğini, bütünlüğünü her kesime karşı açıkça savunmalı ve bu yaklaşım temelinde Şam yönetimiyle anlaşma yolları bulmalı.
Altını çizelim: Türkiye’nin bugün bölgesinde atması gereken en önemli adım Şam yönetimiyle vakit kaybetmeden anlaşma yoluna girmesidir. Suriye konusunda geçmişte yapılan yanlışların öz eleştirisi de ancak bu şekilde yapılabilir. Emperyalist güçlerin Akdeniz’in doğusu ve Türkiye’ye yönelik stratejik planlarının başarısızlığa uğraması için bugün atılması gereken adım budur.
Türkiye’nin tarihinden gelen sosyal ve kültürel yapılanması, yüz yıllık bürokrasi geleneği ve son dönemlerdeki ekonomik ilişkilerinin uluslararası yönelimi kısacası bütünlüklü olarak iç dinamikleri ülkeyi bu akılcı yola itme yönündedir. AKP iktidarının ikircikli, zikzaklı tavırlarını ülkemizin bu içsel ve coğrafyadan kaynaklı gerçekliklerinin aşma ihtimali yüksek görünmektedir.
Burada üzerinde durulması gereken önemli bir konu da günümüz dünyasının tarihsel gelişim doğrultusunun emperyalist siyasaların başarısız olma süreci içinde olmasıdır. “Tarihin sonu”na değil emperyalizmin küresel hegemonyasının sonlanmasına doğru gidiyoruz. Asya’daki gelişmelerin tarihsel ilericilik yönünde seyretmesi, Latin Amerika halklarındaki uyanış, emperyalist ülkeler arasındaki ve bu ülkelerin iç çelişkilerinin giderek derinleşmesi yeni dönüşümlerin ve halkların emperyalist hegemonyalardan kurtuluşunun en önemli dinamikleridir. Türkiye’nin bu büyük yönelimin, ilerici hareketin ve gelişmenin içinde yer alması politikalarını akılcı, bağımsızlıkçı, laik ve gerçekten demokratik anlayışlarla belirlemesine ve yürütmesine bağlı.
Türkiye 1945’ten beri yürütemediği bağımsızlıkçı politikaları şimdi komşularıyla kuracağı barış ve dayanışma ile geliştirebilir. Bunun sağlam ve sağlıklı yolu, ABD emperyalizminin Ortadoğu planlarının önemli ölçüde bozguna uğramasında büyük paya sahip olan Şam’la anlaşmaktan geçmektedir. ABD-İsrail gericilik cephesinin etkisi altında kalıp kalmayacağı da öncelikle Şam’la kuracağı bu ilişkiye bağlıdır.
Gelişmelerin nasıl seyredeceğini hep birlikte göreceğiz…