Search
Close this search box.

Türkiye’nin Demokratikleşme Ya Da Gericileşme Süreci IV-Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

1969’dan itibaren dinci-gericiler, devrimci-sosyalistlere karşı emperyalizmin bölge politikalarının

gereği olarak kitlesel saldırılara başlamışlardı. Daha önce de bazı saldırılar gündeme gelmişse de emperyalizme karşı mücadelenin istikrarlı bir çizgi haline gelmesi üzerine bu gerici güçler solu etkisizleştirmeyi baş sorun haline getirmişlerdi. Bu dinci işbirlikçilerin sola karşı fiili saldırıları 1970’lere kadar sürdürüldü. 

12 Mart faşizmi döneminden sonra ise tarikatlar-cemaatler, siyasi partiler, sendikalar ve toplumla bağı olan çeşitli kuruluşlar vasıtasıyla uzun vadeli projelere hazırlanmaya başlıyorlardı.

 

TÜRKİYE’NİN DEMOKRATİKLEŞME YA DA GERİCİLEŞME SÜRECİ IV

Emperyalist Hegemonyanın Güçlendirilmesi İçin Solun Önünün Kesilmesi, Gericiliğin Örgütlendirilmesi Gerekiyordu.

1961 Anayasasının yürürlüğe girmesinden sonra işçilerin, gençlerin ve diğer halk kesimlerinin demokratik haklarını kullanmaya başlaması ve solun-devrimciliğin yükselişe geçmesi ABD’yi ve içerideki uzantılarını rahatsız ediyordu. Ülkemizdeki bu ilerici-demokratik gelişmelerin önünü kesmek için sağ örgütlenmeler bu güçlerce tahkim edilmeye, yenileri kurulmaya, propaganda araçları oluşturulmaya başlanıyordu.

Egemenlerin bu gerici politikasına uygun olarak Milli Türk Talebe Birliği AP iktidarının desteğiyle ele geçirildi. Böylece bu örgütte geleceğin sağcı-dinci siyasetçileri yetiştirilmeye başlandı. Abdullah Gül, Cemil Çiçek, Numan Kurtulmuş ve Fehmi Koru işte bu örgütten gelmektedir. Dinci “Ak Genç”in köklerini ve bazı özellikli saldırıların örgütlenme yerlerinden biri olarak MTTB’yi görmek gerekir. 1960’lı yıllarda devrimci güçlere karşı gerçekleştirilen en önemli saldırılarından biri olan “Kanlı Pazar”  olayında bu kuruluş önemli rol oynuyordu.

3 Ağustos 1968’de İstanbul Beyazıt Meydanında başını MTTB, TMTF, İÜTB ve Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin çektiği sağcı kuruluşların komünizme karşı yaptıkları mitingden söz ederek bu çevrelerin sola karşı mentalitesini anlamaya çalışalım. Söz konusu mitingde katılımcıların attıkları sloganlar ve taşıdıkları pankartların bazıları şöyleydi  (Onların orantısız zekâlarının ürünleri de böyle oluyor): “Komünizme ölüm”, “İslamiyet’in kuvveti ile ortadan kalkacaksın”, “Yumruğumuz beyninizdedir”, “Tipli, tipsizler, bir avuç ipsizler”, “Türkiye kıyamete kadar İslam kalacaktır”, “Anadolu’muz allahsızlara mezar olacaktır”, Meşru kuvvetler vazifeye”, “Azgın sol Moskova’ya defol”, “Komünizme cihat açıktır”, “Dağıt köpek, kudursun köpek” gibi döviz ve pankartlar da gösteriyor ki; sağcıların desteklediği bu kuruluşlar emperyalizme karşı olan devrimcileri hedef tahtasına koyuyorlardı. Bu gerici kalabalık “meşru güçler”i göreve yani “darbe”ye çağırmaktan da geri kalmıyordu. Mitingde “Gazi Osman Paşa Marşı”nın sözlerini de “zekice” değiştirerek söylüyorlardı. Bu marşı,“Olamaz böyle olamaz”la başlatıp “Kahrolası sosyalistler, Bu vatan sizin olamaz.”la sürdürüyorlardı. Mehter takımı ile coşan kalabalığa seslenen MTTB Başkanı İsmail Kahraman, “Komünizme zemin hazırlayanlara yeter ve dur deme zamanı gelip geçmektedir”  derken, Komünizmle Mücadele Dernekleri Başkanı İlhan Darendelioğlu ise “Komünizmi ezmeliyiz” diyordu. 4.8.1968 tarihli Tercüman Gazetesi’ne göre, Din Görevlileri Cemiyeti Genel Başkanı Naim Kahraman ve Yüksek İslam Enstitüleri Federasyonu Genel Başkanı Cahit Baltacı, 12 Eylül cuntacılarının teşhislerini daha o zamandan koyarak, komünizmin panzehirinin İslamiyet olduğunu belirtiyorlardı.

Komünizmle mücadeleyle görevlendirilmiş olan bu kişiler, TİP’e ve bütün devrimcilere düşmandılar; Dünya soluna düşman ama Amerikan politikalarının hizmetindeydiler. Dinci-gerici kesimin o yıllarda Amerika hesabına yönetildiği yerin Suudi Arabistan olduğuna dair görüşler vardı.

“Türkiye’deki ve Orta Doğudaki Ümmetçi-Hilafetçi güçlerin yöneltildiği merkez, Faysal’ın kurduğu ve ARAMCO’nun finanse ettiği ‘Rabitatul-Alemil-İslami’dir. ” (M. Emin Bozarslan, Hilafet ve Ümmetçilik Sorunu, s.282, Ant Y. 1969; Cumhuriyet gazetesi ,1 Mayıs 1969.)

Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’ya hâkim olabilmek için devrimci güçlere karşı bölgedeki işbirlikçileriyle birlikte bir savaş sürdürdüğünü açıklayan eski müftü M. Emin Bozarslan, bugün karşı karşıya olduğumuz işbirlikçi gericiliğin köklerini 44 yıl önce şöyle açıklamaktadır:

“Bu savaşı Türkiye’de din adına Ümmetçi-Hilafetçi akım, Osmanlı düzeninin özlemini çeken kişiler yürütüyor. Fakat Türkiye’dekilerin de, Ortadoğu’daki Müslüman Kardeşlerin de amacı birdir. Devrimcileri bertaraf edip Ortadoğu’da Amerikan emperyalizmine bağlı Ümmetçi-Komprador bir devlet kurmaktır.” (Age, s.282)

Soğuk Savaş’ın gereği olarak faaliyete geçirilen Komünizmle Mücadele Dernekleri ve MTTB ülkemizde sadece taraftar toplama, dezenformasyon ve karşı propaganda yapmamış, gelişmeye başlayan sola karşı saldırılar da tezgahlamışlardır. Bu örgütlerin ve diğer gerici kadro ve basının sola karşı gerçekleştirdikleri en önemli saldırılardan biri “Kanlı Pazar”dır. Türkiye tarihinde, 31 Mart Olayı’ndan sonra yaşanan en büyük gerici ayaklanmalardan biri olan ve tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçen bu saldırıda TİP’li iki işçi öldürüldü, iki yüz kişi de yaralandı.

Bu saldırı, Türkiye’deki gericilerin emperyalist güçlerle işbirliği içinde olduklarını ve devlet tarafından kollandıklarını göstermesi bakımından önemlidir. Daha sonraki yıllarda yapılan kitlesel katliamların öncüsü olan bu saldırının gerçekleştirildiği dönemi ve öncesini inceleyerek; gericilerin- dincilerin sola-devrimcilere bakışlarının, kindarlıklarının altında yatan geçmişi anlamaya çalışalım.

1960’ın ikinci yarısından itibaren ülkede ve özellikle de gençlik içinde anti-emperyalist düşüncenin yer etmeye başlamasıyla birlikte Akdeniz’de ABD jandarmalığı yapan 6. Filo her gelişinde protesto ediliyordu. 1967’nin Haziran ayında İstanbul’a gelen 6. Filo, İsrail-Arap savaşında ABD’nin İsrail yanlısı tutumu nedeniyle protesto edildi. Aynı yılın ekim ayında 6. Filo’nun tekrar gelişine karşı da devrimci gençler protesto eylemi düzenlediler. Bu eylemi; İTÜ, Teknik Okul, Yıldız Teknik Okulu ve ODTÜ Talebe Birliği temsilcileri Dolmabahçe Meydanında düzenlediler.

Gençler yayınladıkları bildiride, İstanbul sokaklarının Saygon sokaklarına benzetilmesine müsaade edilmeyeceğini belirtiyorlar ve şöyle diyorlardı: “… emperyalizmi topraklarında yarım asır önce silah zoru ile kovarak, dünya geri kalmış halklarına önderlik eden Türk ulusunun yatak odalarına kadar girmeye cüret eden Amerikan emperyalizmine artık tahammül kalmamıştır.” (Milliyet, 7.10.1967; Aktaran: Turan Feyizoğlu, Türkiye’de Devrimci Gençlik Hareketleri Tarihi 1960-68, s.356, belge y. 1993.)—

1968 Mayıs’ında Paris’te Fransız gençleri düzene karşı ayaklanırken bu ayın 14’ünde ülkemizde 17 devrimci-ilerici gençlik örgütü NATO’ya Hayır haftası düzenliyordu. Bu hafta nedeniyle devrimci gençler Taksim Anıtı önünde yaptıkları açıklamada şöyle sesleniyorlardı:

“Amerika’nın kendi düzeni için NATO’yu kurduğunu ve ülkeleri kendi yarattığı umacı, komünizm tehlikesiyle korkuttuğunu” ortaya koyduktan sonra, “Emperyalizme, Amerika’ya karşı ve emekçi çoğunluktan yana oldukları için NATO’ya karşı olduklarını” belirtmişlerdir. Gençler devamla, “Amacımız, bağımsızlık sorununu, genç ve aydınların sorunu olmaktan çıkartıp, emekçi halkımıza mal etmektedir” demişlerdir. (Milliyet, 15.5.1968, aktaran T. Feyizoğlu, age, s.411)

Devrimci gençler, NATO’ya karşı “Tam Bağımsız Türkiye” şiarı kapsamıyla hafta düzenlerken sağcılar ise “dincilik-milliyetçilik” adına bu gençlere saldırıyorlardı. Bu hafta kapsamında devrimci gençlerden Çetin Uygur ve bir grup arkadaşı Çarşıkapı’da yazılama yaparken; sağcı İlim Yayma Cemiyeti Talebe Yurdu’ndan çıkan 40 kadar öğrenci, “Akşamdan beri sizi bekliyoruz, Satılmışlar, komünistler neredesiniz?” şeklinde bağırarak taş ve sopalarla saldırıya geçmişlerdir. Polis her zaman yaptığı gibi saldıran gericileri değil, saldırıya uğrayan devrimci gençleri gözaltına almıştır. (T.Feyizoğlu, age, s.410)

20 Mayıs 1968’de NATO’ya Hayır Haftası’nın sonunda 17 kuruluş adına konuşan İTÜÖB Başkanı Harun Karadeniz 19 Mayıs bayramlarını da değerlendiriyordu: “Yozlaşmış, 19 Mayıs’lara karşıyız. 19 Mayıs’ta gençliğin görevi stadyumlarda spor yapmak değil, NATO’ya Hayır demektir. Bağımsızlık için NATO’ya hayır, 54 ikili anlaşmaya hayır, 101 tane yabancı üsse hayır diyoruz. NATO’ya Hayır Haftası bitti. Fakat NATO’dan çıkıncaya kadar NATO’ya hayır kampanyası devam edecektir” demiştir.

15 Temmuz 1968 sabahı ABD 6. Filosuna ait bir uçak gemisi ile beş destroyer İstanbul’a gelir. Bu gemilerin gelişinden sonra İTÜ’lü gençler Dolmabahçe Rıhtımında bulunan bayrak direklerine Türk bayraklarını yarıya kadar çekerek 6. Filoyu protesto ediyorlardı.  Bu arada İTÜTB Başkanı Harun Karadeniz, “Türkiye’nin tam bağımsız olduğuna inanmıyoruz ve onun için de bayrakları yarıya kadar çekiyoruz” diyordu. Aynı gece Beyoğlu’na çıkan Amerikan askerlerine mürekkep atılmış ve araçları taşlanmıştır. Devrimci gençler, sonraki günlerde de protesto eylemlerini sürdürmüşler ve bu arada 17 Temmuz gecesi İTÜ yurdunu polisin basması olayları daha da tırmandırmıştır. Bu baskında polis öğrencileri kıyasıya dövmüş, yerlerde sürüklemiş, otuzdan fazla öğrenciyi de gözaltına almıştır. Yedi saat süren bu olaylar sırasında polis Vedat Demircioğlu adlı devrimci öğrenciyi yurt penceresinden atarak ve yerlerde sürükleyerek ağır şekilde yaralanmasına sebep olmuştur.

Polisin bu saldırısından sonra gençler, polisi ve 6. Filoyu protesto eylemlerini yükselterek sürdürmüşlerdir. Taksim’e çıkan gençler burada konuşmalar yaparak protestolarına devam etmişlerdir. Dolmabahçe rıhtımına inen devrimci gençler Amerikan donanmasına ait motorları taşlamışlar ve neye uğradıklarına şaşıran Amerikalıları kovalamışlardır. Yakaladıkları Amerikan askerlerinin yüzlerini boyadıktan ve dövdükten sonra denize atan devrimci gençler, rıhtımdaki Amerikan irtibat bürolarını tahrip etmişler, araçlarını taşlamışlar ve Amerikan donanmasına erzak getiren bir kamyonu çevirip yakmışlardır. Bütün bu olaylar olurken polis ortalıkta görünmemiştir.

Bu olaylar sırasında zamanın İstanbul Valisi Vefa Poyraz yaptığı açıklamada şunları söylüyordu: “Limanımızda misafir bulunan donanma mensuplarına karşı iki gündür yapılan tecavüzi hareketlerin yapıcıları aralıksız izlenerek adalete verilmişlerdir. Bu arada kanuni görevlerini yapan polislerimize karşı da aşırı tahrik ve tecavüzler yapılmaktadır” diyordu. (T. Feyizoğlu, age, s.481-82)

Gençliğin yükselen protestoları karşısında yetkililer, Amerikan askerlerinin karaya çıkmaması ve 6.Filonun ülkeden bir an önce ayrılması yönünde girişimlere başlamışlardı.

“Dolmabahçe rıhtımındaki olaylar saat 16.00’dan sonra gençlerin arasına çapulcuların da katılmasıyla şiddetlenmiş ve bu arada Amerikan konsolosuna ait araba ile Merkez Komutanı’na ait araba da taşlanarak tahrip edilmiştir… Toplum Polisi olay yerine sevk edilmiştir. Rıhtımı saran polis, jop kullanarak kalabalığı dağıtmış, tahrikçi ve teşvikçi oldukları iddiasıyla ondokuz genç yakalanarak gözaltına alınmıştır. Dolmabahçe irtibat bürosuna sığınan sekiz Amerikalı er, polisin gelmesiyle linç edilmekten kurtulmuştur.” (T. Feyizoğlu, age, s.482)

6. Filonun gidişinden iki gün sonra Vedat Demircioğlu ölüyordu. 1960’dan sonra ilk devrim şehidi veriliyordu. 28 Temmuz 1968’de ise Ankara’da Atalay Savaş isimli devrimci genç kaybediliyordu.

1968 yılının son günlerinde, A. Türkeş’in Genel Başkanı olduğu CKMP’nin kamplarda emekli subaylar tarafından eğitilen komandoları 30 Aralık 1968’de Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’ni basmış, silah kullanmışlar ve bu olayda 20 kadar öğrenci yaralanmıştır. Yılın son gününde ise komandolar; SBF’ne, Basın Yayın Yüksek Okulu’na ve SBF yurduna saldırılar düzenliyorlardı.

***

1968 yılının sonlarına doğru (24-30 Aralık) devrimci gençler “Montaj Sanayi ve Ortak Pazara Hayır” haftası düzenlemişlerdi. İzmit’ten İstanbul’a bir yürüyüş de düzenlenen bu hafta nedeniyle çoğunluğu gençlik örgütü olan 47 kuruluş ortak bildiri yayınlıyordu. Bu bildiride adı daha sonra Avrupa Birliği olacak olan Ortak Pazar’a girilmesi halinde ülkenin hangi sorunlarla karşı karşıya kalacağı konusunda ortaya atılan düşüncelerin daha sonraki yıllarda fazlasıyla gerçekleştiğini gördük. 1968 sonunda devrimciler AB’ye girersek başımıza nelerin geleceğini şu şekilde görmüşler (giremeden daha fazla olumsuzluklarla karşı karşıya bırakıldığımızı biliyoruz):

1-Gümrük duvarları kalkacak. Gümrük duvarları kalkınca Avrupa sanayinin ürünleri Türkiye’ye gümrüksüz girecek, o zaman bizim yerli sanayimiz çökecek. Çünkü bizim yerli sanayimiz Avrupa sanayisiyle rekabet edemez, ezilir gider.

2-Serbest sermaye dolaşımı olacak. Yani Avrupalı patronlar daha rahat bir biçimde Türkiye’ye sermaye getirip götürecek, yani Türkiye tam bir Pazar olacak…

3-Türk parası bağımsızlığını yitirecek. Çünkü, batılıpatronlar diledikleri zaman Türkiye’ye bol sermaye getirip Türk parasının değerini düşürecekler.

4-Ortak Pazar giderek ortakların pazarı olan TÜRKİYE EKONOMİK BAĞIMSIZLIĞINI TAMAMEN YİTİRECEKTİR. Önemli yatırımları, yabancılar planlayıp yapacaklar. Elbette ki kendi çıkarları için planlar yapıp uygulayacaklar.

Kısaca Ortak Pazara girmek Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığını tamamen yitirerek ortaklara Pazar olması yani Türkiye’nin intihar etmesidir.” (Harun Karadeniz, Olaylı Yıllar ve Gençlik, s.160-61, MAY Yayınları, 6. Baskı, abç.)

***

Türkiye’de 1969 yılına girilirken; emperyalizme karşı verilen mücadele yükselmeye ve ulusal kurtuluş hareketlerine destek olmaya doğru evrilirken; gericilerin saldırıları kitle katliamlarına yöneliyordu.

6 Ocak 1969’da ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi Robert Kommer’in arabası ziyarete gittiği ODTÜ’de devrimci gençler tarafından yakılıyordu. Büyükelçinin arabasının yakılmasının nedeni; gençliğin ABD emperyalizmine duyduğu tepki, Kommer’in CIA elemanı olmasının yanı sıra Vietnam’da uyguladıkları “pasifikasyon programı” içinde milyonlarca Vietnamlının katledilmesinde aktif rol almasıydı.

Bu olaydan bir-kaç gün sonra Türkeş’in komandoları Orman Fakültesini işgal ettiler. 8-9 Şubat’ta ise toplanan CKMP’nin kongresinde komandolar gösteri yapıyorlar ve partinin adı da MHP olarak değiştiriliyordu. Bu arada MHP Genel Başkanı olan Türkeş partisinin komando yetiştirdiğine dair iddiaları kabul etmezken; CHP lideri İnönü ise Türkiye’de faşizmin var olduğunubelirtiyordu.

Başbakan Demirel ise yaptığı basın toplantısında, Üniversite olaylarının Türk-Amerikan dostluğunu zayıflatmak isteyen azınlık bir öğrenci kesimi tarafından meydana getirildiğinisöylüyordu.

1960’ların sonlarına yaklaşılırken; Amerikan karşıtı eylemlerin yükselmeye başlaması, gerici-faşist örgütlenme faaliyetlerinin yoğunlaşmasına ve yeni saldırıların tezgâhlanmasına neden oluyordu. Emperyalist güçler Vietnam’dan, Uzak Doğu’dan kovulmaya başlanınca Ortadoğu’daki hâkimiyetlerini sağlama almaları daha da önemli oluyordu. ABD emperyalizmi, Ortadoğu’daki etkinliğini sürdürebilmek için NATO’nun Güneydoğu kanadını oluşturan Türkiye’nin devrimcileşmesinin önünü keserek Sovyetler Birliği’ni güneyden kuşatmayı amaçlıyordu. Bu amacını gerçekleştirebilmek için ülkemizdeki gerici-faşist kesimleri, 1959’da yapılan Ankara anlaşmasından da yararlanarak (Dolaylı Saldırı anlaşması), bu yeni dönemin koşullarına uygun biçimlerde örgütlüyor ve yeni saldırılara yönlendiriyordu. Bu dönemde, ABD emperyalizmi, devrimci-ilerici güçlere karşı gericileri, petrol şeyhlerinin de desteğiyle, dinsel görünümlü kitlesel saldırılara yönlendirirken; “Komando Kampları”nda eğitilen ve örgütlenen para-militer faşistleri de grevlere ve devrimci gençliğe karşı saldırtıyordu. Koşullara göre, dolaylı ya da doğrudan yönlendirilen bu gerici-faşist güçlerin çeşitli örgütsel, propaganda ve dezenformasyon faaliyetleriyle; halkın doğru bilgilenmesi ve bilinçlenmesi önlenmeye, solun gelişmesi durdurulmaya çalışılıyordu.

1969’dan itibaren dinci-gericiler, devrimci-sosyalistlere karşı emperyalizmin bölge politikalarının gereği olarak kitlesel saldırılara başlamışlardı. Daha önce de bazı saldırılar gündeme gelmişse de emperyalizme karşı mücadelenin istikrarlı bir çizgi haline gelmesi üzerine bu gerici güçler solu etkisizleştirmeyi baş sorun haline getirmişlerdi. Bu dinci işbirlikçilerin sola karşı fiili saldırıları 1970’lere kadar sürdürüldü.  12 Mart faşizmi döneminden sonra ise tarikatlar-cemaatler, siyasi partiler, sendikalar ve toplumla bağı olan çeşitli kuruluşlar vasıtasıyla uzun vadeli projelere hazırlanmaya başlıyorlardı. Burada yeri gelmişken bir eleştiriyi de kendimize yöneltmeliyiz: Dincilerin 1970’lerde her türlü imkânlarını kullanarak yürüttükleri gerici kitle çalışmalarına ve siyasal faaliyetlerine, geleceğe yönelik, hangi yöntemle olursa olsun iktidarı ele geçirme hazırlıklarına karşı gereken politik uyanıklık gösterilememiştir. Devrimciler bu işbirlikçi gericiliğin halk içinde yürüttüğü siyasi faaliyete karşı etkili bir mücadele yürütmemişlerdir, çünkü bunların ileride yaratacakları tehlike konusunda siyasi öngörü eksikliği içindeydiler. Özellikle sivil faşistlere karşı yürütülen mücadelenin yoğunluğu içinde bu gerici kesim fazla göze batmadan, iktidar ortaklıklarının yarattığı imkânlardan da yararlanarak, fırsatçı bir anlayışla özellikle yoksul kesimleri örgütlemede önemli adımlar atmışlardır. Böylece emperyalizmin 1980 sonrasında bölgemizle ilgili ortaya attığı yeni politikalarının taşeronluğunu, ya da eşbaşkanlığını elde etme şansını yakalayabilmişlerdir!

Devam edecek…

Mehmet Ali Yılmaz

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

BENZER YAZILAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ana Fikir